16 Kasım'da yapılabilecek bir sürü şey vardı.
Yapmam gereken bir sürü şey de vardı.
Çocukların ödevleri, evde yatılı misafir,Pazartesi'ye hazırlık ,eski okulumuzun sevgili veli ve çocuklarının buluşma günü filan falan ve falan filanlarla dolu dehşet yüklü bir gündü aslında.
Peki ben sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak ne yaptım?
Kızlarımı alıp Avrasya maratonuna koşturdum :-) Köprüyü yürüyerek geçmenin, bir kıtadan diğerine yürümenin,denizin bilmem kaç kilometre üzerinde havada seyretmenin dayanılmaz keyfini çocuklarımla paylaşmak istiyordum. Ayrıca bu etkinliğe katılan STK'ların ya da özgür ruhlu insanların katılımlarının verdiği zenginliklerin onların kişiliklerine çoook daha olumlu katkısı olacağına, mübarek ödevlerimizin asla bırakmayacağı hoş izler bırakacağına da inanıyordum. Hepsi bir yana ikisinin tatlı elleri elimde iken ve onlar daima kedi yavruları gibi birbirleri ile uğraşıp gülüşürken derin nefesler alıp yürüyeceğim uzun bir yol beni çok mutlu edecekti.Kalabalığın içinde yalnızlığı seçebilme en sevdiğim şeylerden biri değil mi ?
Selin, yürüyüşe okulu ile katılacaktı aslında.Ben Nehir ile kendi etabımda yerimi aldığımda Selin beni arayarak okulunu bulamadığını , köprü çıkışında kendisini bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu.
Heeey...kadın zayıftır ama anne güçlüdür diyene selam olsun.O binlerde kişinin içinde ne yaptım ne ettim kıvırcık uzumu bulup neşemle sarmaladım.
Köprü üzerinde tavla oynayanlar, kahvaltı edenler,dans edenler , mesaj veren STK lar filan bir çok şey vardı. Her birine ilgiyle baktık ve her insan, her grup gittikçe artan bir neşeyle bizi güldürdü.
Köprü üzerinde yürürken Selin'in "Cuma günleri trafikte bundan yavaş ilerliyoruz" demesi içimi cızzzzzzzlattı.
Neticede güle oynaya 7 km yürüdük.Beşiktaş'a vardığımızda bu güzel günü anılarımıza "nefis bir şekilde sonlandı" şeklinde nakşetmek üzere kendimize mükellef bir yemek ısmarladık.
Şimdi ben sustum, kalanını fotoğraflar anlatsın: