Eski zamanlara ait bol oscarlı bir filmde izlemiştim. Genç,zengin,yakışıklı adam çok sıkılıyordu. Arabayla gezerken amcası ya da dayısı her neyse şuraya gidelim buraya gidelim diye önerilerde bulunuyordu. .."bak, ilkbahar geldi her yer cıvıl cıvıl, Sen nehri harika,kızlar nefis..vs. Delikanlı çok kızıyordu.
-Ağaçlar geçen sene ne renkti?
-Yeşil
-Bu sene?
-E yeşil?
-Oooofff... Sen nehri geçen sene nasıldı?
-Mavi ve coşkun
-Bu sene?
-E..mavi ve coşkun
-Oooooofffffff...Kızlar?
-Genç, cıvıl cıvıl ve modaya uygun
-Bu sene?
-...aynı
-Oooooooooooooooooffffffffffffffffff...
Ruh halimden dolayı bu sahne aklıma geliyor sık sık.O zaman kıkır kıkır güldüğüm sahneyi dudaklarımı kemirerek anıyorum.
İstanbul, sokaklar, insanlar, haberler...haberler..hep aynı.
O ona laf sokuyor..bu bilgiye gerek duymadan sallıyor da sallıyor..öteki berikine düşman, beriki ötekini aşağılama derdinde... ufffff
Siyasette aynı yüzler..ölümsüz şekilde aynılar. Ve aynı gündemi farklı nağmelerle yaratmaya devam ediyorlar bir çok değerli şey yok olup giderken.
Sanat tükenmiş.
Bilim..stabil ve güvenilmez olmuş. Bir uzay keşifleri aldı başını gidiyor tatlı bir heyecanla.
Spor dünyası..pert ve bunun pandemi ile alakası yok bence.
Çocukluk mat bir renge bürünmüş.
Yine bir filmde izlemiştim 1800'lü yıllarda geçiyordu. Genç adam kahvaltısını çabucak ediyor ve "yeni icatlar çıkmış olmalı, bugün neler var koşup öğrenmeli,görmeliyim" diyerek evden fırlıyordu. İnsanoğlunun mücit ve heyecan dolu yılları.
İleriye bakmaya heves bırakmadılar.
Geçmişe bakınıp diz döveceğiz..geçmişi bile kirlettiler.
Bugün de ..iç açıcı değil.
Yeğenim Mert var benim. Dünya tatlısı bir özel çocuk o, ruhu özel. Hani dökük yıkık dar kapıdan girersiniz ardında bir saklı bahçe, cennetten köşe bulursunuz ya. Öyle Mert. İddiasız ve sade kalacak kadar ihtişamla çözmüş hayatı. Ne yapıyorsun Mert dediğimde "hiç, duruyom öyle " derdi bana.
Yani hayat bana değerek sağımdan solumdan akıp gidiyor, yapabileceklerim sınırlı ve onları da yaptım zaten. Şimdi sadece var olmayı sürdürüyorum.Bu da her zaman çok eğlenceli değil.
Bugünlerde ben de "duruyom öyle"..
Ve yaşamayı özledim "kaliteli, akıllı insanlarla, değerini bilerek...."
Zeki Müren 6 Aralık 1931'de doğmuş.İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nin (Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) Yüksek Süsleme Bölümü Sabiha Gözen Atölyesi'nden mezun olmuş . Kostümlerini kendisinin tasarladığını hepimiz biliyoruz.
TRT İstanbul radyosunun açtığı sınavda 186 kişi arasından birinci seçilerek unutulmazlar arasında yerini alacağı yolculuğuna başlamış.
Onunla ilgili bir çok şey var anlatılabilecek. Ajda Pekkan ile aşkı , tüm bunlar içinde beni en çok şaşırtan olmuştu. Ajda Pekkan, ona olan aşkını "hayallerimin prensiydi" diyerek ve objektifler önünde sık sık öpüşerek anlatmış o yıllarda. Şimdi ikisi de farklı anlamda ölümsüz :-)
Zeki Müren'in ilk bestesi olan "Zehretme Bana Hayatı" şarkısın bugün anmak ve anlatmak istediğim. 16 yaşında iken Bursa'da bestelediğim acem kürdi makamındaki şarkı bir akrostiş.
