Dost etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dost etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2014 Cuma

Bahar..ama çok

Bahar çaldı camımı iki tık'la. 

Canı sıkılıyormuş."İstanbul'a gelesim yok vallahi" dedi az sıkkın "herkes bir koşturmaca, herkes yere bakıyor..göğü bezedim başını kaldırıp gören yok." Ayakkabılarımı giyip fırladım evden.Benim de canım sıkkın, yarenlik ederiz birbirimize dedim gönül diliyle. Haytalığı üzerindeydi, 3-5 damla yağmur serpiştirdi üzerime, kaçışan ya da hemen şemsiyesine sarılanları izledik  gittikçe genişleyen bir tebessümle.

Seçim zamanı, o almış bu vermiş o gitmiş bu gelmiş..işsizlik can sıkıcı zaman diliminde;fazla uzamış. Boşverdik azcık. 

-Nen var..dedi

Güldüm yürürken , hiç büyümeyecek bu bahar, hep böyle akıllı ama çocuk mizaçlı bişi kalacak.

-Boşver, bildiğin şeyler.Bugünü zehirliyor ama yarına sirayet etmiyor..dedim.

Rüzgarıyla saçlarımı okşadı sevecen, huzur doldu içim.Tomurcukları filizleri taze yeşil bir bahar dalını okşadım incitmeden usulca.O da gülümsedi.

Konuştuk bir senedir olandan bitenden sorgusuz iki dost sıcaklığıyla. Muzipliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, kâh beklenmedik rüzgârlar kâh pat diye açıveren güneşin sıcaklığı..insanlara bakıp o kadar gülüyordu ki dayanamadım ben de gülmeye başladım. 

Dağlara çıkmayı her zamankinden çok istediğimi, artık buna ihtiyaç duyduğumu anlattım.Dinledi dikkatle, anladı suskunca. "Ya denizlere aşkın?" diye sordu... "maviye aşkım biter mi hiç, biri ihtiyaç ve aşk ama diğeri yaşam sebebim" dedim."İlle de mai ille de mai ha " dedi, yine gülüştük.

Sararmış koca bir yaprak düştü önümüze. Minnettarım sonbahara, bitmesi gerekenin olgunluğu olmasa başlamak mümkün olmazdı asla dedi. Saygı ile baktık solup gitmişe,solup gitmişliği ile bile başlatmayı bilene.

Suskun yürüdük 3-5 adım daha.Veda zamanı gelmişti en azından bugünlük ama ayrılmak gelmiyordu içimizden;nasıl sonlandırılacağını da bilemiyorduk bu  suskun uzun ve dopdolu sohbetimizin.

-Sormaya dilim varmıyor ama ne oldu şu senin iş arayışın..var mı bişi  ..dedi pat diye
İrkilip bakakaldım narin siluetine
Sonra ikimizi de alıverdi bir kahkaha tufanı, tekrar görüşmek üzere ayrıldık bin neşeyle

25 Ekim 2013 Cuma

Sevgili Martı

İnsanlar rüya görmek için uyurmuş ve ömrü uzun, sağlıklı, neşeli olası canım babamdan öğrendiğim bir sözdür bu: "balıklar rüya görmez, deniz o  kadar güzel ki" ymiş. Gerçi ben bu ikinci sözde gözbebekleri dahi gülesi, bahardan güzel baldan tatlı ömrümün cananı ablamı kast ettiğini düşünmüştüm babamın; çünkü ablamın adı da Deniz.






martılar ki sokak çocuklarıdır denizin (can yücel)




Neyse, tam uykusuzluğa alışkın benliğim bu saatlerde alışkın olmadığı kadar derin bir uykuda en az çocukluğumdaki kadar muhteşem saçmalıkta rüyalar görmekte ve o rüyalar muhtemelen uykumda bile bana kahkahalar attırmakta iken beni çağırdığını duydum aşina seslenişi ile. Ne uyku, ne rüyalar ... fırladım kalktım yataktan ve cama koşturdum. Oradaydı, ben uyandım hayat başladı sen neredesin dercesine gökyüzünde daireler çizerek dolanıyordu. El salladım gülümseyerek, bir kez daha yüksek sesle yeni günü selamladı ve rızkını aramaya gitti martı.




