sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2015 Çarşamba

Sihirbazlar Okulunda Bir Türk


Film seçme sırası Nehir'deydi

Son zamanlarda , henüz işe giremediğim için sinemaya gitme periyodlarımı ne kadar seyrelttiğim düşünülürse uzun zaman üzerine gideceğim filmienine boyuna düşünüp seçmek en çok istediğim şeydi.


Ama Nehir'e söz vermiştim
Ben ona uyup onun dünyasını-zevkini tanıyacaktım.
O da benim.

Sihirbazlar Okulunda Bir Türk'ü seçti.
Suratımı asmamaya çalışarak kaderime razı geldim ve filme girdik.

Harry Potter gibi renkli ve zengin bir deryayı ti'ye almayı seçmek iyi bir fikir. Bunun Türk versiyonu ise hakikatten kahkahalara boğabilir sizi..ama konuyu doğru işlerseniz.


Konuyu doğru işlediklerini düşünmüyorum.

Aptallık zaman zaman komiktir ama bir sınırı olmazsa, öykü sonuna kadar adam değişmez ve salaklıkta ısrar ederse "ben bu salağı niye izliyorum hiç bir şey değişmiyor ki" dedirtir insana.

Ben de öyle dedim netekim.


Öykünün, sihirbazlar okulunda bir türk olmakla ilgisi yoktu. Sihirbazlar okulunda bir odun ve zayıf karakterleri ya da anlaşılamayan bir sebeple ona yarenlik edip uyan iki arkadaşı ile ilgiliydi. Karakterlerin özellikleri vurgulanmamış, birdenbaşlayıp birden sonuçlanan atraksiyonlarla bezenmiş.


Araya da çok sevdiğimiz 3-5 küfür...

Sonu bile"şu öyküyü anlatiiim bitsin" tarzı.

Cıks..olmamış
Beğenmedim hem de hiç.


Çıkışta Nehir ile konuşup filmin, bizim algı seviyemizin çok altında olduğunu bir daha böyle filmlere gitmeyi istemediğimi söyledim. Üzerinde tartıştık azcık. O, çok eğlendiğini söyledi.Neye güldüğünü sordum ve basit - avam komiklikler ile zeka eseri espriler arasındaki farkı örneklendirerek anlatmaya çalıştım.


Capitol'den çıkarken Nehir de artık emin değildi eğlenceli bir film olduğundan.
Sabun köpüğü gibi..ardında bir şey bırakmayan cinsten bir filmdi yani bana göre.

2 Mart 2015 Pazartesi

Birdman - Cahilliğin Umulmayan Erdemi



Selam,

Bugün sabah doktora gitmeyi deneyip yine beceremeyip kaderime "çok komiksin" dedikten sonra uzun, tatlı, tam yorulmak üzereyken sona erecek kararda bir yürüyüş yaparak Capitol'e attım kendimi.

Yani,başvuruda da bulundum ; beni orada işe alsalar ne hoş olur, o kadar sık gidiyorum ki kendimi yuvamda filan hissediyorum artık :-))

Neyse,Migros'tan su ve fındık alıp koşturarak  Birdman'e bir bilet aldım ve 11.30 seansına kendimi attım.

 


 'a on yüz milyon kere hayran kaldım. Oyunculuğunu ,hani takdir benim haddim değil diyerekten inanılmaz beğendim.  'a şapka çıkarttım ve Emma Stone hoşuma gitti.







Film , asla ve kata eğleneyim , kafa dağıtayım diye gidilecek bir film değil. Simgeler,imgelemler düşünme , algı ve birikim kapasitesine göre sizi düşünmeye ve yargılamaya-eleştiri/özeleştiri yapmaya zorluyor. Fincanınız varsa fincan kadar, kovanız varsa kova kadar alacağınız bir film bence.


Kamera hareketleri, görüntü akışı alışageldiğimizden hayli farklı. Hele son zamanda bir çoğunun , neredeyse birbirinin aynısı olduğunu düşündüren filmler silsilesinden sonra "oh beeee" dedirtiyor kesinlikle. Müzik seçimleri de bir o kadar özgün. Olağanüstü olan tek şey insan. Fark ettim ki ben kendimi vikinglere, sopasını sallayınca dağları uçuranlara, lordlara krallara bayağı kaptırmışım, alışmışım onlara yani.Birdmande anlatılanlar hoşuma gitti.


