Nehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2014 Cumartesi

A Rh+




Cuma akşamı olmasının keyfi ile Nehir'i okuldan alıp Ceza'nın şarkısında da bahsettiği üzere her bir yeri yokuş olan Üsküdar'da balıkçılar çarşısına doğru yürümeye başladım. Balıkçılar Çarşısı'nın girişinde Kuğu isimli bir yer var, ekmeği Trabzon ekmeğine çok benziyor. Ben de ekmek alacaksam illa oraya gidip alıyorum. Oralarda oturan varsa bir deneyin heee.

Neyse, Nehir'in sırtında kemanı, benim sırtımda çantam omuzumda Nehir'in okul çantası , yürümekle yuvarlanmak arası ilerlerken yolun kenarında Kızılay'ın kan verme aracını gördük .

Nehir , benim düzenli olarak kan verdiğimi biliyor ama kan verirken hiç görmemiş. Bir zamandır bu konudaki merakını dile getiriyordu zaten. İçeri girdik ve ben kocamaaaaaaaaaaan kan verme formunu doldurup araçta uyuklamakta olan doktoru da uyandırarak kan verebilir kaşesini aldım.

Buraya kadar her şey normal.
Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Hani az sussalar duyacaklar sesini.
İğneden deli gibi korkarım ben..kanım çekiliyor iğne görünce. Bir de hücreler parçalanmadan alınabilsin diye bu kan alma iğnesi soba borusu gibi bir şey ayyyyyyy..öleceğim korkumdan.




Nehir ne İstanbul ile ne de "bugünün gerekleri" ile şekillenmemiş, paleti elinde çocukluğunun renklerini kendi belirleyebilmiş  Heidi tarzı bir çocuk. Tüm canlıları seviyor. Öyle solucandan tiksinmekmiş, bir hayvandan korkmakmış bilmez benim kızım. Hele kedilere ayrı bir sevgisi var. Tiksinmek ve korkmak öğretilen bir şey. İki kızım da bilmez canlıları sevmekten ve yaşam haklarına saygı duymaktan başkasını.Neyse, Nehir gözleri fincan fincan beni izliyor. Herkesin kabul ettiği bir doğru, anlat anlatabildiğin kadar; çocuk gördüğünü yapacaktır. Ben, bu sefer onun yanında kan vererek ona güzel ve doğru olduğuna inandığım bir şeyleri aşılamak istiyorum. Karanlığa küfretmek yerine mum yakmayı bilsin, kumsaldaki deniz yıldızlarını vaz geçmeden denize atanlardan olsun istiyorum.

İğne koluma girdiğinde Nehir'e tüm paniğimi örtecek şekilde gülümsedim. çevresindeki her şeyi, çalışanları, kan vermeye gelenleri, araca aldırmadan yoldan geçip gidenleri, benim yüzümü, doldurulan formaları..her şeyi ama her şeyi izliyordu Nehir. Sonra bir ona bir bana Çokoprens verdiler.Nehir tereddütle yüzüme baktı. 

-Anne?Ülker bu?

Gülümsedim. 

Biz Ülker vb ürümleri almıyoruz. Hem de "ne yapayım"ların hiç bir bahanesine sığınmadan asla ve kat'a almıyoruz. 

Hemşire yapılan işlemler hakkında açıklama yaptı Nehir'e:

-Annen şimdi 3 kişinin hayatını kurtardı. Kan, zamanla katılaşır, yoğurt kıvamına gelir.Kalp bunu pompalamakta zorlanır. Annen kan verince kemik illikleri de devreye girecek , vücut yeni ve taze kan üretecek. Bu onun sağlıklı olmasına sebep olacak.

Nehir neşeyle gülümsedi.

Mart ayında yeniden kan vereceğim bir aksilik olmazsa.

Çıkışta eve geldik, kısır yaptım çay yaptım ve kızlarımla birlikte keyif içinde bir akşama hazırlandık.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
        
   hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
        
   ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                         
             yaşamak yanı ağır bastığından. ...

