Nehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2016 Çarşamba

Küçüksu Kasrı - Sonbahar - Nehir

Bu Pazar da yine Nehir'in hocası MÜ Beykoz tesislerinden antrenman var dedi. Benim canıma minnet, orada yürümeyi çok seviyorum. Çıkışta , "annemin canı çıktı" düşüncesinden fersah fersah uzak bir "gezelim, kendimize zaman ayıralım isteği oldu Nehir'imin.

Sonbahara dokunmak, zamanı nitelikli kılmak isteğine nasıl hayır diyebilirdim ki?
 Önce yol üzerindeki bu park çekti dikkatimizi. İkimiz de kendimize ait bir köşe kestirdik gözümüze. İkimiz de sonbahar hüznünü gördük terkedilmişlikte. İkimiz de orayı uzaktan sevdik ama sevdik.

Sonra bir fidanlığa dalıverdik "bakalım burada ne var" keşfi heyecanı ile. Şu davetkar yola bakakaldık.

 Önce bir gidelim keşfedelim dedik, sonra bırakalım hayal ettiğimiz gibi kalsında karar kıldık gülüşünün aydınlığına köle olduğumla.


"Anne bak" dedi heyecanla. "Senin en sevdiğin doğa olayı."
Bunu  bir davet kabul ettik,  anayoldan denize dönen yola saptık.


Küçüksu Kasrı'nın yanındaki Kafe'de bulduk kendimizi. Oysa , yoldaki tabelalara bakarken öğretmenevi niyetindeydik.

Ama manzara, mai'nin hüzmeyle yıkanmış hali beni olduğu kadar Zuzu'mu da aldı kendinden sanırım.


Anne-kız birer çay söyledik kendimize. Sonra neşeyle her ayrıntının tadına vardık .



Dönüşte Küçüksu Kasrı'nı gezme kararı verdik. Çocuklarımla sarayları-kasırları-müzeleri gezmeyi sevmişimdir her zaman.Bu kasrın görüntüsü büyüleyici geldi bize.


Kasrın dışında da içinde de her ayrıntı  muhteşem. ..ama rehber beni deli etti.

Tavandaki süslemelerin bir kısmı kumaş. Bodrumu ile birlikte üç katlı olan yapının bodrum katı mutfak, kiler ve hizmetçi odalarına ayrılmış, öbür katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiş. Her oda, hem hole, hem de arkasındaki diğer bir odaya açılyor çift kapısı var. Denize bakan odalarda iki, kara tarafındakilerde ise bir şömine bulunuyor.

Nehir resimde de görüldüğü üzere nereye bakacağını şaşırmış vaziyette. Halısından avizesine, koltuğundan camlarına her şey büyüleyici.


Odalar eşyaya boğulmamış. Her adımda zarafet ve sanat asaletle çevrenizi sarıyor.

Alçı kabartma ve kalemişi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri, Avrupa üsluplarındaki mobilyaları, halı ve tablolarıyla zengin bir sanat müzesi niteliğindeki Küçüksu Kasrı, Cumhuriyet döneminde bir süre devlet konukevi olarak kullanılmış . Rehberimiz üstünkörü bu bilgileri verdikten sonra hararetle bu hükümet zamanında bakım yapıldığını, çalışanlara dolgun maaş verildiğini anlattı durdu. Eskiden kararan yaldız ile süslemeler düzeltilirken şimdi 24 ayar altın kullanılmışmışmış.


Ortadaki masa Abdülaziz tarafından yapılmış aklımda doğru kaldıysa. Muhteşem oymaları ile tek başına bir sanat eseri.O oval alanda tuğrası var.


Tavanlardan gözümüzü almak mümkün değil. Rehber bu arada Atatürk'ün yatağının buradan kaldırıldığını anlatıyor şevkle. Ondan kala kala aşağıda duvardaki resim kalmış.


