Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2013 Cuma

Sevgili Martı

İnsanlar rüya görmek için uyurmuş ve ömrü uzun, sağlıklı, neşeli olası canım babamdan öğrendiğim bir sözdür bu: "balıklar rüya görmez, deniz o  kadar güzel ki" ymiş. Gerçi ben bu ikinci sözde gözbebekleri dahi gülesi, bahardan güzel baldan tatlı ömrümün cananı ablamı kast ettiğini düşünmüştüm babamın; çünkü ablamın adı da Deniz.






martılar ki sokak çocuklarıdır denizin (can yücel)




Neyse, tam uykusuzluğa alışkın benliğim bu saatlerde alışkın olmadığı kadar derin bir uykuda en az çocukluğumdaki kadar muhteşem saçmalıkta rüyalar görmekte ve o rüyalar muhtemelen uykumda bile bana kahkahalar attırmakta iken beni çağırdığını duydum aşina seslenişi ile. Ne uyku, ne rüyalar ... fırladım kalktım yataktan ve cama koşturdum. Oradaydı, ben uyandım hayat başladı sen neredesin dercesine gökyüzünde daireler çizerek dolanıyordu. El salladım gülümseyerek, bir kez daha yüksek sesle yeni günü selamladı ve rızkını aramaya gitti martı.




Rahmetli dedem Haşim Baba'nın kayığı vardı. Bir gün denizde avlanırken yaralı martı bulmuş, her zaman temiz düzenli ve dedem yokken kendimi iğreti hissettiğim evine getirmişti. Martıya "Mehmet Ali" adını koyduk. Dedem izin vermezdi yanına yaklaşmamıza, babam "martılar evcilleştirilemez ve gagası size zarar verir" diye her zamanki gibi yorum yapmadan sevecen bir dille olageleni izah etmişti. Hayrandım martıya, yaralı da olsa başı dik ve seyrine doyum olmayacak kadar güzeldi. İçimde çocuklara mahsus inançve istekle Mehmet Ali'nin evcilleşeceği ve benim onunla oynamama izin verileceği inancı vardı....ama babam da dedem de doğaya,yaşamın kurallarına saygılı insanlardı. Mehmet Ali iyileşir iyileşmez onu salıverdiler. Biraz burulduysam da üzülmedim. Çocuk bile olsam özgürlüğün kıymetini ve gereğini biliyordum.



Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonra hissedilen kıvamı yoğun tadı berbat yalnızlığa çareler aradım elbette. Yeşille mavinin kucak kucağa neşeyle yaşadığı , dost rüzgarının deniz koktuğu Trabzon'u bırak caddeler,sokaklar dolusu yüzü gülmeyen insanların sel olduğu beton kent İstanbul'da yaşa...Bir gün Beşiktaş sahilinde yürürken bir başıma ,bana seslendi martı çığlık çığlığa. Başımı kaldırıp baktım. A! Bizim Mehmet Ali değil mi yahu bu? Vallahi o, nerde görsem tanırım. Bembeyaz tüyler, mağrur dik duran baş, hep havuç yemiş gibi boyalı gagalar...Epey dertleştik, ben anlattım o dinledi. Arada avaz avaz çığlık atıp benim içimdeki yangını dindirmek istercesine denize dalıyordu bir hışım. O da Trabzon'u, babamı, dedemi özlermiş ama beni yapayalnız bırakıp gitmeyecekmiş;söz verdi. Ondan sonra bağımız hiç kopmadı. Ne zaman dertleşmek istesem tepemde döner durur, ne zaman vapura binsem eşlik eder, ne zaman İstanbul'dan ayrılmam gerekse bir yerlerde karşıma çıkıp " sen git-dön ,ben burada seni bekliyor olacağım " derdi. Ben de ne zaman nerede olursam olayım onun beni çağıran sesini duysam görebileceğim bir yere fırlar ve sevgili dostumu görmenin eksilmeyen neşesi ile ona el sallarım.


