Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2024 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 273

 


"Turizmin faydası çok. Ama çevreye ve yerel halka da faydalı mıdır?" bu haftanın konusu imiş


Bir disiplin-düzen-bilinç-kural olmadan  neyin faydası olur ki?

Ekonominin  anasını ağlatmışsın.

Adalet-eğitim- devlet sistemi -hukuk yerle yeksan.

Adalar elden gitmiş, sınırlar delik deşik.

Memlekette 20 milyon "mülteci" var.

Belediyeler devlet kurumudur : savaş açmışsın hizmeti engelliyorsun.

Turizm faydalı mı... değil! Gelenler arap, pis. Memleketi  parayla kirleten insanlar. 

Buyrun size memleketim olan Trabzon'dan turizm ve havalimanı görselleri:





Memleket hırsız dolu : o yüzden hırsızı seviyorlar ya zaten!

İç turizm zaten öldü, Üsküdar'da Kadıköy'e gidiş 22 TL. 4 kişilik aile 176 TL ödeyecek sadece gidiş-dönüşe. Başka şehre gitmek ne şehir içinde bile gezilmez oldu.

Hani Avrupa'dan gelen insanlar... bu güvensiz ortama kim niye gelsin.

Homur homur ve çok haklı bir homur daha!

6 Kasım 2024 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 272

 Haftanın konusu: "Yoksul ailelerin çocukları, zengin ailelerin çocuklarına oranla büyüdüklerinde daha mı olgun olurlar?" ..dedi  Deep.

O kadar garip bir konu ki bu. Yoksulkim  zengin kim ....

Kendi deneyimimle anlatacağım fikrimi.


Biz yoksul değiliz. orta halli  cici bir ailemiz var.

Kızım küçükken bugünkü senelik ücreti 203.000 TL +KDV+ 29 bin küsur yemek parası olan bir okuldan %100 burs kazandı . Yol parası var, kıyafet var var oğlu var. Biz  var gücümüzle   sarıldık elbette elden ne gelirse yaptık. Çok şükür ki hallettik. 

Bu arada kızım şimdi üniversiteyi bitirdi ..evvel yıllardan  bahsediyorum.

Yaşam standartlarımız o  kadar farklıydı ki , oldukça kısa sürede diğer ailelerle ne sargın ne dargın olmayayım politikasını benimsedim. Evlerde(!) yapılan doğum günlerine gitmedim ama Selin'i bir başka veliden (çalışıyorum gelemeyeceğim gerekçesi ile) yardım alarak arkadaşının yanına katıp yolladım.

15 tatillerde biz Trabzon'a gidiyorduk, onlar Fransa'da Disneyland'a filan.

Sonra kızım sorguladı ; bizde hem sen  hem babam çalışıyor onlarda bi tek baba çoğunlukla. Neden onlar bizden  daha zengin?

Kardeşinin bakıcısı 5 kişilik aile hepsi çalışıyor ama ev kiralarını belediyeden yardım alarak  ödeyebiliyorlar.

Biz onlardan zenginiz.

Filanca ailenin ebeveyni  doktor.. o daha zengin. Ötekinin şirketi var, o doktordan zengin. Beriki CEO o daha zengin. Bir de milletvekilleri var... deli para kazanıyor, bakan  milletvekilinden çok, başbakan ( o mutlu yıllarda bir başbakanımız vardı parlementer sistemdeydik) bakandan çok.

Şaşkın baktı yüzüme... uzar gider bu liste dedim. O yüzden elindeki ile yetinebilen ve bir adım sonrayı  hedefleyebilen en zengin olan. Mutlu olamazsın öteki türlü. Onların hiç biri Trabzon'da dedenin kayığı ile balığa çıkmadı. Onların hiç biri  senin bildiğin mavi tonlarını bilmiyor.

Bir süre düşündü.

"Türkiye'de en çok maaşı kim alıyor peki" dedi.

"Fatih Terim" dedim.

Çocuk ondan sonra mantığı bi yana bıraktı 🤣🤣🤣🤣

Yani ezcümle ; yaşadıkları hayat koşulları  kadar ebeveynler ve anlatımlar  belirliyor "nasıl bir insan olduklarını"


Sevgiler

22 Ekim 2024 Salı

Bir Nefes de Benim İçin Al



 Gözümü yumsam yetmiyor, kulağımı tıkasam ..olmuyor.