Filme, benim gibi tek başınıza giderseniz de olur  ama birbirinizin cümlelerini tamamlayacak yakınlıkta-frekansta olduğunuz eşiniz dostunuz varsa ve onunla giderseniz çıkışta uzun uzun tartışacağınız konular,üzerinde fikir alışverişi yapacağınız sahneler ve keyif alacağınız çıkarımlar bol olacaktır. Filmden çıktığımdaki fikirlerim ile eve geldiğimdeki fikirlerim aynı değildi. Güzel bir yemeğin ,zaman geçtikçe damaktaki tadı belirginleşir ya..öyle bişi işte.


Haa..bir de. Her filmde kadınların her bir yeri görünür ama bu filmde adamlar sürekli sliple geziyor. Bu da ilginç geldi bana.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Grinin Elli Tonu


Dün gösterime giren Grinin Elli Tonu'nun öğleden sonra ve akşamki gösterimlerinde bilet yokmuş.
Ben de sabah ilk seansına gittim.
Bu tür bir filme ilk kez gittiğim için az biraz tedirgindim yani içinde erotizmin baskın olduğu bir filme gitmemiştim,seyirci kitlesi hakkında da zihnimden binbeşyüz tane şehir efsanesi geçiyordu,tedirgindim.
Yine de gittim.

Kitaplarını okumak için elime ilk aldığımda, Selin yanıma yaklaşıp "anne konusu hakkında bir fikrin yoksa arka kapağını oku,içine bir göz at" diye mırıldanarak uzaklaştı. "Ne ki" diye bakmak için içinden rastgele açtığım ilk sayfada ise gözlerim yerinden fırladı. D&R'daydım, kitabı telaşla yerine bıraktım.

Hani yasakların yüksek duvarlarındaydım da ondan uzak kaldım bu tür romanlara-filmlere desem doğru değil.Olabildiğince özgür yaşayan ve sınırları "zararlı" "zarar vermek"lerle çevrili geniş bir dünyası olan biri oldum her zaman. İlgimi çekmedi,benim öncelikli alanım ya da merakım değildi hiç bir zaman diyelim. Belki de yasaklar ilginç kılıyor bir çok şeyi.

Neyse, ben oradan uzaklaştım ama beni uyaran kızımın konu hakkında belliki benden çok bilgi sahibi olması aklımdan çıkmadı. Geri dönüm ve kitabın serisini aldım.

Çocuk yetiştirirken onun dünyasına onun yaşadığı zamana dahil olmanız gerekiyor.,
Ve 40'ından sonra bir çok şeyin tanımı-anlamı farklılaşıyor.
Kitabı alma nedenlerimi böyle özeteyebilirim.

Kitabı hızlı okudum çünkü akıcıydı.Keyifle okudum çünkü keyifliydi.Çok güldüm çünkü 40'ımı geçmiştim ve balkabağından araba çıkmayacağını ancak iyi bir tatlı olabileceğini bilecek zamanlarımdaydım.

Google ile birlikte okudum çünkü bahsedilen bir çok şeye "aha? O ne be" diye bakmak zorunda kaldım.

Sonra filminin çıkacağı söylendi.
Selin, ben de gitmek istiyorum dedi.
UYH! oldum.

Kocaman yasaklarla dolu ikna cümleleri kurabilirdim.
Ama ben öyle yetişmedim.
Filme ben bir gideyim, beraber karar veririz çünkü bu normal kavramları aşan, doğruluğu tartışılmalı denilen sınırlarda gezinip o farklılıkları güzel gösteren bir öykü..diyebildim sadece.

Neyse efendim, ben bu sebeplerle sabahın esselatında her işim bitmiş gibi gittim Grinin Elli Tonu'nun ilk seansına girdim.

Kocaman mısır kasemi kucaklamış seyircileri bekliyordum ki  12 numaralı salonun kapısına türbanlı bir grup genç kız geldi.
İlk onlar girdi.
Sonra bir sür başka genç kız.
Mısır kasemi kucaklamaktan vaz geçip içeri girdim ve j15 numaralı koltuğuma oturdum.
Bir genç çift vardı birlikte gelen.
50 yaşın üzerinde çiftler de birlikte gelmişlerdi
Bir de 80'e yakın saçı sakalı bembeyaz bir amca vardı..ona bakakaldım ve kendi dünyamın sığlığından utandım.Ne kalıplarım var benim,tü bana dedim.