Nereye gitti yatağı dediğimde şaşırdı. Dolmabahçe Sarayı'na götürüldüğünü söyledi. Bodrumda mı yani dedim. Yok dedi, evet dedi, hayır dedi. Harem'de sergileniyor aslına uygun şekilde dedi. Ata'ya saygısızlığı marifet edinmiş bunlar. Bir gün bir tanesi elimde kalacak ya dur bakalım..Maksat, mekanı tarihe uygun hale getirmekmiş. Nehir de telefon girişi gibi prizleri gösterdi ve elllerini havvaya  açtı "ne diyon seni abiiiii" modunda. Kızımla gurur duydum.

Konuk ağırlanan odaların bir kendi girişi var bir hizmetli girişi. Odaların her birinde İtalyan mermeri kullanılmış ve her odada ayrı renk konsepti uygulanmış. Hükümeti övmeyi iş edinen rehbere ben hatırlattım da diğer konuklara söyledi bunu. Rezalet!

Bahçesinde ilk kez nilüfer çiçeği gördü Nehir'im. Bahçesi de ayrı güzel.

Süslemeler batı tarzı imiş daha çok. Padişahlar av mevsiminde gelirlermiş ama kalan olmazmış. 

Diğer kasır ya da saraylara nazaran alçak  duvarları olduğu yazıyor vikipediada.


Bina tablo gibi. Gerçekten durup seyrettik duvarları


Orta bölümde bulunan kapıya, at nalı biçimli, iki kollu görkemli bir mermer merdivenle ulaşılıyor. Işık-renk-yapı hepsi birbirini tamamladığında gerçeküstü bir seyir sizi bekliyor.


Al bayrağım güzel bayrağım..rüzgar da itmiş olsa içim elvermiyor böyle görünmesine.


Zuzu'm kasrın girişinin o muhteşem harmonisinde 


At nalı şeklindeki girişin  iki kolu arasında fıskiyeli mermer bir havuz var. Gelin çeyizi gibi işlenir i  taş yahu?İşlemişler...


Bahçe ve henüz yapılaşmaya yenik düşmeyen bu şirin tepe eski zamanlara ait bir zaman diliminde hissettiriyor bir an için olsa da..

Uzun kenarı denize paralel, dikdörtgen yapı yerden 3m kadar yüksekteki bir alt bölüme oturan iki kattan oluşuyor. Deniz cephesi üç düşey parçaya ayrılmış; bunlardan ortadaki düz, yanlardaki dışbükey.


Bahçeyi çevreleyen parmaklıkların zarafetine bakar mısınız?

Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda, merdivenlerinde çeşitli batılı süsleme motifleri kullanılmış. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, bu iş için Viyana Operası dekoratörü Sechan görevlendirilmiş. tabii b bilgileri o sarsuk rehberden değil vikipediadan aldım. Nehir'ime de ben anlattım.


Bahçedeki turumuzu bitirmek üzereyiz.

Nehir ağaçların neleri hatırladığını merak ediyor.

Kapı..yanındaki iğrenç yeşil şeyi görmeyin canım. Kapı tek başına şiir. Uzun uzun seyrettim onu. Sonra rehberi gördük bahçede. Küçüksu plajının neden hala kapalı olduğuna dair ufak bir sohbet ettik. Sonra ben ona hikayesini kısa kesebileceğini çünkü  kapatıldığı dönem çalıştığım yer dolayısı ile asıl maksadı kestirebildiğimi, bu plajın asla açılmayacağından emin olduğumu söyledim. O da tebessümle onayladı.


Artık çıkış zamanı. Kapıdaki polis abi Nehir'in büyülenmişliğine gülerek çıkmamız gerektiğini, kapanış saatinin geçtiğini söyledi.


Hoşçakal muhteşem Küçüksu Kasrı. Kıvırcık'ımı da alıp yine geleceğiz Zuzu'mla.

