23 Mart 2017 Perşembe

80-90-2000 ve Sıfır


İletişim Fakültesi mezunu olmak iyi bişi.
Muhasebe-iktisat-sanat tarihi-basın tarihi-bilgisayar-siyaset -huku vs vs vs bir sürü ders alıyorsun farklı alanda.
Bir nevi nitelikli herbokolog oluyorsun yani.
Bendeniz de iyi kötü bir iletişim mezunuyum. Üstelik ateist olduğunu bilsem de cennetlerde varolası pek sevdiğim Ünsal Oskay öğrencisiyim.
Yani ruhum, renklerle beynim fikirlerle yoğruldu iyi kötü.

Reklamlar o ülkenin gerçek halidir, deterjan reklamlarında  paçavraya dönmüş kadınlar ter içinde yığınla bulaşığı yarım saatte değil 10 dakikada yıkayabiliyor diye övünen markalar varsa o ülkede kadın erkek eşitliği için anıt dikseler de inanmayın derdi.

Bugün haklılığını görüyorum.

Artık saçı başı yapılı kadınlar bulaşık yıkıyor reklamlarda ve bulaşık bitince önlüğünü savurup altındaki süslü giysisi ile tv izlemeye gidiyor.

Şarkılar da bu göstergenin bir parçası.


"Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vazgeç

Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç
Olmaz meleğim böyle bir aşk bende vakit geç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç"

sözleri o günün toplum yapısındaki naifliği, aşkın derinliğini,nezaketi anlatırken "kıl oldum abi"ye geçen toplumda saygı,önemseme,hitap ve üslup çöküşü başlamış demekti.


Bu bağlamda 70-80-90 ve 2000'li yıllardaki şarkıları merak ettim. Toplum öncelik ve yapısını bir de bu açıdan görmek istedim.

Gördüm ki her şeyden önce üretkenlik bitmiş.
70'li yılların şarkıları hala neşe ile kabul edilip dilimize pelesenk iken 2000'li yıllarda iyice naylon üretime geçmişiz. ESER diyebileceğimiz, toplumda herkesin bağrına bastığı ve uzun süre kalabilen şarkı neredeyse yok.


70'lerle başlayalım. Eminim bu seçkilerin neredeyse hepsini biliyorsunuz:

3 Hürel - Hoptirinom (1974)
Ajda Pekkan - Dert Bende Derman Sende (1972)
Ajda Pekkan - Hoşgör Sen (1975) (
Ayla Algan - Anlasana (1977) (
Ayla Algan - Bak Şu Adama Aşık Oldu (1975)
Ayla Algan - Hamsi Balığı Gibi (1975)
Ayten Alpman - Memleketim (1974) (
Ayla Dikmen - Anlamazdın (1975)
Barış Manço - Dağlar Dağlar (1971) ()
Cici Kızlar - Ah Kalbim (Delisin) (1975) Erol Evgin - Bir de Bana Sor (1977)
Erol Evgin - Sevdan Olmazsa (1976)(
Gökben - Aşk Dediğin Laftır (1975)
Melike Demirağ - Arkadaş (1975)
Moğallar - Ağrı Dağı Efsanesi (1971)
Özdemir Erdoğan - Pervane (1977)
Sezen Aksu - Gölge Etme (1978) (
Yasemin Kumral - Bim Bam Bom
Yeliz - Bu Ne Dünya Kardeşim (1975)

Gelelim 80'lere:
Ajda Pekkan - Alışmak Sevmekten Daha Zor (1982)
Erol Evgin - Söyle Canım (1980)
Fatih Erkoç - Yol Verin A Dostlar (1987)
Ferdi Özbeğen - Kandil (1983)
Fikret Kızılok - Yeter Ki (1983) ()
Nükhet Duru - Ben Sana Vurgunum
Özdemir Erdoğan - Bahar Çiçeği Gibisin Sevgilim (1983)
Salim Dündar - Aynalar (1980)
Yeni Türkü - Yağmurun Elleri (1988)
Zeki Müren - Şimdi Uzaklardasın (1989)
Zerrin Özer - Bir Gülü Sevdim (1986)

Veeeee 90'lar:

3 Hürel - Sana Değmez (1996)
Barış Manço - HAYIR (1990)
Barış Manço - Allah`ım Güç Ver Bana (1992)
Bulutsuzluk Özlemi - Uçtu uçtu (1990)
Burak Kut - Benimle Oynama (1994)
Çelik - Hercai (1995)
Çiğdem Tunç ve M. Ali Erbil - Biz İkimiz (1993)
Çıtır Kızlar - Bana mı Sordun (1998)
Ercan Saatçi - Sayenizde (1995)
Fikret Kızılok - Zaman zaman (1993)
Gönül Gül - Birisine Birisine (1995)
Harun Kolcak - Müptelayım Sana (1991)
Hazal - Elden Yar Olmaz (1995)
İzel - Ah Yandım (1995)
Kayahan - Beni Anlamadın Ya (1991)
Kenan Doğulu - Aşk Oyunu (1993)
Levent Yüksel - Med Cezir (1993))