Gelelim filme:

Christian Grey'i on numara doğru seçmişler. O



 gerçekten Christian Grey.Tip harika. Anastasia ise güzel, fiziği mükemmel ama ;

1-) Bence bazı yerlerde hayli yapay kalmış.Misal,röportaja ilk gittiğinde kalemi dudaklarına götürüşü..seyircinin gözüne sokulmuş kanımca.
2-) Niyedir bilmem zaman zaman yüzü çok yaşlı görünüyor.

Onun dışında bişi diyemem.

Film, kitabın bir hayli yumuşatılmışı. Asla kitaptaki kadar çok ve sert detaylara yer verilmemiş. Beyaz Dizi'lerin profesyonel ve biraz daha erotik hali ..bana göre başka bir şey değil. Romantik bir aşk hikayesi bu. Zengin ,deli gibi yakışıklı ve genç patron masum,kendinden haberi olmayan , uzun güzel bacaklı kıza aşık olur.. bla bla bla

Filmin bazı sahnelerinde arka sıramdaki genç kızlardan çığlıklar ve gülüşmeler yükseldi. Misal, Anastasia " ben bakireyim" dediğinde Mr. Grey inanamaz gözlerle ona bakınca bir kahkaha tufanı koptu.Açık sahnelerde sessiz mırıltılar ve kısık kahkahalar boldu.Film bittiğinde genç kızlar neşeyle, orta yaş tebessümle,yaşlı amca boğazını temizleyerek, ben mısırımdan artanı eve çocuklara götürmek için poşet arayarak çıktık salondan.

19 yaş bu filmi izlediğinde içi gidecektir. 
29 yaş "keşkeeeee" diyecektir
39 yaş ve sonrası "oldu canım he canım he he" diyecek ve gülümseyecektir.

Benim film eleştiri yazım da böylece bitecektir. 

2 Ocak 2015 Cuma

Yusuf Yusuf &Nehir&Ben&Lucy&Selin...

Ön yargılarım kadar ön yargılarımın haklı çıkışından nefret ediyorum.


Yılbaşı akşamı kalplerimizi sıcak çikolata kıvamında tatlı ve eşsiz duygularla dolduların küçük anılar yarattı evimizde ama asla neşeli bir akşam diye tanımlanabilecek bir akşam değildi.Çocuklar büyüdükçe istekleri,tamamlanışları farklı oluyor.Onlar, artık daha neşeli ve kalabalık sofralar eğlenceler istiyorlar.Bizde de bunun eksikliği hissedildi. Hele Trabzon'da ailemin kocaman bir masada neşe dolu fotoğrafı feyste yayımlanınca bükülüverdi boynum ister istemez.Yine de elimizden geleni yaptık mutlu olsunlar diye.


Sabah kalktığımızda Nehir'imin surat 5 karıştı. Dışarıda buz gibi olan havaya bakıp tüm günü evde çocuklarımla geçirme hayalimi tuzla buz edecek bir kararlılıkta "sinemaya gitmek istiyorum anne " dedi.Ne desem diye baktım suratına "hayır " diyemeyeceğimi bilmezmiş gibi.

İnsanlar neden tekrar çocuk olmak ister bilmem.Her şey başkasının iznine bağlı. Sıkıntıdan patlıyor ama anneyi ikna edebilirse gidebilecek dışarı, tok ama ye denilirse yemek zorunda, partiye giderken kot giymek istiyor ama ona dantelli elbise giydiriyorlar.Yani bu öğğğ bişi değil mi sahiden? 


Neyse, giyindim kuşandım, Nehir de giyindi.Selin evde kalıp Tumblr'da takılmak istedi.Biz çıktık.

Selin ile müzik ve sinema hatta kitap zevklerimiz uyuşuyor ama Nehir ile çok örtüştüğünü söyleyemem. O "Mandıra Filozofu" "Deliha" gibi filmleri seviyor.İlla Türk sineması olsun takıntısı var. Ben de  "Selvi Boylum Al Yazmalım" ya da "Neşeli Günler" den sonra iyi ki izledim diyeceğim türk filmi pek hatırlamıyorum.Hele şu son dönem filmlerinde ana avrat düz gitmeyi marifet mi sayıyorlar nedir, nefret ediyorum alenen. Nehir'in gönlü olsun diye çıkmışken filmi benim seçmem olmazdı, korktuğum başıma geldi ve "YusufYusuf" diye bir filme kendi elceğizimle bilet aldım içimden suratımı asa asa.