14 Haziran 2016 Salı

Yalan


Yalan söylemek kolaydı.
Aklım hızlı çalışır, ağzım iyi laf yapardı.
Hatta eğlenceliydi bile diyebilirim.
Sorunsuz dertsiz bir hayat, arkadaşların arasında makbul kişi, annenin kurallarına aldırmak zorunda olmayan özgür ergen oluyordun.
Öyle böyle düz yalan değil ha..dantel gibi işliyordum her yalanı.


Sonra annem, kapadı kilitledi ona açılan yalan kapısını.
Asla beni yakalayamaz diye keyifle gezinirken  kendime ait dünyamın zenginliğinde "sana güveniyorum" deyiverdi.
Hatta daha da kötüsü ..gerçekten güvendi.
16 yaşında üniversiteyi kazanınca ben, tüm dünyayı karşısına almak pahasına beni tek başıma İstanbul'a yolladı okumaya. O uçarı sınır tanımaz halimi hiç bilmezmişcesine gözlerimin içine baktı, "yapılır mı hiç olur mu" diyen herkese sırtını dönüp kendini onlarla benim arama duvar etti ve "ben kızıma güveniyorum" dedi.

Nasıl aldatırdım onu artık.
Bir daha yalan söyleyemedim, yalan söyleyemeyince onu üzecek ya da kurallarını yıkacak bir şey de yapamadım.


Hiç unutmam, her neyse zoru dayım annemi arayıp "yurda gittim gece vakti Kadriye yoktu, odasına birini yolladım o gece gelmemiş" demişti. NŞA ortalığı ayağa kaldırıp benim hayatımı  karalara çalacak bu ithama karşılık annem sakince "yapsa bana söylerdi, Kadriye'ye güveniyorum" deyivermişti. 

Ah ne kapak olmuştu dayıma, halen zevkle anıyorum olayı.

Yalanın kapısı böyle kapatılırmış meğer!

Yetişkin hayatımda yalan ,ilk gençlik yıllarındaki kadar değilse de yer bulan bir şeydi. Ufaktı tefekti,beyazdı pembeydi ama vardı. Dik yokuşları çıkmak yerine kenardan dolaşmamı sağlıyordu.

Sonra takvim yaprağında o yazıyı gördüm.

"Siz" diyordu "asıl korkmanız gerekenden korkmaz yalan söylersiniz"
Klasik tepkim "ne diyo len buuu" oldu.
Sonra anladım.
Asıl sakınılması gereken Allah iken, sevgisini muhafaza edip öfkesinden kaçınmak gereken Allah iken Ayşe Fatma, Ahmet Mehmet'in sevgisi veya korkusu nedeniyle yalan söylüyordum .
Güldüm körlüğüme.
Sonra bir daha hiç alan söylemedim...değil tabii nihayetinde etten kemikten insanım bazen  ama çok çok çok çok bazen ve kesinlikle minnacık yalan söylediğim olmuştur ama gerçekten onca yılın alışkanlığını bir yana koydum ve canım yansa da kaybetsem de üzülsem de korksam da doğruyu söyledim.

Sanırım,Nehir'in dediği gibi "doğruyu söylemeden ama yalan da söylemeden" konuşmayı öğrendim bu süreçte.

Misal, Nehir oyalandığı için , kahvaltı keyfi yaptığı için okula geç kaldı.
"Anne bana yalan söylemeden ama  öğretmenimin de kızmayacağı şekilde ne diyebilirim" diye  sorar mesela.
"Öğretmenine doğruyu söyle ve gecikmenin, annen ile senin güne başlama zamanlamanızın bu sabahki öncelik uyuşmazlığından kaynaklandığını söyle" diyebilirim mesela.

Hesse'in Demian'ında mıydı? İnsan en çok kendinde olana kızar diyordu. Birinde en çok kızdığınız şeyin aslında sizin içinizde olan olduğundan bahsediyordu.


