aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Duyguların Renkleri Var

En sevmediğim duygu çaresizlik. Rengi bulanık safran sarısı, çirkin bir kırmızının üzerine dökülmüş. Ne yapsam atamıyorum üzerimden, ne varsa bende kalan alıp götürüyor hepsini tereddütsüz...Zamanın getirdiklerini zamansız alıyor benden.Soğuk!

En aldırmadığım duygu öfke. Rengi palyaço pembesi.Nadir gelir, ben geliş sebebini sormadan alır şapkasını gider ardında iz bırakmadan.Kanımı ateşleyişini, bende yarattığı adrenalini severim ama en çok geç gelip tez gidişidir sevdiğim.Bir de , sadece öfkelendiğimde aldığı bir renk var gözlerimin; çakmak çakmak bir yeşil.Onu da severim.

En vazgeçilmez duygu huzur. Sevgi maisi ile şefkat maisinin uyumla kucaklaştığı bir mai rengi. O kadar serin bir sıcaklık ki o, incinmesin,kırılmasın , benden kimse alamasın diye kalbimin ve beynimin ennnnn içerilerine yerleştirip duvar ördüm çevresine. Aldırmazlığı içime veren Allah'ıma şükürler olsun.Bazen köy yanar kel bakar modunda yaşamak o kadar güzel ki :-))

En şiddetli duygu aşk. Rengi değişken ama asla pastel değil ve asla beyaz değil. Genelde damarlarımda kanın Şibumi kıvamında dolaşmasına neden oluyor.

En kuvvetli duygu annelik. Rengi mercan yeşili ile turuncu karışımı. Uç duygu ve kavranmların uyum içinde tek potada erimesine neden olan karmaşık bir düzen getiriyor dimağınıza.İlk defa ölümden korkuyor insan...onları bırakmak korkusu ölümden baskın.

En ferahlatıcı duygu özgürlük.Dünyanın tüm rüzgarlarını ciğerlerinize doldurmak demek özgürlük. Göğün maisi ile bulutun beyazı birbirine karışmış,Dalgaların köpüğü gibi kıpır kıpır ve vazgeçmeye hazır. özgürlük sıcak havada alınan serin ve taze bir nefes gibi...

En nitelikli duygu merhamet. Allah almasın kalbimden onu..başka iyi bir niteliğim yok çünkü. Merhamet kahverengi yeşil, merhamet sakınımlı mahçup. Merhamet suskun dilsiz ,tevazu içinde ama başı hep dik. Merhamet anne kurabiyesi tadında..

En bedel ödeten ama en arı kalan duygu adalet. İnsan kendi adaletini uygulamalı, adaleti el'den beklememeli bazen. Adalet kömür karası kararlı.Adalet çelik kadar soğuk ama elden bırakmazsan senin vücut ısında.

En salak duygu korku. Rengi çiğ sarı..uçup kaçacak gibi.Bir Allah'tan bir nefsimden bir de sarhoştan korktum şimdiye kadar. Öteki renklerimi zedelemesin diye gelse de görmem, seslense de duymam duygularımdan bu. Soğuk çorba içmek gibi...

En çabuk kaybolabilen duygu vefa. Lila rengi, utangaç. Az insanda bulunur, çoğaltılması resimlerle-kokularla-şarkılarla mümkündür. Kırılgandır.beslenmesi gerekir.

29 Aralık 2013 Pazar

Dilek Hakkı

Çocuklar gibi dileklerimi sıralamışım her yeni yıl geldiğinde...Günlüklerime baktığımda kendimi gülümseyerek izlediğim anlarda fark ettim bunu. Aslında ne kadar kolaymış zamanın törpüleyerek şekillendirdiği ayrıntılardan uzak ana niteliklerle insanı görmek..ama iş  becerip insana uzaktan bakabilmek. Sıralamışım nitelikleri çünkü hep net olmak, niyetimi-sözümü ortaya koymakmış derdim ömrüm.Yazmışım çünkü  bir pigmeden sadece biraz uzunken bile "söz uçar yazı kalır"ı bilirmişim.Sonra dileklerime baktım , insanlık için , dünyanın geleceği için,komşu kızı için,dostlarım arkadaşlarım hatta bir sahip bulunsa dediğimiz sokak köpeği için bile dileklerimi diledikten sonra kendim için bir şeyler dilemeyi hak görebilmişim...


Başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilmek, başkalarının sevinçleri ile tamamlanabilmek insan niteliği olsa gerek. Tıpkı başkasının derdine kendi derdin gibi çare bulmaya çalışmak gibi.Hayaller kurabilmek gibi..umut etmekten hiç vazgeçmemek gibi.

Şimdi yeni bir yıla girerken yine odaklanmaktan vazgeçip yapabildiğimce uzaklaştım resimden ve göremediklerimi görmeye çalıştım bu sene iyice yordukları gönlümün yaralarını keyifle sararken.Hey! Yeni bir yıl geliyor. Her şeyden önce henüz kirlenmemiş,yaşanmamışlarla dolu,kötülükten yana yapılan rezervasyonların neşeli kahkahalarla bozulabileceği bir yıl bu. Daha şimdiden kocaman bir gülümseme yayıldı bile yüzüme.Umut ediyorum ve umut ettiklerime dokunabilecek kadar yakın olduğumu hissediyorum.

Siyasi çatışmaların hız kazandığı ülkemde konunun asıl merkezden uzaklaştırılmasına,dağıtılmasına,tartışmak yerine demagoji ile suyun bulandırılmasına ve insanların bunları hala yutmasına sinirleniyorum.O kadar çok yalan o kadar çok kravatlı adam hırsı birikti ki  üstümüzde gökyüzü sadece gri bulutlarla doluymuş gibi gelmeye başladı herkese.Güneşi özledik.Sabah mahmurluğunda çiy tanelerinin mücevher ışıltısına gülümsemeyi özledik."Anlamıyorsun" diye birbirine haykıran ama anlamayan ve anlatamayan,kör kavşakta kornaya basıp duran bireylerden oluşan gruplar sardı memleketin her yanını.Bir sürü senaryo ve bir sürü insan bu senaryolara inanmak isteyen. Oysa sonuca, olagelene baksa herkes gerçeğin ışıltısı kucaklayıverecek onları, kör gözlerini açacak sağır kulakları duymaya  perdesi kapalı kalpleri sadece kendi menfaati için atmamaya başlayacak.Yalanlar, siyasilerin insanlara söylediği o kocaman yalanlardan bile tehlikeli artık çünkü insanlar günahları için,hataları için,yaptıkları kötülükler için kendilerine yalan söyler oldular.

En son ne zaman güzel bir şarkı bestelendi benim ülkemde? Tüm bülbüller kafeste, tüm güller nefretten solmuş.

Bu sene yeni dileklerim var Allah'tan...iyiler kazansın kötüler utansın ve bu bizler için hayırlı olan olsun ..diliyorum.
Güller açsın bülbüller şakısın aşk yeniden vücut bulsun renkler kirlenmişliğini unutsun ...diliyorum..
Karacaahmet mezarlığı "ben haklıyım!" diyenlerle dolu, insan olabilmek olmalıydı bütün konu, herkes hatırlasın bunu ..diliyorum
Felsefe tartışalım,yarını oluşturalım,dünün keşkelerinden kurtulalım artık önümüze bakalım..diliyorum
Aşk diliyorum üç harfinin her birinin anlamını vere vere..çocuğu annesine, seveni sevenine,çirkini güzeline hasret bırakmasın Allah..diliyorum.
O kalp kıranlar hak yiyenler kötülüğü elleri ile evlat gibi besleyenler var ya...Allah utanmayı öğretsin..diliyorum.
Ve elbette sağlık diliyorum
Sonra dilek hakkım baki kalsın, her gördğüm sabaha sevincim,umudum,sevgim,yaşamaya da niyetim var benim diyorum.

13 Aralık 2013 Cuma

Kar Düşleri

Düşleri bile sorgulamak mı yetişkinliğin adı?

Kimi düşler var sadece düş olduğu için güzel, kimi düşler var ardından koşmak hayatın amacı olduğu için güzel. Kimi düşler var dilden düşmeyen, kimi  düşler var dile gelmeyen.

