Sabah sabah, ömrü hayatımda kırdığım ne kadar pot varsa zihnime üşüştü.
Nasıl hastalıklı bir espri anlayışı var beynimin bilmiyorum ki...
Taaa ilkokuldan başladı. (Devirdiğim çamlar amazon ormanı kadarmış meğer ) hepsi zihnimde canlandı.
Yahu normalde keyiflidir benim sabahlarım.
Hani normalde keyifli ve sakin biriyim ben.
Günaydınlarım hayatı, kuşu-böceği-ağacı-yaprağı. Sevdiğim müziklerle yürürüm bi saat filan. İş yerime gelirim "canım kendim ne istiyosun bu sabah" şeklinde şımartırım kendimi.
Hangi efsunlu nefes üflendi kulağımdan içeri de böyle başladım güne.
Yürüyüş yolunu yarıladığımda özgüven filan sizlere ömür ; "bildiğim geri zekalıyım ben ha" moduna girmiştim çoktan.
Sonra içimdeki muzur ikizler dürttü bi süre. O çamları devirdiğimde karşımdakilerin yüzlerinin aldığı halleri hatırladım. Yüzüm kızardı kızarmasına ama kıkır kıkır da güldüm hem salaklıklarıma hem karşımdakilerin donup kalmalarına.
Sonra "makamsal boyutta" yediğim haltlar küle çevirdiğim çam ormanları akın akın gelmeye başladı.
Hem yürüyorum hem kendimi tutamayıp arada "hay ben senin" diye söyleniyorum sesli sesli.😂🤣
Kedili Evin Tarzı adlı bir blog vardı , eskiden ne güzel yazardı Havva. Bir yazım üzerine "herkesi affediyorsun ama kendini hiç" demişti. Sonra bunu yapmam için ısrarlı telkinleri, sevecen ısrarları olmuştu. Kendi dağlarımı yüzünü hiç görmediğim, artık nerede olduğunu da bilmediğim o güzel insanın nazik-samimi el verişi ile aştım. Affedemediğim neler varsa ve kimler varsa koydum önüme. Hepsini tek tek tek tek affettim. Amaaaan...sırtımdaymış ya Ağrı dağı...dümdüz ettim.
Sabah aklıma o telkinler geldi en sonunda şükürler olsundu valla ,yol bitmiş ama ben de bitmiştim resmen.
Affediverdim kendimi tüm sarsukluklarım için.
İyice silinmiş ama harfleri belli olan bir satır gibi oldu rezil anılarım.
Sıradaki şarkı sırtında Ağrı Dağı taşıyanlara gelsin...değmiyor.
Dün18697519621 saat kadar süren bir toplantım vardı. Her sabah yürüdüğüm yolu yürüyemedim başka yere gitmem gerekmişti.
Bu sabah, her sabah yürüdüğüm yolu yürürken "seni nasıl da özlemişim yol" deyiverdim.
Ağaçlarıma sarıldım, taze filizlenmiş dallara "çak bi beşlik" yaptım ve kitabımı dinleye dinleye keyifle yürüdüm. Her sabah hayran olunacak bir ayrıntı bulduğum, senelerdir mevsim değişikliklerinde değişimini keyifle izlediğim yol.
Günde milyonlarca insanın geçip gittiği ama ayrıntılarındaki kırılgan güzelliği görmediği yol. Ne çok seviyorum seni.
Ablama "günaydın" yazıverdim. Bizim POMUM adlı grubumuz var, ordaki kızlara da "günaydın" yazıverdim. Nazlı benden evvel yazmış yine :-) Erkenci kuş o. Bir günaydını, bir yeni günün başlangıcını tüm kalbiyle sizle paylaşan insanların varlığını, onların yokluğu ile sınanmadan kutsamalısınız. Kimsenin , sahiden "günaydın" demediği bir sabahın karanlığını hayal bile edemiyorum ıyyyyyyyy.