Affetmediğim 1-2 şeyden biri ama ilkidir yalan.
Hoşgörü sınırı ummanı aşmış birine yani bendenize söylenen yalanı asla affetmedim.
İş yerinde de sıkça yinelediğim bir şeydir sakın yalan söylemeyin, affedemem diye.

Çocuklarıma da doğruyu söyleyip dürüst yaşayacak kadar güçlü olmalarını salık veriyorum ve onlara sıkça "size güveniyorum" sözcüklerini yineliyorum.

Sizin başkasında en kızdığınız şey ne sorusu, kendinizle dürüstçe yüzleşmeye hazır mısınız sorusu ile eş değer.

Sevgiyle Kalın...

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Hayal Meyal

Hayallerini sordum  çevremdeki insanlara.


Çocukların hayalleri Greace filminin final sahnesi gibi.
Aşk-umut-süregelen işleyişine umursamaz bir isyan-sınır tanımazlık-henüz örselenmemiş kanatların güçlü çırpınışları.

En alası benim ufaklık(11)
Ablası ve ablasının en iyi arkadaşı Fransa'ya yerleşmeye karar verdiler. Ev bakıyorlar kendilerine(yaş 15) Nehir "ben de geleceğim" dedi. Doğa (Selin'in kankası) " ablan kriminolog olacak ben mimar..sen ne iş yapacaksın Nehir" dedi. Nehir de  gayet doğal bir şekilde "Cumhurbaşkanı olacağım" deyiverdi. Doğa'nın suratındaki şoka girmiş inanmaz ifadeyi görünce de "yok mu oralarda Cumhurbaşkanı" dedi biraz canı sıkkın,hani yeni meslek araması gerekmiş. Selin ile Doğa Nehir'in hayallerine , ben üçünün hayallerine güldük için için. Ben ikisinin birlikte Fransa'ya gidip yerleşemeyeceğini , Selin'in kriminolog Doğa'nın mimar Nehir'in de Cumhurbaşkanı olamayacağını biliyordum .

Oysa kimse yaşanmamışı bilmez değil mi..
Ayıp bana.


Gençlerin hayalleri ise hep kaçış içeriyor bugünlerde. Amerika'da meslek edinme, yurt dışında filanca program,kendi evleri, hatta mümkünse karavan.. yüzü gülmez endişeli yetişkinler toplumu olduk son 10 yılda. Umut veremedik çocuklara, yarına birlikte bakamadık pencerelerimizden. Bir yarın olduğundan emin değilken yalan söylememekti belki amaç ama  bu bizim çaresizliğimizdi. Onlarsa Esaretin Bedeli finalindeki gibi kurallara boyun eğmiş görünseler de duvarlarında birer Raquel Welch posteri ile sürpriz sonlar hazırlıyorlar herkeslere. Umut olsun yolları, ışık ışık yürüsünler yarınlarımıza.


Yetişkinlere sorduğumdaysa-hani yetişkin dediğim 40 yaş üstü- emeklilik diyor çoğu. Yorgun insanlar. Gülmeyi özlemiş, hayal kurmayı özlemiş, korkmamayı özlemiş, nükteler savurmayı ve paylaşmayı özlemiş insanlar. Selvi Boylum Al Yazmalım'daki gibi Cemşit'in elini tutup İlyas'ın ardından gözyaşı döken bir halleri var.Sorumluluk ve huzurun 65 yaşlarına ertelenişi hayalleri dahi karartmış.

Dostlar,

Hayal kuran ve gülen insanları özledim.
Küfründe bile mizah saklı o güzel insanlar nereye gitti?



4 Mart 2015 Çarşamba

Herhangi


Aslında beşbin yıllık arkadaşız biz.
Ama ben yüzlerce yıldır evine gitmedim..evveli de epitopu 2 ya da 3 kezdir gidişim.

