Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yağmur


İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.

Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası  kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.

Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)

Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.


Ve "Akasya" sebebini asla anlayamadığım bir şekilde tüm okuldaki popülerliğinin meyvelerini toplamak yerine benimle arkadaş olmak için elinden geleni yapıp benimle dertleşti durdu. Aşkını, aldığı keyfi,neşesini,kızgınlığını bana anlattı. Şeytan azapta gerek..tersleyemedim.






O deli dolu hallerinin,aldırmazlığının altındaki şaşkın masum çocuktu belki içimdeki öfkeyi merhamete çeviren. Bir iki başımı çevirip gittimse de sonradan dibimden ayrılmayan bu çocuğa kapılarımı açmış buldum kendimi.

Bir bildiğim varsa insan evladını dinlemeli, anlamasa da dinlemeli.

Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.

Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.

işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız  var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.

Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?

Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.

Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.

Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.


Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu. 

Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.

Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı  faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken  kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.

Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.

Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.

Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.

Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...

Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.

-Evlenmemişsin "onunla"...dedi

Gülümsedim.

-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle  bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"

Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını  kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.  
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık. 

"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.

"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.

Hayat...seçimler..

Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.

Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...





13 Ocak 2015 Salı

Milat


Anneliğe hazır olmak diye bir şey var mı acaba?

O da olsun bu da olsun şunu da tamamlayayım şeklinde bir dizi bahane vardı anne olmadan önce. Hazır değildim. Deliydim,doluydum ama adam değildim. Düşünmüyordum bile hazır olmayı.

Sonra tıbbi verilere göre kendimi bu hazır olmadığım altın çağdan %99 korurken %1'lik bir mucize gerçekleşti ve hamile olduğumu öğrendim. O kadar imkansızdı ki bu, doktor hamile olduğumu söylediğinde şaşkın ve çok şaşkın olarak eşimle birbirimize dönüp bakakaldık. Doktor paniğimizi değerlendirerek müdahale etti: "evli değil misiniz yoksa?"

Çapa'daki prof. teyze ,anne olamazsın dedi. Beyninde şu var bu var acil ameliyat olman lazım.

Tabutta rövaşatamı anlatmıştım..omuriliğimde platin, zor şer toparlamış kırık bel vardı..dediler ki anne olamazsın.

Bir de şeker çıkmasın mı o ara..e dedim başka yok mu? Dediler çok riskli çok çok riskli..

Dahası da var ama yazmayacağım. Prospektüsünde kocaman "hamilelikte kullanılmaz" yazan ilaçlar kullanmam gerekiyormuş.
Dediler: anne olamazsın...

Hayata gol atıp %1'lik ihtimali değerlendiren güzel kızım, Selin'im karar vermiş; doktorlar profesörlere söz düşer mi? Evladım geleceğim demiş, ölüm yüzde kaç ihtimal; yaşam varken sorulur mu?

He he..dedim onlara.Cevap vermeye bile değmezdi nezdimde. 

Onlar etrafımda dizlerini dövüp bilmem kaç tahlil yapadursun, ben insanlara gereğinde kulak tıkamayı öğreneli çok olmuştu.


Hiiiç bile karartmadım enseyi. Fıldır fıldır gezdim,eğlendim.Şekerden dolayı perhiz yapmak zorundaydım hem de çok ağır çünkü insülin iğnelerini istemiyordum...başka da bir sıkıntıyı takmadım kafama.Ama göbeğimle övüneceğim o tek dönem perhiz yapmak yok mu?O çok dokundu kanıma.

Zaten eşimin babalık sendromu iki kişilikti, bana sıra kalmadı.