Zehr'etme bana hayatı cananım
Elemlerle doldu benim her anım
Kederinle yanıp sönse de canım
İnan ki ben sana yine hayranım
Şarkı Suzan Yakar tarafından 1948 yılında radyo repertuarına alınmış.
Rivayet odur ki; rahmetli, besteyi hamamda yapmıştır. Besteye konu olan da mahallesinde sevdiği fakat başka birisiyle nişanlanan komşu kızıdır.
Emojiler olmadığından kelimeler ve duyguların olduğu muhteşem yıllar.
16 yaşındasın....4 satırda bizi yerden yere vuracak ne yaşadın ve bunu o kısacık dört satıra nasıl sığdırdın?..muhteşem!
Vedası da TRT yayınında oldu...o bir sanatçıydı.
İbn-i Sina'nın bir sözü var: Bilim ve sanat ittifak görmediği ülkeyi terk eder..
Bir süredir terk edilmiş yoz toprakların üzerindeyiz..güzel olan her şeyin geri gelmesi temennisi ile...buyrun bu güzelim şarkıyı dinlemeye.
35 kilo fazlam var. Yani yaklaşık 5 km yolu aptal gibi 35 kiloyu haybeden taşıyarak yürüyorum. Bu ne demek biliyor musunuz? Canım çıkıyor canım! Ama kulağımda sevdiğim müzikler, saçlarımda dolanan eşsiz sonbahar fısıltıları, güneşin son kaçamakları, gölgeler asil hüzünle bezenmiş... kâh yürüyerek kâh yuvarlanarak adım adım yaşıyorum sonbaharı. Ama vaz geçmek mümkün değil sabah gün ışımadan başlamak sonbahara. Ama "Eylül toparlandı gitti işte
/Ekim de gider bu gidişle" demişse şair aceleyle yaşamanın tadını çıkartmak gerekiyor sindire sindire.
Ve diğerleri mevsim, Eylül sanattır diyen e hak verirlen Ekim'in gökyüzünde her gün yarattığı mucizemsi güzelliklere de şiapka çıkartmak gerekiyor.
Yoksa gelmişim 1150 yaşına. Ne diye her gün 35 kiloyu oflaya poflaya taşıyarak onca yolu yürüsün ki insan?
Sevmek lazım yaşamak için, yaşamak lazım sevmek için.
Sanat, susturamadıkları tamamen bitiremedikleri tek yer oldu demiştim daha evvel.
SUSAMAM diye sanatla başladı haykırış..ne mutlu günler :-)
Cengiz Han zamanı akan nehirde Elini yıkamanın bedeli ölümdü Göç edip çürüdük Çöp kusarak üç denize sıçan bi’ hale büründük Egzoz gazı soluyan Sağı solu belli olmayan Mangala gitti maganda! Orman yanar Tabiatın gözleri kan ağlar Kibir yaptı tavan Fabrika bacası basar Atom reaktörü, çöpü hasar “Electro smoke” ile her an atakta İnsan en büyük parazit Gezegene bak lan! Hayvan kadar olamadı beşer Ortama uyamadı revize eden Faturasını gelecek nesil öder Kıyamet şur’da “mal” gibi izle!
[Verse 2: Ados] (Kuraklık) Abi yapma! Atma şu izmaritini denize Geri alamazsın Gün gelir o pisliğini attığın denize hasret kalırsın, bakamazsın! Kurak Afrika görüntüleri uzak değil Çocuğun büyüdüğü yer sulak değil Çünkü yok ettik gölleri, nehirleri, ırmakları, HEPSİNİ! Nasıl acımadık? İnanamıyorum Elimizde varken hiç değerini bilmedik Plastikle dolmuş mideleri hayvanların buna hiç mi üzülmedin? Nette paylaşmaksa yetmez Bi’ şeyler yapmalı SUYU KİRLETMEYİN! Su gibi aziz olsun ülkem Onun can damarlarına Bu zehri vermeyin!
[Nakarat: Şanışer] Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susma, susamam! Korkma yanıma gel!
Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susma SUSAMAM!