TRT'ye stajyer olarak gittiğimde atom karınca gibi bir asistanı vardı prodüktörümün. Hep tebessümlü yüzünde ciddi bir ifade..tıkır tıkır tıkır tıkır her işi  ötekine bağlar, bütün işleri kusursuz yürütürdü. Bana da hem abla hem bir üstüm olarak davranır, şefkat ile disiplinin sevecen bir karışımı ile yoğururdu. Severdim onu, hem de pek çok.

Bir gün montaja gittik.
İnsan bilmediğine hayrandır ya...
Ay dibim düştü o bilmem kaç inch bantlar, koca koca cihazlar, bantların şakırt diye geçirilip iz takip eden makaraları filan..Allah'ım sana geliyorum diye basacağım çığlığı da olmuyor işte.




Montajcı ile bizim asistanın muhabbeti pek sıcak pek güzeldi.Onlarla dost olabilmeyi diledim kalbimden.Şimdi bakıyorum ve görüyorum ki iş hırsı olmamış benim içimde hiç bir zaman...dostluğa, insanaymış azmim hep.

Koridorda muazzam bir parfüm kokusu olurdu bazen çıktığımızda..anlardık ki Attila İlhan oradaymış. Onu görürdüm bazen, çekimlerinde stüdyoyu gören rejinin bir kenarına, bana bir şey denilmemesi için dua ederek bir kedi misali sessizce sokulur; fark edilmeyeyim diye, bir pigme kadar oluşuma şükürler edip kımıldamadan durarak  onu dinlerdim.


Attila İlhan'ı dinlemek..Hayat bana hiç adil davranmadı..hep şanslıydım ötekilerden :))

Seneler geçti aradan..hani bakayım: tastamam 8 sene.

Başka çalıştığım bir yerde çok sevdiğim bir dost edindim. Hem de tamamen tesadüfen bir araya gelip tanıştığım bir dost. Yaşa başa bakmadan tam kanki moduna girdik .Zamanlar sonra öğrendim ki, o montajcı hanımın eşi çıkmasın mı benim kanki? Şaştım kaldım.

Sonra film koptu sonra yeniden başladı sonra kopar gibi oldu,o eşinden ayrıldı benim kanki yalan oldu filan derken 26 sene sonra geldiğimiz noktada nefesinde huzur bulduğum, derdini derdim bildiğim biri o hayatımda. Tamam azıcık çatlak, azıcık tuhaf,azıcık inatçı filan ama..o huylu, ben huysuz...seviyorum işte n'aapim?

Akşam, ÇYDD'nin paneline gidecektim, ondan rica ettim Nehir'i okuldan sen alabilir misin diye. Nehir, onunla olmayı çok ama pek çok seviyor. Öyle özel bir iletişimleri var ikisinin, kedi sever gibi seviyorlar birbirlerini ; sormadan, konuşmadan, yargılamadan, sahiplenmeden sadece çok severek sevmek yaptıkları. Panel sonrasında "nehir'i nereye getireceksin Üsküdar'a indim" dedim. "Eve gel istersen " dedi.

Yazının başında da dedim ya:
Aslında beşbin yıllık arkadaşız biz.
Ama ben yüzlerce yıldır evine gitmedim..evveli de epitopu 2 ya da 3 kezdir gidişim..

Bu sefer "olur" dedim ve ben seneler seneler seneler sonra ilk kez evine gittim.

Kibrit kutusu kadar bir evi var, koca yüreğini nereye sığdırmış bilmem. Az eşyanın verdiği huzur, her şeyin yerliyerinde olmasının verdiği rahatlık ve sizi gördüğüne memnun olduğunu anlatan bir çift pırıltılı göz ile demlendim.


Az oturdum, az konuştuk,limonlu çay içtim 2 bardak.
Sonra akşam oldu..ayrıldık birbirimize sarılarak.

Kocaman mutluluklar için ovalara dağlara gereksinimiz yok aslında.
Herhangi bir küçük dokunuş,farkına varış...