Mustafa Sandal - Aya Benzer (1999)
Oya & Bora - Ayrılık Zamanı (1992)
Özdemir Erdoğan - İkinci Bahar (1992)
Rober Hatemo - Niyetimi Bozdum (1998)
Rüya Ersavcı - Baba (komik) (1993)
Seyyal Taner - Alladı Pulladı (1991)
Sibel Alaş - Adam (1995)
Yasak Elma - Özel Bir Gece (1992)
Yaşar - Kumralım (1996)
Zafer Peker - Kafayı Taktım Sana (1993)
Zerrin Özer - Hep Bana (1992)
Zeynep Dizdar - Vazgeç Gönül (1997)
Zuhal Olcay - Ankara'da Aşık Olmak (1998)

2000'ler

Ajda Pekkan - Cool Kadın (2006)
Ayça - Yıkılıyo (2004) (
Ayşe Hatun Ünal - Çatla (2004)
Bendeniz - Çatlat (2006)
Berksan - Öpüşelimmi (2006)
Ege - Dudaklarinla_Isit_Beni (2001)
Emel Müftüoğlu - Cok Ayıp
Emre Altuğ - Sıcak (2003) (
İsmail YK - Bas Gaza (2008) (
Mustafa Sandal - All My Life (2004)
Nalan - Cayır Cayır (2003)
Nazan Öncel - Ukala Dümbeleği (2003)
Nil Karaibrahimgil - Çocuk Da Yaparım Kariyer De (2004)
Sinem Umas - Öptün Mü (2007)
Tarkan - Dilli Düdük (2008)
Yalın - Zalim (2004) ()
Yaşar - Acıtmıyor Sevdan (2001)
Yıldız Tilbe - Yürü Anca Gidersin, Emi (2003)
Liste uzun görünse de sizden tek ricam şarkı isimlerini okumanız. Şayet zaman
bulursanız kimlerin kimlerin şarkıları çıkmış onlara da bakabilirsiniz aynı hayreti
duyacağınızdan emin olarak.
Aşk,zarafet,duygu,nezaket...onları ne zaman yitirmişiz görmek o kadar mümkün ki aslında...


22 Mart 2017 Çarşamba

39. Basamak



Bunu size anlatmadan geçemeyeceğim:

Aslında bir hafta oldu sanırım. Nehir iş yerimdeyken palaspandaras gelişen olaylar sonucu akşam eve gitmek yerine bir baktım Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi'nde 39. Basamak oyununun izleyicileri arasındayım. Yaklaşık 700 kişilik salon hıncahınç dolu. Hazırlanarak gitsem bu kadar neşelenmiyeceğim. Bir de azcık mızıldansa da beni kırmaya kıyamayan meleğim yanımda. Çok istiyorum onun da izlemesini:oyunla ilgili muhteşem şeyler duydum.Küçük tatlı  elini avuçlarımın arasına aldım, dünyanın geri kalanının tamamını en ufak bir suçluluk duymadan rahatlıkla zihnimden sildim veeeeeee perde!



Bülent Şakrak, Engin Hepileri ve Demet Evgar ve Okan Yalabık


Eserin orjinali Alfred Hitchcock'a ait.JOHN Buchan’ın yazdığı, Patrick Barlow’un sahneye uyarladığı ‘39 Basamak’ adlı oyun, bundan 9 sene önce Mehmet Ergen’in çevirisi ve Mehmet Birkiye’nin rejisiyle Kent Oyuncuları tarafından sahnelendiğinde yer yerinden oynamış


Oyun interaktif. Okan Yalabık  çok sevecen değil, arada üsturupla seyirciyi azarlıyor. Müstehak mı? Bilmem ki..eğlenmeye gitmişiz azarlanmaya değil. İçten içe kızıyorum anlayışsızlığına,hak vermiyorum ama onu  canlı kanlı karşımda görmenin heyecanı baskın. Bozmayacağım keyfimi. Nehir, ona sormadan bilet almamın  verdiği  sitemkarlığı çoktan bırakmış. Fincan fincan açılmış gözleri ile sahneye Pargalı'sına bakıyor  ve oyun başlıyor. 



Bir saniye mi tempo düşmez?
Aynı adamı  elindeki 3 şapkayı değişe değişe 1'er saniye ara ile 3 farklı karakter olarak kabul ettirir mi sanat size?
Gülmek ve heyecanlanmaktan ağzınızı hiç kapatmadan izler misiniz bir oyunu  onca süre

Oyuncuların demeçlerinde dedikleri gibi...tam bir deli mizahı bu.


Demet Evgar oyunun telifini satın almış yıllar önce. Bir gün oynayacaklarına inanmış. Kendilerinin de keyif aldıkları o kadar belli ki oynarken siz bu  neşeli hızlı akışın dışında kalamıyorsunuz zaten imkansız.