18 Kasım 2014 Salı

Avrasya Maratonu

16 Kasım'da yapılabilecek bir sürü şey vardı.
Yapmam gereken bir sürü şey de vardı.
Çocukların ödevleri, evde yatılı misafir,Pazartesi'ye hazırlık ,eski okulumuzun sevgili veli ve çocuklarının buluşma günü filan falan ve falan filanlarla dolu dehşet yüklü bir gündü aslında.

Peki ben sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak ne yaptım?

Kızlarımı alıp Avrasya maratonuna koşturdum :-) Köprüyü yürüyerek geçmenin, bir kıtadan diğerine yürümenin,denizin  bilmem kaç kilometre üzerinde havada seyretmenin dayanılmaz keyfini çocuklarımla paylaşmak istiyordum. Ayrıca bu etkinliğe katılan STK'ların ya da özgür ruhlu insanların katılımlarının verdiği zenginliklerin onların kişiliklerine çoook daha olumlu katkısı olacağına, mübarek ödevlerimizin asla bırakmayacağı hoş izler bırakacağına da inanıyordum. Hepsi bir yana ikisinin tatlı elleri elimde iken ve onlar daima kedi yavruları gibi birbirleri ile uğraşıp gülüşürken derin nefesler alıp yürüyeceğim uzun bir yol beni çok mutlu edecekti.Kalabalığın içinde yalnızlığı seçebilme en sevdiğim şeylerden biri değil mi ?

Selin, yürüyüşe okulu ile katılacaktı aslında.Ben Nehir ile kendi etabımda yerimi aldığımda Selin beni arayarak okulunu bulamadığını , köprü çıkışında kendisini bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu.

Heeey...kadın zayıftır ama anne güçlüdür diyene selam olsun.O binlerde kişinin içinde ne yaptım ne ettim kıvırcık uzumu bulup neşemle sarmaladım.

Köprü üzerinde tavla oynayanlar, kahvaltı edenler,dans edenler , mesaj veren STK lar filan bir çok şey vardı. Her birine ilgiyle baktık ve her insan, her grup gittikçe artan bir neşeyle bizi güldürdü. 

Köprü üzerinde yürürken Selin'in "Cuma günleri trafikte bundan yavaş ilerliyoruz" demesi içimi cızzzzzzzlattı.

Neticede güle oynaya 7 km yürüdük.Beşiktaş'a vardığımızda bu güzel günü  anılarımıza "nefis bir şekilde sonlandı" şeklinde nakşetmek üzere kendimize mükellef bir yemek ısmarladık.

Şimdi ben sustum, kalanını fotoğraflar anlatsın:
























3 Ekim 2014 Cuma

Bayram mı..O Ne ki?

Hiç ama hiç sevmem bayramları. Çocukken de sevmezdim, büyümek gurbeti ve yalnızlığı getirdi bayramlarda kapımı çalsın diye.


Huy canın altında der eskiler. Oldum bittim sevmem metazori işleri, desinler diye yapılanları,geleneksel zorunlulukların yanak kaslarımı ağrıtan mecburi sırıtmalarını. Ürkütücü boyutta uzun bir "hiç sevmem"ler listem var aslında. "İlla ye"..dayanamadığım şeydir. Açsam yerim değilsem bunu kişisel algılayıp ev sahibine hakaret ediyormuşum modunda ısrarlar beni deli eder. Sırf bu yüzden evine bir daha gitmediğim insanlar var. Evime gelene ikramı severim ama adettendir ben hayır diyeyim ev sahibi ısrar edince yerim diyen olursa aç kalır. Asla ısrar etmem. Bayramlarda her gittiğim yerde çikolata şeker tatlı verilmesi hoş, almazsam ısrar nahoş,yemezsem darılmaları gıcık bir durum.

El öpmeyi de sevmem ben. Hacıannem gibi yaşlı tatlı insanların elini öpmek zoruma gitmez ama herkesin elini öpesim de gelmez işin doğrusu. Azcık mağrur-kibirli bir yanım var galiba.

