Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trabzon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2015 Cumartesi

Gerekmiyor

Hiç böyle bir günüm olmamıştı.

Güneşte ayazda rüzgarda yağmurda koşmuş koşmuş da baharın serinliğinde bir salkım söğütün altında manolya kokuları taşıyan serin rüzgârın kucağında bir nefeslik durmuş gibiyim. 



Hayalini kurmaktan bile vazgeçtiğim bir gün bugün.
Bugün ..seni yaşadığıma inanamıyorum.

Benden ne isteniyorsa yaptım!

Okudum,iyi bir üniversiteyi bitirdim.
Evlendim..iki güzel çocuk dünyaya getirdim.
Çocuklarımın ikisi de takdirname ile sınıflarını geçtiler.
İşsizdim..yarınlara ait endişelerim vardı..işe girdim.

Nehir Trabzon'da annem ile , yani çocuğuma benden iyi bakacak ben kadar seven ile birlikte.Mutlu ve aklım onda kalmıyor.Şu an onun için yapmam gereken ya da yapabileceğim bir şey yok.
Selin okulunda işe girdi, yaz tatilini doğru değerlendiriyor, sevdiği bir arkadaşında kaldı gece.Şu an onun için yapmam gereken ya da yapabileceğim bir şey yok.

Eşim işe gitti.
Mevsim yaz..serin bunaltmayan hediye bir yaz günü.


Yapmam gereken hiç bir şey, yok;dağları devirip , denizleri kurutan bir endişem yok.

Yemek yapmam gerekmiyor...çocuklar evde olmayacak.
Bir şeyleri yetiştirip koşturmam gerekmiyor.


Üzerimde öylesine rengi atmış ama rahat ve aşina ev kıyafetlerim...yahu saçımı taramam bile gerekmiyor.

Engelleyemediğim bir sırıtmadır geldi yerleşti suratımın orta yerine.Gittikçe genişliyor. Evde dolaşıyorum her şyi ilk kez görüyormuşcasına.İçinde koşturmadan, kafamda "gerekler" olmadan ; yağmur sonrası tozlardan arınmış netlikle seyredersiniz ya her şeyi...işte öyle seyrediyorum hayatımı,evimi.

Büyük kızım yarın gelecek inşallah da,küçüğüme ait özlemişlik sızı sızı kemiriyor yüreğimi. Özlemimi seviyorum, özleyecek birinin olmasını, kavuşmayı keyifle beklediğim özlemlerimi seviyorum. Dayısının ona aldığı ördek ile Trabzon'da mutlu koştururken hayal ediyorum. Elime pijamalarını alıp üstlerine sinmiş kokuyu içime çekiyorum..burnumun direği sızlıyor ama mutluyum.İnsan sevdiklerinin mululuğu ile mutlu olmuyor mu sanki.

Bugün öyle muhteşem bir gün ki...vazgeçmişim ummaktan.

Dışarı çıkmam gerekmiyor
İçeri girmem de gerekmiyor.

Paşa gönlüm ,sen ne istersen hiç çekinme söyle bana

Onu bile yapmam gerekmiyor .

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Bora


Sen hatırlamazsın o günü.Hem yaşımız küçüktü , hem de durduk yere  akılda yer edecek özel bir  an değildi.Ama zihnime kazınmıştı benim.Ben unutmadım hiç.Şimdi ne zaman "hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu " dese Zeki Müren gözlerim yaşla dolar. Seni,çocukluğumuzu ve anıların yumuşak sıcaklığını özlerim İstanbul'un  metalik seslerinin arasında. Yalnızlığım dolar kalbime, seni özlerim denizimi, mavimi, Trabzon'umu özlediğim gibi.

Abim'e...

Sen olsan olsan 12 ben de o zaman olsam olsam 10 yaşlarındaydık.
Şivemiz kaymasın,küfür öğenmeyelim diye annemin sokağa salmadığı,bizim de 3 kardeş evde kendi cennetimizi yarattığımız yıllardı. Sotka'da caddeye bakan ,halen çocukluk anılarına ait tüm rüyalarımda koridorlarında dolandığım evimizdeydik.