Oyuncuların biri kisi değil hepsi harika.Peki ya "cömertlikte sınır tanımayan" Demet Evgar'ın güzelliği....aman Allah'ım dedim kaç kere.


Çok güldük çok eğlendik çok beğendik çok takdir ettik.
Sahneyi kullanışları ve aksesuarları apayrı bir harika
Gitmeyen varsa durmayın mutlaka gidin.


Nehir, hayatımda gördüğüm en güzel tiyatroydu dedi
12 yıllık hayatında kıyas yapabileceği kadar çok tiyatro izlettirdiğim için kendimle gurur duydum.
Bir sanatçı yetiştirmeyi başarabilecek miyim bilmem ama iyi birer tiyatro izleyicisi yetiştirdiğimden eminim çocuklarım adına.

21 Mart 2017 Salı

Bahar


Yazamadığım her gün için üzgünüm
Kendi adıma

Öyle çok işim var ki (elbette buna şükür) daha bu saatte geç kaldım bir sürü şeye.
Onu yapmak bunu yapmak şunu teyit etmek şunu ise ertelemek lazım saat  daha geç olmadan
Şimdiden 09:18..ne yaparım nasıl yetiştiririm onca şeyi?

Ama bugün bahar

28 yıllık iş hayatında edinimlerim, öğrendiklerim var.

İş bitmez
Bahar ertelenmez

Zaten  belli muzip damlalarından
Nisan yağmuru bereketli olacak
Bahar bize gelecek

Çiçekler açacak dağlarında memleketimin.
Mordor'da bile kış bu kadar uzun sürmedi
Artık yeter

İş halledilir
Bahar ertelenmez


Şimdi bir bolköpüklü türk kahvesini elime alıp camdan içeri giren serin yağmurlu bahar kokusunu içime çekeceğim.
Fonda sevdiğim bahar müzikleri (tık) çalacak
En sevdiğim kitaplardan en sevdiğim satırları
En sevdiğim ve çoğunu artık görmediğim dostlarımdan en sevdiğim anıları
En kırıldıklarımı affedeceğim nedenini bile bile
Çocukluğumun ve var oluşumun tüm aşklarını tek tek raflarından alıp tozlarını silip parlatıp gönlümün kurumuş topraklarına serpeceğim.

This photo gallery dreams of everyone in our beautiful gardens we share with you.   ..rh:

İnsan olduğumu unuttuğum, aşkı ve merhameti yitirdiğim,mücadeleden vazgeçtiğim gün yüreğim kurusun.

Hoş geldin bahar

8 Mart 2017 Çarşamba

Çetin Emeç Anısına



Dün Kadıköy Belediyesi'nce düzenlenen Çetin Emeç anmasına katıldım.

Bir yüreği devin,bileği demirdenin ardından söylenen güzel sözleri dinledim.

Herkes onun ne özlenesi bir insan olduğundan, katlinin acısının kalıcılığından dem vuruken eşini izledim göz ucuyla.

Zarif bir Cumhuriyet kadını.

Metanetle dinlediyse de her söyleneni hüznü duruşunda saklıydı.
Hepimiz ayrılıp  gideceğiz, ben yetişecek raporlarım yapılacak işlerim, basın haberin yetişmesi, öteki trafik derdine dalacağız en fazla 10 dakika sonra;o da hayata devam edecek ama yaşasaydı..ile başlayan tümcenin ağırlığı belli ki hep yüreğinde ıslak kalacak dedim kendime.



Mesleğim gereği hep televizyonlarda -basında gördüğümüz ünlüler ya da saygın isimlerle bir araya geliyorum. Allah da biliyor ya bir Özdemir Erdoğan, bir Ferdi Özbeğen ile tanışmak heyecanlandırmıştı beni TRT'deyken. Ferdi Özbeğen'in kibri  hayallerimde saklı tutarken o güzel sesi ile icra ettiği tüm eserleri , kendisini silip atmıştı. Vücudu olmayan bir ses haline dönüşmüştü benim için. Onca huysuz adı atfedilen Özdemir Erdoğan ise sempatik mahcubiyeti ile kalbimde taht kurmuştu. Rahmetli Selim Naşit, sanatçı  asaletinin simgesi olmuştu bende.

Ama daha evvel hiç katledilen bir  gazetecinin  , dudaklarında tebessüm de olsa gözleri hep  bulut bulut eşiyle tanışmamıştım. Televizyonda haberini izlediğim bu  elim olayın ulusal ve bireysel yıkımını  bu kadar düşünmemiş, bir şeyleri haber diye algılayıp giderken insani duygu ve düşüncelerden ne kadar soyutlandığımı fark etmemiştim.



Bu sabah bu duygularla Bilge Emeç'in kaleminden eşine yazdığı mektubu okurken onların şarkılarını dinledim. 

Şu an bu  satırları yazarken de o şarkıyı dinliyorum.

