kahve falı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kahve falı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2024 Salı

Fal (Belki de Bilmek İstemezsiniz!)

 
resmi tıklayınız :-)


Ne yaparsanız yapın, birine hele hele bir ortamda fal bakmayın.

Harry Potter'daki gibi  "izlenebilir iz" bırakıyor üstünüzde.

İnsanlar, insanların bu konudaki tutumlarım "i-na-nıl-maz" !

Bir kere  baktınız di mi ...bitmiyor. Bakmak istemiyorum, bundan hoşlanmıyorum, bu son gibi söylemleriniz yele  ve sele karışıyor. Israr , yalvarmak, rica bitmiyor. Boğuluyorsunuz ama son nefesinizi vermeden " son kez valla" diye eteğinize yapışıyorlar.

Size bu konudaki  "inanılmaz"larımı anlatayım biraz.


TRT'de çalışıyordum. Halt etmiş ve fal bakmıştım. Üstüne bir de çıkar benim fallarım. Tarihli filan böyle "19 Şubat öğleden sonra  biri geliyo  iş değişiyorsun" gibi adrese teslim nokta atışlar. Sonra herkes birden beni çok sevmeye başladı. 19 yaş ya, enayiliğin zirve yaşlarındayım. Bu ani ilginin sebebini  sonra anladım ama çok geç oldu. Herkes odasına davet ediyor sonra sohbet ederken 10 kişi birden kahve ısmarlıyor aaa dur bi fal kapatalım  yapıyorlardı. Midem bulanıyor, kusuyordum ama umurlarında değildi insanların.  Sanki orada yazılı bir metni okuyorum sanıyorlardı. Oysa fal bakmak enerjiyi tüketen , hem de hayli tüketen bir iş.


İnsanoğlu gerçekten bencil ve kötü çoğu zaman.

Sonra bakmak istemediğimi belirttim. Önce nazikçe, sonra sert,sonra kalkıp gitmelere varmak zorunda kalan  çıkışlarla. Kâr etmiyordu. Haber yayınının ortasında bile elime fincan tutuşturulduğunu bilirim. Zıvanadan çıkmıştı  bu iş; ben de çıkmıştım açıkçası.

Sonra bir arkadaş geldi yan odadan , başka programdan. Elinde kapatılmış  fincanı. Sonra o klasik söylem "valla çok önemli, valla son, önemli olmasa gelmezdim". Dedim ki "yahu önemli şey için fala güvenilir mi? Daha fena..bakmak istemiyorum ve bakmayacağım" . Israr , yalvarma bitmedi. Kapımı kilitlemek zorunda  kaldım. ..Fakat  nafileydi direnişim. O kapı açıldı, kocaman açılmış gözleri ile  yalvarmayı sürdüren kişi elinde fincan ile hala bekliyordu. Aldım açtım fincanı. Kesinlike  öylesine, içine bakmadan "oluyor dileğin" dedim ve fincanı geriverip  öfkeyle gittim. Kız, o hafta istifa etti.  Başka iş bulacağına dair   benden olumlu yanıt aldığını söylemiş...korkunç bir deneyim bu.


Bir diğer saçma anı:

Üniversite yıllarında çok iyiliğini gördüğüm çok da sevdiğim bir aile vardı. Yıllar sonra ailenin babası hastalandı ve ben hastaneye ziyarete gittim. Müsaitler mi doktor izin veriyor mu bilmediğim için de arayıp geleceğim konusunda kendilerini bilgilendirdim. Kalbimde ilk gençlik yıllarının tatlı anıları , ailenin babasına duyduğum şefkatli sevgi ile iş çıkışı koşarak ..isimli lüks hastaneye gittim. Tüm aile beni bekliyordu. Hepsi kahve içmişti tesadüfen ve hepsi fal kapatmıştı. Neye uğradığımı şaşırdığımı hatırlıyorum. Çok incindiğimi , çok utandığımı da. Yapılan iyiliklerin ve güzel anıların hatırına sesimi çıkartmadan fallara baktım, babayı ziyaret ettim. Hastaneden çıktığımda hepsi ile ilişkimi kesmiştim ama henüz onlar bunu bilmiyordu.