İstanbul'u kar aldı...Trabzon kar altında bir düşler ülkesine benzerken İstanbul kabusa dönüştü.Öylesine sıkıldım ki ellerim ardımda bağlı , koşulların çaresizliği ile yapıma hiç uymayan teslim olmuş bir hayat sürmekten, öylesine uzun zamandır tutuyorum ki nefesimi elime bir çanta alıp içine 3-5 bir şey doldurup bilinmeyene yelken açmaktan başka bir şey düşünemez oldum. Birikmiş ne varsa yeni bir hayat kurmama yetmez mi? Yeter..ama tek olsam. Tek olmayı istiyor muyum?Hayır. Çocuklarım yani gözlerim ,yani kulaklarım, yani sesim, yani özüm,yani ruhum...onlarsız düşlerim bile yoksul yalın. ..ama bu rezil berbat düzen, bu zaten haksızlıklara susmayı emreden ve beni kızdıran düzen değil mi böylesine suskun söylenmek zorunda bırakan tüm şarkıları.
 
15 yaşındaydım şehir merkezinden Trabzon'un Akçaabat'a daha yakın kesimine taşındığımızda. Bir kardan adam yapımı ile başlayan dostluklar ,tanışmalar o günün soğuğuna inat hala ısıtıyor kalplerimizi..bir çoğu ile halen dostuz ...o zaman soğuğa da gülerdik sıcağa da gülerdik. Aşktı tüm satırların ana başlığı.Sevmeyi de sevilmeyi de severdik. Çocukların öldürülüp tecavüze uğradığı bir dünyadan muaf, sevgiler öfkelerle kirlenmemiş yaşar giderdik.
16 yaşındaydım, İstanbul'a bir kar yağdı..botlarım soğuktan ayağıma yapıştı. İstanbul karı kirletiyor..kardan adam yapılası bir memleket değil aslında. Soğuğa meydan okudum Vezneciler'den Fatih'in bir ucuna yürüdüm...ayaklarımı hissetmem saatler almıştı ama soğuktan parlayan gözlere ve gülmekten ağrıyan yanaklara sahiptim.Aşk satırlardan kaplere giriş yapmıştı, acısı bile güzeldi.
18 yaşındaydım, ablamla "eller ne der" sloganına kafa tutup Trabzon'da karda kendimizi yere attık...kelebekler gibi kollarımızı açıp kanat çırptık..bıraktığımız tüm o neşeli izlerin eriyen karla birlikte kaybolmaması ne güzel..Anılar, söz konusu kardeşler ise renklerini koruyor hep.
19 yaşındaydım, ablam Erzurum'da çalışıyordu. Kuru soğuk ne demekmiş öğrendim. Boyum kadar sarkıtların güzelliğinde eridim. Sonra biri inşaat mühendisi biri iletişim fakültesi öğrencisi iki olgun genç hanım olarak Erzurum sokaklarında karda düşenleri izleyerek karnımız ağrıyana kadar güldük. Hem acıdık onlara hem güldük. Sonra biz düştük iki adımda bir..kendimize herkesten çok güldük. Ayıplanmaları takmayacak kadar içimizdeydi hayat..hala hissederim donmuş yüzümde gülmekten akan yaşların tatlı sıcaklığını
Anılar anılar anılar...
Şimdi kaç yaşındayım unuttum. Dün 30 'larımda hissediyordum kendimi, bugün bahar dalı kırık gönlü kederli yaşlı bir kadın. Yarını bilemem ama umut var oldukça yarınlar da var olacak onu bilirim.
Çantama 3-5 bir şey koysam, çocuklarımı alsam..anılarımı alsam..umut zaten hep benimle...açsam kanatlarımı uçsam uçsam uçsam

28 Ekim 2013 Pazartesi

Yüzleşme


Geçmişle yüzleşmenin en eğlenceli yolu 20 sene sonra üniversite arkadaşlarıyla buluşmak olsa gerek.Perdesiz ve pervasız sorular havada uçuşurken yaşamın sizden aldıkları ve yerine koydukları ile yeni şeklinizi tarafsız sayılabilecek bir gözle görebiliyorsunuz. Belki en objektif yorumları bu yolla alıyor insan :"yuh!o göbek de ne?" ya da "boşandın mı?amaaan sen okulda da huysuzdun :-)" sözlerinin yürek yaralama amacı taşımadığını bildiğinden herkesin yüzündeki gülümseme gittikçe genişliyor doğallığıyla.