Yaz günü , duş almadan çıkılır mı evden ? Bakmadan elimi attım tarağımı aldım, saç kurutma makinam şuracıkta. Depremde , tayinde, şu sebeple bu sebeple evini düzenini bozmuş kaybetmiş insanları düşündüm. Minik ayrıntıların yerliyerinde olması nasıl bir güven ve huzur sebebi biliyor musunuz? Kaybetmeden kıymeti bilinesicelerden bu konu. Hem de çok önemli.
Yaran nerdeyse canın orda der eskiler.
FOTOĞRAFI TIKLARSANIZ ŞARKISI DA VAR...
Abime günaydın diyememek de benim yaralarımdan biri. Artık hiç bir koşulda düzelmeyecek bir kopuş. Öz kardeşinizi ölmeden yitirmek.
Hani dişinizi çektirseniz dil hep oraya gider ve yarayı yoklar ya..öyle bir şey benim için abim. İyi ki onu kaybetmeden layığı ile çok sevebilmiş, öpebilmiş, sarabilmiş, anılar biriktirmişim.
Selam olsun nazlı güne.. hadi yaşayalım.
Ama bir sincap ciddiyetinde..yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiç bir şey beklemeden,yani butun isimiz gücümüz yasamak olacak şekilde yaşayalım.
Üsküdar Selimiye'den Kadıköy'e inen yol mucizelerle dolu.
Her gün yürürsünüz ve eğer bakmayı bilirseniz her gün yeni bir şey görmeyi başarırsınız..yeni ve güzel.
Bazen artık tanıdık gelen bir ağacın yeni sürgüsü, bazen ne olduğunu anlayamadığınız bir "ağaç şeysi" ,
Bazen ilk defa gördüğünüz kuşlar, bazen devamlı gördüğünüz kuşların yavruları..yani torunlar.
Yağmurda oluşan çiy damlacıkları, üşüyüp kovuğa sığınan köpüşler, çete halinde dolanan komik bıyıklı hadsiz kedişler.
Salyangozların bir diyeceği varmış gibi size uzandıklarını görür, kar tanelerinin uzayıp giden yolda tüneller oluşturduklarını izler, yazın sıcağında ağaç boyunu almış çalıların gölgesine sığınır, ilkbaharda ciğerinize dolan taze neşeli havayı teneffüs eder ve kış hanımelisi denilen Lonicera fragrantissima'nın akıldan çıkması olanaksız kokusuna bir kez daha soluyabilmek için eski tarım meslek lisesinin bahçesinin önünden geçebilmek amacıyla adımlarınızı hızlandırırsınız.
Sabahın erkeninde iseniz lacivert denizin üstündeki ışıl ışıl şehirlerdir yüzen ve sizi büyüleyen...
O yol size aittir ama tartışmasız şekilde siz de o yola aitsinizdir.
Bir gün olur da yürürseniz o güzel yolda, benim daimi dinleme listem de size eşlik etsin isterim:
O yol üzerinde, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin yanında , nerden bitiverdiğini anlayamadığım bir park beliriverdi birden. Şehir mimarcılığına hastayım..ne olanaklar var ki bir günde yerde yemyeşil çimenleri, boylu boyunca ağaçları olan peyzajlı alanlar...Ömrümün üçte ikisini burada geçirdim ama İstanbul hala beni şaşırtmayı başarıyor.
Son bir hafta on gündür oradaki bankta yatan yaşlı bir adam görür oldum. Bazen , az ilerideki haydarpaşa mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nden kaçıp sigara tüttüren (ve böylece beni kahreden) gençler orada olur ve o adamcağıza sigara-yiyecek verirlerdi. Başta evsiz ve orada konaklıyor sandım ama sonra onu her gün görür olunca, bir yere gidemediğini anladım. O kadar açıkta konaklamak evsizlerin tercihi değildir çünkü.