Hatırlarsın hani, misafir odası ve oturma odası caddeye bakardı, annemin yatak odası ve mutfak da Karadenizin mavisine. Hani terasımız vardı annem kızınca yalınayak kaçtığımız, halı yıkandığında deli gibi eğlendiğimiz, senle uçurtma yapıp uçurduğumuz. Hani,okuldan gelince rahat oturalım diye annem dikerdi pijamalarımızı, bitmezdi sohbetimiz,masallar anlatırdın bana.Gözümüzü açtığımızda birbirimizi arardı gözlerimiz.Yaramazlık yapar,karnımız ağrıyıncaya kadar gülerdik hani."Sen erkeksin sen kızsın"ı sokmamıştı aramıza kimseler henüz.El de yoktu resim çerçevemizde, alem de. Ailemiz vardı, mutluyduk çayıra salınmış küçük eşekler kadar.

Bir gün, yine böyle bahara - Mayıs'a çalmıştı zaman. Yapabileceğimiz yaramazlıklar bitmiş , oturma odasının camından caddeyi seyrediyorduk. Bilgisayar - TV kaplamamıştı günümüzü zihnimizi . Radyo açıktı. Sonra o şarkı çaldı, döndün bana "bu ikimizin şarkısı olsun" dedin. Sözlerini dinleyince gözlerim doludoluverdi. "Ayrılmayalım  ki biz hiç" demek istedim. Boğazıma tıkıldı sözcükler kendi manasızlıklarını, kadere hükümsüzlüklerini bilirmiş gibi. Uzandım eline dokundum sadece. Öylesine bir andı. Unutmuşsundur sen binlerce kere..tıpkı diğer anıları unutabildiğin gibi. Ama ben unutmadım.


Sonra taşındık o kiradaki  evden .Yeni, güzel ve bize ait evimize geçtik..ama üç kardeşin üçünün de düşlerinde hep Sotka'daki ev kaldı.Çocukluğumuz ve olanca masumluğumuz.

Büyüdük, aşk  girdi hayatlarımıza. Senle biraz uzaklaşmıştık işte o zaman..el de vardı alem de vardı şimdi hayatlarımızda. Sen erkek çocuk ben kız çocuktuk. Gelişimlerimiz farklıydı. Yine de oynardık,yine de paylaşırdık birbirimizle. Hani hakkını vereyim:on numara yakışıklı bir adamdın her zaman. Yıllar perçinledi bunu...babamı koy bi yana,üstüne adam tanımam yani. Sana aşık olan kızların bana yanaşmasına çok gülerdim. Okuldan dönerken bağıra çağıra şarkı söyleiğini duyduğum top arsasında seni görünce mutlu olurdum. Sen hep çok neşeli bir delikanlı idin, gülüşünü severdim.Adına hakkını verirdin "Bora" gibi, kıyısında büyüdüğün deli dolu Karadeniz gibiydin, esmeni gürlemeni hatta sabahın köründe bana zorla Burhan Çaçan dinletmeni ..ben seni çok severdim.

Sonra evlendin.
Güzel,tatlı bir kızdı gelinin.
Ama evlilik demek el demek alem demek.

Sonra ablam evlendi.
Neşeli,tatlı bir beydi damadı
Ama evlilik demek sorumluluk demek,anne olmak/bölünmek demek.

Sonra ben evlendim.
Evlilik demek hayat demek gaile demek.

Bu eleştirim için bağışlayın beni ey cümlealem : kız evlenince birini daha alıp aileye katıyor ama erkek evlenince..gidiyor galiba.Uzaklaşıyor yani?


Kopmadık birbirimizden ama uzaklaştık mı ne biraz? Müdür Bey oldun sen, öfkeli, kızgın,fazla ciddi.
Bir eşek şakası yapamaz oldum sana. Arada gözlerinde yakaladığım muzurluk da olmasa çekilmez olacak bu hayat iyice. Başbaşa geçirdiğimiz saatler yok..saatleri koy bir yana anlar bile az artık.

Evlilik denen şeyin getirdiği değişimi sevmiyorum yalan yok.
Ben İstanbul'da siz Trabzon'da.

Ablamla her gün konuşuyoruz da sen uzaklaştın mı biraz ne?
Ablamla her şeyi paylaşıyoruz,birbirimizi yargılamadan sınırsız perdesiz..fiziki mesafeler vız gelir tırıs gider ki her zaman.


Yine de bilmez değilim cüzdanında bir benim resmimi taşıdığını.Elimi uzatsam, elimi boş bırakmayacağını.. Yorgunsun,kınamıyorum ki seni ben.

Yani, sen gönlündeki sevgiyi yitirmedin ama perdeledin mi azcık ne.

Ne bileyim..özledim seni işte. Çocukluğumuzdaki gibi kahkahalarının içinde yuvarlanarak anlattığın bişileri özledim.Başka şehirlerde olmak değilmiş ayrılık.


