30 Eylül 2015 Çarşamba

Yağmur


İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.

Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası  kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.

Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)

Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.


Ve "Akasya" sebebini asla anlayamadığım bir şekilde tüm okuldaki popülerliğinin meyvelerini toplamak yerine benimle arkadaş olmak için elinden geleni yapıp benimle dertleşti durdu. Aşkını, aldığı keyfi,neşesini,kızgınlığını bana anlattı. Şeytan azapta gerek..tersleyemedim.






O deli dolu hallerinin,aldırmazlığının altındaki şaşkın masum çocuktu belki içimdeki öfkeyi merhamete çeviren. Bir iki başımı çevirip gittimse de sonradan dibimden ayrılmayan bu çocuğa kapılarımı açmış buldum kendimi.

Bir bildiğim varsa insan evladını dinlemeli, anlamasa da dinlemeli.

Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.

Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.

işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız  var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.

Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?

Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.

Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.

Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.


Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu. 

Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.

Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı  faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken  kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.

Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.

Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.

Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.

Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...

Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.

-Evlenmemişsin "onunla"...dedi

Gülümsedim.

-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle  bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"

Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını  kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.  
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık. 

"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.

"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.

Hayat...seçimler..

Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.

Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...





27 Eylül 2015 Pazar

Siz Küçükken Kaç Yaşındaydınız?

Korkudan baskın tek duygu umutmuş.

Korku ve öfke anında kontrol zayıflayınca ortaya çıkanlar komik oluyor çoğu zaman. Ne İstanbul Türkçesi ile şakıyan beylerin korku /öfke anında sinkaflı küfürleri ya da lehçeli nidalarına şahit olmuşumdur.

Ya da neredeyse 30 senedir İstanbul'da yaşayan bendeniz kızınca gayet içten bir "yapma da!" ile çığlığı basar, samimi öfke anımda "afkur afkur" diye söylenir,beni çılgına çeviren birine o an rahatlıkla "anderin gaybanası" diye sayıp söverim. O anlarda Amerikan filmlerinin "oh ! lanet olsun!"ları yer almaz dimağlarımızda.

Akşam İstanbul'da gök delindi yere indi. Nasıl bir gökgürültüsü nasıl bir şimşek nasıl bir sağanak yağmur..yok böyle bişi.


Jane Austen'in İKNA romanına dalmış hayli geç yatmıştım. Yerimden kalkasım yok ama kulağım çocuklarda. En sonunda içeriden Nehir'in , yani küçük kızımın titrek sesi yükseldi. 

-"Babaa..babaaaa"

Eşim yerinden fırladı hemen yanına gitti,Nehir kucaklanarak annesinin sıcacık kollarına getirildi. Eh, Selin'in nesi eksik?O da yarı uykulu geldi yattı yanımıza.



Korkan çocuk , üzülen çocuk "anne" diye ağlamaz mı?
Ne yapsam ne etsem Nehir'in aşkı ve önceliği baba işte. Sağlam çakan bir şimşeğin aydınlığında bunu görmüş olduk.



Kıskandım mı sandınız?
Az bile sanmışsınız.
Öldüm kıskançlıktan..ama küçükken "anne" diye değil " baba" diye ağlayan bir kız çocuğu olduğumu hatırladığım sürece ağzımı açmaya hakkım yok biliyorum.

Selin anladı derdimi. Uykusunun içinde gülümsedi , uzandı elimi tuttu.


Nehir son gökgürültüsü ile burnunu sineme gömdü.

"Ne sarsuk bulutlar bunlar..koca gökyüzünde yer bulamayıp çarpılır mı birbirine yahu..bunlar sizden de sakar" diye fısıldadım onlara. Kasılmış omuzlar gevşedi.Bir iki mahmur kıkırdama çıktı ağızlarından.

Onlar uyudu.

Ben yağmuru,babamı ve çocukluğumu düşündüm sabah olana değin.