Akışa ve ülke gündemine, insanın ve insanlığın geldiği hale o kadar tepkiliyim ki uzak durmazsam kalıcı olarak  bir şeyleri yitireceğimi düşünüyorum.

Beri yandan Ekim tüm her şeyin ötesinde güzel. Hatta Ekim Eylül'den de güzel.  Thomas Hardy'nin "Herhangi Bir Jude" kitabını aldım ve iş yerinin dengesiz akışından da uzak kalıp kitabımı okumak, ağaçları -denizi-bulutları seyretmek istiyorum.

35 senedir çalışıyorum ve ilk defa  bir şeyler işten daha çekici geliyor bana.

Tabii bunun direkt ülke gündemi ve insanlarımızın saçmalığından öte yaşla da ilgisi var. Artık 53 yaşındayım. Muhtemelen bir 53 daha vardır da sonraki 53'ten şüpheliyim. Artık yaşamak, güzel yaşamak istiyorum. Ertelediklerimi yapmak istiyorum demeyeceğim ertelemek eşeklik gerçekten ;35 yaşında heves edip  sizi mutlu eden şey 53 yaşında  umurunuzda bile olmuyor. O yüzden  ertelediysem   bitmiş gitmiş ; yenilere bakmak lazım. 

Haydarpaşa köprüsünden Kadıköy'e inerken sağda bir ağaç kümesi var. Tanıdık geliyor bir yerlerden ama çıkaramıyorum. Eskişehir'de görmüştüm sanki aynısını . Eskişehir'e gidip bi bakmak istiyorum. Eskişehir'i özledim. (Eşim Eskişehirli)

Abalmmmmmmmmla Trabzon


Trabzon'a biraz daha kış bastırınca gitmek istiyorum. Annemin söylendiği benimse özleminden burnumun direği sızlayan yağmurlarında suskun, dinlemek istiyorum hayatı ve kendimi. Yeniden güzel anılar inşa etmek...

Yola çık yol sana görünür demiş ya Mevlana.

Yolunu bulmam lazım.

13 Haziran 2022 Pazartesi

Hayat : Alkışı Duydum, İhaneti Gördüm

 



Bir çok iş yerinde, makamda,görevde bir çok değişik işte çalışmışım ; geriye baktığımda kendimi hayretle ama "onca şaşkın halime rağmen başarmışım aferin" lerle izliyorum kendimi.

Yaşama atılmak için kararları yeterli donanım ve tecrübe olmadan verdiğimiz lise son sınıfta seçtiğin mesleği al cebine..bir ömür onunla yürü. Ne saçma şey.


Ne yazık ki ülkemizde denemelere, vazgeçmelere çok yer yok.  Uğultulu bir koro var hiç susmayan. 

Uslu ol-okula git-ders çalış-okulu bitir-ders çalış-üniversiteyi kazan-ders çalış- üniversiteyi bitir- iş bak- askere git- evlen-çocuk yap- ev al-araba al-yazlık?-bi çocuk daha yap- Bir de kızın olsun/bir de oğlun olsun..ikinciyi yap-borçları öde- çocuk uslu olsun-çocuk okula gitsin-çocuk ders çalışsın... korkunç bir bitmeyen döngü!

Çocuklarıma bunu yapmadım.

Çocuklarıma bunu yapmayacağım.

Üniversiteyi kazanıp Trabzon'dan İstanbul'a geldiğimde 16 yaşındaydım. Hayatıma karar verdiğimde yani..müthiş değil mi? Entellektüel bakışı olan, iyi bir ailem ve cevval bir annem oluşu kurtarmış beni geriye baktığımda. "Yapabilir miyim" endişesini hiç taşımadım ama bu kendime güvenimden mi  sarsukluğumdan mı onu da bilmiyorum dürüst olmak gerekirse.