Hayat arkadaşlarımız..evlilik...sorumluluklar..seçimlerimiz
Bir bakıyorsun,hiç ayrılamam diyorken kavuşmak hayal oluyor.
Ama olsun...
Zamanın zulmüne direnci de o hayaller sağlıyor.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Ocak 25


Ocak ayının 25'i güzeldir.
Severim o günde hayallerimi gerçekle buluşturmayı.
Hayat, o gün bi başka sever beni.

Evlilik yıldönümümüz o gün.
6 sene flört nişan derken sonunda evlenebildik.
Çok da acelemiz yoktu sanırım öyle gezip tozmak hoş gelmişti demek ki :-)


Neyse, bu sene de 25 Ocak'ta Allah'tan bir engel çıkmazsa Trabzon'dayım.
Uffffff nasıl özledim memleketimi nasıl özledim anlatmak mümkün değil. Uçaktan inip başımı çevirdiğimde Karadeniz'in o koyu laci dalgaları ile gözgöze gelip ciğerlerimin özlediği o yeşil mavi temiz rüzgarları içime çekmek yok mu?Hücrelerim kıpraşıyor heyecandan keyiften. Geçen ay dilime dolanan Frank Sinatra şarkısı yerini bizim oralılara bıraktı. Sabah kalkıyorum ,çocuklara Hayde diyorum rahmetli Kazım Koyuncu eşliğinde. Sonra Volkan Konak geliyor Denizde Karartı Var diyor ve ben çocuklara atkı şapka takın diye tutturuyorum filan.


















Hayatımda hiç bu kadar uzak kalmamıştım evimden ocağımdan toprağımdan.İyileşmeyen yara gibi,büyüdükçe büyüdü özlem içimde. En çok bizim evin, içeri girdiğinizde sizi sarmalayan ışık ışık ferahlığını ve tanıdık kokusunu özledim. Demliğimizi,yemek masasını.Biliyorum , sabah olsun da balkonda günün ilk ışıklarını Akçaabat üzerinden gelirken seyredeyim, dağlarıma tepelerime içim alabildiğince bakayım isteyeceğim. Renkler, İstanbul'un zihnimde soldurduğu renkler...onlarla kucaklaşacağım doya doya.


Trabzon simidini bilir misiniz?Neredeyse Türkiye'nin yarısından çoğunu gezdim , daha güzelini görmedim.Bizim ora simidi , 5 tane ye olmadı 10 tane ye diye teşvik eder insanı. Yanında bir de buruk çay varsa, hoş sohbetler de eşlik ediyorsa bu ziyafete, hele babam eski kaşar aldıysa İPA'dan...oyyyyyy. Ölümsüzlük iksiri dedikleri bu işte. Ölmeyecem ki, bana ne.


Sonra döner yiyeceğim öyle 100-150 gram filan değil. 2 senedir uzağım sizden, getirin yarım kilo çatlayana kadar yiyeceğim demezsem ne olayım. Dukanmış Karataymış..peeeh. Ölürsem bi de aç gitti diye ağlamasın kimse ardımdan. Doyasıya yiyeceğim özlediğim ne varsa.








































Ah...memleketim memleketim.Şiiri bile var, şarkısı bile var. Pazar sabah oldu mu evin oradaki fırına gideceğim 8 yaşımda da yaptığım gibi ve 9 ve 10 ve 11.....Annem akşamdan kıymayı hazırlamış olur sabaha soğusun hemen gidebilelim fırına diye. Bir Pazar kıymayı bir Pazar peynirli yaptıracağım.  

Falanca yağ öyle zararlı filanca yağ böyle zararlı ..hikaye! Tereyağı kaşık kaşık doldurmak lazım içine. Karadeniz insanı uzun yaşar, ailemdeki neredeyse herkes araba çarptığı için öldü.Tereyağ kalbi de ruhu da besler. İnanmıyorum uzmanlara.İçlerine bir de yumurtanın sadece kırmızısı ama o da pişmemiş...mmmmm (köy yumurtasının içi kırmızı oluyor sarı değilllll)



 Ablamla abimin işe gittikleri bir sabah, annem babam ve mutfağın bana kaldığı o güzel sabah kuymak yiyeceğim.Yaşamak güzel şey mirim diyeceğim...