25 Eylül 2015 Cuma

NEŞET ERTAŞ

Ben en sevdiğim 3 türküsü ile andım vefat yıldönümünde büyük ustayı..sizler de sevdiğiniz türküleri ile anın istedim...Sevgilerimle

GÖNÜL DAĞI

Gönül dağı yağmur yağmur varan olunca
Akar can üstüne sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar yar oy yar oy yar oy yar

Dil gizli gizli Dil gizli gizli
Sinemi yaralar yar oy yar oy yar oy yar
Dil gizli gizli Dil gizli gizli

Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü verilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider yar oy yar oy yar oy yar

Yol gizli gizli Yol gizli gizli
Sinemi yaralar yar oy yar oy yar oy yar
Yol gizli gizli Yol gizli gizli

Seher vakti garip garip bülbül öterken
Kirpiklerin o kok yar yar cana batarken
Cümle alem uykusunda yatarken
Kimseler görmeden yar oy yar oy yar oy yar

Gel gizli gizli gel gizli gizli
Hoyratlar görmeden yar oy yar oy yar oy yar
Gel gizli gizli gel gizli gizli
Horozlar ötmeden yar oy yar oy yar oy yar
Gel gizli gizli gel gizli gizli





ZÜLÜF DÖKÜLMÜŞ YÜZE

Zülüf Dökülmüş Yüze Aman,
Kaşlar Yakışmış Göze Aman Aman.
Usandım Bu Canımdan Aman Aman,
Derd İle Geze Geze.

Bu Ellerde Gez Gayri Aman,
Kâtip Ol Da Yaz Gayri Aman Aman.
Bir Kazma Al Bir Kürek Aman Aman,
Mezarımı Kaz Gayrı.

Gün Doğdu Aştı Böyle Aman,
Gönüldür Coştu Böyle Aman Aman.
Sen Orada Ben Burda Aman Aman,
Ömrümüz Geçti Böyle.





NEREDESİN SEN

su garip halimden bilen şiveli nazli, 
gonlum hep seni ariyor neredesin sen? 
tatli dillim guler yuzlum ey ceylan gozlum, 
gonlum hep seni ariyor neredesin sen? 

ben aglarsam aglayip gulersem gulen, 
butun dertlerim anlayip gonlumu bilen, 
sanki kalbimi bilerek yuzume gulen, 
gonlum hep seni ariyor neredesin sen? 

sinemde gizli yarami kimse bilmiyor, 
hiç bir tabib şu yarama merhem olmuyor, 
boynu bükük bir garibim yuzum gulmuyor, 
gonlum hep seni ariyor neredesin sen?





24 Eylül 2015 Perşembe

Bayram Gelmiş

Daha evvel de söylemiştim ya; çocukken  de sevmezdim bayramları, gurbet elde tek kalem kalınca hepten sevmez oldum. Ne yazık ki çocuklarıma da bir bayram sevincidir-bilincidir veremedim. Bayram 3-5 zorunlu telefon haricinde gezilip dinlenilecek zaman dilimi bizim için.

Yine de bu coşkuyu yaşayan-ritüelleri yaşatan tüm güzel insanların bayramını canı gönülden kutluyorum.



Nerde o eski bayramlar sözlerini de  29 Ekim'ler, 30 Ağustos'lar, 19 Mayıs'lar, 23 Nisan'lar için söyler oldum. 

Coşkum sevincim ertelenmiş..ama unutulmamış ve vazgeçilmemiş!

17 Eylül 2015 Perşembe

Martı ve Öküz

Hayatta yanlış kişilerle dostluk kurduğum çok oldu ama pişmanlığımı "keşke"lerle beslemedim.

Ama bu sabah bir kere daha anladım ki  yanlış kişilerle ilgili seçimlerim yaşımın ve yaşantımın getirisi ise de doğru şeyleri sevmişim.

Kişiler gitti ama sevdiklerim yanımda kaldı en zor günümde.

Şu "içime öküz oturdu nefes alamıyom oyyyy" dönemini atlatamıyorum bir türlü. Hani her şey yolunda ve ben surat asıyorum da değil, berbat bir şey önüme çıkanlar da değil. Hepimiz yaşamışızdır ve bi milyon kere daha yaşayacağızdır:  zamanla halledilecek şeyler ama belirleyicinin siz olmadığınız yerde sabır zor zanaat mirim.