Kimsenin şarkısı,gülüşü; kimsenin öyküsü yarım kalmasın. Ulusum, ülkem ..dünyanın sevmeyi bilen tüm güzel kalpli insanları acı ve karanlık olan her şeyden muaf kalsın.

Bu güzel mektubu okumaya başlamadan önce şarkılarını dinlemek için tık


Çetocuğum, doyamadığım sevgili eşim,
Hayatta olaydın, bu yıl evliliğimizin elli beşinci yılını kutlayacaktık.
Tanıştığımız günden düğünümüze kadar geçen yılları da sayarsam, altmış yıl birlikte olmuşuz. Bizi tanımayanlara bu hesap tuhaf gelebilir, ama çocuklarımız şahit, biz seninle bu dünyada her an birlikteyiz.  
Misal mi?  Ne zaman ‘La Vie En Rose’ şarkısı çalsa, belime sarılır, kulağıma şarkının sözlerini fısıldardın ya, hâlâ yapıyorsun bunu ve ben her seferinde senin kollarında ağlıyorum.
Kızımız, senden üç ay sonra ilk konserini verirken, Mehmet’le onun piyanosunun açık kapağına eğilip içine bir şey koyduğunu görmüştük. Meğer tellerin üzerine senin resmini yerleştirmiş ve konser boyunca bakışlarından güç alarak çalmış piyanosunu. Hayattayken Mehveş’in biricik babasıydın, yokluğunda onun ilham perisi de oldun. Ya Mehmet ile yaşadıklarımız!  O Amerika’dayken, ben ne zaman seni ziyaret etsem, Mehmet’in beni arayacağı tutardı. Saatler uymaz, aramızda kilometrelerce mesafe, oğlum benim o anda nerede olduğumu nasıl bilecek? Ama oğlumuz açıklanamaz bir şekilde, beni hep seni ziyaret ederken arar ve o anı paylaşırdı. Bir keresinde telefonumu mezar taşına dayamamı istemişti, seninle konuşmak için.
Defalarca Mehveş, Mehmet ve ben aynı rüyayı gördük... Sen ölmemişsin, bir başka şehirdesin, sadece yanımıza gelemiyorsun. Kısacası Çeto, biz ailecek yaşadığını varsaydık, seni hissettik, sana danıştık, seninle sevinçlerimizi paylaştık. Sen hep yanı başımızdaydın, sevgili kocam.  
KUCAKLAYAMADIĞIN TORUNLARIN SENİ TANIYOR VE SEVİYOR
Eğer vurulmamış olaydın, birçok mutluluğu bedenen de bizimle birlikte tadacaktın. Çocuklarımızın mezuniyetinde, nikâh törenlerinde, düğünlerinde, torunlarımızın doğumlarında yüreğimde değil yanımda olacaktın. Ama ne gam! Evlatlarımızın ailemize kazandırdıkları değerli eşleri Özalp ve Lale ile torunlarımız  Selin ve Sofi de seni çok iyi tanıyor ve seviyorlar.
Selin yazı yazmayı sökeli beri, ölüm yıldönümlerinde, mezarının başında sana yazdığı hikâyeleri okuyup, sana sevgi bulutları gönderdi. Sofi henüz çok küçük olmasına rağmen senin resmine bakarken yüzündeki tebessümü görünce bebeklerin yoğun duyguları nasıl da algıladıklarını anlıyorum. İşte böyle Çeto, kucaklayamadığın torunların seni tanıyor, tanımadığın kişiler dahi seni hatırlıyor. Vefakâr dostlarımız hiç aksatmadan, her yıl senin mezarının başında toplanıp acımıza ortak oluyor.  Ve onca acıya rağmen, hepimizin başı hep dimdik...
O GÜNE DAİR HATIRLADIKLARIM...
Oysa vurulduğun gün kolum kanadım kırılmıştı. Seninle birlikte ben de vurulmuştum sanki!  Sen her zamanki gibi erkenden kapıdan çıkmıştın ve ben az sonra bir silah sesi ve cam şangırtısı duydum. Yataktan fırlayıp pencereye koştum. Araban kapının önünde duruyor ve ben yukardan baktığımda arabada sadece bacaklarını görebiliyordum.  Dışardaki telaşa rağmen bacakların hiç kımıldamıyordu. Aman Allahım dedim, Çetin’i vurdular!  Telefona koşup hastane ayarlamaları için gazeteyi aradım, bir taraftan da üzerime bir şeyler geçirdim.  Aşağı koştum. Alt katta oturan kardeşin Zeynep kapıdaydı, “Çetin’i vurdular, Doğan onu hastaneye götürüyor” dedi. Doğan, Zeynep’in delikanlı oğlu, o sırada üniversiteye gitmek üzere bir arkadaşıyla evin az ilerisindeymiş. Ben evin önüne gelen polis arabasına attım kendimi, “Kocamı vurdular, beni onun götürüldüğü hastaneye ulaştırın” diye ağlayarak yalvardım. Arabadaki polis, amirini aradı, “Aracımıza bir kadın bindi, Çetin Emeç’in eşi olduğunu söylüyor, ne yapalım?” diye sordu. Her ne talimat aldıysa, beni ana caddeye çıkarıp Divan Pastanesi’nin oralarda indirdiler. Üzerimde para yok, çanta yok!  Önüme çıkan ilk dükkâna girdim, Hürriyet’i arayıp senin hangi hastaneye götürüldüğünü sordum. Doğan’ın kullandığı araba Göztepe’ye doğru gidiyormuş. Bir taksi durdurdum...