Neyse, kontrole diye gittiğim bir gün (12 
Ocak) beni doğuma alası geldi doktorların. Asistan geldi ve "hoca cs istiyor " dedi. Şu merak saldığım kitaplardan birinde ,bunun sezaryenin kısaltması olduğunu okumuştum. "Allah" dedim içimden "gittik"! Doktorum sakince "elimde hiç yok" dedi. Asistan bana baktı. Edward'ın Bella'ya ilk baktığı gibi hani.Kanımı istermişcesine ayyy. Neyse "hoca ısrarlı" dedi. Doktorum içini çekti, bana döndü "bebek yerini doldurmuş, suyu kalmamış,acilen ameliyata alıyoruz sizi" dedi. Yalandı biliyorum ama gıkım çıkmadı.Oysa, dönüşte şeytana uyup bir pizza yemek niyetindeydim. Birazdan ameliyata gireceğime değil pizza ile olan hayalimin suya düşmesine bozuktum. Bir yandan da doğumdan ne kadar sonra çıkıp o pizzayı yiyebilirim diye hesaplamaya çalışıyordum.

Eşimi aradım, doğumhaneye alıyorlar beni dedim. Sesten daha hızlı geldi Ulus'tan Altunizade'ye. Vallahi hala takdir ederim bu uçuşunu :)

Doğumhaneye beni Karslı bir hastabakıcı götürdü. Doğumdan da korkmadım.Telaş filan yoktu yüreğimde. Yaşamam gereken bir şey vardı, onu yaşıyordum. Hem sıkılmıştım hamilelik sakınmalarından. İçtenlikle , hamileliği 2 yıl süren filleri düşünüp onlara acır olmuştum.Sonra artık ertelenemez meraklarım vardı bebek hakkında. En çok, O'nun sesini çok merak ediyordum. Şimdi düşünüyorum da ,sanki yüzünü gördüğüm o ilk ana kadar anne olacağımı idrak edememiştim sanki , sadece yaşam bir süreç getirmişti ve ben de onu yaşıyordum.

Spinal anestezi yapıldı.Hani şu omuriliğinizin ortasına iğne batırıyorlar filan :-p Umurumda bile değildi. İlk kez böyle bir deneyim yaşıyordum ve "millet ne yapıyor etrafımda, onu niye yapıyorlar, bunu niye yapıyorlar, ben ne yapmalıyım, şimdi ne olacak" gibi bitmek tükenmek bilemz bir merak ile seyre dalmıştım alemi.

 Doktor, asistanlarına "bunu boşverin,normalde çığlık filan atarlar" diyerek beni "sanırım" takdir etti.

Sonra Selin geldi....

Anestezi uzmanı ile TRT'deki yayınlar hakkında sohbet ediyorduk doğum esnasında.
Sonra, hazır mısın dediler
Durun , saate bakacam 
yükselenini hesaplayamam sonra dedim.
Güldüler.
Sonra, saate baktım
13:09:07
Sonra o geldi
Selin
Bebek değil...kızım
Bebek değil...Selin
"O" değil..Selin'im

Tanıdık birini görmeyi beklercesine şaşkın yüzüne bakakaldım.Nasıl kırmızı ve minik bir şey bu dedim. A?Burnu yok? A?Dudakları ablam?







Bir titrek çığlık koyverdi "Selin" , görevliler onu alıp hemen sarmaya götürüyorlardı ki artık kanka olduğumuz anestezi uzmanı "getirin bir görsün bebeğini yahu" dedi.
Ekibin kalanı "ortalığı toplayıp" ameliyatı tamamlarken ben dikkatimi tamamen "kızım"a vermiştim. Ağlıyordu. 

Yanıma getirdiler.
Uzandım..
Çekine çekine dudağının kenarından öpüverdim.
Sustu..

Ne Fatih'in İstanbul'u fethi, ne  rönesans 
Çağ böyle değişirmiş meğer.

Zaman "Selin'den önce ve Selin'den sonra" olmak üzere ikiye ayrıldı.
Miladımdı o benim.

İnsandım,kadındım ama artık, bir de annelik vardı hepsinden her şeyden baskın olan. 

Tüm "anne olunca anlarsın"lar uzun yıllar bekledikleri eşikten sabırsızlıkla atlayarak kapımdan içeri giriyorlardu bir bir .

Epey sonra ameliyathaneden çıkartıldığımda aynı anda iki kişi aynı cümleyi haykırdı:

-Kızım nerde, kızım nasıl?

Bir ses bana,
Bir ses anneme aitti.