Hani hep çok iyi bildiğiniz ana yolda alışıldık hızla giderken, yoldaki çakıl taşlarını bile ezberlemiş olmanın verdiği güvenin getirdiği huzur hep alışılmışlığın bıkkınlığına sataşırken ağaçlıklı bir yan yol sizi çeker onca zamandır merak ettiğiniz...düşünerek değil ani bir kararla kırarsınız ya direksiyonu. Hayatın sunduğu emrolunandan kendinize kaçıştır ya o aslında...öyle bir şey 20 sene  görmediklerinizle rastlaşmak.


Kahkahaların ve hatırlanması neşe saçan unutulmuş detayların gittikçe artan bir ritmle sohbete hakim olması kaçınılmazdı. Adımın , havalı bir genç kız ile değil de afacan bir çocuğu anarcasına anıldığını dinledim geçmişin dile getirilişinde yer aldığımda.Saçları kısacık kesilmiş, Trabzon özlemi ile dopdolu,yaşamı merakla seven,yaşamı can acısıyla seven,yaşamı her yeni günün başlangıç ışığında coşkuyla seven o kızı düşündüm. Gelecek korkuturdu beni zaman zaman..şimdi 14 sene çalıştığım iş yerinden "farklı görüşlere gittikçe azalan tahammül" nedeniyle atıldıktan sonra gelecek kendi adıma umursanmaz çocuklarım adına ise ürkütücü bir şey benim için. Dostlarımın sözlerinden , bakışlarından dönüştüğüm kişiyi izledim.




Neydi yitirilen zamanın sert virajlarında neydi edinilen umulmadık zamanda bulunan dostluklarda? Tüm kavramların, tüm isimlerin yeniden tanımlandığını görmek için aynaya görerek bakmak lazımmış, kendinize bile danışmadan direksiyonu yan yola kırıvermek şartmış meğer.

Kimimiz aşkı bulmuşuz hala kana kana içen vardı aşkın çeşmesinden, kimimiz parayı bulmuşuz "aradığım oydu zaten" itirafı ile ortaya serilen...kimimiz ikisini de bulamamışken kimimiz ikisini de bulup yitirerek dudakları tebessümlü gözleri kuytu ormanlar kadar gölgeli feylosoflar olmuşuz. Kariyer yapan da var, her girdiği yeri batıran da..gelemeyenlerden özlemle anılan da var,aman iyi ki gelmedi denilen de. Şansın, hayatı belirlerken çabalamaktan çok daha baskın rolü olduğunu görmemek mümkün mü?Doğru zamanda doğru insanlarla karşılaşıp doğru sözü söylemek , tüm ömrünce düzgün yaşayıp deli gibi çalışmaktan çok daha evlaymış meğer.

Ertesi gün eski iş yerimde çalışanlarla buluştuk yine seneler seneler üstüne..başaranlar vardı başaramayanlar vardı. Okul arkadaşları ile olduğu kadar teklifsiz ve perdesiz olmasa da keyifle yoğrulmuş sohbetlerin ardından Einstein'i andım saygıyla bir kez daha: 


"A" yı başarı olarak tanımlarsak, formül A=X+Y+Z 'dir. X çalışmaktır,Y oynamaktır,Z ise çeneni kapalı tutmaktır...




Ve bir kez daha çocuklarımın, hayatımdaki en erişilmez en tanımlanmaz, en vageçilmez,en kategorize edilmez mutluluk dolayısı ile asıl başarı olduğunu gördüm.

Ve bir kez daha onlara en iyiyi verme sorumluluğu kamçıladı beni...iş bulmam lazım ama koşmadan, geç de kalmadan....




21 Ekim 2013 Pazartesi

Deniz Kızının Hüznü

Büyük acılar, büyük sevgiler ,büyük özlemler sessiz olurmuş
İçimden bile konuşmuyorum..o kadar yani

Ne büyük haksızlıktı beni sürgün etmeleri!
Sadece büyükbaşın birinin ayıbına şahit oldum diye!
Ve sadece onlarla aynı görüşte değilim diye!
Ve sadece güçlü olanın haksızlık etmesine,zayıfı ezmesine gücüm yetti de engel oldum diye!

Ne büyük keyifti onca fırtınada başı dik durmak,onurunu soğuk havada kolunun altına sıkıştırdığın sıcacık taze ekmek gibi yürek dolusu sevinçle ,tertemiz hissetmek...