Sonra ablamın,abimin ve benim çocuklarımız bir arada iken, ortalık desibel desibel çınlamakta iken ablamla kahve içip saçma sapan fal bakacağız birbirimize. Onlarca kere bölünen cümlelerimizde neyi anlattığımızı unutup hep yeniden başladığımızı fark etmeye fark etmeye ama gülümsememiz  kocaman koskocaman konuşacağız. Abim gelecek, boynuna atlayacağım. O yine ciddi takılacak aklısıra ama gözlerinin ta içi ile gülüşü yok mu ya..o yetecek.nnem ve babam..bir de karadenizim deli denizim şarkılarım,anılarım,çocukluğum,çocuklarım...

Ocak ayının 25'i iyi gelir bana hep.

Bir de bakmışsınız..iş bile bulmuşum...kimbilebilir.


23 Kasım 2014 Pazar

Goncagül


Goncagül ailemize katılan ilk torun. Abimin kızı . 

Abim, eşinin bebek beklediğini öğrendiğinde dağlara taşlara Goncagül yazmış ve bir kızı olması için bildiği tüm duaları etmişti.Allah da duaları kabul etti.


Soldaki Goncagül,kucağımda Atakan,sağdaki Mert..ilk 3 yeğen
Onun doğumunu öğrendiğimde Bursa'daki yazlığımızdaydım. 

Bebek doğdu haberini alınca sevinebilmek için  gayret gösterdimse de pek çok sevdiğim yengemin durumu hakkında endişe ağır basmıştı. Onun da iyi olduğunu öğrenince çalsın sazlar oynasın halalar modunda çığlık çığlığa döktürdüm neşemi,sevincimi.


Abim ve yengem kumral.Goncagül bakır saçlı beyaz tenli ,masallarda prensesleri çizerler ya bebekken;  gül goncası dudakları ile aynen öyle inanılmaz tatlı bir bebekti. Hem baba hem anne tarafından ailelerin ilk torunu olunca ve aileler Karadenizli olunca garibim ilgi,sevgi denizinde boğuldu. Yaratılış özelliği olarak şefkat ve iyimserlik bahşedilmişti ona. Bir damlacıkken bile can taşıyan her varlığa şefkatle yaklaştı hep.


Sonra büyüdü..peeeeh.

Kız halaya oğlan dayıya derler.E bizim kız şanslı mı şanslı.İki hala var, ikisi de birbirinden şahane (kahrolsun tevazu) Azcık benden azcık benim mukkkteşem ablamdan aldı. 

Lise bitiş döneminde , onun varlığı ile müjdelenen Bursa'daki yazlıktaydık. Kumsalda güneşlenirken o sene yapması gereken üniversite tercihleri hakkında yoğunlaşıyordu sohbet.


Ablam-abim ile benim farklılıklarımı uzun uzun irdeledik.


Ailenin yanında olmanın avantajları -dezavantajları. Hayat her zaman sevecen olmuyordu, kimi dallar budanıyor yerine daha gür sağlıklı çıkıyor ama bazen öyle fırtınalar görüyordun ki dallar bir daha çıkmamacasına kırılıp rüzgarlarla savrularak gidiyordu. Var olmanın en önemli şartıydı köklerinle sımsıkı  yapışmak. Trabzon'a geldiğimde birlikte hareket edilen konularda (mesela hadi pikniğe gidelim heyyo) nasıl uyum sıkıntısı çektiğimi, tek başına hareket etmeye alışmanın keyfini ve zorluğunu anlattım. Canım yandığında birilerine dayanmadan tek başına halletmenin özgürlüğünü ve acıtmasını anlattım. Hayattaki seçim ve seçeneklerin, bedelini ödeyebilirse ne kadar zengin olduğunu..zaman zaman bedellerin ağır olabildiğini, "keşke" sözcüğünü lügattan kaldırmanın şart olduğunu anlattım.


Düşündü.

Sonra , telefonunu eline aldı ve babasına "beni Trabzon dışında bir yere gönder baba..ben halam gibi olmak istiyorum" dedi.

E tamam, hayli gurur duydum ve hayli de içim kalktı bu seçiminden. Zekası pir, kendi kesinlikle bulunmaz Hint kumaşından olan ama değerini ancak penceresi gönlü genişlerin anlayabileceği  bi tanecik abim de düşündü, kızıyla konuştu ve "peki" dedi.


Goncagül şimdi Ankara Hacettepe'de okuyor. O yaz, Kumla sahillerinde konuştuğum genç kız ile artık uzun sohbetlerin konuları bile değişmiş olan genç kız çok farklı. Seçiminden " en azından şimdi" pişmanlık duymuyor.