[Verse 3: Şanışer] (Hukuk) Ben bi’ beyaz Türk’üm Yasalarım Anglosakson ama kafam Ortadoğulu Apolitik büyüdüm, hiç oy vermedim Kafamı tatile, gezmeye, borca yordum Adalet öldü, ucu bana dokunana dek sustum ve ortak oldum Şimdi tweet atmaya bile çekiniyorum Kendi ülkemin polisinden korkar oldum Üzgünüm ama senin eserin ülkedeki umutsuz nesil Senin eserin bu mutsuz kesim ve bu kurşun sesi! Sebebi nedir bilmeden hapiste çürüyen o suçsuz sefil Seni, senin eserin, senin eserin bu korkunç resim Bu yorgun sesim Fakirin vergisiyle yatına, katına katana salak Haşere geri yolsuz vekil seni, senin eserin! Sen hiç yıkanmadın Ölümle bi’ kez bile tıkanmadın Elinde 3. dalga karton bardak kahve Tek derdin o özenti “Start-Up”ın Şimdi kapını kollaması gereken adalet gelir acımaz Vurur kırar kapını Çünkü çocuk öldü vuran memurdu diye “Haklıdır” dedin Sesini çıkarmadın, yani suçlusun! Çünkü iki gün üzülüp sonra gözündeki nehri kuruttun Tuğçe ve Büşra’nın katilini serbest bırakan hakimin adı neydi unuttun! Şimdi başına bi’ şey gelse şeh’rin hukuk mu? Bi’ gece haksızca alsalar içeri seni Bunu haber yapıcak gazeteci bile bulamazsın HEPSİ TUTUKLU! Salınan katillerin aldığı canlar (Geri gelmeyecekler!) Haksız yere hapiste geçen yıllar (Geri gelmeyecekler!) Sen sustun, ses etmediğinden bindiler tepene Haklarını elinden aldılar ve güzellikle geri vermicekler
[Verse 4: Hayki] (Adalet) “Adalet” sözde mülkün temeli Tıkamış kulağını duymaz ne dediğini Adeti, töresi, geleneği söyle Giden kötüydü de gelen iyi mi? Bu medeni mi? Biz yiyemiyo’ken senin kürkünün bile yemediğini Sizin polisiniz silahını çekip güpegündüz ortalıkta vuramaz dilediğini Medya, basın, hukuk, asker hepsi sizin için çalışırken Aslen güneş bile üzerine doğuyo bu çocukların İşe gidip geliyolar canlarına kasten Silahınızı kin! Bu çektiğimiz bizim günahımız değil Planınız iyi! Ben bilmem bunun inananı kim? Ama bilirim, gel Silahımız dil!
[Verse 5: Server Uraz] (Hukuk) (Bu Server Uraz) Ben sesiyim kayıp neslin Sansürü olamam ayıp resmin Ekibimi bu mezardan çıkarabilmek için hep gözlerim açık, uyanık ayık gezdim Sopa, bıçak ne yazar ki? Zayıf hepsi! Öncelikle olmalı akıl keskin Sabır bey’nimi yiyip bitirirken yağmur gibi yağanları yakıp geçtim! Müzik yapmak dışında bi’ bok yemedim! Polis bi’ şeyleri problem edip Yine duruşmadayım sen konsere git Ben aynı takım elbisemle 10 senedir Biri dönüp desin bana “Çaban boş yere değil” O gün kalbimi, ruhumu komple veriyim ama Yargı gelip arıyor bedeli Yaşıyorum cehennemi, yanıyor bedenim
[Verse 6: Beta] (Türkiye) Merhaba Türkiye Bende var hüviyet Yaşamaya çalışıyoruz hasbelkader gitmeden katakulliye Ekrana süs diye çıkan şarlatan, hep fanatik biri! Fesatlık, kötü niyet salgın gibi Eder daha manipüle! Bu bir temsil ya da piyes! Bu uçaksa bu türbülans! Komşumuzdu Suriye Şimdi bu gemideki vatandaş mı? (Yurttaş mı?) Huzurda değil ölü bile topraktakilerin ahı var Sadece gazeteydi “Hürriyet” Sen olabildiğince özgür ol!