Her sabah ona bakıp elimden ne gelir çaresizliğini yaşadım.
Geçen gün kadınlarla ilgili hayli sert söylemleri olan bir platformun sözcüsü ile konuştuk, işim gereği bir araya gelmemiz gerekti. Erkek var mı aranızda dedim "ne münasebet" dedi. Hayret ettim. Kadının sorununu çözmek için insan lazım..sorunun nasıl iki tarafı varsa (kadın-erkek) çözümün de iki tarafı olmak zorunda. Sözcü hanım nefret ve öfke doluydu. Onlar kadınları dövüyor dedi. Tövbe bismillah..bu nasıl hasta bir bakış açısı? Sokakta kalan bir erkeği nereye yollarsınız dedim sakince. Hetledi hötledi cevap veremedi : insan mevzubahis hanımefendi..hepsinin kendi çaresizlikleri var. Birlikte çözüm bulacağız. Sokakta kalan kadına bin yer el uzatır da erkek için tek yer yok ..dedm. Umursamadı ve bana da öfkelendi.
Bunu niye anlattım : sokakta kalan erkek için arayacağınız yer yok bu memlekette... inanılmaz.
Alışmış olmak istemiyorum dedim her gün kendime. Onun orada yatmasını, zavallılığını,çaresizliğini görüp "aman elimden ne gelir" demek istemiyorum.
Demedim de... En azından her gün izin verdim yüreğimin çaresiz merhametine.
Bir gün onu yerde yatarken gördüm. Kımıdamıyordu.
Ertesi gün o mel'un bankın etrafı "polis olay yeri" şeritleri ile çevriliydi.
Öldürdük adamı el birliği ile. Mutsuz, yalnız, çaresiz.
Ama değil sevgisiz...her gün ona yiyecek ve sigara taşıyan o gençler...
Orada geçiyordu bu, türküyü kulak aşinalığı duyduğumu hatırladım.
Sözlerinin anlamına baktım ilk defa.
Bir şekilde benimbenle buluşmama yarenlik ediyor evren ama durun bakalım yok nereye çıkacak...
Türkünün sözleri aşağıda. Bulabildiğim söz açıklamaları ise şu şekilde :
Zahid Bizi Tan Eyleme
Hak İsmin Okur Dilimiz
Sakın Efsane Söyleme
Hazret'e Varır Yolumuz
Başlayalım: Zahid; dindar, sofu, yobaz, kısacası ortodoks (tutucu) anlamına gelir. Tan eylemek, doğru olarak ta’n yazılmalı, ayıplamak, suçlamak, kötülemek anlamındadır. Muhyi burada bağnazlara bizim hakkımızda yalan dolan yayma (efsane söyleme) bizim de dilimizde Hakk (Allah) vardır, yolumuz Hazret’edir demektedir. Hazret ile bir olasılık Hz. Muhammet’tir.
Sayılmayız Parmağ İle
Tükenmeyiz Kırmağ İle
Taşramızdan Sormağ İle
Kimse Bilmez Ahvalimiz
İlk bakışta biz çokuz, tükenmeyin, bizi aramayın, halimizi sormayın gibi algılanabilir, bu haliyle politik çevrelerce bir anlam ifade eder; fakat, ruhani açıdan irdelediğimizde, siz bizi anlayamazsınız, biz başka bir alemdeyiz deniyor olmalı zira bir sonraki dörtlükte de bu daha bir açıklığa kavuşur. Hakk’ka gidildiğinden, Ali’nin yolunda olunduğundan dem vurulur. ‘Büyük Gaza’ ise insanın kendi nefsiyle yaptığı savaştır.