Sinema saatine kadar oyun oynadık, mağazaları gezdik.Sinema salonuna girdiğimizde neşeli görünmek için elimden geleni yaptım ve belki bu filmde eğlenirim diye umdum.Üstelik Nehir'in sevdiği gibi en önden bilete almıştım yani en arkayı seven bendeniz inanılmaz şeyler yapmaktaydım kendi çapımda ama Nehir'in yüzündeki mutluluk,sevdiği bir şeyi annesi ile yaşıyor olma sevinci kalan her şeyi boşverebilme sebebimdi doğrusu.


Film başladı. Ali Sunal'ı ve oyunculuğunu seviyorum, Oya Başar kötü kaynana rolünde master yaptı zaten.Senaryo kolaylıkla tahmin edilebilesi olaylar silsilesinden oluşuyordu, araya tam da tarzda "halktan" cinsel espiriler sokuşturulmuştu.Zaten salondakilerin gevrek kahkahalarından senaristin doğru bişi yaptığını anlamak mümkündü yani. Nehir o tür esprilerde bana eğilip "neye gülüyorlar" diye sormasa benim de güleceğim yoktu ama bastım kahkahayı. Kuzuum...


Neyse, filme o kadar espri ve gülünmesi mümkün şey olduğunda tepki vermeyen halkım sinkaflı küfürlerde yıkıldı gülmekten. E ben de sinirlendim şimdi ne yalan söyleyeyim. Baktım Nehir de katıla katıla gülmüyor mu? Ona uyarıda bulunup bunun ne nahoş bir şey olduğunu anlatmak isterdim ama keyfini kaçırmak istemedim ve 40 yaş sonrasında zamana dayanıklı olmayı öğrendiğimi sanıyorum yani bunu ona anlatmak için doğru zamanı beklemeye karar verdim. Ama Nehir o esnada dönüp bana baktı ve benim gülmek bir yana dursun ,perdeye öfkeyle baktığımı gördü. Sonraki gülüşleri o kadar da neşeli değildi.Vermem gereken mesajı anlatarak değil göstererek verdiğimi düşündüm.

Film mutlu sonla bitti. Hatta sanki yönetmen daha anlatıyordu da bitiş jeneriğini girdiler diye düşündüm filan yani.

Sonra eve geldik.Biraz dinlendik, yemek yedik ve Selin'e "Lucy'i koyarmısın izleyelim" dedim. Nehir başta Türk sineması değil diye mırın kırın etse de yumuşak huylu bir çocuk olduğundan çabucak "peki" dedi.

Sonra hatır için izlemeye başladığı filmi soluksuz izledi.Arada heyecanla zeka hakkında sorular soruyor, anladığından emin olmadığı yerler hakkında ablası ile konuşuyordu.Film bittiğinde hepimiz keyifliydik.

Nehir'e YusufYusuf'un da hoş bir film olduğunu ama kriterinin Türk-yabancı değil kaliteli-kalitesiz olması gerektiğini, farklı alanlardan da bir şeyler izlemenin-okumanın beynini Lucy gibi geliştireceğini anlattım.



Bu akşam Şehir Tiyatrolarında Hıdrellez isimli oyuna gideceğiz. Sinemayı seviyorum ama tiyatro seyircisi olmak apayrı bir kültür,apayrı bir keyif..






Bu topluma, sanatla barışık çocuklar lazım.

Selin, 2013-Okul... Çehov'un Sevgili Doktor oyununda

26 Aralık 2014 Cuma

Hobbit 5 Ordunun Savaşı












































Bu gecikmiş bir yazı aslında.

Hobbit-5 Ordunun Savaşı..Filmi uzun zamandır bekliyordum ve gösterime girdiği gün ilk seansta yerimi aldım.

Salonda sadece 3 kişiydik, daha evvel de belirttiğim gibi 
sinemaya kesinlikle yalnız gitmeyi seviyorum. Kova mısırımı aldım, "kırk yılın bi başı kola alsam mı" dedim , onu da aldım. En arkalarda orta koltuğa yerleştim.