[Verse 7: Asil Slang & Zen-G] (İstanbul) Hepimizi bi’ lokmada yutuveriyo’ Pis boğazlı İstanbul! En iyi zamanları törpülüyo’ Çözülemeyen gizemli esrar bu! Taşı toprağı altın (altın) Eli verdim, kolu kaptı (saldır) Ulaşım, eğitim, yargı (yardım) Şeytan zehrini saldı (saldı) Paranız olmalı, ya da birileriyle aranız olmalı Kodamanlarda numaranız olmalı Aksaray’da bir adamınız olmalı Bizim yatımız katımız bi’ de yalımız olmadı Kumbaramız dolmadı da bununla doğmadım Ki metropolde biraz amacın olmalı Yapıcı olmadın, yakıcam ormanı Beton ormanda hayvan olman normal Tutsak göz altların yine morlar Yönetenler çağ dışı dinozorlar Bu ormanda herkese göre rol var Sustukça sıra sana gelecek Aydın beyinleri bekliyor karanlık gelecek
[Verse 8: Sokrat St] (Eğitim) Mezun olucam Cash para, diploma ver bana Para yoksa ter dökmeliyim Eğitimde fırsat eşitliğini fırsata çeviren bi’ üniversiteliyim Ben mezun oldum Yarattığınız sistem yüzünden bi’ serseriyim Ben mezun oldum Ya kasiyer olayım, ya da sinemada sana yer göstereyim Sokak başı üniversite ama köy okulları çok terste Başa gelenin ideolojisi neyse o anlatılır her derste Zengin, fakir ayrı Torpile ya da parasına göre kayırır Eğitim endüstridir İnşaattan rant sağlamaka aynı! Kiminin kitap alıcak bi’ parası yok Öğretmen atanıcak ama “arası” yok! Milletvekili bi’ tanıdık mı, wow Beni anlaman da bu mantıkla zor Bari bi’ köy okulunun yardımına koş Her tarafı kaos Sen de biraz boğuş Bu gece uyudu zorla çocuk Okula gidecek YOL YAP!
[Verse 9: Ozbi] (Sorgulamak) Neden bu gök, bu yıldızlar, bu galaksiler, gezegenler Neden, neyden bu evren? Neyden bu dünya? Neden ben, neden sen, neden biz? Sorgula, hele bi’ sor lan bi’ “Neden ben varım? Nereden geldim ve neden bi’ insanım? Nasıl oldum? Nasıl olduk? Nası’ oluyo’? Nası’ anlam kattık? Nası’ doluyo’ bu kafa? Neye tapınıyo’ hayat kimi kayırıyo’?” Hasat ne doyuruyo’ hesap Anlasak, anlatıp her şeyi kavrasak da len Anlamak mı yasak olabilir Ama sadece bi’ yanıtı yok bi’ sürü cevap var koş git yanıt ara Peşine düş mutlaka kanıt ara Ruhunu demle hep yakıt ara lan Kalbini tut ve de buna tanık ara Hadi nefesini gör ve git sanat ara Sorgula sorgula atomları Işık hızını düşün ve de git kanat ara sonra Uç uçabildiğin kadar Uçabildiğin kadar Uçabildiğin kadar uç Uçabildiğin kadar uç Bırak kendini
[Verse 10: Deniz Tekin] (Kadın Hakları) Ben bilmem hiç kendimi korumak zorunda kalmadım Bilmem ben bi’ çocuğu düşünmek zorunda olmadım Hiç evlendirilmedim Evde dayak görmedim Kendi evimde kendi odama zorla hapsedilmedim Sözlerinizi kusmadım Yurdumdan edilmedim Nefretinizle yanmadım Yakılarak can vermedim Hiç kardeşim olmadı Hiç abimden korkmadım Okuldan alınmadım Ben hiç öldürülmedim
[Verse 11: Yeis Sensura & Sehabe] (Kadına Şiddet) Kadına el kalkmaz ulan beyinsiz Erkeksin ama insan değilsin Aslında o en iyiye layık Kadına şiddete hayır Ülkede erkek neden en üstte minibüste, evde ya da metrobüste Taciz şiddeti hiç bitmiyo’ Kınamakla falan iş bitmiyo’ Uh, Ah, adam olamadınız bu kalıbının adamı mı para babalarınız? Beşiktaş’ta beş tokat, leş hareketler Cebi dolu ciğerin beş para etmez Yaşadığın kafa ne? İnsan mısın? Biz utandık ulan! İnsan mısın? İnsan mısın? Bu hale nasıl gelir insan? Nasıl?