Biz hastaneye ulaştığımızda, seni çoktan içeri almışlardı. Ben deliler gibi koşuyordum koridorlarda. Yaşlı, şalvarlı bir teyze yanıma geldi, “Başın sağ olsun, kızım” dedi. O an bayılmışım. Kendime geldiğimde başhekimin odasındaydım, başımda doktorlar vardı. Bana sakinleştirici iğne yapmışlar. Seni görmek istediğimi söyledim. Yanına girmeden önce, doktorların banyosunda duşumu aldım ki, sana tertemiz geleyim. Beni sana getirdiler. Boynuna kadar çekili bir beyaz çarşafın altında yatıyordun. Sadece başın açıktaydı. Güzel yüzüne eğildim, kulağına sevgi sözcükleri fısıldadım, sonra da sana dedim ki, “Sana hakkımı helal ediyorum Çeto’m, için rahat olsun!” 

Sonra çocuklarıma telefon etmek istedim.  Başhekimin odasından önce Londra’da yüksek lisans yapan Mehveş’i aradım, “Baban vuruldu. Yaşıyor ama durumu çok ağır. Sen Mehmet’in büyüğüsün, kardeşini sana emanet ediyorum, ona sahip çıkacaksın Mehveş!”
İkinci telefonu Amerika’da eğitim gören Mehmet’e çevirdim. Aynı yalan: “Baban yaşıyor ama ümit hiç yok, ablanı sana emanet ediyorum, onu kolla, ona sahip çık!” Ben yaşayabileceğimi sanmıyordum o sırada, Çeto’m.
O güne dair hatırlayabildiklerim sadece sana vedam ve çocuklarla konuşmalarım. Hepsi bu. Etrafımda kimler vardı, neler oldu, inan ki bilmiyorum.  Doğan’ın  seni önce Zeynep Kâmil’e, oraya kabul ettiremeyince, ardından bir başka hastaneye ve en son Göztepe SSK Hastanesi’ne getirdiğini sonradan öğrendim. “Acaba geç kalınmasaydı yaşar mıydı?” diye düşünürken bin kere daha öldüm. Ama biliyorum ki, o genç çocuk senin için çırpınıp durmuş ve kaderin önüne asla geçilemiyor. Neyse ki, yüce Rabbim her acının gücünü de birlikte veriyor.
KAVUŞANA KADAR HOŞÇA KAL, ÇETO’M
Ben o gün, o hastanede yılları bir anda aşarak büyüdüm, olgunlaştım, yaşlandım. Sonrasında, ölüm, öldürülme, cinayet sözcüklerini hiç telaffuz etmeden, ağzıma hiç almadan yaşadım yıllarca... Belki de o yüzden sen hep benimle kaldın.
Senden sonra ülkemizin seni çok üzen bazı olayları, katlanarak arttı. Tek tesellim şu ki, sen o gidişata  ve bir darbe teşebbüsüne daha şahit olmadın.  Kız kardeşin Leyla’nın anılarında bizden bahsettiği satırları da okumadın neyse ki! Okusan, belki çok üzülür, belki de gülüp geçer ve benim üzüntümü dindirirdin... O dönemde yaşananlarla ilgili sana olan saygımdan, sevgimden ötürü şimdilik susmayı tercih ediyorum...
Bu arada, Galatasaray Liseli arkadaşlarının, özellikle İnan’ın sana nasıl sahip çıktığını görmek, çok sevdiğin okulunda adına düzenlenen anma törenlerinde arkadaşlarının, dostlarımızın sana gösterdiği vefa, Galatasaray Üniversitesi’nde adını bir sınıfa vermeleri ve burada adına küçük bir müze kurmaları, Uğur Dündar başta olmak üzere Hürriyet’ten arkadaşlarının ve Hürriyet’in her yıl sana ve aziz hatırana sahip çıkarak kabrinin başında seni anması, yerel yönetimlerin senin adını yaşatma hususundaki duyarlılığı, desteği, Mehveş’in ve senfoni orkestralarının adına düzenlediği konserler, Gazeteciler Cemiyeti’nin, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin ve Hürriyet’in seni anarken adına verdiği gazetecilik ödülleri gibi değerbilirlik örnekleri, Suadiye kıyısından gelen hoyrat rüzgârları dağıtıyor... Seni seven, unutmayan ve sahip çıkan dostların varlığı ve vefası bizi mutlu ediyor.
Yanımda olaydın, elli beşinci yılımızı ‘La Vie En Rose’u dinleyerek kutlayacaktık. Yine öyle yaptık canım, tek fark, sen orada ben burada, ama her zamanki gibi birlikteydik...
Kavuşana kadar hoşça kal, Çeto’m...