Erenler Yolun Güderiz
Çekilip Hakk'a Gideriz
Gaza-Yı Ekber Ederiz
İmam Ali'dir Ulumuz
Erenlerin Çoktur Yolu
Cümlesine Dedik Beli
Gören Bizi Sanır Deli
Usludan Yeğdir Delimiz
Bazı yerlerde Erenlerin birdir yolu dense de çoğunlukta çoktur yolu diye geçer. Burada ‘Heterodoksi’ devreye girer. Zahidlere karşı çok farklı yollardan yürüyen ancak dedikleri bir olan erenler, veliler, ermişler, dervişler vardır. Halleri, tavırları deli gibi algılanır nitekim bir dönem abdal (bedel ödemiş, ibadetle bir yere gelmiş) kişilerin dilde aptal olması, sükunet kelimesinden türeyen miskin sıfatının da olumlu olması gerekirken zaman içinde olumsuz olmasına bu açıdan bakılabilir. Ortodoksi, heterodoksiye baskın gelmiştir.
Tevhid Eden Deli Olmaz
Allah Deyen Mahrum Kalmaz
Her Seher Açılır Solmaz
Bahara Erer Gülümüz
Burada artık tevhidle birlik düşüncesi (Vahdet-i vücud) vurgulanır, bunun bilinçli bir seçim olduğu açıktır, seherde açılan Gül yeniden doğuşla ilgili olabilir, burada yeniden doğmak (Bektaşilik’te önemli bir kavram) kişinin aydınlanmasıdır.
Muhyi Sana Olan Himmet
Aşık İsen Cana Minnet
Elif Allah Mim Muhammed
Kisvemizdir Dalımız
Himmet burada iki anlamdadır, ilki iyilik; fakat Himmet aynı zamanda Muhyi’nin hocası, üstadıdır. Gelenek üzere, şairimiz kendi imzasını da son dizede atar. Aşıklık (Tanrı Aşkı) ve Hz. Muhammed ile şiir biter. Yazıyı danıştığım bir arkadaşımsa Elif ve Mim’in o dönem için yasaklı olan Hurufilikle ilgili olduğunu belirtti, nitekim baştaki Ta’n eyleme bununla ilgili olabilir.
Muhyi’nin tekkesi yıkılmadan önce Üsküdar’da imiş, eserlerinden bir çoğu ne yazık ki kayıp.
Dün evden çıktığımda ,Nehir'i okula yetiştirme telaşına paralel olarak işe yetişme telaşı olmaksızın keyifle zamanı ayarlamanın suyuna bana bana yola koyuldum.
Şubat di mi bu?
Bu nefis taze rüzgâr da nerden çıktı?
Hayat, tebessümünüze kahkahayla cevap veriyor bu kesin.
her gün yürüdüğüm yollar masal ülkesi gibi sürprizlerle bezeliydi.
Önce duraktaki o amcabey.
"Büyüyecem ama yaşlanmicam" demiş amca.
bayıldım bayıldım bayıldım kendisine. Çaktırmadan da resmini çekiverdim bastonunu sevdiğimin amcasının. Kenarında yürüyemem yolların,hayatın teeeeee içindeyim dedi bana, toplum güdümlemesinden uzak durmamı hatırlattı. Olmak istediğinin önündeki tek engel sen olabilirsin ancak dedi filan. Sonra ben çaktırmadan daha fazla resmini çekmekten vazgeçip otobüse bindim. O hala bu zamansız baharımsı sabahın tadını çıkartıyordu.
Otobüsten Kadıköy'de indim.Sonra yanımdan çarşaflı ve peçeli bir hanım geçti. Aklımı aldı. Görünüş-din-ırk takıntım yok benim ama insan hayatta her gün peçeli cüce görmüyor. Peşinden koştum ama incinir diye cesaret edip önden çekemedim resmini ardından çektim. Sonra ışıklardan karşıya geçmek için bekledik ve yeşil yandı. Yanımdaki genç kız,yanından hızla geçiveren çarşaflı minik kadını görünce cidden yerinden zıplayıp ufak bir çığlık koyverdi.Kolunu tuttum (çok korkmuştu) sonra kahkahayıbastım. O da bana baktı şaşkın, sonra ikimiz de güldük.Tek laf etmeden dostane el salladık ve birbirimizi bir daha hiç görmeyeceğimizi bilerek yollarımızı ayırdık.Bu kahkaha epey gitti benimle.
