Bu Cumartesi büyük bir hevesle , topuklarım ardımı döve döve Natilus'a koştum. Sinema günlerimi o kadar özlemiştim ki, sinema alanına girdiğimde neşeyle şarkılar mırıldanmama engel olamadım. Zaten engel olmama da gerek yoktu : o saatler bana ait.
Serinin ilk 3 kitabını ve filmini ayıla bayıla bitirdiğimden beklentim düşük değildi. Lİsbeth, diğer roman kahramanlarından çok farklı ve benim için (nedendir bilmem) ayrı bir yeri var. Tüm aykırılıkları ve kırılganlığı ile onu seviyorum.
Film , Lisbeth'in sapkın ailesinin akıl almaz detayları, küçük bir çocukken dahi karakter ve kararların yaşamı nasıl etkilediği ile başlıyor. Yazarın acımasız görünen ,sert sahnelerinde mizahi duygular sıkça yer alıyor aslında.Ritm asla düşmüyor, siz sonrasını asla tahmin etmiyorsunuz, koşa koşa nefes nefese aşk-seks-şefkat-şiddet-azim-şans -mücadele ve gariptir işin içinde bir de felsefi duruş ile geçiyor anlar...ama bunların hepsi dolu dolu bir hızlı akışta.
Finalde, bir küçük yanlış anlamanın bütün hayatı değiştirdiğine tanıklık edip, hiç konuşmayı denemeden, sırf öyle anladığınız için kaybettiğiniz insanları ve mutlulukları düşünebiliyorsunuz.
Tabii ki bir daha gideceğim filme. İlkinde seyrettim, şimdi izleyeceğim. Ya da ilkinde baktım şimdi göreceğim.
İlk filmdeki Lisbeth ile gazeteci bence tiplemeye daha uygundu. Ancak bu filmde kabul etmeliyim ki Claire Foy iyi iş çıkartmış. August Balder'i canlandıran çocuğun ise ne kadarı rol dedirten bir garip yüz ifadesi var. Gazeteci ise iyi ama sıradan bir tipleme olmuş bence.
Yapım şirketleri: Sony Pictures Entertainment, Columbia Pictures, Marvel Entertainment, Tencent Pictures, Pascal Pictures
Yapımcılar: Avi Arad, Amy Pascal, Matt Tolmach
Dün "artık sinema sezonunu açmalı" diyerek, güya yapmak zorunda olduğum binlerce işi zorlukla ardımda bırakıp bir "kendime gün ayıracağım" prensibi zorlamasıymışcasına evden çıktım ve sokakta iki adım attıktan sonra kendimi kandırmaktan vazgeçip neşeli koşar adımlarla dünyanın alayına "emaaaan" çekip sinemaya yürüdüm.
Aylardan Ekim'di.
Kendimi seviyordum ,kendimi bağışlamıştım hemen her şey için kuşlar gibi hafiftim.
Günü kendime ayırmayı,ziyadesi ile hak etmiştim.
Kulağımda 47 yaşıma rağmen utanmadan keyifle dinlediğim twilight müzikleri, beni üzen ve üzecek her şeyi net bir şekilde ardımda bırakıp sadece müzik,yürüyebilen canım ayaklarım,sinema , "ah bu eşsiz sonbahar rüzgarı benim için miydi"..şeklinde kendimi Natilus'a attım.
Özlemişim sinemayı. Kalp krizi geçirecektim mutluluktan.
Ve tabii kiiiii sezonu bir Marvel filmi ile açtım: Venom, Zehirli Öfke.
Venom sizi sıkmadan , bunaltmadan hatta üzmeden izleyeceğiniz son derece neşeli bir Marvel filmi.
Başarılı bir gazeteci olan Eddie her anlamda hayatını bütünleyen Anne ile evlenmek üzereyken çalıştığı firma ondan Dr Carlton ile röportaj yapmasını ister. Çenemi tutamam en doğru olan benim diye ün yapmış olan Eddie tesadüfen elde ettiği bilgileri soft sorular sorması gereken röportajda Dr Carlton'a dayayınca filmlerde ve gerçek hayatta olduğu gibi paranın tüm dinlerin ve vicdanların asıl sahibi olduğunu görür,işsiz kalır sevgilisi onu terk eder ama taaa gönlünün içinde (bunu yazarken güldüm) bir dost edindiğini sonradan fark edecektir. Ve sonra beni sıkça güldüren diyalogların geçtiği bir panik dönemi, ardından da maceranın en şahanesi onundur.
