1 Aralık 2014 Pazartesi

Mai'ydi ...

Asfalt dökülmüş yollarda ağır aksak yürüdüğüm yoktur hiç.

Çakıllı yokuşlarda zamana karşı koşmak nasibimde olan hep.

İş görüşmesinde ön elemeyi geçip mülakata çağrıldığım gün , henüz 5 aylık olan Selin'imi bırakabileceğim kimse yoktu . Doğum sonrası ayın dolunay haline geçmiş olmamdan kaynaklanan stres ve sıkıntı yetmezmiş gibi ek sıkıntılar gelmiyor muydu..deli olacaktım. 38 bedenden 46 bedene fırlamayı başarmak her kula nasip değil.Ne giyeceğimi bilmiyordum, gideceğim görüşme yeni bir iş alanı idi ne diyeceğimi bilmiyordum ve hala emzirdiğim bebeğimi kime bırakacaktım:bilmiyordum.

Moral vermek istercesine sarı sıcak bir gündü. Ne etsen yaşayacaksın bu günü, kaçış yok dedim. Annemin çiçekli ipek gömleği ile düğmesini ilikleyip fermuarını çekemediğim o melun eteğimi giyindim. Selin'i yıkadım, giydirdim, kucağıma aldım;bezleri , suyu, yedek kıyafetleri içeren çantasını da omzuma taktım ve iş görüşmesi için Üsküdar'dan Fatih'e doğru yola koyuldum. 

Oldukça sıcak bir Haziran günüydü.

Görüşme yapacağım binaya varınca, ortasında havuz bulunan kocaman giriş yolundaki banklardan birine oturdum. Kalbim küt küt çarpıyordu ve hala ne yapacağımı bilmiyordum. Selin ile konuşup oynuyor, fındık burnuna öpücükler konduruyor , görüşme saatinin gelmesini bekliyordum. 

Derken yanıma bir genç kız oturdu. Benim halime bakıp rakip olmayacağıma kani gelince de oraya geliş sebebini açıkladı. O da aynı iş için görüşmeye gelmiş. Ama içi hayli rahatmış çünkü filanca yerden torpili varmış, onun için telefon açmışlar ve benim gözünün içine baktığım o "evet"i çoktaaaan almışlar.

Selin'in kahve gözlerinin içine baktım çaresizlikle
-Dammm ..dedi bana
-Damm bebeğim, dedim.

Siz ne için gelmiştiniz dedi yanıma oturan genç kız.

-"Aramaya" dedim. "Ya mevlamı bulacam ya belamı"

Yüzündeki gülüş dondu, tersledi mi bu kadın beni bakışı yerleşti gözlerine.Sonra sustuk koyu lacivert. 

Saat gelince ikimiz de görüşme yapılacak büroya doğru yola koyulduk.O neşeyle içeri girdi, ben merakla.

Sıramı beklerken vatandaşların beklemek için oturdukları koltuklara oturdum.

Sonradan çalışma arkadaşım olan görevlileri incelemeye koyuldum.Gariptir, her gün yüzlerce kişinin gelip geçtiği o salonda hepsi beni hatırladı sonraki konuşmalarımızda dile geldiği üzre.

Biri "bakın ben ne kadar yardımseverim, ne kadar iyi niyetliyim" diye kendini paralarcasına hepsine yardıma koşuyordu. "Eline güç geçerse kimseyi tanımaz bu" dedim.

Biri, ince alınmış kaşlarının üzerine kırmızı türbanını çekmiş ağır makyajı ile telefondakini, önüne gelen vatandaşı tersliyordu. "kendini sevmiyor olmalı.. yoksa bu kadar aksi olmasının imkanı yok " dedim.

Biri, mavi-yeşil bir türban takmıştı güzel yeşil gözlerini vurgularcasına. Dudaklarındaki dalgın ve içten tebessümü görünce ben de gülümsedim ister istemez." Ne yazık..sen kimseye kötülük yapamazsın" dedim.

Biri koyu lacivert türbanının altına koyu lacivert blüz giymiş, soluk beyaz yüzünü kağıtlara eğmiş harıl harıl çalışıyordu. "Sınıfta hep kurallara uyan çocuklar gibisin sen" dedim "başkası kurallara uymadığında isyan eden , hep düzgün kalanlardan hani"

Selin "damm" dedi
"Damm bebeğim" dedim.

Beni çağırdılar.

Görüşme alanına bebekle girince orada belirgin bir sessizlik oldu. Yüzüm o kadar kızarmıştı ki, öylesine perişan hissediyordum ki "yaşayayım ve bitsin" den başka hiç bir duyguyu yoktu benliğimde.

Görüşme yaptığım yetkili yani koordinatör, gençten güler yüzlü bir beydi. Ikına sıkına özür diledim ve kızımı bırakacak yerim olmadığı için bu durumda kaldığımı açıkladım. Sorun değil dercesine başını salladı ve CV bilgilerime göz gezdirmeye başladı. İnsanların bana baktığını biliyor, gözümü görüşme yaptığım kişiden ayırmıyordum. 