Kadıköy'ün,Bahariye'ye çıkan dik yollarından (hani daha evvel güzergahı anlatmıştım) yürürken tepemden bir şey geçti..kuş. garip bir durum sezgisi ile kuşa baktım, pençesinde bir başka kuş. Hala garip olan bir şey var dedim. Karga mı o? Aaaaa...bir de ne göreyim. Kadıköy'ün ortasında bildiğiniz atmaca. Peşinden koşturdum resmini çekeyim diye (modern dünyanın salak insan refleksi) O da pençesindeki kumru ile kaçarken bir kot pantolon mağazasına daldı. Atmaca içeri, içerdekiler dışarı,mağaza sahibi saplı süpürgeye :-) Atmaca en sonunda avını bırakıp kaçmak zorunda kaldı ama ben bu alışılageldiğin dışındaki anlar için kalbim şükran ve neşeyle dolu devam ettim yoluma. Kapkaççı filan görürsünüz de atmaca pek görülmez Kadıköy çarşıda :-)
Derken iş yerime çeyrek kala, "bu güzel havada işe mi gidilir beaa modundayken" baktım yollarıma halılar sermişler. Dedim yolun aydınlıklara çıksın Kadriye..bir günün sabahında bu kadar mı torpil geçer hayat insana?
Yüreğim dar mekan geniş olsun dedim, tavanı en yüksek yeri sokak buldum. Günlerdir, haftalardır yürüyorum yürüyorum yürüyorum. Kulaklığımdan sevdiğim ezgiler adımlarıma eşlik ediyor. Düşünüyorum, hatırlıyorum. Yürümeye devam ediyorum, yokuşlar ,düz yollar ...dşünüyorum, unutuyorum. Özlediklerim gelip geçiyor dimağımdan, kızgınlıklarım her adımda ayaklarımın altında.
Sonra binlerce kez önünden geçtiğim bir caddenin bir kez daha önünden geçerken milyonlarca yıldır o caddenin üzerine doğmuş güneş, bulutlarla hüzmeler yaratıp bana sesleniyor: boşver...yaşamak güzel şey.
Elimden alamayacakları güzellikler gök yüzünde . Gülümsüyorum..
Yürüyorum, ayaklarım benim emrimde ben ayaklarımın. Kulaklarımda Vivaldi Rain ... yağmur damlaları gibi kendi düzeninde akıp giden notalar ruhumu arındırıyor. Yapmam gereken o kadar hiç var ki...unutsam rahatlarım. Gönlümü ısıtan güzellikleri ile ağaçlara bakınıyorum. Çocukluktan kalma alışkanlık, avuç içlerimi gövdelerine dayayıp onları dinliyorum. Onlarca değil yüzlerce kez seyrine daldığım ağaçta bir detay fark ediyorum şaşkınlıkla. Deli bu insanlar, sevdanın kendisi deli. Ağaç kızıyor mudur buna;kim ister ki sevda ile de olsa kelepçelenmek diyorum...sonra hatırlıyorum. Aşk hoşgörülendir!
Yürüyorum. Girmiyor o nefesler göğsüme girmiyor. Adımlarım ardıardına, kulaklarımda kelebeklerin dansı. Aklım yağmur sonrası beklenmedik anda geliveren güneş misali gönlümdeki kara bulutları dağıtıyor anılarla. Bakıyorum, aklım gönlümle barışık..görüyorum. Nerede okumuştum ben bunu: ne tarlalar vardır üzerinde ot bitmez ne kayalar vardır üzerinde bereketli incir ağaçları yetişir. Adımlarım yavaşlıyor ve duruyorum. Umut dalga dalga yayılıyor benliğime. Üzerinde ağaçlar bitmiş kayalara bakakalıyorum. Allah'ım, kendi aptallığımdan beni koru..Ne insanlardan ne hayattan umudu kesmek mi?