Film,(bir Tolkie hayranı olarak söylüyorum) elbette hayal kırıklığı yaşatmaktan çok uzaktı. İlk sahnesinden son sahnesine kadar olacakları kestirseniz bile büyük bir keyifle izliyorsunuz. Normal hayatta yaşayamadığım duygusallığım sinemanın karanlık salonunda tutuyor ,kimse görmüyor rahatlığı mıdır nedir,ağlayabiliyorum filmlerde. Bunda da buldum ağlayacak birşeyler :-)

Yüzüklerin Efendisi serisi bir kaç kez üşenmeden okuduğum, her seferinde keyif aldığım, bir sayfayı okurken sabırsızlıktan arka sayfalara saldırdığım kitaplardı. İşin hoş yanı, Yüzüklerin Efendisi serisi sevgili eşimin bana evlilik yıldönümü hediyesiydi ve benim en sevdiğim hediyelerinden biri olmuştu.

Daha sonra bu seride anlatılanların birer imge olduğu ve şifrelerinin çözümlemesini okuduğumda yaşadığım hayal kırıklığı derindi.
Orkların , bizim mitlerde de var olan Yecüc ile Mecüc olduğunu iddia edenler vardı .Elf'lerin Avrupalılar olduğu, tükendi sanılırken hortlayan kötülüğün yani Sauron'un da Türk-Mordor'un Türkiye  olduğu söyleniyordu mesela . Hobbit'ler dünya halkı idi sanırım.

O günlerde kızarak okuduğum bu iddialar bugün boynum bükük hatırladığım şeyler.Doğduğum coğrafyanın bu belirleyiciliği inanılmaz..
Neyse, filme dönersek, filmi izlerken görsel olarak haz aldığım kesin. Komik bir şekilde Thorin'in Rizeli olduğunu düşündüm hep. O öldüğünde ise onaylayarak başımı salladım:onurlu birinin onuru yüceltmesiydi ölümü. 

Elf-Cüce aşkını ise gülümseyerek izledim. Aşk, tarihte-mitlerde-yasalarda hep yer alan ve aslında her kuralın üstünde bir belirleyiciliği olan.

Para aşkının,maddi gücün gönülden bağlı oldukları krallarını delirtmesi sonucu çaresiz kalan tebaayı  da bildik duygularla, rahatlıkla empati kurarak izledim.Thorin'e ve benzerlerine "sen haksızsın" diyen "maddi çıkarlar seni delirtti halkını ülkünü unutturdu" diyen kahramanların sadece masallarda olması ne kötü...


Filmin akışı ırkların,barışın,yüksek görüşün,bilgenin önemini bugünün gerçekleri ile kıyaslayarak değerlendirirken yine Yüzüklerin Efendisi kitabından o unutulmaz repliği düşündürdü bana.


Frodo ile Gandalf Gollum hakkında konuşur. 


F : Bilbo'nun, elindeyken, onu öldürmeyerek harcamış olduğu fırsata acıyorum.
G: - Acıyor musun?
- Bilbo'yu durduran da, acıma duygusuydu.Yaşayanların çoğu, ölümü hakeder. - Ölenlerin bazıları ise, yaşamı.
- Sen onlara yaşam verebilirmisin, Frodo?

- Ölüm ve yargı dağıtmak için fazla aceleci olma. 
- En büyük bilgeler bile, bütün sonları göremez.

"Bekle ve gör" dedim kendime filmden çıkarken. Hem zamanın getireceklerini, hem bir dahaki filmin güzelliklerini.

Seviyorum bu serinin her kitabını ve filmini. Gerçi filmde (Yüzüklerin Efendisi) önemli kişi ve olaylar atlandığı için kızmıştım ama olsundu..yine de güzeldi.


Selin bir Bilbo hayranı olarak gördüğü film afişlerinde bile mutlu ve erimiş bir ergen olarak tebessüm ederek beni çok güldürdü. Artık sevdiğim filmleri, kitapları  çocuklarımla paylaşabiliyor olmak ne mutluluk.



Teşekkürler hayat :-)



26 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Tuhaf Film Eleştirisi - Alaycı Kuş -1


Üniversitedeyken keşfettim ki ben sinemaya yalnız gitmeyi seviyorum. Hani tereddütsüz, hakikatten , çok net tercihim sinemaya yalnız gitmek. Bunu Selin'e anlattığımda başta yadırgar gibi görünse de 1-2 deneme sonrasında , belli özel filmlere kankisi Doğa ile gitmek haricinde onun da tercihi sinemaya yalnız gitmek oldu. Artık o da öyle yapıyor.