3 Ocak 2015 Cumartesi

Onunla Kavga Edemezdim






Kavga edemezdim onunla. hem sevgimin büyüklüğü, hem onun statüsü, hem karakter yapısı müsaade etmezdi . 

Bir inadı vardı (hem de hiç yok derdi o muhteşem kapasitedeki inadına) kırk yılın bir başı tutardı ama tuttu mu tutardı yani.Göze alamazdım onunla inatlaşmayı. Ben daha mı az inattım?Yok, asaletimle alakası yok ;kazandıklarım kaybettiklerime değmezdi hiç bir zaman.

Onunla kavga edemezdim. Gözlerinde tsunamiler yaratırdı öfkesi ama ardındaki kırılmışlığı görürdüm.O bana bağırırken ben onu severdim, ben onu örselerken o beni severdi.Kurallar koyar, taviz vermez,boynumun büküldüğünü görünce kuralları yıkacak bir mantıklı sebep bulup otoritesinden taviz vermezdi.



Onunla kavga edemezdim. İnsan ötesi bir sezgisi vardı.Yalan söylediğimi şıp diye anlar, beni buna pişman ederdi. Öylesine coşkun, öylesine dağlar denizler dolusu , öylesine mavi severdi ki beni bu aşka ihanete elvermezdi gönlüm. Omuzlarıma fındık kadar sorumluluk-üzüntü bırakmaz hepsini kendi omuzlardı.Yorulurdu ama vazgeçmezdi.Tam bir askerdi. Hayata mevzi alır, boşa kurşun atmazdı.Tüm o yüklerin, koşturmacanın,sorumluluğun içinde bir elini benim için boş bırakır,ellerimi bırakmazdı.


Onunla kavga edemezdim.Tüm anılarımın başlangıcında o vardı, miladımdı benim. Zamanı "ondan önce " diye ayırmış, ondan sonra demeye dilimi vardırmamıştım. Ondan sonra olsun istemiyordum, hep onunla olsun istiyordum. Kavga edersek sayılı dakikaları boşa harcar, anılarımızı kirletirdik.Bazen çok üstüme gelir beni gerçekten kızdırırdı, bazen beni deli eder bazen hiç anlamaz bazen çok ağır sözler söylerdi. Karşılık veremezdim içimden geldiği gibi. Sonsuz damlacıklar denizi olan sevgisini içinde saklar öfkesinin yakıcılığını tattırırdı hak ettiğime inandığında. O zaman kâr etmezdi ona karşı gelmek.Elbette mümkündü onu yenmek ama dedim ya, kazandıklarım kaybettiklerime değmezdi. Hiç bir şey onun ışık ışık bakan güzel gözleri kadar etmezdi. Işıltısını söndürmeye kıyamaz,onunla kavga etmezdim.


Hele biri üzsün beni..hele ağlayayım. İmkansız kelimesini tanımaz, yüce dağları düz yol eder önüne reisi cumhur gelse dider yolunmuş tavuk gibi ortaya koyardı. Yoktu benim için yapamayacağı şey. Ağladığımda her göz yaşı tanesinin başında bekleyip avucunun yumuşak sıcaklığı ile silişini hatırlarım.Göz yaşı tuzludur, cildini bozmasın derdi.Her ayrıntısı ile her ayrıntımı severdi.

Ellerinde büyüdüm,gözlerinde büyümedim. Belki bu tanımsız sevgiyle yoğrulduğu için var oluşum, yarım ve koşullu sevgileri kolay benimseyemedim...









Ben sevmeyi onda öğrendim... sevdiklerimi de onun gibi sevdim...



Sevmeyi,sevdiklerime , onun bana öğrettiği gibi öğrettim ve dünya ile barışık, şekille değil var oluşa saygıyla sevmeyi bilen çocuklar yetiştirdim


Elimden başka ne gelirdi ki... ben varoluşumun en başından bugüne onunla hiç kavga etmedim.Sevgisi önümde ardımda duvardı..sadece, yürek yettiğince, çok ama çok sevdim.