[Bridge: Aspova] (Dünya) Düşerim derinlere Dünya, dönsün başım gibi Aklımı kaybederek rüya Nefesim, iç sesim Düşerim derinlere
Dünya, dönsün başım gibi Aklımı kaybederek rüya Nefesim, iç sesim Düşerim derinlere
[Verse 13: Defkhan] (Gurbet) Kaptı kafamı çarptı duvara Beni koruması gereken tenime bastı cigara Kaldırdı geri bütün derileri kattı dumana Yattım falaka motherfucker bu mu yargı burada Hangi kurala denk? (denk) Cenk için hazırım, karışır her yer Öğretilen bu işte Şiddeti sevmek ve ipleri germek Bak Almanya buz gibi morg Bana sor sana diyim Gençlerin çoğunda amfetamin, tilidin ya da weed, kokain ya da speed, crack Sana göre güzel ama bana göre değil Bana göre değil, kafana göre yürü bas mayına geber Ederi kaç? Kaç? Kaç? Kaç paraya bedel? Yeter artık dönme teker gibi Dost ol yeter bana Geliyorsan dosdoğru gel
[Verse 14: Şanışer] (Hayvan Hakları) Bi’ kap su ver çok mu zor Vicdanlı ol be lanet Anlamak istemiyo’sun ama bütün bu canlar sana bana emanet Lan bi’ düşün: “Soğukta kışta dışarda tek başına yaşıyo’sun Dilini anlayan kimse yok hep tehlike, hep felaket, hep afet” Ademe bir türlü yaranamazlar Vicdana bakar paraya bakmaz Toplayıp ormana atmak çözüm değil Bunlar kurt değil, ormanda kendi başlarına yaşayamazlar Onları sen savun, onlar kendi haklarını arayamazlar Barınaklar dolu Memleket acı Seması kara Sokak hayvanlarına tecavüz etmenin, işkence etmenin cezası para “Büyük ahlaksızlıklar için büyük aptallar lazımdır” Bütün insanlar suçlu değildir ama Bütün hayvanlar masumdur
[Nakarat: Şanışer] Gel, gül olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam, susamam! Korkma yanıma gel!
Gel, gül olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam SUSAMAM!
[Verse 15: Sokrat St] (İntihar) Gitme, Gitme, Gitme, Gitme Daha çok şeyi değiştirebiliriz bu hayatta İnat etme Hepimiz pes ettik vaktiyle Şimdi sık yumruğunu Sustur şu suskunluğunu Unutma kafan atınca nasıl da dimdik durduğunu İçin dışın nefret Gel Hiçbir şeyi yaşamak kadar sevme Sana bi dünya yaratamam da elini tutarım elbette Varsın herkes terk etsin seni Sen dünyayı terk etme Seni yargılamıyorum Acını tam olarak anlamam mümkün değil biliyorum Kaldıramadığım yükleri bırakıp kendi yolumdan gidiyorum ben Sen de aynaya bak lütfen “Seni seviyorum” de
[Verse 16: Aga B] (Faşizm) Ey! Faşizm ne mi? En amiyane deyimiyle faka basacağız Beynelmilel el birliğiyle Tek bildiğiniz siz Ve de pek çok kazanın asıl sebebi aşırı hırs Bu hırs bi’ ebedi his Evde eşine kız Sokakta kriz Fıss, tokakla köpeği Cins ise değil de miks ise tabii Akılsız, ey Kendinden çalan hırsız Polisten tırs, ey Ol ister sistem Hiç çiğ sığ birey Bir neyin ne olduğunu Bi’ de bizi bil Biz façası pis de eli temiz bir nesiliz Bu işin selesi siz de Tekeri gidonu biz Ey, e bi tabi biz de biz gibi bir nes’lin peşindeyiz Ey, bu tek emelimiz saygı, tohum Torun, ayna ol Kaygı bol da yol Ey, tam da bu Ya boğul ya doğ Tonla yanlışa, gırla doğru Olsun torun, saygı tohum