Makam ziyaretleri,  cenaze evleri, 20 yıl sonra rastlaşmalar... konu fal olunca insanların nasıl  kafayı yediklerinin onlarca örneğini yaşattılar bana.

Artık hiç bir koşulda fal bakmıyorum. Eğer isterlerse çocuklarıma bazen bakarım. Çok sevdiğim ve "şefim" kod adlı biri hariç kimseye de hiç bir koşulda fal baktırmam. O da dost muhabbetinin akışıdır çok zaman. Şefim ile senede bir kez bir araya geliriz , ve o da artık fal bakmak istemediğini beyan ettiği için o iş de bitti gitti.


İnsanlar garip, insanlar zayıf ve çaresiz. Geleceği bilmek kimin ne işine yarar ki?

Üstelik gelecek bu kadar değişkenken...

Güvenin bana : gerçekten de  bilmek istemezsiniz!

16 Eylül 2016 Cuma

Tarık Akan, Zeki Alasya ve Gandalf




Çocukluğumda,Türk Filmi ya da western izlerken annemin hüzünle "bunların yarısı rahmetli şimdi" dediğini duyardım, aldırmazdım.



Oysa şimdi, ölen her oyuncu-sanatçı-figürle hayattan kendisine ait bir anı-bir izin silindiğini ve hüznün kaynağının bu dizimi hiç bozulmayan hayat akışı olduğunu anlıyorum.


Zeki Alasya vefat ettiğinde,tanıdığım-bizim evden biri ölmüş gibi hissettim.

Çocukluğumun önemli bir parçası, film boyu az gülmüşüz gibi sonunda SON yerine NOS yazışı ile yerlere yattığımız neşeli günün anılarımdaki renkleri de gitti onunla.


Devekuşu Kabare'yi izlerken babamla attığımız kahkahalara içeriden koşup gelen son derece muhafazakar teyzemin bu açık saçık esprilerle dolu şeyi birlikte izlememize tepkisini tınlamayan babamın "mizah en iyi izah, iyi espri zeka gerektirir" söylemleri ile neşemizi besleyişi koştu geldi unutulmuşluklar diyarından.

Son 14 yılda solan ve unutulan bir çok şey gibi , gülüşümüzü özledim.

Tarık Akan öldü haberini görünce,sabahları tavan yapmış olan neşem bir anda soldu gitti.
Darbe aldım.
Üzüntüm o boyuttaydı.

Yakışıklıydı (40'ımdan sonra farketmiş olsam da çok yakışıklıydı)
Cüssesi de kalbi de dev gibiydi.
İnandığı şeylerin arkasında duran sağlam biriydi.
Saygı duyuyordum.
Filmlerini,sanatını seviyordum.

Ölmesini (rahatlıkla) dileyebileceğim onca saçma insan varken neden o dedim içimden sıkkın ve yüksek bir sesle bağırıp.

Bisikletime atlayıp mavi denizin altın parıltılarında aklımı dağıtmaya uğraştım.

Gariptir, Yüzüklerin Efendisinden sözler geldi teselliye.
  • Pippin: Böyle sona ereceğini hiç sanmazdım..
Gandalf: Son mu? Hayır bu yolculuğun sonu değil.. Ölüm, sadece başka bir yoldur; hepimizin aşması gereken...

  • Yaşayan pek çok kişi ölümü hakeder. Ölülerden bazıları da yaşamı. Yaşamı onlara verebilir misin, Frodo? Ölüm hakkında karar vermekte aceleci olma. En bilgeler bile sonu göremez. Hislerim Gollum'un iyi ya da kötü yanının bu iş bitmeden bitmeyeceğini söylüyor.


Çocuklarım yanımda,neşeyle kahvelerini içiyorlar. Türk filmlerine neden hüzünle baktığımı  , her kaybettiğimiz sanatçıyla çocukluk anılarımın renginin soluşunu, yitirdiklerimin sadece birer isim olmadığını onlara anlatmayacağım.