21 Kasım 2014 Cuma

Dağlar Yerinde Dursun


Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır günümdeyim.
Of çekmeyişim o yüzden.

Eşek kadar oldum, anne özlemi bu kadar olmamalı dimi ya?
Maalesef...annemi özledim hem de çok.
Özleyecek,özlenesi bir annem olduğu için şükrede şükrede,dağlar ardında olsun sağ olsun salim olsun diye diye özledim.
Mis gibi sabun kokan ellerinin başıma değişini, yosun rengi gözlerinde bahar bahar sevgiyle beni süzüşünü özledim.
Özledim diyorum ya...özlem değil bu çok ötesi.İçimde bir şey acıyor, kokusu geliyor burnuma.Üzmeyeyim onu diye yalandan telefon açıyorum :

-Anne salçalı bifteğin dibine soğan...nasıl ytapılıyordu bi anlatır mısın?

Demiyor bana 20 senedir evlisin,yemek programlarında çalıştın ,bin kere pişirdiğin yemek nasıl bilmezsin demiyor. 5 yol ağzında trafik polisi o, tüm aileyi düzenliyor ,herkeslere yetişiyor , koşturuyor ama düdüğü ağzından indirip anlatıyor." Bak şimdi..." anlattığını dinleyen kim.Sesi ılık ılık aksın gönlüme, kurudu nehirlerim,soldu çiçeklerim.

-salçayı ne kadar koyacaaam?

Ayağında sallardı beni.Uyumayayım diye çaktırmadan kendimi çimdiklerdim.Ninni bitince başımı kaldırır "bi daaa" derdim. Hep gülümserdi annem. Gözü güzel, gönlü güzel annem.

Çok özledim..ama dağlar yerinde dursun.

ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar/ kavuşmak nasıl olmaz ;madem ki ayrılık var ...demiş şair.

Kavuşacağız elbet..sabır.

Öyle de özlenesi bir kadındır ki. 

5. katta oturuyoruz, şen kahkahası birinci kattan da duyulabilir.Kızdı mı Tazmanya canavarı gibi bir karış boyu ile fırtınalar estirebilir.Sevdi mi dağlar denizler kadar, sildi mi tozunu zerresini bırakmaz.Bana kitap yollasana der, hayata merakı hiç bitmez. Yeni yemek tarifleri denemekten, masasını salatasını süslemekten haz alır. Bilir annem yaşamayı, savaşmayı,sevmeyi bilir.

Severim onu çok.

Ne iyi olurdu bugünlerde yanımda olsa.

Yok..dursun dağlar yerinde çekmeyeceğim of filan.
Ofların hepsi içimde..Karadeniz'e gideyim..salıvereceğim denizimin maisine.

Sonra dalacağım onun dünyaları içine alan güzel gözlerinin büyüsüne...

Çok özledim çoook!






28 Eylül 2014 Pazar

Küçüktüm Ufacıktım..

İstanbul-Trabzon arası vapur seferleri pek rağbet görürdü küçüklüğümde. O aşina maviliktir belki gönlümde taht kurup hala hüküm süren.




Babam, bu yaşıma kadar gördüğüm en yakışıklı erkeklerden biri annem ise yosun rengi gözlerinde baharlar,tatlı gülüşünde ılık meltemler barındıran bir kadındı. Asla pespaye görmediğim bu  güzel iki insan ile yaptığım bir vapur seferinin tatlı anılarıdır gecenin bu vaktinde girdiğim çıkmaz sokaklardan beni çıkartan.







Küçüktüm , ufacıktım. Düz saçlarının uzun perçemlerini gözlerinin önüne indirip dış dünya ile bağlantısını kesmeye çalışan , izleyen ama konuşmayan bir çocuktum. Salopetimin düğmesini yutmayı başarıp annemin yüreğini ağzına getirdiğim an aklımda. Deniz tutmasının ne berbat bir şey olduğunu en sağlamından öğrendiğim yolculuk da bu 
yolculuktur . Uzunca , dik merdivenlerden indiğimiz gemi restaurantının büyüleyici atmosferinde annemin eteklerinin, babamın ne yaptığını bilen insanlara mahsus rahatlığının ardına sığındığımı, tüm yemekleri reddedip muza bir türlü hayır diyemediğimi de tüm o bulanık git-gelli anılar içinden net şekilde çekip alabiliyorum.