[Verse 17: Mirac] (Sokak) Yüzüne bakamam yüzüm düşer o yerlere Ayakları çıplakken gözleri dalar düşlere Başı önünde ama beden çıkıyor sefere Yok mecal dizinde Bak, her bi’ günü sürgüne Kaçamıyo’ kovalıyo’ zalimler Ele güne, ele bakıyor o gözler Kodamanın parasını ateşe ver Ve de koyduğumun egosunu bi’ yere ser Sokağa bakanın adını değil Yoksulumun, yetimimin adını ver Zabıtaları seyyara değil Gökdelenlere gönder
[Bridge 2: Mert Şenel] Fırtınadan kopup giden dalların bi’ tanesiyim Fazla yol almış ve yıpranmış İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok Bazen evsiz bi’ çocuğun hikayesiyim
Fırtınadan kopup giden dalların bi’ tanesiyim Fazla yol almış ve yıpranmış İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok Bazen evsiz bi’ çocuğun hikayesiyim
[Verse 19: Kamufle] (Trafik) Can pazarı, otobanlar can pazarı 365 günün riskli Bitmiyo’ gamsız magandası Öde kan parası Bi’ kaza bayrama matem düşürür Yürek dağlar acılar cabası Bir sela çınlar kulaklarında Hiç dinmez yarası Trafik terörüne eşlik eder alkol, şiddet, hız tutkusu 25 yaşında yüz binlik arabaya binen gençlerin yok korkusu Önce emniyet sonra hoşgörü Sabır, selamet gerekiyor insan Ufacık bir hata her şeyi karartır inan yok dönüşü
Yapım şirketleri: Sony Pictures Entertainment, Columbia Pictures, Marvel Entertainment, Tencent Pictures, Pascal Pictures
Yapımcılar: Avi Arad, Amy Pascal, Matt Tolmach
Dün "artık sinema sezonunu açmalı" diyerek, güya yapmak zorunda olduğum binlerce işi zorlukla ardımda bırakıp bir "kendime gün ayıracağım" prensibi zorlamasıymışcasına evden çıktım ve sokakta iki adım attıktan sonra kendimi kandırmaktan vazgeçip neşeli koşar adımlarla dünyanın alayına "emaaaan" çekip sinemaya yürüdüm.
Aylardan Ekim'di.
Kendimi seviyordum ,kendimi bağışlamıştım hemen her şey için kuşlar gibi hafiftim.
Günü kendime ayırmayı,ziyadesi ile hak etmiştim.
Kulağımda 47 yaşıma rağmen utanmadan keyifle dinlediğim twilight müzikleri, beni üzen ve üzecek her şeyi net bir şekilde ardımda bırakıp sadece müzik,yürüyebilen canım ayaklarım,sinema , "ah bu eşsiz sonbahar rüzgarı benim için miydi"..şeklinde kendimi Natilus'a attım.
Özlemişim sinemayı. Kalp krizi geçirecektim mutluluktan.
Ve tabii kiiiii sezonu bir Marvel filmi ile açtım: Venom, Zehirli Öfke.
Venom sizi sıkmadan , bunaltmadan hatta üzmeden izleyeceğiniz son derece neşeli bir Marvel filmi.
Başarılı bir gazeteci olan Eddie her anlamda hayatını bütünleyen Anne ile evlenmek üzereyken çalıştığı firma ondan Dr Carlton ile röportaj yapmasını ister. Çenemi tutamam en doğru olan benim diye ün yapmış olan Eddie tesadüfen elde ettiği bilgileri soft sorular sorması gereken röportajda Dr Carlton'a dayayınca filmlerde ve gerçek hayatta olduğu gibi paranın tüm dinlerin ve vicdanların asıl sahibi olduğunu görür,işsiz kalır sevgilisi onu terk eder ama taaa gönlünün içinde (bunu yazarken güldüm) bir dost edindiğini sonradan fark edecektir. Ve sonra beni sıkça güldüren diyalogların geçtiği bir panik dönemi, ardından da maceranın en şahanesi onundur.
Filmde, Marvel filmlerinde bence en başarılı olan şeylerden birinin ennnnnnn bi korkunç canavarları o hale sokuyorlar ki bağrınıza basıp ayağınızda sallayasınız geliyor dedirtmesi olduğunu düşünüyorum.