Koordinatör, bir sigara yaktı...içimdeki anne, içimdeki iş isteyen sıkkın kadının tepesine bir tane vurup ayağa fırladı:

-Ne yapıyorsunuz?Görmüyor musunuz kucağımda bebek var?! Hiç bebeğin yanında sigara içilir mi? diye öfkeyle söylendim.

Sigarasını panikle söndüren koordinatör "kızmayın tamam, benim de bebeğim var Kadriye Hanım" dedi.

-E maşallah..özrü kabahatinden büyük ..dedim.

Bana uzun uzun baktı ve kocaman güldü.

-Kurul var yarın, son mülakat.Yarın oraya gelin ama kızınız olmasın olur mu?

İnanamayarak baktım yüzüne,minnetle "olur" dedim.

-Bir dakika..dedi.
Bir yerlere telefon açtı. "Bir araç çıkartın, küçük bebeği olan bir hanım var, uzaktan gelmiş.Bu sıcakta en azından iskeleye bırakın"

Boynum iyice bükük elini sıktım ve reddedemeyeceğim bu yardımı minnetle kabul ettim.

Ertesi gün görüşmeye gittiğimde Selin'i kısa süreliğine bırakacak bir yer bulmuştum ama her dakika değerliydi.Görüşme salonunun olduğu kata çıktığımda bekleyen 5-6 kişi daha olduğunu gördüm. Ne yapsam da izin istesem önce ben girsem derken hepsi kendi bahanesini sıraladı.

Biri öğrenciydi.Sınava yetişmesi lazımdı."Sen ilk gir" dedim. Sonra ben sonra diğeri..öncelik sıralaması yaptık ve birbirimize şans diledik. Güzel bir ortamdı.

Kurula girenin çıkması beklerken bir kızla bir delikanlı geldi.Çekinceleri yoktu.Delikanlı  "sen .....'in adı ile geliyorsun, zaten bu formalite.Sıra mıra da bekleme gir içeri" diyerek içerideki çıkar çıkmaz kızı salona iteledi ve kapıyı kapattı.

Öfke ve nefretten,çaresizlikten resmen morardım.Kimsenin sesi çıkmıyordu.Hepimizin morali bozulmuştu. Derken olan oldu ve içimdeki karadenizli isyan çıkarttı..

Görüşme salonunun kapısını açarak içeri girdim. Koordinatör de oradaydı, bir kaç adam daha vardı.hepsi şaşkınlıkla bana baktı.

-Görüşme yapıyoruz, sizi de alacağız çıkar mısınız? Dedi sonradan danışman amcalardan olduğunu öğrendiğim bıyıklı.

-Ben sıramı beklerim de hanımefendi beklemedi.Biz dışarıda sorumluluk önceliğine göre sıralama yaptık, ......'in tanıdığıyım diye önden girmek de nesi? Rica ederim kural varsa ya herkes uysun ya hiç birimiz uymayalım.

Ortam buz gibi oldu.
Kız başını eğdi ve dışarı çıktı.
"Buyrun..sizi alalım" dediler.
"Yok" dedim suratım yine pancar gibi olmuş halimle "bir öğrenci vardı..o sınava yetişecek,sonra ben"
Ağzımın içinde bir şeyler mırıldanarak dışarı çıktım. Zaptedemediğim öfkem için kendime köpürüyordum.

"Tebrik ederim bayan Jan Dark..bir akıllı sen çıktın yine herkes sustu sen atladın"

Sonra görüşmeye girdiğimde beni hayli rahatsız eden sorular olsa da görüşmeyi bitirdim ve Selin'i emzir diye bağrınan biyolojik saatim ile Selin'i özledim diye çığlık atan ruhumun rüzgarında savrula savrula eve gittim.


Şu, aklıma geldikçe dualarımda atlamadıklarımdandır o hep. Siyasi görüşlerin henüz ağır basmadığı ama yine de belirleyiciliği olduğu o yıllarda işe alınma sebebim oldu o Koordinatör Bey. Beni pek de istememiş oradakiler ama o çok ısrar etmiş. "Beyler amaç kalite ve iş ise o tam da aradığımız kişi" demiş.

Yüzünü hiç kara çıkarmadım . Herkes bir çalıştıysa ben beş çalıştım. İşim, aşkımdı. İşimi hep çok sevdim.Her terfi dişim-tırnağımla aldığımdı:benim hiç torpilim olmadı.

Asfalt dökülmüş yollarda ağır aksak yürüdüğüm yoktur hiç.
Çakıllı yokuşlarda zamana karşı koşmak nasibimde olan hep dedim ya..14 sene sonra bir günde iş akdim feshedilerek atıldığım işime sevgi ve özlemle uzaktan el salladığım ve anıların güzel sıcaklığı ile yaralandığım bir günde yazacak başka bir şey bulamadım.