Bütün sene aramamış sormamış insanlara gitmek zorunda kalmak beni hepten deli eder. Akraba diye kimse bu kayırmacayı hak etmiyor gözümde. Çocukken de böyleydim,şimdi değişen bir şey yok garp cephesinde.

Lakin annemin gülen yüzü babamın bayram sabahı traş olmuş temiz kokulu yanakları ve kalabalık aile sofrasının bayram neşesi,yeğenlerimin gül yüzleri ,bayramlıkları ile ortada dolanışları...onları özlüyorum işte.

Babası ve Selin, bir bayram Eskişehir'e giden trenin restaurantında
Neyse.

Ne zaman anne oldum; bayram ilk defa anlam kazandı gözümde. 

Selin'e ilk defa bayramlık almaya gittiğimde kalbim deli gibi çarpıyordu. Yavrum meleklere benzemişti. Bayram sabahı öptüm kokladım onu doyasıya.Bayram ilk defa güzeldi.

Nehir olunca iyice şenlendi gönlüm.İki kardeşin halının üstünde yuvarlanmaları başlıbaşına bayramdı zaten. Sokakta herkesin özenli giyinmiş koşturmacası , kapı kapı çikolata için bayramlaşmaya gelen mahalleli çocuklar bizi neşelendiriyordu.

Sonra onlar da büyüdü yalnızlığın soğuk yüzünü görüp tanıyacak kadar.
Bayramlık almak sorun değildi ama gösterecek bir kişi bile yoktu. Hele Hacıannem bizi bırakıp gideli çalacak kapı hiç kalmamıştı.

Herkesin unutamadığı bayram anısı vardır.Ben de bizimkini anlatayım:

Nehir ve ben de bayram için Eskişehir'e giden trenin restaurantındayız
Selin'e ve Nehir'e bayramlık kıyafetler pabuçlar almış, bayram sabahı onları da kendimi de süslemiş oturuyordum. Kapı çaldı. Bizim sucu gelmiş.Şaşkın bakakaldım ona:

- Bir yanlışlık olmalı, su istemedik ki biz?

Adam gülümsedi neşeyle.

-Biliyorum abla, senin kız aradı beni. Amca ciciler giydim ama el öpecek, gösterecek kimse yok sen gelir misin dedi, ona geldim ben abla..dedi.

O sırada Selin büyük bir neşeyle koşturdu kapıya. "Geldiniz demek" dedi. Adamın elini öptü, bayramlığını  gösterdi, kendi çevresinde bir dönüp eteğinin dönünce ne çok kabardığını gösterdi, çikolata verdi.Sucuya teşekkür edip yolladık.

Şairin dediği gibi; bu işte bir yalnızlık var.

Sevmem bayramları..ama sizlerinki kutlu ve mutlu olsun doyasıya. Malüm, güzel şarkıdır ama o bile yalnızlığını anlatır Barış Manço'nun  "bugün bayram" şarkısı

Sevgiyle kalın...


9 Eylül 2014 Salı

Kıssadan Hisse



Bu sene bir şeyden emin oldum.

Kazma kürek dalmışsan hayatın ortasına ve üşenmeden bıkmadan yılmadan usanmadan dik yokuşlardan kaçmadan koşmaya devam ediyorsan ama akış hızlanarak inadına tam tersine sürüklüyorsa seni şelalenin dik noktasına yaklaşmışsın ve mücadeleyi bırak kaderini yaşa zaten de yapacağın başka şey yok demeye çalışıyordur hayat.