Hüzün, ilerki yol kavşaklarında bekliyor zaten. 
Zaman yettiğince neşeyle bezensin çocukluk anıları.

Şimdi kahvemizi içeceğiz.
Fal kapatacağız.
Şekillere güleceğiz.
Ve yitirdiklerimizin yerine daha güzellerinin gelmesi için umuda sarılıp yaşama güveneceğiz.

Işıklar içinde uyuyun tüm güzel insanlar.







8 Haziran 2014 Pazar

Devinim


Ufak tefek , kalın dudaklı boş bakışlı bir kızdı. Üniversitenin her şeyi boş verebilen özgürlükleriyle serinlenilen koridorlarında tanışmıştık ve kesinlikle herhangi biriydi benim için.

Ülkem insanlarının fala merakı her yaşta geçerli. Nitekim o gün de kahveye gittiğimizde sıkı bir okey partisinin ardından bir arkadaşımı kıramayarak baktığım kahve falını gören kahve ısmarlamıştı kendine. Sonra Allah yarattı demeden bana uzatılan ardıardına bakmam istenilen  fincanlar. 21 kişiye fal baktığımı ve sonra kustuğumu hatırlıyorum. Adına Gül diyelim asıl adı saklı kalsın, Gül de onlardan biriydi. Doğrudürüst tanımıyordum ve çok umurum da değildi. Fincanını alıp baktığımda sadece konuştum. Ne dediğimi bile pek hatırlamıyorum ama o gözleri kocamana açılmış halde bana bakakaldı. Ailevi sorunlarından, kimseye açamayacağı dertlerinden bahsetmiş ve babasını uzakta bırakması halinde hayatının düzene gireceğini söylemiştim aşağı yukarı. Az sonra ağlayarak ellerime kapandı .Sen bunu nasıl biliyorsun diye inliyor,çığlıklar atıyordu. Canım sıkılmıştı, ne olup bittiğini anlamadığım gibi midem bulanıyordu,acıkmış ve yorulmuştum ve Gül hala umurum değildi.

Arkadaşları koluna girerek onu dışarı çıkardılar ben de kendime bir karışık tost söyledim.Ancak bir meşe ağacı kadar duyarlıydım.

Biraz süre geçtiğinde Gül geri geldi ve benimle özel konuşmak istediğini söyledi. Suratımı asarak artık fal bakamayacağımı çok yorulduğumu söyledim.İri gözlerinde ve titreyen dudaklarında başka bir anlatım vardı, yalvardı.Konuşmayı kabul ettim, bir köşeye çekildik. Sesini alçaltarak "ben ensest bir aileden geliyorum ve bunu bilen yok " dedi. O an tepki vermemem ve onu sakin bir şekilde dinlemeye devam etmem, onun sandığı gibi derin anlayışı olan olgun bir genç kızın kontrollü  davranışı filan değildi. Ensest ne demek hiç bir fikrim yoktu, Gül'ü dinleyerek anlamayı umuyordum. 10 numara salaktım ben (şimdi değil miyim???bilmiyorum ki :-)) 

Ona son derece güven veren sessiz dinleyişim karşısında göz yaşlarına boğuldu. Annesi beyin kanaması geçirmiş ve doktor cinsel ilişkiye girmesini yasaklamış. Bir süre sonra da babasının tacizleri başlamış. Annesi üzülmesin diye sesini çıkartamıyormuş ama kilitlediği kapısının her gece zorlanması babasının açık yalvarmaları onu mahvetmiş. Üniversiteyi başka şehirde okumayı seçmesi babasını deliye döndürmüş ama o kaçmış.

Eh, ensest ne demek öğrenmiştim ama hiç mutlu değildim doğrusu. Benden ne istediğini , onun için ne yapabileceğimi sordum.Artık çok üzgündüm ve onun için iyi bir şeyler yapmayı çok istiyordum ama doğrusu önce tostumu bitirmeyi hepsinden çok istiyordum. 