Dün, Nehir'i okula bıraktıktan sonra sabah çay keyfimi Deniz ile tamamladım ve hevesle Capitol'e doğru yola koyuldum. Oranın Spectrum Card'ı var ve her 10 film izlediğinizde bir bilet bedava oluyor. Bu da Selin'i çok mutlu ediyor tabii ki.

Neyse, Cumartesi Nehir Deliha'ya gitmişti, Selin ise Açlık Oyunları serisinin devamı olan Alaycı Kuş'a.

Büyük bir heves ve keyifle Alaycı Kuş biletimi aldım. Boyum kadar bir kova patlamış mısır aldım ve günün o saatinde sadece 3 izleyicinin bulunduğu sinema salonuna daldım. Reklamları bile keyifle izliyorum, öyle çok seviyorum sinemayı.

Film beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı. O süre nasıl geçti, filmin sonu nasıl geldi anlamadım. Katniss'i canlandıran Jennifer Lawrence'e hayran oldum. Oynamıyor yaşıyor sanki gerçekten. Mimikler tamam,hareketler de ayarlanabilir ama gözlerine o duyguları o kadar yoğun yansıtabilmesi karşısında koca mısır kovamı bir yana koyup saygıyla şapkamı çıkarttım. Beğenenleri beni affetsin ama Peeta çok tipsiz demek istiyorum bir de.

Bu tür kurguların bizi geleceğe hazırladıklarını düşünmüşümdür her zaman. Bir dönem tüm filmlerde Amerikan Başkanı zenciydi, Obama amca geldi sonra. Önce Denizler Altında 20,000 fersah yazılmıştı sonra denizaltı yapıldı. Bölünmüş, ayrılmış toplumlar ile ilgili filmler de , etnik vurgulamaların çok olduğu filmler de revaçtaydı bir dönem.Eh, tabloya bakıyoruz ve "netekim" diyoruz. Revolution, Göçebe, Açlık Oyunları gibi oldukça beğeni kazanan filmler ve hatta daha öncesinde Amerika'da yaşanan büyük felaket sonrası yaşamın ilk başa döndüğü filmler hatta Yüzüklerin Efendisi bile hep bir büyük son ve "insan" kalmayı başarıp kendi mücadelesini verenlerin umudu kaybetmeden başardıkları yeni başlangıçları anlatıyor.

Eh, sakince mısırlarımı yerken bile bu beni düşündürüyor ve ürkütüyor doğrusu.

Alaycı Kuş filminde kahramanlar belli ama kenarda durup en büyük düğümleri açan aslında Haymitch Abernathy diyeceğim. Onun ayyaş suratındaki gülümsemeye ve sorunlarda kişi değil olay odaklı insancıl çözümlerine bayılıyorum. Hayatlarımızda birer Haymitch  olsa hiç fena olmazdı doğrusu.

Film, tıpkı kendi senaryosunda olduğu gibi dünyada da bastırılmış öfkenin, haksızlığa baş kaldırının filtilini ateşlemiş. Bu da dünya realitesinden haberlere dahil.

Bir çok yerinde göz yaşlarımı tutamayıp ağlamam benim duygusal yapımdan kaynaklanabilir ancak gözü açık rüya görmeyen ya da bakmayıp gören herkesin yüreğini saran  sıkıntılı ülke gündemi ile yoğurup izleyebiliyor insan kimi sahneleri.




"Biz yanarsak, siz de yanarsınız" ... Yalan ve zulüm ile bastırılmış mıntıkalar adına tüm gücü elinde tutan Başkan Snow'a söylenmiş bu söz çınladı durdu kulaklarımda.

Özellikle Katniss'in şarkısını söylediği yerde salonda 3 kişi olduğumuz için kaderime minnettar halde hüngür hüngür ağladım ben. Eve gelirgelmez de cebime indirdim bol bol dinleyebilmek için.

Herkesin şarkısını söyleyebildiği bir frekans var. Katniss haksızlığa karşı öfkelendiğinde, sevdiklerini ve değerlerini koruma güdüsü ile içindeki yangın alevlendiğinde  aklı karışık çekingen genç kız gömleğinden sıyrılıp kendi menkıbesini oluşturuyor. Görsel efektler, mekanlar, simgelerin vuruculuğu ve sadeliği, kostümler ..kısaca filmin görsel her anı harikulade geldi bana. Senaryoya zaten vurgundum, deforme etmedikleri için ayrı mutlu oldum. 
(Yüzüklerin Efendisi gibi her satırına hayran olduğum güzelim kitabı 3 'er saatlik filme alıp Tom Bombadil'i ya da filmin finalini belirleyen hediyeleri atladılardı ya..deli olmuştum. Ya da tiplemelerin seçiminde Frodo'yu iki kaşı havada çatılı "Sezercik Fedakar Çocuk" ..modunda biri görünce "ayyy" diye basmıştım çığlığı ya..o korku kaldı içimde demek.)