Beşbin yıldır buralardayım
Akşamın renkleri Üsküdar'da nadiren bu kadar güzel oldu.


3 Aralık 2014 Çarşamba

Döndüm Şöyle Bir Baktım da...

Aklımda nereden estiyse , seneler önce bebek.com da yazışmalarımıza bakmak istedim bu sabah. Ne mutluydum, ne eğlenirdim o zamanlar.

Bir tanesini paylaşayım mı sizinle?



Kırmızılısı Selin,öteki sarı şeker ise çok sevdiğim birisinin çok sevdiğim kızı..

28,02,2006



GÜNAYDIN, 
  
BU SENE İPİN UCUNA ASILACAĞIM VE ELİMDEN KAÇIP GİTMESİNE İZİN VERMEYECEĞİM DEDİM AMA İP BİR YANA DURSUN KENDİMİ KAYBEDECEĞİM HALE GELDİM..AMA BU BİR ŞİKAYET CÜMLESİ DEĞİL DİKKATİNİZİ ÇEKERİM. 
  
SADECE ÇOK ALANA ÇOK YERE DAĞILDIM VE YETİŞMEKTE GÜÇLÜK ÇEKİYORUM O ARADA YAZAMADIĞIM ZAMANLAR OLUYOR AMA İŞİM NE OLURSA OLSUN BURAYA YAZMAYI VE OKUMAYI ÖZLÜYORUM...DİYE KİŞİSEL İLETİMİ YAZDIKTAN SONRA ÇOCUKLARIMI ANLATMAYA GEÇEBİLİRİM...

BU CÜMLEDEKİ "LAR" EKİNİ NE ÇOK SEVDİĞİMİ HİÇ SÖYLEMİŞMİYDİM? 
  
SELİN ERKEN ERGENLİK Mİ YAŞIYOR NEDİR KIRACAĞIM BACAKLARINIHER DENİLENE İTİRAZ EDİYOR AY... ÖMRÜMÜ ÇÜRÜTTÜ RESMEN .HER KONUDA KENDİ FİKRİ VAR HER KONUDA BİR OLMAZ İLERİ SÜRÜYOR Kİ FİKRİNİDE BEYAN ETSİN(BABASI AZ GELMİŞ GİBİ )AKŞAM DESENLİ DANTELLİ FANİLASINI GİYMİŞ ALTINADA ŞORTUNU GİYMİŞ(ZÜRAFANIN DÜŞKÜNÜ MİSALİ),SONRA O FANİLANIN ETEK KISMINI BURUP BURUP GÖĞÜS "DEKOLTESİNİN" İÇİNE SOKARAK GÖBEĞİNİ AÇMIŞ,SAÇLARINI ISLATIP TOPLAMIŞ SONRA GEÇMİŞ KARŞIMA DANS EDİYOR.İÇMEKTE OLDUĞUM ÇAYI İTİNAYLA PÜSKÜRTTÜM TABİİ.KIZIM NE OLUYOR?ANNE BU AKŞAM HEM MODACIYIM HEM MANKENİM DİYOR.E AMADA BEN HALA ANNEYİM SENİN VASFINA TÜKÜREYİM DONACAN KIZIM ALLAH'IN KIŞ GÜNÜ HEM HER YERİNİ AÇMIŞSIN HEM AZ GELMİŞ BİRDE BAŞINI ISLATMIŞSIN.BANA MERHABA BAŞÇAVUŞUN EŞEĞİ BAKIŞINI FIRLATTI DANSINA DEVAM ETTİ ANNEANNESİNE GİDİP YALTAKLANDI,FOTOĞRAF MAKİNESİNİ GETİRDİ Bİ FOTOĞRAFIMI ÇEK FALANCA İLE FİLANCAYI ÇATLATAYIM(KIŞIN GÖBEĞİNİ AÇTI DİYE SELİN'İ KISKANIP ÇATLAYACAK ARKADAŞI DA VARMIŞ EŞHEDÜ) 
  