Ve elbette ki bebeklerimin de onunla dost büyümesine izin verdim




















Yine, dünyanın en yakışıklı insanı olan, gülüşü solmuş gülleri açtıran canımın içi babam demişti "martılar çöplükte yaşasa da hep beyaz kalıyor, kirlenmiyor" diye. Bazı insanlar kendisini martı sanıyor olmalı. Paranın, tamahın, hırsın, yalanın, kinin , fesadın çöplüğüne dalıp debelenip  sonra arı insanların içine utanmadan çıkıyor ve kendilerini hala bembeyaz,tertemiz sanıyorlar. Oysa karşısındakinin gözlerine uzun süre bakamayışları, lüzumlu lüzumsuz tatlı sözlerinin en ufak menfaat çatışmasında 
yitirilişi  gibi bir çok şey onları ele veriyor 
zaten.. 26 sene oldu İstanbul'a geleli ama ben kadar maviye aşık martının çığlığı ile kendime gelmişliğim ve üzeri yaldızlarla kaplı altı pis kokulu çöplüğün tuzağından kaçabilmişliğim çok oldu. 
martılar ağlardı çöplüklerde biz seninle gülüşürdük...








Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun; martı sevdiği denizden asla vazgeçmez (Alfred Capus)...bu bile Mehmet Ali'ye saygı duymam ve onu vazgeçilmez bir aşkla sevmem için yeterli değil mi aslında?



Ne mavimi,ne martımı,ne kendimi yitirmeyeyim Allah'ım..dedim yine içimden usulca.


Mehmet Ali boğaz köprüsünün üst tarafına doğru uçtu gitti. Benim de uçup ardından gitmem ve neşeli bir tempoyla yaklaşmakta olan günü gökyüzünde karşılamam , sonrasında denizin üstünde raksederken mavide bir nokta olup kaybolarak aslında kendimi bulmak isteğimi gerçekleştirmem en azından bugünlük mümkün olmadığına göre kalkıp yemek yapmak ve işe yararlığın payesi ile yetinmek en iyisi olacak.










Bir saat sonra çocuklarım uyanacak..bir saat sonra  uyuyalıberi özlediğim gözlerinin ışıltısına ve dünyada ne şanslı, ne özel, ne vazgeçilmez yerim olduğuna işaret eden "anne" seslenişlerine kavuşacağım.


Herkes için güzel bir gün ola...

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram...mı?

Genç kız , sokağın başındaki simitçinin yanına giderek "amca size zahmet çok rica etsem bana bir simit verebilir misiniz" demiş. Simitçi de kıza "kizum paran mi yok" diye sormuş. Kız  eşdeğer bir şaşkınlıkla "var tabii ki amcacığım" deyince simitçi yarı öfkeli "o zaman ne yalvariysın iki saattir!"Emice ver bağa  ordan simit" de ben de ne yabacağumi bileyım" demiş.


Fıkra gibi bu küçük anekdot Trabzon'da Kemeraltı' ya inen yokuşun başında yaşanmış, olaya şahit olan arkadaşım anlattı. Gözlerimizden yaş gelene kadar güldük. O kadar çok ayrıntı var ki günlük yaşamın içerisinde yer alan, o anda normal gelen ama sonrasında özlemi yüreğinizi yangın yerine çeviren...Yaş ilerledikçe gurbet adı batasıca bir şey oluyor belki ve doğup büyüdüğünüz topraklar, yaşam koşullarınız ne kadar iyi ve kaliteli olursa olsun sizi çağırıyor.Bayramlarda ise bu çağrı, diğer pek çok sesi bastıracak kadar yüksek oluyor.



Bugün arefe günü, yarın bayram. Çocuklara bayramlıklar alındı, sanki kapıyı çalacak biri varmışcasına çikolatalar da alındı. Çocukken de sevmezdim bayramları şimdi de sevmiyorum.İtiraz hakkınız bulunmayan ritüeller, kapı kapı gezmeler,her gittiğiniz yerde bitirmek zorunda olduğunuz tabaklar, kıllı-tombul-yumuşak-buruşuk-sert-kokulu bir sürü eli öpmek ve bir sürü kalabalık demekti bayram çocukluğumda. 


Şimdi ise tüm ailenin uzakta olmasının hüznü, yalnızlığı...