Tüm o  masalar içinde en çok öğretmenliğimi sevmişim geriye dönüp baktığımda. Artık var olmayan okulda, artık var olmayan güzelliklere özlemim biter mi bir gün ? İstanbul'un hemen hemen en güzel semtlerinden birinde çok sevdiğim güzel işimde çalışıp hayatın renkli akışı içinde  "bildik" sokaklarda  nefes alıp verirken, bir çok insanın " ne şanslısın" dediği bi kavşakta  sakin salınımlarımda yürürken öğretmenliğimi hatırlamak, kendime özlem gibi  derin bir sızı yaratıyor bende.

En lüks otellerde ofisim oldu, en yüksek makamlarla yemekler iş birlikleri..titrler titrler...ee ne olacak? Karacaahmet mezar taşında makamı yazanlarla dolu. Geriye ne kalıyor?  Alkışı da duyuyorsun, ihaneti de görüyorsun. İnsan kalıyor mu , dostluk kalıyor mı, kardeşim diyeceğin insanlar biriktirebildin mi  peki  dön bak geri ..

Yağmurlu Karadeniz günlerinde sınıfta yanan fındık sobasının  çıtırtısında ormanlarla kaplı dağları seyretmeyi , çocukların sıcacık gülüşlerinde ısınmayı ve alt  katta abimin olduğunu bilmeyi seviyordum.

Camii kaldı..şatafatlandırdılar
Kahve kaldı..orda yaşıyor erkekler

Okulu yıktılar

Ormanları yaktılar

Çocuklar büyüdü gitti

Abim...o hepsinden beter gitti.



Eskiden olsa  daha derin bir üzüntü daha koyu bir hüzün sarardı  içimi eminim. Oysa şimdi gülümseyerek bakıyorum ve "  iyi ki yaşadım o günleri " diyorum. 


Marka ayakkabılar giymek ve  serçe parmağım havada (!) yemekler yemek zorunda olduğum  bu yaşam kesitinde, öğle uzun teneffüsünde  toprak bahçesinde voleybol oynadığımız o günleri,  abimin ruhsuz bir kayaya dönüşmüş benliğinde artık var olmayan sıcacık gülüşünü, çocukların  ilkbahar çiçeklerini derleyip masama bıraktığı güzel ellerini hiç bilmeseydim ,hayat daha mı güzel olacaktı sanki?

* * * 

Bazen , iyi ki  unutmadıklarım var diyorum. Yitirilmiş gülüşler sahibinde değil bende saklı kalmış. Hayli zenginim diyebilirim...gönlü fakir kalana yazık.


Günün şarkısı Cem Karaca'dan...hayatımızda kalan tüm güzel insanlara gelsin.




9 Haziran 2022 Perşembe

SENİ SEN YAPAN SEVDİĞİN ŞEYLER MİMİ

 


Dün sevgili Deep'in sayfasında  (tıklayınız) bu mim'i gördüm ve "bunu yarın yapayım ben" dedim.
5 midesi olan Abba , açık ara mutluluk kaynağım en sevdiğim kahraman

1984'ten beri günlük tutarım.

Artık her gün yazamıyorum ama yazmayı da hiç bırakmadım.

Defterini kalemini seçmek eşsiz keyif veren bir ritüel.

Kocaman bir kalemkutum var.  Her kalemin yeri var.

Son seçtiğim defterin başında "Love As Long As You Live" yazıyordu.

Yaşadığın sürece sev.



Severek yaşamak hayattaki en büyük meydan okumadır diyordu Leo Buscaglia.

Bu meydan okuyuşu sevdim...


O defteri  aldığımdan beri, her yazdığım günün ilk başına , beni ben yapan sevdiğim bir şeyi yazdım.

Bunun, kendini farkına varma ve önceliklerini sıralama konusunda nasıl bir farkındalık yarattığını  anlatmak zor.

Beni ben yapan ve sevdiğim her şey o kadar tekil ki kendimden utanmam gerekir sanırım.


Başlangıcımı sevdim. Trabzon'dan iyi ki ayrılmışım. Çocukluğumun mavisi ile kalmış  aklımda.. şimdinin ziyan olmuşluğu ile değil.

Renkleri, mevsimleri,kokuların mavi olanlarını,zamanı,hayalleri, rüzgarı, yağmuru,bulutları,ağaçları,yolları, yürümeyi, uyanmayı,anıları,yarınları,bugünü, chopin-spring gibi tambur taksimleri gibi müzikleri,yazmayı,okumayı, görmeyi,sessizliği çok sevmişim.