Filmde, Marvel filmlerinde bence en başarılı olan şeylerden birinin ennnnnnn bi korkunç canavarları o hale sokuyorlar ki bağrınıza basıp ayağınızda sallayasınız geliyor dedirtmesi olduğunu düşünüyorum.
Venom, insanların kafasını kopartıp yiyen ve herhangi bir diş doktorunu 7 kuşak zengin edecek kadar çok dişe sahip korkunç bir canavar aslında. Ama siz onu seviyorsunuz.
Şekil önemli değil aslında, bir yerde insan iyiliği ve neşeyi seviyor her zaman.
Şekil önemli değil dedim ama Tom Hardy dehşetli müthişli inanılmaz yakışıklı bir oyuncu , onu da söylemeden geçemeyeceğim. Ego ego diye kendini kasıp kalıplara sokmadığı ve çocuk gülüşünü saklayıp , bizim ora deyimiyle zaman zaman "it bakışları" olduğu için olabilir. Bilemedim.
Sinema filmlerinin ve öykülerin toplumu yarınlara hazırladığını düşündüğümü, buna kalpten inandığımı hep söylemişimdir. Venom'de de üzülerek daha evvel bir çok filmde gördüğüm "dünya nüfusu çok arttı ve artmaya devam ediyor, ya kitleler halinde ölmeliler ya uzayda yer bakalım kendimize" üzerine bir kurgu olduğunu gördüm. Kötü adam ise bariz bir şekilde müslümanlara benziyor. Nitekim Dr Carlton'u canlandıran başarılı aktör Riz Ahmed Pakistan kökenli İngiliz.
Üzüyor bunlar beni üzüyorrr.............
Başarılı gazetecinin soğukkanlı,seksi,aklıbaşında sevgilisini canlandıran Michelle Williams ise maça kenardan girip final golünü atan ve beni hayli güldüren bir karakteri canlandırıyor. " Güzel " olarak o seçilmiş ancak ben hakikatten bu hep bakımlı,kusursuz saçlar,eksiksiz makyaj,nefis kalçalar,tam da ona göre kıyafetler ile donanmış Amerikan güzellik kavramının donmuş krema tadı verdiğini düşünüyorum. Nice zamandır hafif asimetri ya da kusursuz soğuk görünümler yerine ışıltılı kocaman gülüşlere sahip "kadınsı" hatların özlemini çekmekteyim ekranlarda. İçim bayıldı güzel kavramı dayatmalarından.
Filmin mesajlarından baskın olan bir tanesi de , iyinin ve iyiliğin her zaman kazandığı, iyinin ve iyiliğin tüm akışı en olmaz denilen zamanda değiştirebileceği idi. Bir insanı sevmek bazen bir evreni kurtarmaya yetiyor. Sevmekten,iyiliğe inanmaktan hiç vazgeçmemek lazım. Kötünün en kuvvetli olduğu dönemde bir tebessüm,iyilik,karma etkisini yaratıveriyor. En tepedekini, sokaktaki evsizin, kendisine iyilik yapana duyduğu minnet ile beslenen sevgisi deviriveriyor. Vazgeçmemek lazım iyi olmaktan,uymamak lazım zamana tüm zorluklara karşın.
Filmin sonu mutluluk verici. Tüm filmde en çok güldüğüm replik "o bizim,onu geri alacağız" oldu. Niye komik..izleyince anlayacaksınız.
Film bittiğinde sıradan seyirci hemen salondan çıktı tabii. Ortalama fikri olan Marvel izleyicisi ise sakince oturup jeneriğin akmasını bekledi. Filmin final sahnesi jeneriğin ortasında yayınlandı. Sonra bir kısım seyirci daha gitti ama hakiki Marvel izleyicisi olan 5 kişi oturduk bekledik.Yaklaşık 4-5 dakika daha jenerik aktı (ki o jenerikte bir kaç Türk ismi görüp gözyaşlarına boğuldum bennn) ve bir kısa bölüm daha yayınlandı. Sonra hepimiz çıktık.