Bu minik dokunuş onun hayatının akışını değiştirdi. Ne onun , ne benim, ne ailesinin pişman olmamasını diliyorum tüm kalbimle.

Selin ve Goncagül İstiklal Caddesinde

Diyeceğim o ki , bir derslerinde hocaları blog açmalarını istemiş ve 20 yazı yazmaları gerekiyormuş.

Yeğen: "Hala" dedi.
Halası : "oki toki yeğen, yok bi sorun" dedi.

Tabiiiii ki ödevi o yaptı, ben sadece fikir verdim.

Ancak son yazısı benim için sürprizdi...

İşte tam da o yazısını sizinle paylaşmak istedim ...buyrun efendim:

21 Kasım 2014 Cuma

Dağlar Yerinde Dursun


Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır günümdeyim.
Of çekmeyişim o yüzden.

Eşek kadar oldum, anne özlemi bu kadar olmamalı dimi ya?
Maalesef...annemi özledim hem de çok.
Özleyecek,özlenesi bir annem olduğu için şükrede şükrede,dağlar ardında olsun sağ olsun salim olsun diye diye özledim.
Mis gibi sabun kokan ellerinin başıma değişini, yosun rengi gözlerinde bahar bahar sevgiyle beni süzüşünü özledim.
Özledim diyorum ya...özlem değil bu çok ötesi.İçimde bir şey acıyor, kokusu geliyor burnuma.Üzmeyeyim onu diye yalandan telefon açıyorum :

-Anne salçalı bifteğin dibine soğan...nasıl ytapılıyordu bi anlatır mısın?

Demiyor bana 20 senedir evlisin,yemek programlarında çalıştın ,bin kere pişirdiğin yemek nasıl bilmezsin demiyor. 5 yol ağzında trafik polisi o, tüm aileyi düzenliyor ,herkeslere yetişiyor , koşturuyor ama düdüğü ağzından indirip anlatıyor." Bak şimdi..." anlattığını dinleyen kim.Sesi ılık ılık aksın gönlüme, kurudu nehirlerim,soldu çiçeklerim.

-salçayı ne kadar koyacaaam?

Ayağında sallardı beni.Uyumayayım diye çaktırmadan kendimi çimdiklerdim.Ninni bitince başımı kaldırır "bi daaa" derdim. Hep gülümserdi annem. Gözü güzel, gönlü güzel annem.

Çok özledim..ama dağlar yerinde dursun.

ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar/ kavuşmak nasıl olmaz ;madem ki ayrılık var ...demiş şair.

Kavuşacağız elbet..sabır.

Öyle de özlenesi bir kadındır ki. 

5. katta oturuyoruz, şen kahkahası birinci kattan da duyulabilir.Kızdı mı Tazmanya canavarı gibi bir karış boyu ile fırtınalar estirebilir.Sevdi mi dağlar denizler kadar, sildi mi tozunu zerresini bırakmaz.Bana kitap yollasana der, hayata merakı hiç bitmez. Yeni yemek tarifleri denemekten, masasını salatasını süslemekten haz alır. Bilir annem yaşamayı, savaşmayı,sevmeyi bilir.

Severim onu çok.

Ne iyi olurdu bugünlerde yanımda olsa.

Yok..dursun dağlar yerinde çekmeyeceğim of filan.
Ofların hepsi içimde..Karadeniz'e gideyim..salıvereceğim denizimin maisine.

Sonra dalacağım onun dünyaları içine alan güzel gözlerinin büyüsüne...

Çok özledim çoook!






12 Kasım 2014 Çarşamba

Silüet

Aklım buradaydı ama ruhumu nadasa bıraktım gelmeden önce. Bir miktar çorağa çalmıştı bereketli topraklarım.Mevsimsiz yağmurlar, ölçüsüz sıcaklar;aslında beklenen ama gelmez diye umulan afetler filan.

Kızdım çok kızdım birilerine.
Kırıldım hayatın taaa kendisine.
Küstüm bunca zaman sabırla affedip umut ettiklerime.
Ne kadar çimdikledimse kendimi rüya değil gerçek yaşadıkların dercesine acıdı canım..istedim ki uyanıp kabus sanayım.

İşte böyle özeti uzak kaldığım günlerin.

Abim geldi  sesimin titrek tınısına gönlünü yumuşatıp.
Oyyyyyy...
Kardeş cannnn, kardeş ömrü tamamlayan.
O dönünce Trabzon'a pek ağladım ardından. Ne şanslıyım ki sevginin bu derece güzelini bana vermiş Yaradan.