Bir yuva kurmuşum..balkonundan mutfağına ,kedisinden kuşuna içindeki her şeyi sevmişim.


Çocuklarım...biriyle nefes alıp biriyle nefesi vermişim..yaşamın ve var oluşun ta kendisi olmuşlar hep. Onları öpüp koklamak bir yana dursun..var oluşlarını bilmeyi  her zerremle sevmişim. Birbirleri ile şakalaşıp birbirlerine bir şeyler anlattıkları anlarda gözlerimi göğe çevirip sonsuz maviliğin bu mutluluğu tamamlamasına izin vermişim.

Kuşları böcekleri, çay içip kitap okurken susup dinlemeyi sevmişim. 

Az'ın çokluğunu sevmişim.

Her şeyi ve her şeyi sevmişim de..insanları sevememişim. Ne hayallerimde ne tercih kullanabildiğim zamanlarımda insan yok.

Bu da bir garip bişi...

23 Kasım 2021 Salı

Dut Ağacı



Trabzon'da,evimizin karşısında devasa bir dut ağacı vardı. 


Ne zaman annem misafir çağırsa..yani ayın hemen hemen yarısından fazla zamanlarda  evden uzaklaşır, Trabzon'a  mahsus mudur bilmediğim o yargılayıcı-inceleyen bakışlardan , sonu gelmez sorulardan, el öpmelerden - çay koymalardan - ay bu açık olmuş koyusunu getirir misin / ay bu koyu olmuş açığını getirir misin/ çay verirken öyle kazık gibi durma az eğil'lerden -derslerin nasıl sorularından vs vs vs lerden  uzaklara kaçardım. 

Ablam üstün sabır ödülünü kıl payı kaçırır ama takdirlerin tamamını  toplardı. Nice nitelikli ergen cinneti onun özverileri sayesinde ayak basamadı bu dünyaya.


Neyse efendim ben akşamüzeri o dur ağacının en tepesine kadar tırmanır , 6. kata denk gelen evimizin içini  büyük bir keyifle dikizler ve evde kim kalmış diye bakınırdım . 

Ü Teyze ise sorun yok, o her zamanki nazik ve ölçülü tebessümü dudaklarında kibar bir kadındır. Benle de uğraşmaz. Tuhaflıklarımla sever beni ama yüzgöz olmaz. Annemin ahretliğidir o. Susmasında çok şey saklı teyzelerden.En kızdığı zaman sadece "peki" der. Ezer geçer sizi öyle nazikçe. O hep annemin arkadaşı , haddim görmedim onla didişmeyi. Büyüğümdü, yıllar yılı da öyle kaldı.

C Teyze...ayyyy rontgen mütehassısı o. Bakışları ile ruhumun bile rontgenini çeker, ebemin içliğinde kaç sökük vardı onu bile bilir. Piiii o varsa hiiiç gitmem eve beklerim gece yarısına kadar. En son da hep o kalkar ya..şansımı deneyip bakarım işte. 

L Teyze..ayyy çok bilmişin en önde gideni. Herbokologların atası. Annem neyini sever bu kadının bilmem ama o da annemi çok sever.O ablamı da çok sever. Beni mi..birbirimizi görünce annemi delirtmeden birbirimize ne kadar laf sokabiliriz diye şöööyle bir tartarız ortamı.

Ş Teyze. Kısık  gözlerinin bakışları ile asla uyumlu olmayan bir şirin tebessüm var hep dudaklarında. Bir sidik yarışı duayenidir ki sormayın gitsin. Burdan Fizan'a sürdürür. "Kolundaki bileklik ne güzelmiş kızım çok yakışmış ama sahte galiba değil mi?" Sevecen tonlamalar...doymak bilmeyen bir hırs. Annem nesini sever bu kadının hiç anlamam.