Seneler evvel bir bayram günü kapımız çaldı.Açtık, bizim sucu. "Hayırdır" dedik şaşkınlıkla. "Abla, senin ufaklık aradı , abi bize gelen kimse yok gel elini öpeyim bayramlıklarımı göstereyim dedi.Kıyamadım geldim "dedi. Gülsek mi ağlasak mı bilemedik;kızımız mutlu olsun diye yüzümüz güldü ama hüzün kamyon kamyon geldi içimize oturdu,içimiz ağladı.


Her birini görmekten büyük mutluluk duyduğunuz aile bireylerinin tamamının oturduğu o kalabalık sofralar var ya...hani sesler seslere kahkahalar kahkahalara karışır,bir demlik yetmez iki hatta üç demlik çay aynı anda demlenir, kızları gelinleri vardır ama yine de evin büyüğü bir kaygana,bir kuymak attırır çünkü kimsenin onun gibi güzel pişiremediği tescillidir. Öyle bir sofrada olalım isterdim yarın sabah için..Çocuklarımın kuzenleri ile kardeşliklerinin pekiştiği yeni anıların yaratıldığı, kardeşlerin ve eşlerinin özlem giderek hayatın açtığı yaraları sardığı ya da mutlulukların paylaşarak çoğaldığı "çayım bitti" "nasıl kaçtı o gol" "boşver, o yaşta bizimkiler de öyleydi biliyorsun büyüyünce düzelir" gibi sıradan ama bir olmanın huzuru ile renklenen ortamda olmak isterdim.

Faroz'da...



Daha evvel de demiştim hayallerin de miadı var diye..mutluluk ertelenesi bir şey değil.




Herkese mutlu bayramlar diliyorum...

12 Ekim 2013 Cumartesi

Bayan Herşeyi Bilen

Kocaman,koskocaman bir koşturmacaydı İstanbul.

 Nefes almaya zaman bırakmayan temposu yetmezmiş , yüksek iş hayatının koridorlarında koştururken hata yapmaması ve tempoyu düşürmeme stresi az gelmişcesine  bir de olur olmaz insanlarla uğraşması gerekiyordu. Obur insanların çatalını ağzına götürürken tabaktaki  ağzına atacağı bir sonraki lokmayı gözüne kestirmesi gibi aynı anda bir çok işi yürütürken az sonra ne yapacağını da planlaması gerekiyordu insanların. 

Zaman az, yapılacak işler çoktu. Zaman az, hedef çoktu. Zaman az, yollar uzundu. Yollar uzun , yükü ağırdı. Yorulduğunu bile düşünmeden işe odaklanmaya devam etti.

Bunların hepsi ama hepsi, evde kendisini bekleyen bukle bukle saçlarının muhteşem gülüşünü  çevrelediği kızı içindi. Onu binbir emekle büyütmüş, iyi bir okula gitmesini sağlamıştı. Her şeyin en iyisi onun olmalı, güneş kızı için doğmalı ay kızının uyuduğu geceleri aydınlatmalıydı. 

Aynı anda iki telefon görüşmesini yürütmesi gerekti, çıkan sorunu halletti ama karşı tarafı ikna etmek için aynı cümleleri defalarca yinelemek ve gayet açık olan sorunu görmelerini sağlamak için değerli zamanını harcamak onu deli etmişti. Olsun, hallederdi..o her şeyi hallederdi. "Bayan Herşeyi Bilen" işinde gerçekten iyiydi !

Mesai bittiğinde yapılacak işler listesi aklında koşturmaya devam etti. Eksiksiz,kusursuz şekilde hepsini halletti.


Eve geldiğinde kapıyı iki haftalığına Trabzon'dan gelen annesi açtı. Annesi yeşil gözlü ,ufak tefek ; kahkahası gönül dolduran, öfkesi ise kanı donduran türden bir Karadeniz kadınıydı. Baharın en güzel rengi annesinin gözbebeklerinde hep tazecikti. Annesine bakmaya doyamadığını ve asla da doyamayacağını düşündü bir kez daha.



İçeri girdi, elini yüzünü yıkadı ev kıyafetlerini giydi koştu kızına sarıldı. Her zamanki alışkanlıkla o gün kızının neler yaptığını dinlemeyi umuyordu ama kızının kendisine sürekli ters cevaplar verdiğini  
görünce kısa sürede kendisinin de sesi yükseldi ve bu karşılıklı atışmanın sonunda kızına , o güzel badem gözlerinin dolmasına neden olacak kadar ağır bir ceza vererek odasına yolladı.