Nasıl canım yandı! Çocuklar gibi ağladım onca yılımın emeğinden ayrılırken..

Bir de küfreder gibi hain ve korkak ve aptal ama hain olana verdiler sevdiceğimi!

("O gün" üzgündüm yaşadıklarım, "bugün" mutluyum bedeli ağır olsa da özgürlüğüme kavuştuğuma. )

Dostluktu , paylaşılan simitti , hesapsız gülüşler ortak ağlayışlardı , özgürce doyasıya maviye bakma hakkıydı orası benim için
Eşşek gibi çalışıp insan gibi karşılığını almaktı; karşılık asla para değildi..istediğim de!

Ve tabii en önemlisi "O"na yakın olabilmekti.

Hakkında kulağıma fısıldanan tüm olumsuz sözlere rağmen "O"nu sevmemek elimde değildi.
Başta düşmanımdı..elinde sanal bir sopa reel acıtarak kovalıyordu beni
Önemsemiyordum, hatta zaman zaman basit buluyordum onu
Sonra ilk cemre, sonra ikinci ..derken üçüncü cemre düştü.
Ve her şey ama her şey değişti.

“Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez, umulmadık 
anda birden bire boşanmaz insanın tepesinden.
 Azar azar gelir. İnsanın hayata ve çevresine 
karşı davranışları getirir mutluluğu, azar 
azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle 
doğar..”

Cengiz Aytmatov - Toprak Ana

"O"nunla çalışmak çok güzeldi.

En stresli anda bile benimle mizahı paylaşıp kahkahalarla gülebilen
En önemlisi hala çocuk kalabilen...

Zeka, parlatırdı mütevazı bakışlı gözlerini.
Çocuklarından bahsedişini severdim;insan olduğunu bilirdim
Vazgeçmeyişini, öğrenmeye açlığını
Her zerresini hak ettiğim bana güvenişini severdim
Bilirdim İstanbul onun da yüreğinde kök salamamış tüm ihtişamına rağmen
Lüküs arabalara bakarken gözlerinin parladığını görmedim ama parlardı gözleri neşeyle ve ilgiyle yükün altında ezilmeyen bir eşeğe bakarken...

"Trabzon" daki "ı" hari gibiydi..hep oradaydı ama kimseler onu göremezdi.

Lakin, dostluğu bile sakınımlı yaşadık hoyrat rüzgarlarda incinmesin diye,
Lakin, biz çok farklıydık her şeye rağmen yine de.

Aynı konuda aynı şeyi düşünmesini severdim
Bilmeden aynı cümleleri sarf edişimizi
Hızlı düşünmesini, "beklemeyişimi" severdim en çok
İlyas'tan beter, Cemşit'ten beter hatta topuklu ayakkabısı ile dağı aşıp kamyondan hızlı giden Asya'dan beter olacağımı bilirdim..yapabileceğim bir şey yoktu;boyun eğdim ve bekledim.


Dostluğun aşktan daha kuvvetli çizgisi var ve üstelik dostluğun cinsiyeti yok. Aşkta öfke,şiddet ve dahi şehvet vs vs bir çok duygu olabiliyor. Oysa dostluk katışıksız vefa,özveri,sevgi ve güveni barındırıyor . İkisi de bulduğunuzda sizi mutlu ediyor, ikisi de kaybettiğinizde canınızı çok yakıyor.


Şimdi, dik yamacın başında sert deniz rüzgarları ile beni bir başıma bırakışına kırgınlığımı suskun özlemlerle perçinliyorsam , ağzımı açmayıp kendimle bile konuşmuyorsam , "ötekiler" canıma okumak için alfabenin her harfini kullanırken "neden yanımda değil" demek yerine onun kendi zor mücadelesinde kendi destanını yazdığını görüp onu yormalarına üzülüyorsam ........

Ben, aşkı her şeyden üstün ve güçlü sanırdım;
Dostluk, bir çok konuda aşktan daha üstünmüş meğer

Tıpkı deniz kızları gibi...

"Günlerini, anlamanın sözsüz gayya kuyusunda geçirirler. Hiç bir şey düşünmezler; yalnızca anlarlar. (Denizin Sırları/Peter Ustinov)