Fuaye alanına gittiğimizde annem ve babam ingilizce sohbet etmeye başlamışlardı biri ile. İsmi, gariptir ki halen aklımda: Mr. Rabak. Elini uzatıp başımı okşadığında geri zıplamamak için kendimi zor tutmuştum. Rabak kızılderili imiş.Babam , ona "merhaba" demem için gülerek ısrar ettiğinde lütfedercesine bir "hello Mr Rabak" demiş sonra annemin arkasına süzülmüştüm usulca. 

Bir de zenci vardı sohbete katılıp ürktüğümü fark ettiği için daha uzak duran. En sonunda başımı okşamak için elini uzattığında geri gittim. Teninin siyahlığının bana bulaşacağını sanıyordum. Rabak'ın farklı teni, zencinin simsiyah elleri korkudan aklımın başımdan gitmesine neden olmuştu.

Sonra, zenci adam bana baktı ve gülümsedi. Kocaman gülümsedi. Onca siyahlığın içinden inci gibi dişleri bembeyaz parladı ya, gülüşünün içten sıcaklığı korkudan buz kesmiş çocuk gönlüme ulaştı ya...belki de karanlıktan korkumu yenişim o gülüştedir, kötü-kara günlerin ardından ummadığım beyazlığın çıkacağına inancım bu çocukluk anısında saklıdır diye düşündüm bu gece.

Birinin sağlığı, birinin çocukluğu, birinin aşkı,birinin evliliği,birinin işi,birinin hayalleri..yitip gidenlerin hüznü ile demlenirken gecenin bana kalmışlığında,  Mr. Rabak ve karanlığın içindeki beyazın sevinci ile gönlümü ısıtan zenci adam geliverdi aklıma işte öylesine. Dudaklarımda o şarkı , "keşke" ve "iyi ki"lerimin kesişiminde annemle babamın tamamlayıcı , güçlü huzurları ile pekişmiş mutlu çocukluğum.

Aydın Arın'ın şiirinde de dediği gibi:

...  

Yarım kalmasın düşüncelerim,
Bakarsın bir gün hepsi tamam.
Yeter ki kendimizi görebilelim,
Bu kırık aynalardan.

22 Ağustos 2014 Cuma

İmdat...Ama Çok


Selin , özel bir çocuktu.


İlk kelimelerini okuduğunda 2 yaşına basmamıştı.
3 yaşına geldiğinde benim kayıtlı olduğum forumlara kaydoluyor, sevdiği resimlerin linkini veriyordu vs vs vs
Çoğu zaman bilemedim onunla ne yapacağımı
Anneliğin verdiği güdüyle onu delicesine sevmek ve korumak iyiydi ama yine içgüdülerim avaz avaz tek ihtiyacının bu olmadığını söyledi bana hep.
O pedagog senin bu pedagog benim gezdim durdum. Çocuğun bir sorunu yok, ben doğru mu davranıyorum beni düzeltin eğitin dedim.
Çok da faydasını gördüm.Her doğrunun dosdoğru olmadığını, yanlış bildiğimiz şeylerin doğruların anahtarı olabileceğini,Selin'i üzenlere kafagöz dalmamın Selin için de benim için de iyi bişi olmadığını filan öğrendim mesela. Şüphesiz ki en doğru şey kardeşinin olmasıydı, Nehir'in varlığı ikimize de çok şey öğretti, hayatımızda bir çok şeyi düzeltti.

Selin , anaokuldan itibaren Türkiye'nin en iyi okullarından birinde eğitim gördü. Ve bu sene 9. sınıf yani TEOG senesi oldu.