22 Şubat 2017 Çarşamba

6 Bilinmeyenli Denklem Üzerine



Bu ilk versiyon.
Kesinlikle daha çok sevmiştim izlerken
Oyuncu kadrosu çok daha iyi ve ilginç.

Operanın Hayaleti (Claude Rains) operanın devasa avizesini seyircilerin
 üzerine düşürmek üzere.

Ne zaman Süreyya Operası gibi bir yere gitsem ;hani tavanı yüksek, iç mekan özellikleri masalsı , başımı kaldırıp avizesine bakar ve bu filmi hatırlarım.

Ve ne zaman yoğun iş günü beynimi eritip beni 6 bilinmeyenli denklem görmüş sözel öğrencilerine döndürse,baktığımı görmesem-söyleneni duymasam-duyduğumu  anlamasam bu şarkıyı dinlerim.

Bu muhteşem hayal gücü ve öyküleştirme bugün kaldı mı sizce?
bence meftaaa

Aşağıdaki de son versiyon.
Bu da ayrı bir keyif


In sleep he sang to me,
In dreams he came.
That voice which calls to me,
And speaks my name.
And do I dream again?
For now I find,
The Phantom of the Opera is here,
Inside my mind.
 
Sing once again with me,
Our strange duet.
My power over you,
Grows stronger yet.
And though you turn from me,
To glance behind.
The Phantom of the Opera is there,
Inside your mind.
 
Those who have seen your face,
Draw back in fear.
I am the mask you wear.
 
It’s me they hear.
 
My/your spirit and my/your voice,
In one combined.
The Phantom of the Opera is here/there
Inside your/my mind
 
In all your fantasies
You always knew
That man and mystery
 
Were both in you
 
And in this labyrinth
Where night is blind
The Phantom of the opera is there/here
Inside your/my mind.
 
Sing my Angel of Music!
Sing!
Sing for me!
Sing my angel of music!
Sing for me!
 
"I have brought you,
To the seat of sweet music’s throne.
To this kingdom where all must pay homage to music, music.
You have come here.
For one purpose and one alone.
Since the moment I first heard you sing,
I have needed you with me to serve me, to sing,
For my music.
My music."


TÜRKÇESİ
(Tarja)
Uykularımda bana şarkılar söyledi, rüyalarıma geldi
O ses, beni çağıran ve adımı söyleyen
yoksa yine bi rüya mı, şimdi bulduğum şey
Operadaki hayalet, orada
zihnimin içinde.
 
(Marco)
Benimle birlikte bir kez daha söyle
garip düetimizi.
Üzerindeki gücüm şimdi giderek güçleniyor
ve arkana göz atmak için bana sırtını dönsen de
operadaki hayalet orada
zihninin içinde
 
(Tarja)
Yüzünü görenler korku içinde geri atıldı
Ben taktığın maskeyim
(Marco)
Duydukları benim
 
(T) Senin ruhun ve benim sesim bir oldu
(M) Benim ruhum ve senin sesin bir oldu
(T-M) Operadaki hayalet orada
(T) zihnimin içinde
(M) zihninin içinde
 
(T-M) Orada duruyor,
operadaki hayalet
Sakın,
operadaki hayaletden
 
(Marco)
Tüm hayallerinde, hep biliyordun
bu adamı ve gizemi
(Tarja)
İkimiz de senin içindeydik
(T-M) ve bu gecenin kör olduğu labirentin içinde
operadaki hayalet
burada
(T) zihnimin içinde
(M) zihninin içinde
(Marco)
Söyle! Müzik meleğim
 
(Tarja)
O orada,
operadaki hayalet
(Marco)
Söyle, meleğim, söyle

21 Şubat 2017 Salı

BÜYÜ



Gerçek tüm öykülerdeki gibi isimleri değiştiriyorum:

Ağlamaktan gözleri küçülmüş, yüzü sırılsıklamdı.

Harem'e bakan bir tepede çay içiyor ve mainin tonlarının birbirine karıştığı o nefis manzarayı görmüyorduk bile. Dostumu çok seviyor olsam da  saatlerdir bitmeyen yinelemelerinden ve mantığa sığdıramadığım ilişkilendirmelerinden bayılmak üzereydim.Yine de yılların hatırı vardı, sessizce çayımı yudumlayıp dinlemeye devam ettim.

-Sana bişi diyeceğim..dedi en sonunda.

Dalgın dalgın ufka bakmayı sürdürerek "yes?" dedim.