Siz de yapın bunu. Ekim'den bir gün hediye edin kendinize, uzun zamandır dinlemediğiniz ve melodisi sizi özlemle kendine çeken müzikler dinleyin ve sinemaya gidin...konsere gidin...tiyatroya gidin.
Sanat henüz bizden alamadıkları tek güzellik olarak kaldı.
Geçen sefer işten çıkartıldığımda 30 kilo almıştım yaklaşık olarak.
Bu sefer aradaki süre kısa olunca 10 kilo ile kurtuldum.
İstanbul gurbet yeri, iş hayatı bir sürü ana başlığı teşkil ediyor benim hayatımda. İşsiz kaldığımda dur ayaklarımı uzatıp keyif yapayım diye bir şey yok. Kalakalıyorum sanki yapmam gereken bişi varmış da yapmıyormuşum gibi.
Kendi isteğimle bıraktığımda bu durumun olacağını sanmıyorum.
O zaman "yaşamaya" hazır olacağım ve her mevsimin her iklimin her yeni keşfin ve her yinelenenin tadını çıkartacağım.
Şimdi bu bana yabancı gelen yarım gezegen göbeğe bakmaktan sıkıldım. Hayli dalga da geçer oldum. Göbeğim ve ben size gelmek istiyoruz müsaitseniz. Dur kanalı değiştirme , göbeğim ve ben izliyoruz ..filan modundayım. E yaş da 50 olmak üzere, ha deyince kilo verilen o güzel günler geride kaldı. Göbeğim ve ben buna çok üzülmekle birlikte konuya duygusal değil realist yaklaşma kararı aldık.
Diyeti hayatımdam çıkartıp düzgün beslenme alışkanlığını Karatay diyeti ile elde ettim ben. Zira her öğlen et salata ye, yarım kaşık şundan bir kaşık bundan, günde illa şu kadar öğün ye gibi katı kuralları olan hiç bir beslenme önerisi bana uygun değil. Karatay diyeti ise seçenekleri bol ve bana uygun önerilerle dolu. Üstelik akıllıca bir karar verip kola vb şeyleri hayatımdan çıkardım.
Akıllı adamın içeceği su imiş.
Diyete eşlik etsin diye ne yapayım derken eskiden gittiğim sports international'a bir uğradım fiyatlar ne alemde diye.
Aman Allah'ım dedirttiler...kampanyaya denk gelmişim, eski üyelere özel senelik 1500 tl dediler.
O kadar istiyordum ki kabul ediverdim.
Yapılan ölçümde 37 kilo yağ tespit edildi
Tebrik ettim kendimi....
Şimdi akşamları iş yerimden çıkıp yürüyerek Natilus 'un tepesindeki Sports İnternational'a gidiyorum. Bana verilen programı yerine getirdiğim gibi Pilates'e de başladım dün akşam ilk defa. Halimi görseniz acırsınız, kıpkırmızı bir suratla sağlıklı yaşam için çabalayan bir bendeniz. Cesaret edebildiğimde saunayı da deneyeceğim. Çocukların peşine koşturmadığım zamana gelmesi muhteşem oldu başlangıcımın. Miniğim babası ile tatilde, büyüğüm olan kıvırcık hanım da gençliğinin özgürlüğünde.
En çok spor sonrasını seviyorum. Bir vazifeyi yerine getirmişcesine, bir mücadele için doğru olanı yapmışcasına hoş bir duygu haline giriyorum.
En çok bi damla yağı olmadan spor için gelenlere deli oluyorum...onlar koşuyor ben yuvarlanıyorum.
En çok pilates ile yoga'yı merak ediyordum, onlara gideceğim için sevinçliyim. Sezon açılıp işler yoğunlaşmadan bir sıkı ele almam lazım olayı.
Akşamları da oradan eve toplasanız 4 durak. İyi bir şey yaptım kendim için kanımca.
Cumartesi sinema günlerini başlatayım dedim çünkü daha gelmeden ilk haftasında beni yoran bir çalışma sezonu ufukta görünmüştü.
Ülke gündemi ise direkt hasta eder haldeydi.