Venom, insanların kafasını kopartıp yiyen ve herhangi bir diş doktorunu 7 kuşak zengin edecek kadar çok dişe sahip korkunç bir canavar aslında. Ama siz onu seviyorsunuz.
Şekil önemli değil aslında, bir yerde insan iyiliği ve neşeyi seviyor her zaman.
Şekil önemli değil dedim ama Tom Hardy dehşetli müthişli inanılmaz yakışıklı bir oyuncu , onu da söylemeden geçemeyeceğim. Ego ego diye kendini kasıp kalıplara sokmadığı ve çocuk gülüşünü saklayıp , bizim ora deyimiyle zaman zaman "it bakışları" olduğu için olabilir. Bilemedim.
Sinema filmlerinin ve öykülerin toplumu yarınlara hazırladığını düşündüğümü, buna kalpten inandığımı hep söylemişimdir. Venom'de de üzülerek daha evvel bir çok filmde gördüğüm "dünya nüfusu çok arttı ve artmaya devam ediyor, ya kitleler halinde ölmeliler ya uzayda yer bakalım kendimize" üzerine bir kurgu olduğunu gördüm. Kötü adam ise bariz bir şekilde müslümanlara benziyor. Nitekim Dr Carlton'u canlandıran başarılı aktör Riz Ahmed Pakistan kökenli İngiliz.
Üzüyor bunlar beni üzüyorrr.............
Başarılı gazetecinin soğukkanlı,seksi,aklıbaşında sevgilisini canlandıran Michelle Williams ise maça kenardan girip final golünü atan ve beni hayli güldüren bir karakteri canlandırıyor. " Güzel " olarak o seçilmiş ancak ben hakikatten bu hep bakımlı,kusursuz saçlar,eksiksiz makyaj,nefis kalçalar,tam da ona göre kıyafetler ile donanmış Amerikan güzellik kavramının donmuş krema tadı verdiğini düşünüyorum. Nice zamandır hafif asimetri ya da kusursuz soğuk görünümler yerine ışıltılı kocaman gülüşlere sahip "kadınsı" hatların özlemini çekmekteyim ekranlarda. İçim bayıldı güzel kavramı dayatmalarından.
Filmin mesajlarından baskın olan bir tanesi de , iyinin ve iyiliğin her zaman kazandığı, iyinin ve iyiliğin tüm akışı en olmaz denilen zamanda değiştirebileceği idi. Bir insanı sevmek bazen bir evreni kurtarmaya yetiyor. Sevmekten,iyiliğe inanmaktan hiç vazgeçmemek lazım. Kötünün en kuvvetli olduğu dönemde bir tebessüm,iyilik,karma etkisini yaratıveriyor. En tepedekini, sokaktaki evsizin, kendisine iyilik yapana duyduğu minnet ile beslenen sevgisi deviriveriyor. Vazgeçmemek lazım iyi olmaktan,uymamak lazım zamana tüm zorluklara karşın.
Filmin sonu mutluluk verici. Tüm filmde en çok güldüğüm replik "o bizim,onu geri alacağız" oldu. Niye komik..izleyince anlayacaksınız.
Film bittiğinde sıradan seyirci hemen salondan çıktı tabii. Ortalama fikri olan Marvel izleyicisi ise sakince oturup jeneriğin akmasını bekledi. Filmin final sahnesi jeneriğin ortasında yayınlandı. Sonra bir kısım seyirci daha gitti ama hakiki Marvel izleyicisi olan 5 kişi oturduk bekledik.Yaklaşık 4-5 dakika daha jenerik aktı (ki o jenerikte bir kaç Türk ismi görüp gözyaşlarına boğuldum bennn) ve bir kısa bölüm daha yayınlandı. Sonra hepimiz çıktık.
Siz de yapın bunu. Ekim'den bir gün hediye edin kendinize, uzun zamandır dinlemediğiniz ve melodisi sizi özlemle kendine çeken müzikler dinleyin ve sinemaya gidin...konsere gidin...tiyatroya gidin.
Sanat henüz bizden alamadıkları tek güzellik olarak kaldı.