Özün neyse sözün de o oluyor. Bir çok şey değişiyor ama senin için aslolan kâh örtülerin altında kâh özlemlerin altında aklı kalıp zamanı gelince tekrar seni sarıyor.
16 sene Trabzon'da 33 sene İstanbul'da yaşadım.
16 yaşında ayrıldığım Trabzon da o Trabzon kalmadı, ben de aynı Kadriye kalmadım haliyle. Okudum,yurtta kaldım,kurumsal firmalarda,yabancı firmalarda,büyük kurumlarda çalıştım. Dost edindim, kazık yedim,aşık oldum,evlendim,anne oldum.Değiştim de değiştim.
Olmaz dediğim oldu.
Gitmez dediğim gitti.
Kalmaz dediğim kaldı.
Hamdım,piştim,yandım.
Daha da devam ediyor.
Günün ve normların gerektirdiği şekilde hayalleri hedefleri biçimlendirirken "öz" beklemediğiniz yerlerde karşınıza dikiliyor.
2 sene kadar önceydi. Dünya tatlısı 2 şabalak şebelek 1 hanım iş arkadaşımla Nişantaşı'nda akşam takılmıştık bir yerlere. Hoş mekanlar,hoş ortamlar ve hoş insanlardı.Lüzumlu olan şekilde giyinmiş, lüzumlu olan şekilde olağan akışında sohbet ediyorduk. Sonra nereden geldiyse konu "Maçka'da bir evim olsun çok isterdim ayyy" dedi şabalak şebelek olan. Gözlerim parladı. "Ben de çok isterdim. Şunca yorgun koşturmacadan sonra ne yi gelirdi öyle eşsiz bir ortamda yaşamak" dedim. Genelde aynı fikirde olmadığımız için hem o bana hem ben ona hem de diğerleri ikimize baktı şaşkın ve tebessümle. O, dubleks olsun şu olsun bu olsun diye hayali genişletmeye koyuldu, ben de ahşap olsun!lara giriştim. Sonra anladık ki o Taksim-Maçka'dan bahsediyor ben başı dumanlı dağlarla çevrili Maçka'mdan. Onlar bana güldü ben de kendime çok güldüm. Sonra sohbet yine o tatlı akışkanlığı ile devam ederken ben o ortamdan çoktan koptuğumu ve memleket özleminin içimi yakıp kavurduğunu kendimden bile saklamaya uğraştım.
Kolay mıydı?
Değildi.
Yanakları kırmızı, zayıf düz saçları perçemli bir kız çocuğu. Maçka'nın yemyeşil doğası oksijen gibi doluyor içime. Hep orada yaşamış olduğum halde Trabzon'un doğasına yeşiline mavisine her gün biraz daha aşık ve her gün biraz daha hayran uyanan biri.Yediği her lokma cennet tahını kıvamında...memleketinin suyunu sever ekmeğini sever biri.
Sonra İstanbul aldı götürdü yine beni olmam gereken kimliğime. Maçka türküleri içimde sızı sızı, yüksek ökçelerimle yürürken yalın ayak basmayı özledim toprağıma sessizce.
Şimdi de pandemi nedeniyle iş hayatı-çocukların okulu yani günlük endişe ve sevinçler,planlamalar içerisinde sakin sakin yuvarlanırken epeydir girmediğim facebook'a gireyim dedim. Sonra da bana arkadaşlık teklifi yollamış ama kabul etmediğim kişileri bir inceleyeyim istedim. Derken yıllar önce gelen iletilerden birinin ,kısacık vekil öğretmenlik yaptığım dönemden bir öğrencime ait olduğunu görüp gülümsedim. Daha geçen akşam öğretmenlik yaptığım o dağ köyünün toprak yolunda geziyordum okuldan geriye ne kaldı diye. Ne yapmış bizim oğlan diye tebessümle profiline girdim. Sevmediğim bir siyasi parti için övgüler düzmüş..canım sıkıldı. Yeterince eğitebilseydik böyle olmazdı diye kendimi suçladım. Evlenmiş. Güzel esmer ve kararlı bakışları olan gelini inceledim hoşnutlukla. Fotoğraflarında gezindim. Sonra birden kendimi ait olduğum kültürün teklifsiz samimiyetinde, doğal sıcak tebessümlerinde, bütün güçlü masumiyeti ile sizi saran doğasının içinde buldum.
Özlem, sımsıkı bir yumruk gibi indi mideme.Kokusunu içimde hissettim toprağımın; İstanbul'un kısıtlı görüş alanından kurtulup Trabzon'un engin sonsuzluğuna kavuşmak istercesine kapandı gözlerim.
Oradan geçerken hayran olmak değil anlıyor musunuz? Oraya ait olmak, o mavi sizsiniz o yeşil siz. Yarın yine tanıdık ve yeniden aşık olacağınız kadar güzel.
Kendi isteğimiz olmadan yitirdiğimiz her şeye belki bu özlem. Yitirdiğimiz kardeşe, zamanın uzunluğunda küçülüp yok olan dostluklara,renkleri hala canlı duran anılara.
Dedim ya ; hamdım,piştim,yandım.
Zaman iyi ve güzel olanı getirsin hepimize.
Anlaşılan o ki , hasret demirbaş olmuş öyle de kalacak ömrümüzde.