Sabah çantamı sırtıma attım ve Natilus'a gidip biletimi, 1.5 litre suyumu aldım. Üstelik o sıcakta yürüdüm evden oraya. Kendime iyi bakacam. Canım kendim modundayım. Benden başka pek çok insan kötü davranıyor bana. Kabul edilemez :-)
Bilet kuyruğunda iken arkamda bir çift vardı. Kadın bu filme gitmek istiyor , adam ise denizde dehşet mi ne işte öyle bir filme gitmek istiyor. "Sevgilim o çocuk filmi yine de sen bilirsin"..."aşkım zaten baksana kısacık film o gittiğimize değmez"..."hayatım öteki film önemli bir film; bu hayal dünyası" vb söylemleri beni o kadar kızdırdı ki ayağım takılmış gibi yapıp burnuna bir tane çakabilir miyim diye yerdeki halının kıvrımlarını süzer oldum. Hem sinemaya-emeğe saygısız, hem onu seçenlere saygısız, hem aşkım sevgilimlerle başlayan cümleleri kıza seçim şansı bırakmıyor ona saygısız ve kızın Kara Kule'ye gitmek istediği besbelli.
Biletimi alırken sinemanın adını haykırdım : KARA KULE'YE BİR BİLET LÜTFEEEENNN..HANİ STEPHAN KİNG'İN ŞU MUHTEŞEM ROMANINDAN UYARLANANNN!
Her gün kendimle ilgili yeni bir şey keşfediyor gibiyim Zira 40 yaş sonrası "fevkalade" değişiyor insan. Yağmurdan sonra netleşen görüntü gibi Toz zerrecikleri yer yüzüne iniyor ve tüm görüntüler daha parlak , daha net. Cumartesi filme gitmeye zaten niyetliydim ama Cuma akşamı balık ekmek sebebi ile gayet güzel zehirlendiğim için sabaha kadar öğğ ve saymak istemediğim pek çok beter vaziyet sonrası Cumartesi tek istediğim şey yer çekimine boyun eğip çakılı kalmaktı. Lakin o gün Ayşegül, yani tüm masallarda adı geçen iyilik ve temizlik meleği geleceğinden sabah erkenden evi boşaltmak zorundaydık. O iş yapıp koştururken bir kenarda oturmak ayıp geliyor bana. Bu nedenle "hastayım" bile diyemeden Nehir'i kursa bıraktım ve ağrıdan körelmiş gözlerim, çatlayan başım, boşalmış mafsallarım,lime lime olmuş etlerim diye söylenerek Natilus'a gittim. Kendimle ilgili keşfettiğim şey ise ölmek üzere bile olsam ayrıntıların önemini yitirmediği ve beni mutlu ettiği oldu. Gittim, Star Wars'a bilet aldım ve gerçekten ama gerçekten sürünerek Carreforu'a inip çubuk kraker ile su aldım.
Her zamanki gibi D-12'yi aldım. Maximum karta ilk seans 7 TL uygulamasına minnettarım. Lakin gittiğimde seyretmek yerine öpüşmek taraflısı olduğu pek belli bir çiftin koltuğumda oturduğunu fark ettim ve konuşmak zorunda kaldığım için durumdan nefret ede ede biletimi gösterip onları kaldırdım. Koca D sırası boştu, "insanlık ölmüş" diyerek beni protesto ettikten sonra yerimden kalktılar. Tam oturup zonklayan başıma " artık yapma" diyeceğim esnada gözlüğümü bulamadım. Oysa şimdi açıp yanıma koymuştum diyerek bakındım ama çaresiz gidip bir tane daha aldım. Ve sonra her şeyi unutup uzayın derinliklerinde geçen o muhteşem yaratıcılık deryasına kendimi teslim ettim.
Sıkı bir Star Wars izleyicisi değilim ama an itibarı ile pişmanım. Önceki tüm bölümleri tek tek tek tek izleyeceğim, kesin kararlıyım. Film, evvelini bilenlere daha çok haz verse de ilk kez izleyenleri de alıp götürecek bir kurguyla sunulmuş. Ben arada yer alanlardan olduğum için büyük bir keyifle izlediğimi söyleyebilirim.
Bir kült haline gelmiş Star Wars hakkında entelektüel ay da akademik yazı yazmak değil benim işim. Kendi gözlemlerim, izlenimlerin ve yaşadığımı aktarabilirim sizlere sadece.