F Teyze. Hihihi  onun da kusurları var ama beni sever bilirim. E  o zaman ben de onu   sevebilirim. Öğretmen olduğundan mıdır nedir hep o aynı tonlama ile azarlar beni: "Bak şimdi bana çay getirirken gülümsüyorsun C Teyzenin yanına bırakıp kaçıyorsun ..olmaz di mi Gadiş. N'aapmıyoruz,  misafirleri üzmüyor büyüklerimize saygılı davranıyoruz" . He he tabii manasında başımı sallardım kıpkırmızı ojelerinden gözümü almadan. Bir kere bana da sürmüştü; annem bişiler pişirip tabak yollamıştı benimle, o zaman sürmüştü.Gönül almak ne kolay şey aslında. İçimden gelen "C Teyze'ye arazöz bağlasak anca kesecek yuh" sözcüklerini yutar usulca başımı sallardım. Sevdiklerimi üzmeyi  sevmiyorum ben. Çok nazik bir kızım :-)



Z Teyze de kurulmuş her zamanki gibi dimdik oturuyor koltuğunda. Saray sorundan mısın mübarek..başı da öyle yukarda. Ama hakkını vereyim nazik bir kadın o. Annem çok sever onu . O da annemi. Korktuğunda çok komik tepkiler verir Z Teyze, bir kere yolda yürürken köşeden tabut taşıyan bir kafile çıkmıştı da saçlarımı eline dolayıp beni kaldırımın üstüne çekmişti ( tabut geçerken yüksek yere çıkmazsan ömrün erir sen de gidersin paniği) Ona kızmam da çok sevmem de.Sadece ani reflekslerine karşı hep tetikteyimdir..

F Teyze var bi de. Annem tabağına ne koysa bitirir. Bunu annemi çok sevdiği için yapar.  O tabağındakileri bitirince annemin yanacıkları kızarır sevgili  arkadaşı beğendi diye. F Teyze'ye çay verirken  yerlere kadar eğilirim makbul olsun diye. Onun gözlerinde hep bir hüzün var, nedenini bilmiyorum. Lafı da peşin öyle canımlı cicimli konuşmaz ama lazım olmayan lafa da ağzını  açmaz. Onun etrafında olmayı çok sevmem, ola ki üzersem annem üzülür biliyorum ve ben onun da çok onayladığı  bir tip değilim. Benden çok hazzetmediğini biliyorum ama gözlerindeki o hüzün ona karşı nazik olmaya zorluyor beni.

Haahh..S Teyze de orda. Maça papazını bulduk..ağzımla kuş tutsam kirpiğimle tüyünü yolsam o kadın bende yine kusur bulur. Bu  da baston yutmuş gibi oturanlardan. Müzik duyunca ortada döktürür  ve güzel de oynar Allah'ı var. Kalçaların özgür salınımına o kollar nasılbir edeple eşlik eder o nsaıl bir dengedir anlaşılmaz. Ama onun haricinde buzzzzzzzzzzzzzz kadın buzzzzzzzz. Annem benim huysuzluk ettiğimi, onun kalbinin çok temiz olduğunu söylüyor. E haklıdır. O kadar soğukta mikrop barınmaz ki :-P


H Abla da gelmiş. Pabucum kadar ağzı var. Gülümsediğinde elimde olmadan ben de gülümsüyorum. O kibar bir kadın aslında. Kocası öküzgillerden. H Abla'nın kibarlığı mı kocasının öküzlüğü mü baskın toplumda bilmiyorum. Yanında ödevimi yaparken "3" rakamını yazışımı görüp "sessiz sedasız kenarda duruyorsun ama çok cevher var sende sen çok değişik  ve güzel bir çocuksun" demişti. Onu ve pabucum kadar ağzına sürdüğü mercan rengi rujuyla gülmesini seviyorum. Annem onu da çok sever çok takdir eder.

ANNE HAYATIN SONSUZLUĞUDUR(E.ZOLA)
Annem öyle herkesleri çok sever sanmayın. Annem sevmediği kişiyi de nezaketle ağırlar ama sevdiğini anlarsınız. Kocamandır onun sevgisi. Kocaman sever kocaman kızar kocaman titrer üstünüze..nezaketle yaptığı her şey az gelir onu tanıyanlara. Okyanusu görenin dereye razı olması gibi..