Şimdi önümüzde bir çok kapı var. Tıpkı Alice Harikalar Diyarında masalında olduğu gibi her kapı başka diyara açılıyor. Üstelik Alice Harikalar Diyarındaki manyak Kupa Kraliçesini aratmayan birileri tarafından yönetilen ülkede... Hepsinin ayrı doğrusu var ve her seçiminde kazandığı şeylerin yanında tercih etmediklerinden dolayı kaybettikleri olacak. Özel okula mı gitse (eğitim sistemi sihirbazın şapkasından habire tavşan çıkartmak gibi) en iyi 3 devlet okulundan birini mi seçse. Gelecekle ilgili hayallerinin net olmasını bekleyeceğim yaşta değil ki kararın belirleyiciliğini ona bıraksam. 

Bi okul var..mezunları genelde ingilizce tıp kazanıyor  eve yakın ama Selin onu istemiyor

Bi okul var , yine eve yakın ve gittiği okulun devamı anadolu lisesi ama hep aynı camia,farklı kazanımlara gitmeliyim diye onu da istemiyor

Bi okul var, hakkında harika şeyler de duyuyoruz çok kötü şeyler de duyuyoruz. Şüphesiz güzel bir vizyon veriyor ve iyi öğrencileri var ama Selin düzeyinde eğitim almış biri için özellikle yabancı dil konusunda beklemek  beklemek beklemek demek.Eve ne yakın ne çok uzak

Bi okul var, Almanca eğitime geçecek ve Almanya'daki okullar tarafından  üniversite hayatında desteklenip kapılması muhtemel ama Selin yurt dışında Amerika ya da Kanada ya da İngiltere istiyor...Almanya ilgimizi çekmiyor.Eve yakın filan değil

Bi okul vardı..onun sınavını kazansa artık Selin'i hiç düşünmeyecektim ama o bu sene test çözmek yerine tumblra kendini adadığı için yeterince hızlı değildi. Sınavını kazanamadı ve böylece hayatında ilk defa bir sınavda birinci olmak şöyle dursun sınav kazanmamış oldu. Şahane bir şamardı.Bütün sene ettiğim nasihatlerin yapamadığını yaptı.Müteşekkirim.

Bi okul var, tüm saydıklarımdan farklı bir eğitim veriyor ama çok eski değil yani kanıtlanmış başarısı sonucu yok ama iyi temelleri var...önünde çok güzel kapılar açıyor ama farklılıkları büyük risk bizim için. Garantici türk halkı genlerim isyan ediyor, yavrumun kanatlarına rüzgar olabilme arzum beni kamçılıyor.

Bugün TEOG yerleştirme sonuçları açıklanacak ve ben ne yapacağımı bilmiyorum.

Tanrım, lütfen kızım güzel ve aptal olsun çünkü bu dünyada bir kızın olabileceği en iyi şey bu (yıllar önce izlediğim bir diziden...)

Güzel bir Cuma..hadi yaşayalım



28 Haziran 2014 Cumartesi

Bilge Nasihat


Ben sana bakarken başını çevirdin diye küsmüş çingene çocuk

Anlamamış bile masum melek,yapmadım diye açıklamaya çalışmış
Anne,anlamış asıl sorunun kıskançlık olduğunu ama girmemiş araya
Çingene yasaklamış masum melek ile konuşmayı diğer tüm çocuklara

Nasihat burada devreye giriyor. 9 yaşında bir ceylan çekirdek çitleyerek izlemiş olan biteni.Diğer tüm çocuklardan farklı olarak dik durmuş, karşı koymuş çingenenin baskısına,devam etmiş masum meleğin arkadaşı olmaya. Tüm gün oynamalarına karşın simadan hüzün gitmeyip neşe yerine gelmeyince "bak " demiş arkadaşına." Ben okuduğum kitaptan,annemin sözlerinden  bi de yaşadıklarımdan 3 şey öğrendim.Sana da söyleyeyim mi?"

Başıyla evetlemiş masum melek.

Ceylan sıralamış:

-Biiir,senle muhatap olmayanla muhatap olmayacaksın.İkiiiii , biri sana küstü mü asla peşinden giteyeceksin . Ve üüüüüç; ola ki bi şekilde sözlerini sana ulaştırdılar ya da seni köşeye sıkıştırdılar kötü şeyler söylüyorlar. Sözlerinin kalbine ulaşıp seni yaralamasına asla izin vermeyeceksin.