Yukarıdaki cümlemi okusa türkçe hocalarım ne derdi diye gülümsedim şu an :-)

Selin için dağa bayıra , kurda kuşa, düz yol az geldi dik yokuşa koşturup kendimi paralarken...
Nehir için boştan alıp doluya, doludan alıp boşa koyarken ve renkleri birbirine yamayıp modifiye gökkuşakları yaratmaya uğraşırken..
Çocuklarım için olmazı oldurmaya çalışırken...olması gereken oluverdi birdenbire

Birinin hayali cisme büründü kucağımıza düşüverdi
Birinin doktoru güneş oldu camdan giriverdi

Selin http://horizonkoleji.com/ okuluna başladı bile..bu ikinci haftası

 

Nehir http://www.dogakoleji.com/tr/istanbul-kolejler/uskudar-doga-koleji başlayacak hevesinin haddi yok hesabı yok.

 




20 Ağustos 2014 Çarşamba

9 Ay Taksitle Mutluluk






Bir gün ama berbat bir gün iş çıkışında kafam sepet gibi , duyularımın tamamı isyanda gönlüm hapishane türküleri söyler iken binadan çıkar çıkmaz elim telefona gitti ve kardeşlerimden birini arayıp " ne gündü beaa" demek istedim, pasını atarsam ışıldayabilecek bir an zarfında rahatlayacağım küçücük bir nefes alabilmek umuduyla.















Dün gibi aklımda..Merter'de her tarafı bina olan, yeşillik diye kaldırımların arasından fışkırmış isyankar 3-5 çimen tanesine kaldığımız berbat bir yerdeydik. Binanın önünde düttürü bir havuz vardı ama orada olduğu için yine de minnetardım sebepsiz. Havuzun yanında elimi telefona atmışken birazdan ona kavuşabilecek olmanın  keyfiyle Selin'i düşündüm. Hayat, SÖ ve SS olmak üzere ikiye ayrılmıştı çoktan. Selin'den Önce yaşam taslaktı..Selin'den sonra ben yoktum ama mutluydum.Daha güzel bir şey için tırpanlamıştım özgürlüğümü: anneydim. Sonra düşüncelerim birbirini kovalamaya devam etti. Tombik elleri bir gün incelecek o da genç bir hanım olacaktı.Büyüyecekti.Hayat ona da dik yokuşlar çıkartacaktı.Selin kimi arayacaktı o zaman?






Elim telefondan geri gitti , günün tüm yorgunluğu omuzlarımda ama kıyıdan uzaklaşan bir geminin görünümünde gittikçe küçülmekte idi.

Bir gün Selin anne olacaktı ama sevincini paylaşacak bir kardeşi olmayacaktı. Çocuğu ne teyze ne dayı diyemeyecekti. Ben ölecektim (sanırım) ..Özer'de öyle.Onu seven dostları etrafını saracak ellerini tutacak ama acısını anlayacak çocukluk anılarının bir parçası olan kimsenin tamamlayıcılığından yoksun olacaktı. 




Eve gittiğimde allak bullaktım ama kararımı vermiştim.

Tam 9 ay sonra Nehir doğdu :-)


Beste tammış güfte eksikmiş ..onu anladım.



Bugün Bursa'dan İstanbul'a dönerken onları izledim tüm yorgun hüznüme rağmen.Önce kahkahaları paylaştılar,sonra beni kaynattılar gözümün içine baka baka.Sonra sabah erken kalkmanın mahmurluğu çöktü üzerlerine.Tüm konuşmadan anlaşacak kadar gönlü bütünleşmişler gibi sessizce tamamladılar birbirlerini..Nehir uyuyuverdi ablasının kucağında...ablası uyuyuverdi kardeşi kucağında.



Bir sürü saçma ve bir sürü hata dolu olmalı ömrümde...ama çocuklarıma baktığımda tereddütsüz bir gülümseme yayılıveriyor yüzüme. Fukara ömrümde 9 ay taksitle aldığım en güzel şey onlar.