HANİ HEP DERİM YA BENDE OTOTRİTE YOK ALLAH BENDEN ALMIŞ KİME VERMİŞ BİLMİYORUM.İŞTE BİR KANITI DAHA.KALKTIM FOTOĞRAFINI ÇEKTİM.GİTTİ KENDİNE SÜTLÜ KAHVE HAZIRLAMAYA PARMAK UÇLARINDA AYARI BOZUK HÜLYA KOÇYİĞİT MODELİ YÜRÜYEREK, ÖZER CAMDA KAÇAK SİGARA ÇİYORDU YİNE SELİNİN SESİNİ DUYUNCA DUMANI YUTTU KORKUDAN.BENDE DİNLİYORUM. 

S:-"BABACIM, BAK BANA" 
Ö:-ÖHHÖ ÖHHHHH BÖH KIZIM NE O HALİN ÇABUK GİT GİYİN KÖH BÖH 
S:-BABACIM SAÇMALAMAGİYİNECEĞİM ZAMANI GELİNCE SADECE BENİ GÜZEL BULDUNMU DİYE SORACAKTIM. 
Ö:-KEMİKLERİNİ KIRSAM DAHA GÜZEL DURACAK SANKİ??? 
S:-BANA ŞİMDİ DEDİĞİNİ ZORLA YAPTIRABİLİRSİN BABACIM AMA BÜYÜDÜĞÜMDE GİYİM "STİLİMİ" KENDİM SEÇECEĞİM VE BÖLE GİYİNECEĞİM SENDE BANA KARIŞAMAYACAKSIN BABACIĞIM(LAFIN SONUNA -CIĞIM EKLEYİNCE HAYATINI KURTARABİLECEK SANIYOR BENİM SAF KIZIM) 
Ö:- 
S:-TAMAM TAMAM BABACIM HAHAHAH(MANASIZ SOSYETE GÜLÜŞ TON BUNU DA YENİ EDİNDİ) GÖRÜŞÜRÜZ BİRAZDAN SİNİRLENME 
  
SELİN SALONA GERİ DÖNDÜ.BAKIŞIMI GÖRDÜ(BABASI İLE KONUŞMA "STİLİNİ" BEĞENMEDİĞİM İÇİN KIZMIŞTIM SAHİDEN" GİTTİ PİJAMALARINI GİYDİ AMA MANASIZ HÜLYA KOÇYİĞİT KELEBEK YÜRÜYÜŞÜ KALDI DÜN GECE. 
  
TABİİ O ARTIK 6 YAŞINI BİTİRDİ BENİM BEKLENTİLERİM NASIL BÜYÜDÜYSE SELİNDE ÖYLE BÜYÜDÜ BENDE BİLİYORUM AMA BU BEN BİLDİĞİMİ YAPARIMLAR, SONU GELMEYEN İTİRAZLAR BİRAZ ERKEN BAŞLADI GİBİ GELİYOR BANA. 
  
ÖFKEMİN SON RADDESİ NERESİ ÖĞRENMİŞ,ORAYA KADAR OYNUYOR BENİMLE.... 




NEHİR ZATEN BİR ALEM,ŞAHSINA MÜNHASIR BİR ÇOCUK O SELİN İLE ALAKASI YOK.TAMAM BENDE BİLİYORUM KARDEŞ DİYE KİMSE İMSEYE BENZEMEK ZORUNDA DEĞİL.TAM ÜÇ KARDEŞİZ BİZ BİLMEZMİYİM KARAKTER VE FİZİK OLARAK BENZEMEZLERİ...AMADA ABİCİM BİR GIDIM BENZER DEĞİL Mİ?O DA YOK KEÇİ DE....SELİN'DEN ÇOK FARKLI AMA SELİN GİBİ ÇOK SEVİLESİ ÇOK TATI VE ÇOK ÖZEL BİR PİNÇİK O.O BENİM HACIYATMAZ GİBİ TAM YERE SERİLDİM DERKEN AYAĞA KALKMAMA NEDEN OLAN NEŞE KAYNAĞIM....O BENİM GÖKKUŞAĞIMIN EN KEYİFLİ RENGİ...O BİR ADI GİBİ ÇAĞIL ÇAĞIL NEHİR 
  
AMA O DA BİRYER CÜCESİ SONUÇTA VE CANIMA OKUYOR...AMA BU DA BİR ŞİKAYET CÜMLESİ DEĞİL. 
  