Neyse,  dut ağacının tepesinden yapılan değerli gözlemler sonucu eve gitme vakti gelir ve ben de giderdim. Özgürlüğün ballı bir bedeli idi dut ağacının tepesinde pineklemek. Şikayet etmek mi..asla. Bildiğiniz mutluluktu orada yaşadığım.

 Bazen bu kadar şanslı olmaz, tüm bu teyzelerin çocuklarını ağırlama-onlarla ilgilenme işiyle görevlendirilirdim.

Yıllar sonra bir gün dünya devi bir markanın Türkiye temsilcisi olan G ile rastlaştık da , "Kadriye Abla, beni onca saat tuvalete kilitlediğine hala inanamıyorum" dedi. "Unutulmaz anılardan olmak ne güzel dedim" ona ben de. Üzüntüyle içini çekti. Ters düşmeye hala korkuyor olmalı..Budayıcıoğlu da yok ki  etrafta çocukluk korkusunu yensin zavallı.

Çocukluğum ... ne uzakta kaldın şimdi.





1 Nisan 2021 Perşembe

Tuzlu Su'ya

 


Hayatımda en çok ne zaman ağladım diye düşündüm bugün.

O kadar nadir ağlarım ki, sıralamayı yapmak çok zor olmamalı diye de düşündüm.


Had safhada içine kapanık bir çocuk olan ben, beni fark eden ve sohbet eden sosyal bilgiler öğretmenimin tayini Trabzon'dan Gaziantep'e çıktığında okuldan eve kadar ağlamıştım içim yana yana. O kadar ağlıyordum ki  yolu görmekte zorlanıyordum. Ortaokul 1. sınıf. Eskinin 6. sınıfı. Okula erken başlayıp bir de sınıf atladığım göz önüne alınırsa yaş 10-11. (16 yaşımda üniversiteye başladığım doğrudur). Adını değil ama yüzünü hatırlarım. Hocam, o yaşlarda genç kız saçmalıklarından birine mi kapıldım da bu kadar ağlıyorum diye endişelenirken ben ailem dışında sohbet edebildiğim tek insanı kaybetmenin derin acısıyla kavruluyordum. Yalnızlık geri dönmüştü.

Hacıannemden bahsetmiştim daha evvel (Hacıannem yazısı için lütfen tık) Sonraki yangın ağlayışım onadır. Unutamadım sevgisini, o gidince çürük dişin içindeki oyuk gibi  hayat dıştan parlak ama içten ,ağrısız yeri doldurulmamış bir kara hüzünle kaldı bana. Nurlar içinde yatsın .. Yalnızlık, kucağına yatıp "rüyamda ne gördüm biliyo musun" dediğimde başımı okşayan o kemikli ,beyaz,güzel elin taşıdığı şefkat yerini suskun yalnızlığa bırakıp gitti.

Abim bütün aileyi ardında bırakıp bütün haksız öfkesi ve bencilliğiyle gittiğinde  hiç ağlamadım. O başka ayrılıktı. Kalan mıydı terk eden , giden miydi ...bilmiyorum. 


2 Temmuz 2020 Perşembe

Hamdım...Yandım


 Özün neyse sözün de o oluyor. Bir çok şey değişiyor ama senin için aslolan kâh  örtülerin altında kâh özlemlerin altında aklı kalıp zamanı gelince tekrar seni sarıyor.

16 sene Trabzon'da 33 sene İstanbul'da yaşadım.

16 yaşında ayrıldığım Trabzon da o Trabzon kalmadı, ben de aynı Kadriye kalmadım haliyle. Okudum,yurtta kaldım,kurumsal firmalarda,yabancı firmalarda,büyük kurumlarda çalıştım. Dost edindim, kazık yedim,aşık oldum,evlendim,anne oldum.Değiştim de değiştim.


Olmaz dediğim oldu.
Gitmez dediğim gitti.
Kalmaz dediğim kaldı.

Hamdım,piştim,yandım.

Daha da devam ediyor.

Günün ve normların gerektirdiği şekilde hayalleri hedefleri biçimlendirirken "öz" beklemediğiniz yerlerde karşınıza dikiliyor.