Varlıklarına şükür









29 Haziran 2014 Pazar

Dilek

Aayyyy, bi hayalim daha gerçekleşti.
Dilek perisi kulaklarını dört açmış beni dinliyo olmalı bi yerlerde
3-4 gün Nehir'imle başbaşa hem de Kumla'da hem de mavinin göbeğinde
Tamam, ufak tefek olumsuzluklar yok değil ama gözümün göresi yok


Oturduk Sünger Bob'dan sonra Kaçak Gelinler'i izliyoruz

Normalde asla yapmayacağımız şeyler
Parmak kale ile şişe kapağından maç yaptık
Para çevirmece oynadık
Okey oynadık,papazkaçtı,pişti

Bisiklete bindik gidebildiğimiz yere kadar  

Tabu tam bi felaketti
Anne Hacı Bektaşi Veli Amca kim?
Anne gensoru biyolojik terim  mi
vs vs vs
Gülmekten gözlerimden yaş getiren masum sorularına kurban olduğum

Selin geldi yatağında uyuyor ya İstanbul'da
Ohhh çam ormanında nefes alır gibiyim
Ciğerim açıldı, göğsüm genişledi yine

Güzel ve sevdiğim şarkılar söyleyesim var
Güneş bi bulutların arkasında bir önünde ,eğleniyor besbelli
O'ndan  haber almış besssbelli
"Yeniden" şarkısındaki gibi "yeniden" bulmuş kaybettiği birşeyi tesadüflerine karmaşık labirentinde.

Yürüyüş vakti hadi bakalım
Durgun sular pislik tutarmış
Hareket etmeli...severek,isteyerek.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Çirkin Ördek Yavrusu

Karnımı ağrıtan bir neşe var bugün içimde. Boğazım şiş, tek derdim iş..dertleri sorunları kulak ardı etmek değil, aldırmamak da değil ama felaket derecede barışmak onlarla kabullenmek belki de. Zuhal Olcay'ın bir şarkısı vardı "yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin" diyordu. Belki de idrakine vardığım, en azından bugün baş edebildiğim şey bu yaşamak zorunda olduğum beraberliklerim. İşsizlik, göbüşüm, özlemler,hüzünler..sonra özlemler daha çok özlemler filan.

Yeni şeyler giymeyi herkes sever ama ben hafif rengi kaçmış kadife pantolonlar, bir tarafı aşınmış pabuçlar giydiğimde eski bir dostumla birlikteymişimcesine aşinalığın huzurunu hissder , daha bir  keyiflenirim. Bugün de rengi solmuş lacivert pantolonum ve "erkek ayakkabısı gibi bu ne fazla sade ve hiç topuğu yok" eleştirilerine maruz kalsa da çok sevdiğim, burnu aşınmış pabucumu giydim ve yollara düştüm. Canımı sıkan herkese gülümsedim kızmak yerine. Canımı sıkan herkes diyorum çünkü satırlarımda her ne kadar gülümsesem de aslında dünyanın en kuralcı en huysuz insanı olduğumu biliyorum içten içe. Kırmızı ışıkta caddeye atlayan adamlara, yaz sıcağında bermuda şort giyen adamlarının yanında burnunu bile örtmüş kadınlara, sokağa çöp atan teyzelere,annesine yalan söylediğini övünerek anlatan ergenlere, otobüste bacaklarının yayıp oturan gençlere...oo-hoooo liste uzar gider.Amma bugün gönlümün huzurlu denizine kızgın lav sularının  dökülmesine izin vermedim. 

Kısa yürüyüşlerle bezedim günümü. Vitrin camlarında göbüşüme değil gözlerime baktım ve bu küçük hile beni hayli neşelendirdi.Küçük çocukları sevdim, İETT durağında kaldırımlara oturmuş bir grup kadının bağıra çağıra konuşmalarına öfkelenecekken bana hatırlattıkları bazı çocukluk anılarına güldüm (yaşıyorsa Allah selamet versin Mürüvvet Teyze'ye ayyy) annesini üzen,annesini üzmemek için sıkıntısı gözlerinden aksa da sessizce oturan çocuklara baktım. Hepsinde benden bir şeyler vardı. Hepsini çok sevdim.

Güzel günler değil yaşadıklarım ama berbat olarak nitelemek de gerçekten alırken ayrı verirken ayrı keyif aldığım onca nefese haksızlık olur. Sebebi var ki yaşıyorum, öğrenmem gereken şey her neyse daha fazla canım yanmadan öğrenmiş olmayı diledim bugün kendim için. 