SELİNNE KADAR BAĞIMSIZ İSE BU O KADAR BAĞIMLI BİR ÇOCUK.EMMMMİ EMMMMİİİDİYE DOLANIR DURUR BİR YANDAN KOPMA KOPPMA(KORKMA KORKMA) DİYEREK HER DUYDUĞU SESTE KUCAĞIMA ATLAR VE SONRA ASLINDA KORKMADIĞI ANLARDA(ÇÜNKÜ GERÇEKTEN KORKAK BİR VELET BENİM KIZIM) BU YAPTIĞI KÜÇÜK MUZIRLIK İÇİN SAÇLARIMI KOKLAYIP ÖPEREK BENDEN ÖZÜR DİLER.DUDAĞININ BİR KENARINDA HEP TEBESSÜM VAR NEHİR'İN.YUMUŞAK HUYLU BİR ÇOCUK AMA KESİNLİKLE ANNESİNDE BULUNMAYAN KARARLILIĞA SAHİP. 
  
NEHİR DÜN UYUMAMIŞ.E İYİ ERKEN YATAR DEDİK AMA AKŞAM 19:30 İLE 20:00 ARASI UYUMASI HARİÇ YİNE UYUMADI.HEM VALLAHİ HEM BİLLAHİ ÇOCUK YATAKTA OTURDU SABAHA KADR UYUMADI.SAAT 05.30'DA ANNEM KALKTI BAKTI BİZ EDİ İLE BÜDÜ OTURMUŞUZ YATAKTA BÖN BÖN ETRAFA BAKIYORUZ.KIZIM NE OLDU DEDİ ANNEM.UYUMADI DEDİM.HEMEN EMZİĞİ ÇIKARTTI "ANNEANNE GURBAN GÜNAYDIN NASILSIN" DEDİ TABİİ KENDİ SÖYLEMİNDEKİ TATLI  VURGULARLA.ANNEM BİR SÜRE AĞZI AÇIK BİZİ İZLEDİKTEN SONRA BAŞÖRTÜ BULDU BİR TANE NEHİR'İ OKUMAYA BAŞLADI.HASTA DEĞİLMIZMIZLIK YOK SADCE UYUMUYOR ÇOCUK.O ARADA MÜEZZİN AMCA EZAN OKUMAYA BAŞLADI.NEHİR ÇOK KIZIYOR SABAH EZANINA, SABAHIN O SESSİZLİĞİNDE ANİDEN GELEN SESLE İRKİLİYOR.YİNE ÇIKARTTI EMZİĞİ AĞZINDAN İŞARET PARMAĞINI KIZGIN KIZGIN CAMA DOĞRU SALLAYARAK HER SABAHKİ RUTİN FIRÇASINI ATTI" BAAAARMA!!!BAAAARMA" 
  
AMA MÜEZZİN YİNE HER SABAH OLDUĞU GİBİ NEHİR'İ DUYMAKSIZIN GÖREVİNİ YERİNE GETİRDİ VE SONRA SUSTU. 
  
ANNEMİN OKUMASI BİTİNCE NEHİR İPLERİ BIRAKILMIŞ BİR KUKLA MİSALİ BAŞINI YASTIĞA DÜŞÜRDÜ ..UYUDU. 
BEN Mİ? 
BUGÜN MÖNÜDE TAVULU BAMYA VAR BEKLERİZ EFENDİM