-Ertan'a büyü yapıldı. Bunun başka açıklaması yok bak sabah beri anlatıyorum sana adama bi hal oldu.

Bitse de gitsek modundaydım.

-Büyü..tabii..dedim.

-Ben bir hoca buldum,  methede methede bitiremiyorlar. Herkesin derdine deva olmuş, bir giden kapısından ayrılamıyormuş.

Kınamaktan çok uzak baktım gözlerine. Çaresiz ve mutsuzdu biliyordum.

-Eeee?

Biraz sıkılarak başını eğdi:

-Ona gideceğim ama korkuyorum tek gitmeye. Bizim çevrede yok böyle şeyler biliyorsun. Senden başkasına da açamam durumu.

Başıma geleceği anlamış efkarlı efkarlı çaya bakıyordum.

-Sen de benimle gelirsen gidebilirim.

Suskunluk pırıl pırıl yaz havasında neşeyle ötüşen kuşların, sarı sıcak güneşin verdikleri ile uyumsuz-tatsızdı.

Hala ıslak yanaklarına ve bir zamanlar ışık saçan gözlerindeki umutsuzluğa baktım.

Arkadaşım da olsa giderdim. Kaldı ki  dostumdu.

-Peki..dedim.

Meğer çoktan randevular alınmış, öyle tereddütsüzmüş benim rıza göstereceğimden. İçten içe memnun oldum bana bu kadar güvenmesine. O da beni kırmaz hiç bir şey için bilirim. Hayatta yalnız bırakmayacak dostlar edinmişim diye düşündüm. İçim sıkkındı, kendime moral vermeye de çalışıyordum bir yandan.

Üsküdar'da, dar merdivenleri olan, cephesi mezarlığa bakan aralardan birinde bir eve çıktık. Kuntakinte duruşumu almış, ödümün patladığını  belli etmemeye çalışıyordum. Evden içeri girerken bir çok beklentim ve bunlara  paralel savunma stratejilerim vardı. Ama asla gördüklerime hazır değildim.

Ev, az eşyası olan kutu gibi  bir yerdi. Az evvel çamaşır asılmış, kokusu  hafiften ortama dağılmıştı. Sağda solda ilkokul öğrencisinin ödevini yaparken ortada unuttuğu kitaplar, çerçeveli aile fotoğrafları vardı. Hani alt komşuya çaya inmiş gibiydik. Kesinlikle herhangi bir aile eviydi.



Müzeyyen Hoca sakız gibi bir başörtü ile çıktı içerki odadan. Son derece güler yüzlü idi. Benim kuntakinte halimi görmezden geldi, nezaketle elimi sıktı. Direkt konuya girildi ve dostum Ertan'nın nasıl da büyülü olduğunu, evliliğinin bitmek üzere olduğunu, mutsuzluktan ölmek üzere olduğunu,kavgaların ardının arkasının kesilmediğini bütün sabah dinlediğim ne varsa hepsini ama hepsini yine ağlama krizleri eşliğinde Müzeyyen Hoca'ya anlattı. O da dostumu  sağlam bir psikolog edası ile sözünü kesmeden, arada hım hım'layarak ve zaman zaman omuzlarını sıvayıp teselli ederek -anladığını  belli ederek dinledi.

Anlatım bitince içeriden Kur'an-ı Kerim aldı geldi. İçinden dualar okudu. Kimisinin türkçesini bize açıkladı. Arada çocukları geldi "anne biz çıkıyoruz okula" dediler, onları öptü yolcu etti . Bize hiç bir şey ikram etmemesini de mahcup bir gülümseme ile "sonra içinde bir şey var sanıyorlar, buraya gelenler biraz farklı" diyerek özetledi.İlk defa sempati ile baktım yüzüne. Kadıncağız neler yaşamış olmalı diye düşündüm.

Birbuçuk saat orada kalmışız. Dostum "bana vereceğiniz bir şey yok mu" dedi sadece dua ile yollanmanın hayal kırıklığı içinde. Müzeyyen Hoca "ben Allah'a inanırım, sen de inan. Dua ettik, niyaz ettik derdini açtık. Sen de söylesen duyan o, ben de söylesem duyan o.Ötesinde kimden ne bekleyebilirsin ki" dedi. 

Dost sıkıntıyla başını eğdi. Mantıken hal verse de mantıkla yatışamayacak kadar ayaktaydı duyguları,umutsuzluğu.

"Bak" dedi Müzeyyen Hoca "seni bir hafta sonra yine bekliyorum. Sevgi ve sabır bildiğin tüm büyülerden üstündür. Kocan sana her bağırdığında -seni seviyorum- de. Kocan sana her kızdığında sabret sus. Her akşam  yatarken ve her sabah kalktığında ona sevgini hatırlat. Yeni evlisiniz ve aklınız karışmış; birbirinizi sevdiğinizi ben görüyorum siz görmüyorsunuz. Bu dediklerimi yap, bu da senin büyün olsun." Dost umutla baktı yüzüne, halâ bir şeyler bekler gibiydi. "Ben uzaktan okuyacağım, kontrol edeceğim ama dediklerimi eksiksiz yapmalısın" diye sırtını sıvazladı,eline de bir muska tutuşturdu  Müzeyyen Hoca.