Mai'nin en kurşuni tonunda bile aşkı, sevgiyi, güzellikleri görememek mi?
Eski inanışları manasızlığı tavan yapmış olanlarını ayıklayarak baş tacı etmeye karar verdiğimde ilk hamileliğimdi. "Yukarılara uzanma bebeğin emziği ağzından çıkar" diyen atalarımız ultrason olmaksızın hamilelikte hoplayıp zıplama ve zorlayıcı vücut hareketlerinin sonuçlarını söyleyivermişlerdi.
Kelamı yine Fizan'dan getirdim hay Allah beni şu lafı direkt söyleyebilenlerden eylesin ; diyeceğim o ki geçen yaz bu senenin benim için ne zor bir sene olacağının hüznü gönlüme çökmüş olsa da sebepsiz leylek sürülerini gördüğümde zıpladım ayağa kalkıp ..ve çocuklarıma da bunu yaptırdım. "Biz de gezelim bizi de götür" çığlıklarımızı duymazlıktan gelen leylekler ağırbaşlı bir sorumluluk duygusu ile yollarına gittiler.
Selin bu sene zaten demir asa demir çarık modeli. Bugün Trebjine ve Saraybosna'ya gidecek. Dün Arnavutluk'taydı filan. Eşim şehirlerarası iyi gezdi diğer senelere kıyasla. Nehir ile ben de her zamankinden erken yola koyulduk. Bugün yazlığa gidiyoruz, birazdan Kumla'ya doğru yola çıkacağız. Eşyası az duvarları mavi evimde bir sene tuttuğum nefesimi bırakıp balkonumdan sahipsiz maviliklere bakacağım yine. Yüzüme engel olamadığım bir gülümseme yerleşecek. Sonra suskun minik bir sızı...bu sene O'na veda etmeden geldim buralara.Cismi küçüldükçe sızısı büyüyen cinsten bişi bu, adını bilmiyorum.
Sonra mai olacak sabahımız. Maide yüzüp öteki maiyi seyredeceğiz.Mai soframızda maiden ikramlar olacak. Nefesimiz arı düşüncelerimiz bize ait olacak. Bir hafta sürer büyükşehirin gürültüsünün beynimizi terk etmesi.
Sonra neşeleneceğiz , ben insanlardan kaçmaya çalıştıkça yine üstüme gelecekler sonra. Onlar komşuluk etmeye çalışacaklar ben ise yaşamın sunduklarını toplum kurallarından uzak yaşamaya.
Sonra kendimize yeni anılar yaratacağız yarınlarımızda özlenesi...
Sonra yürümeye devam etmiş yaşadığı kadar yaşta olduğuna şükrederek. Bazen şemsiyesiz bile olsa yağmurda ıslanma özgürlüğünün getirilerinin, başının üzerine bir dam çekmek ve onu korumak için gerekli çabaların bedelinden çok daha ödenesi bir bedel olduğunu düşünmüş.Yorgunmuş anlamak ve anlatmak için gösterdiği çabanın sürekliliğinden. Vazgeçmenin hür soluğunu çekmiş ciğerine.Beyninde hala sürüyormuş kavga, içindeki "ben" ama beyni mi kalbi mi bilinmez , tüm "ötekiler"e söyleniyor kızıyormuş hala,anlatıyor anlatıyormuş. Onu dahi dinlemeye tahammül edemediğini görmüş, adımlarını sıklaştırmış.Nereye gittiğini bilmiyormuş ama nereye dönmeyeceğini bildiğinden eminmiş.Her sorunun bir cevabı varsa da o artık bulmak istemeyebilirmiş.Soru da olmak istemiyormuş, cevap da olmak istemiyormuş.Gökyüzüne baktığında tarlalarını,hava durumunu düşünüp yorumlar yapmak yerine maviye hayran kalacak birine rastlayana kadar ağzını açmamaya, gerekirse yalnızlığı koluna takıp ona yar olmaya kadar vardırmış kararlarını. Bıkkınlığından kurtulmak istercesine başını kaldırıp gökyüzüne bakmış yürümeye devam ederken..tek dileği varmış, maide bir nokta olmak.