Yaşanmamış günlerin umudu içimde kirlenmedi..sanırım her şeye rağmen gülümseyebilmeyi biraz da buna borçluyum.



Nehir'in mezuniyet balosundan bahsetmiş miydim? Onun Kalemiti Ceyn'den prensese dönüştüğü o geceden? Saçının her telinin ayrı zarafetle salındığı, haylaz gülümsemesine karışan mahçup tebessümün kızıma ne kadar yakıştığı, 3-4 saat çılgınca dans ettikleri geceden mini kürküyle ayrılırken benim elimi tutmak yerine babasının koluna girdiğini filan? 

Yüzlerce yıl yaşamalıyım ben onların her anını gözetebilmek, yaşamımı onların var oluşlarıyla taçlandırmak, varlığımı onların varlığında yok sayabilmek için yüzlerce yıl yaşamalıyım.

Heyyyyy!!!
Günler sürprizlerle dolu..her yarın başka bir çirkin ördek yavrusu...

Her şey çok güzel olacak :-)




29 Aralık 2013 Pazar

Sessizlik sonsuzluk kadardır

Gün akşama döndü; boş,karanlık evin sessizliğinde sadece kış akşamları çığlıkları yankılanan sığırcık kuşlarının sesi var.Tüm duygular yorgun evlerine döndüler.Geriye bir tek hüzün kaldı.

Nehir, 9 yaşındaki küçük kızım hasta,ateşi çıkmış yorgun uykuda.Yastığa dağılmış düz saçlarını okşuyorum usulca, korunmasız melaike..şifa uykusunda.Çocukluğum geliyor aklıma, annem de böyle okşamışmıdır başımı diyorum. Benim yüreğimdeki hüzün onun yüreğinde de dalgalanmış mıdır?Annem de kendisini bu kadar yalnız hissetmiş midir?Gönlünde pır pır eden hayallere "susss bebeğim uyuyor şimdi" diyerek usulca veda etmiş midir?

Seslerden arındığında daha uzun sürüyor anların saniyeye dönüşmesi.Zaman, akıcılığını yitiriyor. Asılı kalıyorsunuz an'larda,dakikalarda. Örtüler kısalıyor, üzerini örtemiyorsunuz gerçeklerin. Acıysa acıtıyor, yitikse özleniyor,bittiyse vazgeçiliyor. Sessizlik sonsuzluk kadardır.

Bir nefes aldı derinden, elleri kıpırdadı hafifçe..Nehir,saçma sapan sığ kuralların bekçisi ve kölesi olanların içinde yaşamı öğretmem gereken küçük ,küçücük yavrum.


Saate bakıyorum, 15 dakika..sadece 15 dakika mecburiyetlerimden arınıp içimdeki seslere-görüntülere-kelimelere dönsem mi? 15 dakikalığına gardımı düşürüp gönüllü olarak yenilsem mi?




Bir nefes daha sesli..ama rahatlamış,belli ilaç işe yaramış. Yüzünün çizgilerinde seyre dalıyorum hayatı.Nehir'im, gözbebeklerinde kendimi seyrettiğim..Nehir'im, gülüşünü sevdiğim.Neler görecek bu güzel üzüm gözlerin, kimlerin elini tutacaksın henüz bebekliğin boğumlarını tam kaybetmemiş ellerini ellerimden çekip,o güzel dudaklarını aralayıp neler anlatacaksın insanlara,hayata..hangi rengi taşıyacaksın anlatımlarda. Ne kadarında ben olacağım yanında..seni ne çok sevdiğimi anlatabilecek miyim o zamana kadar acaba?


Akşam geceye selam verdi, zaman kendi içinde doğru yeri seçti. Beyazların daha da parlaması için karanlık gittikçe koyulaşıyor gökyüzünde.

Annem..o ne yapıyordur şimdi hep gülen güzel yeşil gözleriyle........