Çıktığımızda her cümlenin her kelimenin üzerinden heyecanla geçtik. Ben beklediğimden çok farklı bir sabahın şaşkınlığı, o ise yeni büyünün heyecanı ile dopdoluyduk. Bir hafta sonra orada buluşmak sözüyle ayrıldık.

Müzeyyen Hoca yine sakız gibi bembeyaz bir baş örtüsü ile açtı kapıyı.  Camları siliyormuş, bitmek üzereymiş;  iki dakika beklememizi rica etti.

Dostun yüzü gülüyordu. Hafta ortası Müzeyyen Hoca onu arayıp "diklenme demedim mi ben sana" diye uyardığında kavga etmek üzereymiş. "Az kaldı her şeyi bozuyordum" diyordu neşeyle. Gözlerini Müzeyyen Hoca'dan alamıyor, ağzının içine bakıyordu. Ben ise kunta'yı indirdiysem bile kinte'yi muhafaza ediyordum. Öylesine tepkiliydim ki bu tür şeylere aslında, gardımı indirmem mümkün değildi.

Bu kez çay ikram edildi.

Her şey  yoluna girivermişti bir haftada. Ertan sakinleşmiş, fırtınalar, tayfunlar yerini sert rüzgarlara bırakmıştı. Bu yolda devam edilirse tatlı meltemlerin okşadığı  akşamlar yakındı, bunu hepimiz görebiliyorduk.

Müzeyyen Hoca bir kez daha "unutma,  sevginin sabrın büyüsü her şeyden üstün. Dileyeceğini Allah'tan dile, kişileri sokma bir daha araya" dedi. Sonra muskayı geri aldı, içini açtı. Sadece "bismillahirrahmanirrahim" yazıyordu. Bakakaldık yüzüne. Gülümsedi. "Daha büyük bir cümle bilmiyorum, evrenin yaradılış sırrıdır bu..size mi derman olmayacaktı" dedi.

Saygıyla başımı eğdim.

Bir kaç ay sonra oradan geçerken baktım camları boş. Dosta sordum, taşınmış gitmiş ama kimse bilmiyormuş nereye gittiğini.

Çay ikram ederken tereddüt etmeyeceği insanların arasına gitmiştir belki de...

Bunca kara,kötü,sapkın,iğrenç,aşağılık,menfaatçi insanın arasında sakız kadar beyaz kalabilmişler de var..unutmamak lazım.

20 Şubat 2017 Pazartesi

ÖZGÜRLÜK YÜRÜME MESAFESİNDE


Çayı koy ki  çocuklar kalkana kadar demlensin ama o arada  çamaşır atabiliriz elbette ve çanta değiştireceğim şunları koymayı unutmamalıyım vb cümlelerle dolu sabahın asil prangası mutfak havalansın diye camı açana kadar sürdü.

Taze , serin yağmur kokusu hipnozdan uyananlardaki kadar şaşkın bir bakış getirdi yüzüme.

Yine de saatin tik-tak'larına yenik düştü  varlığım ve çocukların ayakkabılarını da boyayayım diye mırıl mırıl geri döndüm evin içine.

Saat henüz 05:30'du.

08'de Nehir ile evden koşturararak çıktığımızda o okula ben işe yetişmek için adımları telaşla sıralamamıza rağmen birbirimizi kucaklamayı unutmadık ayrılmadan hemen önce.


"Seni seviyorum" diye fısıldadım kulağına annece
"Aynen" dedi yüzüme bakmadan ..ergence

Tam çöpü de atıp 14C'yi yakalamak için atıldım ki yağmurun davetkar tıkırdamasını duydum kırmızı şemsiyemin  tepesinde.

Çocuksu, 
Masum,
Yalnız,
Davetkâr,

Elimi cep telefonuma attım saate bir bakayım ne kadar zamanım var diye.
Elimi geri çektim; dedim ki kendime,özgürlük yürüme mesafesinde.

Herkes duraklara ya da saçakların altına sığınırken, kulaklığımı takıp müzik dinlemeyi bile reddederek yola koyuldum. Yağmuru dinlemek, nefesimle o tazecik serinliği ciğerlerime nakletmek, yorgun düşüncelerimi attığım her adımla kaldırımlara dökmekten başka bir dileğim yoktu. 

Evden işe yürüdüm.




Şemsiyemin tepesindeki o inanılmaz ritm, yağan her damlaya şükür duası ettirecek kadar huzur doldurdu içimi.



Öyle böyle değil...Yaklaşık 3 kilometre yürüdüm.



Sevgili İstanbul,

Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla.

Esaretin her türüne #HAYIR