Henüz 19 yaşındaysanız ve karnınız çok açsa hayat kesinlikle ertelenebilir bir şeydir.

Sonra kendimi onun hayatının içerisinde buluverdim. Her şey daha kötüye gitti. Önce , evci çıktığında bir akrabasının eşi tarafından tecavüze uğradı. Bu berbat bir şeydi. Yurtta gözyaşları içerisinde  hayata yumruklarımızı sıkmış öfke yağdırırken darbenin devamı geldi. Hamileydi. Korkudan ölüyorduk. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Alelacele birer iş bulduk. Mesela ben marketlerde tuvalet kağıdı reyonunda durdum tanıtım elemanı olarak birer hafta filan. Cam kavanozumuz vardı , herkes kazandığı parayı oraya atıyordu.Para yetti, doktora götürdük.Bu beladan kurtulduk derken ve bir ay öncesine göre hepimiz 10 yaş büyümüşken hayat "durun bakalım" dedi. Dersimi aldım demek hiç de öyle kolay değildi. Bebekleri ikizdi ve içinde parça kalmıştı..kanama durmuyordu. Yeniden doktor aynı berbat duygular silsilesini tekrar yaşamak.

19 yaş bizler için kolay değildi. Başımızı hala dik tutup kadere yumruk sallamak belki cahilliğimizden belki yüreği sağlamlığımızdandı. Bunu hala bilmiyorum.


Zaman geçti. Gül'ün başı dertten kurtulmuyordu. Birine aşık oldu ve başından geçen her şeyi anlattı. Adam onunla yine de evlenmek istediğinde artık 19 yaşın başlarında sahip olduğumuz iyi niyet ve boşvermişliği çoktan yitirmiş olan bizler şüpheyle birbirimize baktık. Gül bizi dinlememiş, adama nikah işlemleri için nüfus kağıdını çoktan vermişti. Adam kadın taciri çıktı, nüfus kağıdını geri almak ve Gül'ü rahat bırakmasını sağlamak için asla onaylamadığımız kişilerden yardım almak bize kaldı. 

Offf ne seneydi. Arada olan berbat şeyleri artık yazmak dahi istemiyor ellerim.


Sonra günler günleri aylar ayları kovaladı.Bir gün Ortaköy sahilinde otururken Gül'ü gördüm yanında tekin olmayan bir adam ile. Koştum yanına gittim. Bu kim..dedim.Nişanlısıymış. Uyuşturucu kullanıyormuş,asker kaçağıymış ama çok iyi biriymiş ve başından geçen her şeye rağmen Gül'ü seviyor, onunla evlenmek istiyormuş. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü elbet. Uğraşmaktan bıkmıştım ama "aman neyse bana ne" diyebilecek yaşta değildim. Şimdi gülümsüyorum, galiba o "aman neyse bana ne" yaşına hiç gelemedim ben.

Gül yaşadıklarından bıkmış, yaşamaktan adeta vazgeçmişti.Okula da gelmiyordu doğru dürüst. Sonra bir gün şakağında bir tokadın morluğuyla kantine girdi ürkek."Beni dövdü" dedi kısaca." O okul bitecek yoksa seni gebertirim" dedi.



Adamı takdir mi etsek yersek mi ne yapsak bilmez haldeydik. ite kaka, ama öpücükle ama tokatla Gül okulu bitirdi. Adam,onunla evlenme isteğini aileye iletti. Baba izin vermedi. Adam babayı da dövdü. Biz artık bu garip şahsiyeti ilgi  ve gittikçe artan sempati ile aramıza almıştık. Adam Gül ile evlendi. Diploma aldığı gün de ona Nişantaşı'nda bir Halkla İlişkiler şirketi kurdu.

Bir çocukları var ve çok mutlular.

Kıssadan hisse mi?

Her yaşımda her yaşamda ayrı hissesi var bu öykünün...ama en temel hisse yaşam başladığı gibi bitmez, kaderin hükmüne akıl sır ermez olmalı sanırım.

Başka portrelerde de görüşmek dileğiyle.. sevgiyle kalın.