Kutupların 6 ay gecesi gibiydi şu son bir ay.

Bi sevgili Havva dürttü ..içime dert oldu .Gitsem yazsam okusam iki satır dedim
Bi Aliye'm dürttü..utandım ertelediklerimden,şımardım keyfimden.
Bi de  Burcu sorunca "nerdesin" diye..düşündüm doğrusu hakikatten ben nerdeyim diye.

Soranlara sonsuz teşekkürler gönülden.
Bugün darmadağınık ama özetle anlattım nerede olduğumu...yarın yine yazarım eskisi gibi inşallah.

Hep sevgiyle kalın.

28 Eylül 2014 Pazar

Küçüktüm Ufacıktım..

İstanbul-Trabzon arası vapur seferleri pek rağbet görürdü küçüklüğümde. O aşina maviliktir belki gönlümde taht kurup hala hüküm süren.




Babam, bu yaşıma kadar gördüğüm en yakışıklı erkeklerden biri annem ise yosun rengi gözlerinde baharlar,tatlı gülüşünde ılık meltemler barındıran bir kadındı. Asla pespaye görmediğim bu  güzel iki insan ile yaptığım bir vapur seferinin tatlı anılarıdır gecenin bu vaktinde girdiğim çıkmaz sokaklardan beni çıkartan.







Küçüktüm , ufacıktım. Düz saçlarının uzun perçemlerini gözlerinin önüne indirip dış dünya ile bağlantısını kesmeye çalışan , izleyen ama konuşmayan bir çocuktum. Salopetimin düğmesini yutmayı başarıp annemin yüreğini ağzına getirdiğim an aklımda. Deniz tutmasının ne berbat bir şey olduğunu en sağlamından öğrendiğim yolculuk da bu 
yolculuktur . Uzunca , dik merdivenlerden indiğimiz gemi restaurantının büyüleyici atmosferinde annemin eteklerinin, babamın ne yaptığını bilen insanlara mahsus rahatlığının ardına sığındığımı, tüm yemekleri reddedip muza bir türlü hayır diyemediğimi de tüm o bulanık git-gelli anılar içinden net şekilde çekip alabiliyorum.





Fuaye alanına gittiğimizde annem ve babam ingilizce sohbet etmeye başlamışlardı biri ile. İsmi, gariptir ki halen aklımda: Mr. Rabak. Elini uzatıp başımı okşadığında geri zıplamamak için kendimi zor tutmuştum. Rabak kızılderili imiş.Babam , ona "merhaba" demem için gülerek ısrar ettiğinde lütfedercesine bir "hello Mr Rabak" demiş sonra annemin arkasına süzülmüştüm usulca. 

Bir de zenci vardı sohbete katılıp ürktüğümü fark ettiği için daha uzak duran. En sonunda başımı okşamak için elini uzattığında geri gittim. Teninin siyahlığının bana bulaşacağını sanıyordum. Rabak'ın farklı teni, zencinin simsiyah elleri korkudan aklımın başımdan gitmesine neden olmuştu.

Sonra, zenci adam bana baktı ve gülümsedi. Kocaman gülümsedi. Onca siyahlığın içinden inci gibi dişleri bembeyaz parladı ya, gülüşünün içten sıcaklığı korkudan buz kesmiş çocuk gönlüme ulaştı ya...belki de karanlıktan korkumu yenişim o gülüştedir, kötü-kara günlerin ardından ummadığım beyazlığın çıkacağına inancım bu çocukluk anısında saklıdır diye düşündüm bu gece.

Birinin sağlığı, birinin çocukluğu, birinin aşkı,birinin evliliği,birinin işi,birinin hayalleri..yitip gidenlerin hüznü ile demlenirken gecenin bana kalmışlığında,  Mr. Rabak ve karanlığın içindeki beyazın sevinci ile gönlümü ısıtan zenci adam geliverdi aklıma işte öylesine. Dudaklarımda o şarkı , "keşke" ve "iyi ki"lerimin kesişiminde annemle babamın tamamlayıcı , güçlü huzurları ile pekişmiş mutlu çocukluğum.

Aydın Arın'ın şiirinde de dediği gibi:

...  

Yarım kalmasın düşüncelerim,
Bakarsın bir gün hepsi tamam.
Yeter ki kendimizi görebilelim,
Bu kırık aynalardan.