Öncelikle bir var oluş mücadelesinde ön planda bir kadının olması dikkatimi çekti. Bu, hep erkek kahramanlarla dolu dünyamızda özellikle sevdiğim bir şey. Filmde iki kez tekrarlaran "isyan umutla başlar" cümlesi ise gözyaşı kanallarımı doldurdu ve umut, özlemle bir kez daha içime doldu.
Karakterler elbette özgün, kostüm ve yaratıcılığa ise edecek tek söz bulamadım. Kurgu dünyasında alıntılar olduğu ise gözden kaçmıyor tabii. Yüzüklerin Efendisi'deki Fül'leri burada mekanik olarak görmek ya da Açlık Oyunları'daki sistemin askerlerinin kostümlerinin de Star Wars'tan alıntılandığını görmek gibi. Beyaz (ak) pompalananın aksine iyiliği temsil etmiyor bu filmlerde . Sistemi ve kötülüğü temsil ediyor.E ne diyeyim, kör göze parmak girsin.
Türlerin bir arada oluşu mümkün ama kurallar, bütünlük,"ben" değil "biz" oluş. İnanmak her şeyin ötesinde bir güç ve var oluş sağlar mesajı da kuvvetle verilen mesajlardan . Filmde sürekli yinelenen
Gözleri görmeyen ama kör olmaktan çok uzak bir savaşçıyı canlandıran chirrut imwe'in (Donnie Yen) sürekli dile getirdiği "güç benimle, güce inanıyorum" yinelemesi, inanmanın verdiği güce vurguydu benim için. Filmde en çok onu sevdim diyebilirim(gerçek hayatta profesyonel piyanist olması da etken mi acaba ). Savaş alanına giderken "yalnız başına orada hiç bir şey yapamazsın" diyen arkadaşına sonsuz bir güvenle gülümseyip " yalnız değilim ki sen varsın" deyişi uzun bir tartışmanın sonunu getirdiği gibi sonu belirleyen akışta da pek çok şeyi belirledi.
Bilim Adamı ve kızını deli gibi seven, son ana kadar vatanseverlik diyebileceğimiz duygudan vazgeçmeyen: duyguyu akıl ile yücelten Galen Erso ( Mads Mikkelsen) ise her izlediğim rolde bir kez daha önünde şapka çıkardıklarımdan. Onu tanıyor olmayı dilerdim gerçekten.
Komutan Krennic tüm zamanlara hitap eden bir karakter. Kötülük ve hırsla beslenen her şey,sahibini yakar ve yok eder. Bugünlerde herkesin gözlerini aça aça izlemesi gereken bir karakter.
Pilot'a hiç kıyamam ben yaa..tüm film boyunca o pilot gözlüğü tepesinde. İnanarak ve iyi niyetle yol a çıksa da çetin bir imtihan verdiği muhakkak olan karakter filmin adını bana filmin ortasında o baş ağrısına rağmen kahkaha attıran bir şekilde belirliyor. Bu ayrıntıyı kesinlikle kaçırmayacağınızdan eminim.
E K2SO 'dan bahsetmeden olur mu? Bizim oralı kimi teyzeleri anımsatan K2SO, yüzbaşının deyimiyle "devrelerinden geçen her şeyi söylemek eğiliminde". Ama onu sevmemek de mümkün değil doğrusu.
Yüzbaşı'dan çok bahsetmedim. Hem bu kadar baş rolde hem bu kadar kenarda olan başka tipleme gördüğümü hatırlamıyorum.
Ve tüm her şeye sahip olan Dark Lord...evrene sahip olursun ama bir kapı aralığından dışarı sızar da umut tüm dünyanı yıkar geçer,kazanan vazgeçmeyiş oluru simgelemiş. Tüm isyanlar umut üzerinedir. Filmde iki kere yinelenmiş ben de iki kere yineleyeyim. Bu aralar Star Wars, Açlık Oyunları vs tüm filmlerde verilen mesaj aynı mı ben mi dellendim bilemiyorum.
Kesinlikle izlenesi film , iyi ki gitmişim dedim. Artık beni kör etme noktasına gelen baş ağrımı da , majeziki evde unutan yarım aklımı da çantama koyup ertesi sabaha kadar uyanmamak üzere evime geldim.