Rahmetli dedem Haşim Baba'nın kayığı vardı. Bir gün denizde avlanırken yaralı martı bulmuş, her zaman temiz düzenli ve dedem yokken kendimi iğreti hissettiğim evine getirmişti. Martıya "Mehmet Ali" adını koyduk. Dedem izin vermezdi yanına yaklaşmamıza, babam "martılar evcilleştirilemez ve gagası size zarar verir" diye her zamanki gibi yorum yapmadan sevecen bir dille olageleni izah etmişti. Hayrandım martıya, yaralı da olsa başı dik ve seyrine doyum olmayacak kadar güzeldi. İçimde çocuklara mahsus inançve istekle Mehmet Ali'nin evcilleşeceği ve benim onunla oynamama izin verileceği inancı vardı....ama babam da dedem de doğaya,yaşamın kurallarına saygılı insanlardı. Mehmet Ali iyileşir iyileşmez onu salıverdiler. Biraz burulduysam da üzülmedim. Çocuk bile olsam özgürlüğün kıymetini ve gereğini biliyordum.



Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonra hissedilen kıvamı yoğun tadı berbat yalnızlığa çareler aradım elbette. Yeşille mavinin kucak kucağa neşeyle yaşadığı , dost rüzgarının deniz koktuğu Trabzon'u bırak caddeler,sokaklar dolusu yüzü gülmeyen insanların sel olduğu beton kent İstanbul'da yaşa...Bir gün Beşiktaş sahilinde yürürken bir başıma ,bana seslendi martı çığlık çığlığa. Başımı kaldırıp baktım. A! Bizim Mehmet Ali değil mi yahu bu? Vallahi o, nerde görsem tanırım. Bembeyaz tüyler, mağrur dik duran baş, hep havuç yemiş gibi boyalı gagalar...Epey dertleştik, ben anlattım o dinledi. Arada avaz avaz çığlık atıp benim içimdeki yangını dindirmek istercesine denize dalıyordu bir hışım. O da Trabzon'u, babamı, dedemi özlermiş ama beni yapayalnız bırakıp gitmeyecekmiş;söz verdi. Ondan sonra bağımız hiç kopmadı. Ne zaman dertleşmek istesem tepemde döner durur, ne zaman vapura binsem eşlik eder, ne zaman İstanbul'dan ayrılmam gerekse bir yerlerde karşıma çıkıp " sen git-dön ,ben burada seni bekliyor olacağım " derdi. Ben de ne zaman nerede olursam olayım onun beni çağıran sesini duysam görebileceğim bir yere fırlar ve sevgili dostumu görmenin eksilmeyen neşesi ile ona el sallarım.


Ve elbette ki bebeklerimin de onunla dost büyümesine izin verdim




















Yine, dünyanın en yakışıklı insanı olan, gülüşü solmuş gülleri açtıran canımın içi babam demişti "martılar çöplükte yaşasa da hep beyaz kalıyor, kirlenmiyor" diye. Bazı insanlar kendisini martı sanıyor olmalı. Paranın, tamahın, hırsın, yalanın, kinin , fesadın çöplüğüne dalıp debelenip  sonra arı insanların içine utanmadan çıkıyor ve kendilerini hala bembeyaz,tertemiz sanıyorlar. Oysa karşısındakinin gözlerine uzun süre bakamayışları, lüzumlu lüzumsuz tatlı sözlerinin en ufak menfaat çatışmasında 
yitirilişi  gibi bir çok şey onları ele veriyor 
zaten.. 26 sene oldu İstanbul'a geleli ama ben kadar maviye aşık martının çığlığı ile kendime gelmişliğim ve üzeri yaldızlarla kaplı altı pis kokulu çöplüğün tuzağından kaçabilmişliğim çok oldu. 
martılar ağlardı çöplüklerde biz seninle gülüşürdük...








Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun; martı sevdiği denizden asla vazgeçmez (Alfred Capus)...bu bile Mehmet Ali'ye saygı duymam ve onu vazgeçilmez bir aşkla sevmem için yeterli değil mi aslında?



Ne mavimi,ne martımı,ne kendimi yitirmeyeyim Allah'ım..dedim yine içimden usulca.


Mehmet Ali boğaz köprüsünün üst tarafına doğru uçtu gitti. Benim de uçup ardından gitmem ve neşeli bir tempoyla yaklaşmakta olan günü gökyüzünde karşılamam , sonrasında denizin üstünde raksederken mavide bir nokta olup kaybolarak aslında kendimi bulmak isteğimi gerçekleştirmem en azından bugünlük mümkün olmadığına göre kalkıp yemek yapmak ve işe yararlığın payesi ile yetinmek en iyisi olacak.










Bir saat sonra çocuklarım uyanacak..bir saat sonra  uyuyalıberi özlediğim gözlerinin ışıltısına ve dünyada ne şanslı, ne özel, ne vazgeçilmez yerim olduğuna işaret eden "anne" seslenişlerine kavuşacağım.


Herkes için güzel bir gün ola...