Anne,muhabbet zengin olsun masada bir kişi daha bulunmuş olsun diye oturduğu sohbetin akışından şaşkın, gözleri fal taşı gibi açılmış halde 9 yaşındaki ceylana bakakalmış.Evrenin zenginliğine,madenin nerde çıkacağının hükmüne şaşkalmış.Şapkasını başından çıkarmış, minik bilgenin önünde saygıyla eğilip afillisinden bi gazoz ısmarlamış.

11 Mayıs 2014 Pazar

Ben Küçükken de Vardı Anneler Günü


Kısa bir anı bu..bir ölçü hüzün, bir parça çocukluk,çokça nostalji,sevgi ve süsleme için de ölçüsünde neşe var içinde...

İlkokuldaydım.

Anneannem öldü..annemin de içinde bir şeyler anneannemle birlikte öldü. Hayatın akışını bilmek ve buna hazır olmak başka, yaşayıp kabul etmek bambaşka imiş. Sevgisini  ve öfkesini sınırların ötesinde yaşayan güzel annemin yosun rengi gözlerinden yaşlar dinmiyor, acısı azalmak bir yana gün geçtikçe artıyordu. 

İçine kapanık bir çocuktum ben. Hatırlarım, annem ağladıkça ve bu ağlama seremonisi  her gün yinelenip azalmadıkça içimi bir korku sarmıştı. Okula gidip geliyor, günlük hayatın akışında sakince yer alıyor ama hep annemin yine yumuşak bir gülüşle taçlandırdığı mutlu sabahları özlüyordum. Ablam, anne-abla karışımı muhteşem varlığı ile çocukluğumun bu karmaşık günlerinin eksik notalarını tamamlıyor ve varlığının bana ne kadar güven verdiğinden bihaber bana masal dünyasının gerçekle kesişimini sağlıyordu.

Sonra anneler günü yaklaştı. Annem bizi karşısına aldı ve bu anneler gününün ilk annesiz anneler günü olduğunu, kutlamak istemediğini, hediye almamamızı rica ettiğini açıkladı. O konuşurken, gri bulutların  parçalanarak aralarından güneş ışığı sızdırması umudumun yok olup gitmesini izledim sessizce. 

O gün okula giderken kararlıydım. Ufak tefek bedenimi ancak taşıyan cılız bacaklarımla olabildiğince hızlı yol üzerindeki kırtasiyeye gittim. İnce ahşaptan dantel gibi işlenmiş yelpazeler yeni çıkmıştı. Satıcıya bunu anneler günü için hediye paketi yapmasını söyledim. Gülümsedi ve isteğimi yerine getirdi....ama sonra fiyatını sorduğumda avucumdaki paranın yetersizliği mutluluğuma gölge düşürdü. Olsun!Kararlıydım umudu zamana bağlamamakta, üzerimizde dolaşan mevsimsiz yağmur bulutlarını yollamakta.

Nihayet anneler günü geldi. Koştum hediyemi aldım ve annemi öperek gururla ona hediyemi verdim. Annem tembihlerini dinlemedim diye kızacak mı diye azbuçuk endişeli olsam da mutlu hissediyordum kendimi. Hediye paketi  mahcup, şaşkın bir sevinçle karşılandı ve açıldı. Annem elindeki ince-zarif yelpazeye şaşkınlıkla baktı. 

Gururla söyleyiverdim:

-Param yetmedi ama taksitle aldım

Kahkahalar , kısa süren sessizliğin ardından koşarak geldiler. Annem bana kocaman ama koskocaman sarıldı.

-Taksitle ha?

-Anneler günün kutlu olsun annecim..dedim sevgimi peşin sunarak.

Güneş, gri bulutları parçalamış ilk ışıklarını yollamıştı.


soldan ikinci annem,yanındaki rahmetli anneannem sağ baştaki velet ise benim :-)