2 sene kadar önceydi. Dünya tatlısı 2 şabalak şebelek 1 hanım iş arkadaşımla Nişantaşı'nda akşam takılmıştık bir yerlere. Hoş mekanlar,hoş ortamlar ve hoş insanlardı.Lüzumlu olan şekilde giyinmiş, lüzumlu olan şekilde olağan akışında sohbet ediyorduk. Sonra nereden geldiyse konu "Maçka'da bir evim olsun çok isterdim ayyy" dedi şabalak şebelek olan. Gözlerim parladı. "Ben de çok isterdim. Şunca yorgun koşturmacadan sonra ne yi gelirdi öyle eşsiz bir ortamda yaşamak" dedim. Genelde aynı fikirde olmadığımız için hem o bana hem ben ona hem de diğerleri ikimize baktı şaşkın ve tebessümle. O, dubleks olsun  şu olsun bu olsun diye  hayali genişletmeye koyuldu, ben de ahşap olsun!lara giriştim. Sonra anladık ki o Taksim-Maçka'dan bahsediyor ben başı dumanlı dağlarla çevrili Maçka'mdan. Onlar bana güldü ben de kendime çok güldüm. Sonra sohbet yine o tatlı akışkanlığı ile devam ederken ben o ortamdan çoktan koptuğumu ve memleket özleminin içimi yakıp kavurduğunu kendimden bile saklamaya uğraştım.

Kolay mıydı?

Değildi.
Yanakları kırmızı, zayıf düz saçları perçemli  bir kız çocuğu. Maçka'nın yemyeşil doğası oksijen gibi doluyor içime. Hep orada yaşamış olduğum halde Trabzon'un doğasına yeşiline mavisine her gün biraz daha aşık ve her gün biraz daha hayran uyanan biri.Yediği her lokma cennet tahını kıvamında...memleketinin suyunu sever ekmeğini sever biri.

Sonra İstanbul aldı götürdü yine beni olmam gereken kimliğime. Maçka türküleri içimde sızı sızı, yüksek ökçelerimle yürürken yalın ayak basmayı özledim toprağıma sessizce.

Şimdi de pandemi nedeniyle iş hayatı-çocukların okulu yani günlük endişe ve sevinçler,planlamalar içerisinde sakin sakin yuvarlanırken epeydir girmediğim facebook'a gireyim dedim. Sonra da bana arkadaşlık teklifi yollamış ama kabul etmediğim kişileri bir inceleyeyim istedim. Derken yıllar önce gelen iletilerden birinin ,kısacık vekil öğretmenlik yaptığım dönemden bir öğrencime ait olduğunu görüp gülümsedim. Daha geçen akşam öğretmenlik yaptığım o dağ köyünün toprak yolunda geziyordum okuldan  geriye ne kaldı diye. Ne yapmış bizim oğlan diye tebessümle profiline girdim. Sevmediğim bir siyasi parti için övgüler düzmüş..canım sıkıldı. Yeterince eğitebilseydik böyle olmazdı diye kendimi suçladım. Evlenmiş. Güzel esmer ve kararlı bakışları olan gelini inceledim hoşnutlukla. Fotoğraflarında gezindim. Sonra birden kendimi ait olduğum kültürün teklifsiz samimiyetinde, doğal sıcak tebessümlerinde, bütün güçlü masumiyeti ile sizi saran doğasının içinde buldum.


Özlem, sımsıkı bir yumruk gibi indi mideme.Kokusunu içimde hissettim toprağımın; İstanbul'un kısıtlı görüş alanından kurtulup Trabzon'un engin sonsuzluğuna kavuşmak istercesine kapandı gözlerim.

Oradan geçerken hayran olmak değil anlıyor musunuz? Oraya ait olmak, o mavi sizsiniz o yeşil siz. Yarın yine tanıdık ve yeniden aşık olacağınız kadar güzel.


Kendi isteğimiz olmadan yitirdiğimiz her şeye belki bu özlem. Yitirdiğimiz kardeşe, zamanın uzunluğunda küçülüp yok olan dostluklara,renkleri hala canlı duran anılara.



Dedim ya ; hamdım,piştim,yandım.


Zaman iyi ve güzel olanı getirsin hepimize.



Anlaşılan o ki , hasret demirbaş olmuş öyle de kalacak ömrümüzde.