Birden o ana kadar sessizce oturup elindeki örgüsü ile ilgilenen annesinin kendisine seslendiğini duydu:

-Günün nasıl geçti kızım ?

-Berbattı anne, bugün o kadar yoruldum ve o kadar sorunla uğraştım ki anlatsam inanmazsın.Gerçekten canım çok sıkkın...sorunların bir kısmının hallolması yarına kaldı ve riskli durumlar var.

Annesi anlayışla başını salladı:

-Neden bu kadar sinirli olduğunu anladım, umarım her şey yarın dilediğin gibi ve senin için hayırlı sonuçlanır. 

Sonra gözlüklerinin üzerinden ona gülümseyerek "sen de kızına sormak ister misin aynı soruyu..çocuk da olsa o bir insan ve belki onun da annesine anlatmak istedikleri vardır" dedi.

"Bayan Herşeyi Bilen" utanç ve pişmanlıkla, odasına yolladığı kızının yanına koştu.

seneler seneler seneler sonra 



"Sağlam ruhlar duygulara hayatın kendisinden çok daha fazla değer verirler"... Honore de Balzac

9 Ekim 2013 Çarşamba

Merhaba,

Kendisini Cuma sanan bir Çarşamba'ya da kendisini ilkbahar sanan bir sonbahar havası yaraşırdı zaten.Hava o kadar güzel, gökyüzü o kadar berrak mavi ki bugün o güzelim maviliğin altında kötü şeyler yaşandığına inanası gelmiyor insanın.Ne yazık ki peri masallarında "prensle evlendiler onlar erdi muradına" bitiş cümlesini "nerde oturacaklar, bakalım ten uyuşması yaşanabilecek mi,prenses o güzel saray yemeklerinden yiyip hala incecik belle kalamayınca ne yapar acaba" şeklinde devam ettirecek yaşlardayım.


Hayallerini ertelememeli insan,onların bile miadı varmış öğrendim.İşten çıkarılışımın 19. gününde seneler üzerine ilk defa yapacak işlerimi bitirip yalnız kalabildiğim o muhteşem anda ertelediğim hayallerimin bir kısmını gerçekleştirmenin artık bana hiç bir şey ifade etmediğini fark ettim şaşkınlıkla.Hayır, sırt çantamı omzuma asıp İstanbul'da hiç gitmediğim bir yere gitmek filan istemiyorum,o hayal 20' li yaşlarda fazla kilosu ve yorgunluğu olmayan genç bir hanıma ait.Hayır, sırt çantamı omzuma vurup çat kapı Trabzon'a gidip aileme sürpriz yapmak da istemiyorum.Annem artık kalp hastası ve kapıyı açıp birden beni görünce ne olabileceğini hayal etmek bile istemiyorum...geriye sadece koca bir koli kitapla uzun bir gemi yolculuğu hayalim kalmış "bana ait" olanlardan. Bir sabah uyanmak ve yer mavi gök mavi'den başka bir şey görmemek.Gönül yorgunluğunu,birikmişleri ve ötelenmişlikleri o sonsuz mavide arınarak uğurlamak. Bunca mecburi konuşmaya bedel olarak günlerce susabilmek, sadece satırlarda kaybolmak... İstanbul'da yarım kalan nefeslerle yorgun ciğerlerimi iyot kokusu ile doldurmak...

İnsan bu alemde hayal ettiği müddetçe yaşıyormuş . Gerçeklerin koşulları ile hayallerin koşullarını bağdaştırıp az ondan az bundan ödün verdik mi güzel olabilecek her şey sanırım.

Öyle inandım, öyle de yaşıyorum...

Lakin zamanın getirileri hayal edemeyeceğiniz güzellikleri de verebiliyor size ve o zaman siz bu güzellikleri de kendi hayallerinize ana figür yapabiliyorsunuz.


Pişman olmadan,pişman etmeden süreceğimiz hayatlara
Gün başlasın , vira bismillah dedik.