Film bittiğinde buna hazır olmuyorsunuz. 

Selin'i alıp bir daha gideceğim filme, ikimiz de ikinci kez o ortamda filmi izlemeyi çok istiyoruz. Selin, "herkes orada bir kahraman görüyor ama kimse büyük baskılar altında kişiliği travmalarla şekillenen bir "daha genç kız bile sayılmaz"ın çektiklerini, yaşadıklarını görmüyor.İnsanlar çok bencil" diyerek eleştiri okunu sapladı ama filme değil izleyicilere.

Bu akşam da çocuklarım ve onların arkadaşı ile Üsküdar Musahipzade'de  Shakespeare 'e gideceğiz.

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir" diyerek zamanın çok öncesinden bugüne ışık tutabilen o büyük insana selam olsun.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Deli Veli

Veli toplantısına gidip deli olmadan dönmek ne mümkün? Eleştire eleştire beslediğimiz sistemde çocuklarımızın çocukluklarını, gençliklerinin ilk yıllarını, insanlıklarını griye boyuyoruz "onun için en iyisini istiyorum valla" adı altında.

Yok yok..çok düşündüm bugün bu konuyu. 13 yaşını anlat dediklerinde "şıkları alayım" diyen bir kızım olsun istemiyorum ben. Hata yapan,ilk minik kalp çarpıntılarını yaşayan, hakkını edebiyle arayan,mevsimleri takvimlerde takip ederek değil gülyüzünün teninde hissederek yaşayan çocuklarım olsun istiyorum.

Bugünün ebeveynlerini anlamak da zor. Haklısınız diye diye hepsi çıtayı yükseltiyor. Onlarca kurs-ders aldırıyorlar çocuklarına. Resim öğretmenliği yaptığım zamanların birinde sınıfımdaki çocuklara "şimdi bahçeye çıkın ve insan yapısı olanlar hariç dümdüz bir şey bulup bana getirin size 10 vereceğim" demiştim. Hem dersi bahçede yapmak hem de bedavadan not kapmak sevinciyle fırlamışlardı bahçeye ama istediğimi bulup getiren olmadı. Tabiatta insan yapısı hariç pürüzsüz dümdüz bir şey yok.İnsan , rahat ve mükemmellik adına herşeyin  olması gereken asıl çizgisini yok ediyor, yalın ve kişiliksiz oluyor elinden çıkanlar. Çocuklarımızı da buna itiyoruz bilerek ya da bilmeyerek. Tamam, kabul , ülkedeki eğitim sistemi berbat hatta berbat ötesi. Cinayetin harflerle işlenen şekli...ama hem karnım doysun hem çöreğim eksilmesin değil mi bizim yaptığımız hiç tepki vermeyerek? Ne eğitiliyorlar ne öğretiliyorlar ...şartlar aynı değil ama sınava birlikte giriyorlar.


Kime kızacağımı şaşırmış vaziyette çıktım veli toplantısından,ilk defa bu sene dershaneye verdiğim canım kızımı aradım "hadi dersi kır sinemaya gidelim" diye. Uçarak Capitol'e geldi keçi :-) Heyecanla beklediği Thor filmi gösterime girmiş dün, Selin gelmeden 19:00 seansına bilet almıştım. Azıcık gezdik, kitaplara baktık , yemek yedik, sohbet ettik ve sonra sinemaya gittik.


Onun kahkahaları ve sevinci var ya...ömre bedel, ab-ı hayat.Nasıl en uçta yaşıyor sevgiyi ve öfkeyi, nasıl 10 numara ergen...nasıl benim kızım...nasıl seviyorum onu...


Eylemlerim devam edecek elbette. Ben anne olacağım,o evlat. İleride bir gün 13 yaşını anlat dediklerinde bir sürü anısı ve yaşanmadan geçirilmemiş bir yaşı olacak. Genel müdür olur mu olmaz mı bilmem ama insanoğluinsan olacak....

Melih Cevdet Anday'ın da dediği gibi...umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.