Sabah uyandım evi topladım,çamaşırları yıkasam mı diye düşündüm vazgeçtim sonra gittim çocuklar uyandığında bulabilsin diye kıymalı börek yaptım. Böreğin altı pişsin de üst kızağa alayım diye beklerken mutfağı topladım filan sonra gayrı ihtiyari cama çıktım. Gri-laci bulutlar sessiz yolculuklarına kapılmış gidiyorlardı Eylül rüzgârları ile. Sabah serinliği ile hafifçe ürperdim, sokağa bakayım dedim. Üsküdar Belediyesi mini kamyonu çöp saatine uymayan tosbağaların çöplerini toplayayım da millet temiz sokaklara uyansın turu atıyordu. Çöpçüye baktım ve acaba çocukken ne olmak istiyordu diye düşündüm. Sonra içime oturan öküz yeri dar gelmiş gibi kımıldandı ve yine nefes alamaz oldum, başımı  göğe kaldırdım.


Kocaman mucizeler arayanlardan değildim hiç bir zaman.

Yaşamın sunduğu küçük mucizelerdeki büyük mesajları, rüzgârın tenime değişindeki şefkati duymayı bildim hep.
Sırf bunun için bile milyarlarca kez şükürler olsun.
Onca gri-laci bulut bir rüzgarla aralanıverdi. Parçalanışın oluşturduğu delikten minik şirin kesinlikle varoluşuyla benim direkt bir ilişkim olduğuna inandıran bir pembe bulut burnunu uzattı.

En az çocukluğumdaki kadar keyifle açılıverdi gözlerim.

Delik biraz daha büyüdü ve pembe bulutun da altında mailerin en parlağı bir gökyüzü göz kırptı.

44 yaşında işe gitmek üzere giyinip rujlar filan sürünmüş bir kadındı camdan bakan biliyorum ama ağzımın kulaklarıma kadar varan bir sırıtma ile yayılmasına mani olamıyordum.

Biri, benden evvel bastı kahkahayı.


Gözlerimi zorlukla aldım bulutların dansından.
karşı damın olabildiğince kıyısına tünemiş bana  bakıyordu Martı . karnı tok sırtı pek keyfi yerindeydi besbelli. 

"Merhaba" diye fısıldadım gözgöze geldiğimiz anda
Ağzını tuhaf bir şekilde aralayıp garip bir ses çıkarttı.

Bu sefer ben de bastım kahkahayı.

Ne lazımdı ki hayatın güzelliğini bana hatırlatmak için..daha fazla ne lazımdı.
Benim için var olan bulutlar..
Onların rüzgârla dansları.
Bir sürü koyu gri arasından bana ulaşan parlak mai
ve yılların eskitemediği dostum Martı 

Yanlış kişilerle dostluk kurmuş olabilirim hayatım boyu

Ama hep yanımda olacak doğru ve güzel şeyleri sevmişim.

İçime çöreklenen öküzü tatile gönderdim!

Şu an saat 07:55.
Çoktaaaan işe gelmiş ,masamdan yazıyorum.

Günaydın 17 Eylül 2015
Bir daha asla yaşayamayacağım güzel gün
Her anının tadını çıkartmak dileğiyle...

13 Eylül 2015 Pazar

Locusto

Monte Cristo Kontu'nu okudum elimdeki kitabı bir yana koyup alelacele.

Hani neden yaptığınızı bilmediğiniz ama iç güdülerinizin şiddetle sizi yönlendirişine boyun eğmenin mantıklı olduğunu içten içe kuvvetle hissettiğiniz anlar vardır..öyle bir şeydi bu .

Kitap 607 sayfa. Bir günde bitirdim. Hermann Hess ile hemhal olmanın keyfinden öldüğüm bir günde onun kitabını bırakıp deli gibi çocukken okuduğum bu romana koşma nedenimi o anda anlayamayacağımı ama zamana izin verirsem bana anlatacağını da biliyordum.

Vücut bir yiyeceği şiddetle istiyorsa içinde bulunan bir şeye şiddetle ihtiyacı var, dengeyi sağlayacako maddenin eksikliği uyarı zillerini çaldırdı demekmiş. Benim bu yönelişim de ruhumun aşermesi idi sanırım.

Sabahın köründe elime alıp akşamın bir vakti kitabı bitirdiğimde kalan her şeyi , hatta stresten beni düğüm düğüm eden bir sorunu bile nasıl da unutuverdiğime hayret ettim.

Modern hayatın kolaylıkları, ulaşılmanın kolaylaştırılması, süreçlerin kısaltılmasını getirdi sanırım. Her şey çabucak oluveriyor. İnternetten sipariş vererek evden hiç çıkmadan para kazanıp hayatınızı idame ettirebilir, siparişler verip ihtiyaç duyduğunuz her şeyi eve getirttirebilirsiniz.Kimseyle tek kelime konuşmadan bi milyon insanla iletişime geçebilir hiç gitmediğiniz yerleri kameralarla günlük hayatın akışını canlı izleyebilirsiniz.