21 Ekim 2013 Pazartesi

Deniz Kızının Hüznü

Büyük acılar, büyük sevgiler ,büyük özlemler sessiz olurmuş
İçimden bile konuşmuyorum..o kadar yani

Ne büyük haksızlıktı beni sürgün etmeleri!
Sadece büyükbaşın birinin ayıbına şahit oldum diye!
Ve sadece onlarla aynı görüşte değilim diye!
Ve sadece güçlü olanın haksızlık etmesine,zayıfı ezmesine gücüm yetti de engel oldum diye!

Ne büyük keyifti onca fırtınada başı dik durmak,onurunu soğuk havada kolunun altına sıkıştırdığın sıcacık taze ekmek gibi yürek dolusu sevinçle ,tertemiz hissetmek...



Nasıl canım yandı! Çocuklar gibi ağladım onca yılımın emeğinden ayrılırken..

Bir de küfreder gibi hain ve korkak ve aptal ama hain olana verdiler sevdiceğimi!

("O gün" üzgündüm yaşadıklarım, "bugün" mutluyum bedeli ağır olsa da özgürlüğüme kavuştuğuma. )

Dostluktu , paylaşılan simitti , hesapsız gülüşler ortak ağlayışlardı , özgürce doyasıya maviye bakma hakkıydı orası benim için
Eşşek gibi çalışıp insan gibi karşılığını almaktı; karşılık asla para değildi..istediğim de!

Ve tabii en önemlisi "O"na yakın olabilmekti.

Hakkında kulağıma fısıldanan tüm olumsuz sözlere rağmen "O"nu sevmemek elimde değildi.
Başta düşmanımdı..elinde sanal bir sopa reel acıtarak kovalıyordu beni
Önemsemiyordum, hatta zaman zaman basit buluyordum onu
Sonra ilk cemre, sonra ikinci ..derken üçüncü cemre düştü.
Ve her şey ama her şey değişti.

“Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez, umulmadık 
anda birden bire boşanmaz insanın tepesinden.
 Azar azar gelir. İnsanın hayata ve çevresine 
karşı davranışları getirir mutluluğu, azar 
azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle 
doğar..”

Cengiz Aytmatov - Toprak Ana

"O"nunla çalışmak çok güzeldi.

En stresli anda bile benimle mizahı paylaşıp kahkahalarla gülebilen
En önemlisi hala çocuk kalabilen...

Zeka, parlatırdı mütevazı bakışlı gözlerini.
Çocuklarından bahsedişini severdim;insan olduğunu bilirdim
Vazgeçmeyişini, öğrenmeye açlığını
Her zerresini hak ettiğim bana güvenişini severdim
Bilirdim İstanbul onun da yüreğinde kök salamamış tüm ihtişamına rağmen
Lüküs arabalara bakarken gözlerinin parladığını görmedim ama parlardı gözleri neşeyle ve ilgiyle yükün altında ezilmeyen bir eşeğe bakarken...

"Trabzon" daki "ı" hari gibiydi..hep oradaydı ama kimseler onu göremezdi.

Lakin, dostluğu bile sakınımlı yaşadık hoyrat rüzgarlarda incinmesin diye,
Lakin, biz çok farklıydık her şeye rağmen yine de.

Aynı konuda aynı şeyi düşünmesini severdim
Bilmeden aynı cümleleri sarf edişimizi
Hızlı düşünmesini, "beklemeyişimi" severdim en çok
İlyas'tan beter, Cemşit'ten beter hatta topuklu ayakkabısı ile dağı aşıp kamyondan hızlı giden Asya'dan beter olacağımı bilirdim..yapabileceğim bir şey yoktu;boyun eğdim ve bekledim.


Dostluğun aşktan daha kuvvetli çizgisi var ve üstelik dostluğun cinsiyeti yok. Aşkta öfke,şiddet ve dahi şehvet vs vs bir çok duygu olabiliyor. Oysa dostluk katışıksız vefa,özveri,sevgi ve güveni barındırıyor . İkisi de bulduğunuzda sizi mutlu ediyor, ikisi de kaybettiğinizde canınızı çok yakıyor.


Şimdi, dik yamacın başında sert deniz rüzgarları ile beni bir başıma bırakışına kırgınlığımı suskun özlemlerle perçinliyorsam , ağzımı açmayıp kendimle bile konuşmuyorsam , "ötekiler" canıma okumak için alfabenin her harfini kullanırken "neden yanımda değil" demek yerine onun kendi zor mücadelesinde kendi destanını yazdığını görüp onu yormalarına üzülüyorsam ........

Ben, aşkı her şeyden üstün ve güçlü sanırdım;
Dostluk, bir çok konuda aşktan daha üstünmüş meğer

Tıpkı deniz kızları gibi...

"Günlerini, anlamanın sözsüz gayya kuyusunda geçirirler. Hiç bir şey düşünmezler; yalnızca anlarlar. (Denizin Sırları/Peter Ustinov)