Az sonra gülümsemeye hazır bir dudak kıvrımı baş gösterecekti..kendim bile öfkemi haksız bulacaktım. O yüzden susup yoluma devam ettim. Soğuktu, rüzgâr yaramaz bir çocuk misali, sanki kendisi de üşümüş de ısınmaya yer ararcasına yakamdan içeri süzülmeye çalışıyor bu da omuzlarımı dikleştirip yürümeme neden oluyordu.
O kadar zordu ki eşiği yıllarca huzurun,sevginin,güvenin timsali olmuş kapının önünden son kez geçmek, camlarını sildiğim-elektrik arızasında koşturup tamirci aradığım yuvamın içine girmeden - giremeden öylesine uzaklaşmak. Allah dağına göre kar verdiğine göre ben 5 Ağrı Dağı büyüklüğünde filan olmalıydım. Kişiler beş para etmezdi ama makamlar arşa değer vaziyetteydi. Ben de tutup kavga verdim. Hamsi köpekbalığına karşı. Hamsi 10 köpekbalığı 1.Skor bu. ..ama o bir belden aşağı vurmaktı, canım çok yandı.
Kızmak kolay elbette kadere,düzene,insanlara, filana falana...oysa ne bulduysak karşımızda, götürüp onu biz koyduk yolun ortasına. Kör bakıp çare bulamıyor insan. Kızmaktan vazgeçişim bu sebepten, öfkem haksız. Özlem haricinde ağır gelen birşey de yok zaten..
O da yazgıymış diyeceğim, hatamı bulup yinelememeye gayret edeceğim.
Ama bazen, siz neye ne kadar gayret ederseniz edin yaşamanız gerektiği için hayat koca çiviyi batırıveriyor ayağınıza. "Çamura saplansam yine gelir misin" diye sorduklarınız evet dese bile çamuru sıçratmamak adına kimseleri çağıramıyorsunuz yardıma...
Rüzgâr yağmurla arkadaş..saçlarımın ıslanmasını, yaşamayı hissetmeyi sevişim bu. Deniz, dalgalarına konsantre başka bir şeyle ilgilenmiyor..hayat kendi devinimine devam ediyor. Adımlarım, 10 yıl boyu hemen her gün yürüdüğüm büyük alan taşlarını arşınlıyor aşina basışlarla. Ancak hazır oldum vedaya, dudaklarım kıvrılıverdi yüzlerce anının artık solan renkleriyle üşüşmesine; hüznün ağırbaşlı suskunluğu yeni başlangıçlara açılan yelkenlerin şişmesi ile kararsız.Kopmak mümkün değilse kopartacağız çaresiz..zaman o zaman!
Öyle sarhoş olsam ki ..diyen şarkı dolanıyor dilime.Gülümsemeyi başardığıma göre irin kesildi sadece kan akıyor yürekten.İyidir;taze kan gelir yerine diyorum. Umudunu kaybetme diyeni kırmak olmaz, umut ediyorum. Saçlarım bir kez daha uçuşuyor özgürce, karmakarışık ve bakımsız göründüğünü biliyorum..tıpkı bunun beni mutlu ettiğini bildiğim gibi.
Kötülük insanın ayağına dolanan bir şeydir, zamanın adaletine inananlardanım ben. Şimdi soğuk ve ıslak rüzgâra eşlik eden o bildik şarkının ıslığı ile yürümeye devam edeceğim. Veda edilen alandan Ahrengelos'a varıncaya değin.