Beri yandan berbat bişi bu. Hazır olmadan kozasından çıkan kelebekler gibi erken özgürlüklerin yırtılmaları ile doluyor ruhlarımız. Eli elime değdi diye ilk aşkının hatırasından günlerce elini yıkamayan genç kızlar yerlerini aşklarını itiraf etme şekli olarak direkt öpüşen çiftlere bıraktı. İstesen de istemesen de bizim seçtiğimiz kişiyle evleneceksin baskısına doğan haklı tepki evlensen de olur evlenmesen de olur hatta kafana estiğinle istediğin kadar evlen olmadı boşarsın n'olacaklara bıraktı. Hani demem o ki haklı değişim istekleri , süreçleri ortadan kaldırıp direkt sonuçlara giden yanlış yollara götürdü sanki bizi. Belki bu yüzden içimdeki hep bir şeyler eksik ve yanlış hissiyatı.

Ergenlik denilen kutsal dönem, çocukluktan geçliğe geçişin o hırçın hazırlık süreci yok artık. Mağazalarda bile ya çocuk var ya genç reyonu.."garson boy" kalktı. Oysa önemli bir şey bu her ne kadar önemli değil gibi görünse de.

Monte Kristo Kontu'nda bugün aşırı duygusallık ya da lüzumsuz zaman kaybı olarak görülen o kadar detay var ki , ilk okuduğumdaki hayranlığımla şimdi okuduğumdaki "üf aman"ların kıyası kabul edilir gibi değil. Öyle özlemişim ki detaylara zaman ayıran insani akışları, bakışı ve bakışların  anlam belirleyiciliklerini .

İsterdim ki ne yaptığı ne ettiği ne söylediği kimse tarafından umursanmadığı için özgür olduğunu zannedip kalbindeki yalnızlıkları saçma sapan şeylerle doldurmaya çalışan insanlar güruhu olmaktan çıkabilelim. İzmir'deki gibi sabahları birbirini tanımayan insanların "günaydın"ları ve nezaketleri ile başlasın sabahlar. Süreçler olsun anlamı olan,getirdikleri kalbe dolan,ömrü dolduran. Aşk aşk gibi, nefret nefret gibi yaşansın intikamlar mertçe alınıp  dostluklar vefa ile bezensin .

Şimdinin aklını ve bilincini geçmişin güzel alışkanlıkve kuralları ile bezeyebilmek isterdim.

Birer Locusto 'ya dönüşmeden evvel baharlar dolsun nefesimize, kendimizi bulalım isterdim.


Bak sen şu Monte Cristo Kontu'nun yaptığı işe...Bir isim koydu  özlemlerimize


Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen
Bize…
Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi.
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına…


11 Eylül 2015 Cuma

Rüzgâr


Bir hedef koy kendine ve ona inan..hayalinin gerçeğine dönüşmesi için ilk ve en önemli adım bu.

Simyacı ile başlayan furyada beni kendine inandıran ve gerçekliğini tartışmasız biçimde kabul ettiğim en önemli anlayıştı belki de bu.


Şimdi kabusumun bittiği, yokuş yukarı tırmanıp güneşin doğuşunu aynı hizada izleyebileceğim bu dağın tepesine varıp nefes aldığım ve gözümü önümde belirsizlikleriyle cazip geniş ufka diktiğim bu anda kocaman bir nefes alıyor olmam gerekmez miydi?

Gerekirdi.



Olmak zorunda olduğum Kadriye olan Kadriye'ye bi sağ bi sol kroşe geçirmiş tahta oturmuş. Olmak istediğim ile olan Kadriye, hatta olması gereken Kadriye olmak zorunda olduğum Kadriye'yle kavga halinde. Hüküm sürenin bakışı donuk,gülüşü yalan.Yine de severim onu,korumaktır geride kalanı amacı bilirim..

Olması gereken Kadriye sağlam bi çimdik atıyor bu aşamada. Silkinmeye çalışıyorum. Olmak orunda olduğum kadriye dimdik bakıyor gözlerimin içine. Taviz veresi yok, riske giresi yok, benim en sevdiğim duyguların naif yumuşaklığından muaf..bana göre sevimsiz. Bi de şu, gülüşümü çalması yok mu. en çok ona sinir oluyorum. Olmak istediğim Kadriye tüm melodilerin en güzelleri ile çınlamaya hazırken bu soğuk duygusuz hesapçı Kadriye'ye kalmak var ya..ölüm ölüm. Uyuz!

Hayallerimi koyduğum  hazine sandığım ise alabildiğine boş. Ben farkındayım uçurumun kenarında çiftetelli oynadığımı, ben biliyorum bir ayağım boşlukta gözlerimi kapadığımı  ama bir şeyler yapacak gücü toplamak bazen öyle güç ki. Koşabiliyorsunuz ama hayal kuramıyorsunuz..berbat bi bitiklik bu.






Nedir diye bakındım hayatıma sabah. Araçlar ve amaçların yer değiştirdiğini gördüm. O yüzden boş peronda giden trenin ardından bakarcasına çaresiz ürkek kalışın  yol ağızlarında.

Babam tüttü burnumda tüm bu karmaşanın içerisinde. Anladım ve gördüm ki bir kez daha, onun kokusuna sesine , başımı okşayan sert elinin şefkatine muhtacım yaşım kaç mevkim ne olursa olsun. Çocukluk anılarım üşüştü başıma. Hep o araba kullanırken ve ben yanındaki koltukta otururken. Cılız bacaklarımı koltuktan keyifle sallandırırken onun o emsalsiz yakışıklı yüzünün her çizgisine hayran baktığım ve annem, kardeşlerim olmadan bana kalışının keyfini çıkarttığım o anlar. Sert yüz hatları ile tezat, dudağının kenarında  bize bakarken hep var olan o sevecen tebessümün güneşten bile parlak ışığı.







Karadenizin yeşilinde saklı, maisinde gizli kalmış anılarda kalmak üzere olan sıcak gülüşler...


















Hayal kurmak mı?

Çocukluğuma dönmem ve babamın neşeli bir türkü mırıldanan sesi ile dolan wolswagende kendimi buluvermem mümkün mü?

Eve döndüğümüzde onun için topladığım çiçekleri görünce annemin yosun yeşili gözlerindeki ışıkların pırıltısının artması ile içime gurur dolduğu o günlere dönebilmem.
Sorgulanmadan sevmek ve sevilmek mi aradığım.

44 yaşındaysan ve  İstanbul denilen keşmekeşte yaşıyorsan, mai nerde yeşil nerde derse gönül.. hayat çok zor.


Geveze'yi biliyorsunuz artık, şu sabah uyandığımda içimde şarkı söyler bulduğum ve tüm gün arka planda vır vır hayata eşlik eden Geveze. Volkan Konak doldurdu her yeri bu sabah....

Yelken olup dünyanın tüm rüzgârlarını içinize almak isterken dümene yapışıp kalmak zorunda olmak...işte bütün mesele bu.


4 Eylül 2015 Cuma

40'lı Yaşlar

Biri benim yerime söylemiş,biri benim yerime bunu duymuş yazmış,biri benim yerime yazılanı görmüş ve bana iletmiş.

Minnettarım yazılanda ve fotoğrafta beni görebilene...



Bazı şeyler için artık sabrım yok;
ukala biri haline geldiğim için değil,
aksine hayatımda artık beni mutsuz eden
ya da üzen şeyler ile

vaktimi daha fazla kaybetmek istemediğim
bir noktaya ulaştığım için…
Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere
ve hangi türden olursa olsun
talep ve beklentilere artık sabrım yok.
Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye
ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu kaybettim.
Artık yalan söyleyen
ve beni yönetmek isteyen insanlara
bir tek dakika bile harcamak istemiyorum.
Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların
ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda
bulunmak istemiyorum.
Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok.
Aynı şekilde boş dedikodulara da
bulaşmak istemiyorum.
Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan
nefret ediyorum.
Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan
bir dünyaya inanıyorum,
bu nedenle katı ve toleransı olmayan insanlardan kaçınıyorum.
Arkadaşlıkta sadakatsizlikten
ve ihanetten hoşlanmıyorum.
Birisine nasıl iltifat edileceğini
ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
Abartılar beni sıkıyor.
Ve her şeyin de üzerinde,
sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok”.
|MERYL STREEP