Sanki, en güzel gülüşlerim o yıllarda kaldı...

Şimdi mi?

Deveye demişler yokuş aşağı inmeyi mi seversin yokuş yukarı çıkmayı mı?

Düzde dursam zorunuza mı gidiyor demiş...



30 Kasım 2014 Pazar

Yalnızca Bir Kaç Damla..

Bugün, okuduğum bazı kitaplardan bende iz bırakan cümleleri , paragrafları paylaşmak istedim sadece...

Dickens/Büyük Umutlar:
24/10/2000


  • Bu dünyada hiç birimiz göz yaşlarımızdan utanmamalıyız ; çünkü, katı kalplerimizi çölleştiren kumların üzerine dökülen yağmurlar gibidir göz yaşları.

  • Yeryüzündeki bütün dolandırıcıların içinde en azılıları kendi kendini dolandıranlardır.

  • Mutlu olmayan yuvaların çocukları bir an evvel evlenmeye kalkarlar.





Alexandre Dumas Fils/Kamelyalı Kadın
06/12/2006


  • Gerçekten de günahın yaşlılığı kadar hüzün veren bir şey mi vardır?

  • Eskiler, tüccarlarla hırsızları bir tutmakta ne kadarda haklıymışlar.

  • Ben bir ilkeye inanıyorum yalnız, bu ilke de şu; İyiliği eğitim yoluyla öğrenememiş bir kadının önünde iyiliğe giden iki yol açar Tanrı; hem her zaman böyledir; biri acı biri aşktır bu yolların.

  • Magdadalı Meryem , "Çok şey geçecek eline , çünkü çok sevdin" , diyordu , yüce bir inanç uyandıracak yüce bağışlamaydı işte bu.

  • Kötülük bir hiçten öte bir şey değil , iyiliğin gururunu taşıyalım , her şeyden önce umudumuzu yitirmeyelim.

  • Her şeyin azda olduğuna inananlardanım. Çocuk küçüktür ama büyük adam onun içindedir; beyin daracıktır ama düşüneyi içine alır ; göz bir noktadan öte bir şey değildir ama fersah fersah uzakları kucaklar

  • Onu bağışlamak bana düşer sanıyordum , bugünse bağışlanmayı hak etmediğimi düşünüyorum.


Cengiz Aytmatov/Toprak Ana
21/01/2013


  • Bence gerçek mutluluk bir yaz yağmuru gibi apansız geliyor insana. Farkına varılmadan, yaşadıkça, başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde yavaş yavaş birikiyor, sonra bir yerde toplanıyor.Biz buna mutluluk diyoruz.

  • Düşündüm, bir dal nasıl bir ağacın parçasıysa, bir ananın mutluluğu da halkın mutluluğundan bir parçadır.

  • Savaş olmasaydı karıncalara imrenir miydim acaba?

  • "Halk deniz gibidir" derler. Doğru, derin yerleri de var sığ yerleri de.

  • İnsan ölmeyince umut da ölmezmiş.

  • Genç insana her şey yakışıyor.Kar bile.

  • Anladım ki savaşta tek bir yol var: Savaşmak ve yenmek. Gerisi ölüm.

  • Yeryüzünde yalnız soylu ülküler kalıyor, gerisi silinip gidiyor.

  • İyilik sokakta bulunmaz.İnsanlardan öğrenilir.

  • Mutluluk bir dağ yolu gibidir. Bakarsın tepelere tırmanır, sonra bakarsın aşağıya iner.

  • Söz sıcak demir gibidir. Zamanında söyleyemedin mi soğur taş olur.

  • Benim en azılı düşmanlarım savaşı başlatanlardır.





29 Kasım 2014 Cumartesi

A Rh+




Cuma akşamı olmasının keyfi ile Nehir'i okuldan alıp Ceza'nın şarkısında da bahsettiği üzere her bir yeri yokuş olan Üsküdar'da balıkçılar çarşısına doğru yürümeye başladım. Balıkçılar Çarşısı'nın girişinde Kuğu isimli bir yer var, ekmeği Trabzon ekmeğine çok benziyor. Ben de ekmek alacaksam illa oraya gidip alıyorum. Oralarda oturan varsa bir deneyin heee.

Neyse, Nehir'in sırtında kemanı, benim sırtımda çantam omuzumda Nehir'in okul çantası , yürümekle yuvarlanmak arası ilerlerken yolun kenarında Kızılay'ın kan verme aracını gördük .

Nehir , benim düzenli olarak kan verdiğimi biliyor ama kan verirken hiç görmemiş. Bir zamandır bu konudaki merakını dile getiriyordu zaten. İçeri girdik ve ben kocamaaaaaaaaaaan kan verme formunu doldurup araçta uyuklamakta olan doktoru da uyandırarak kan verebilir kaşesini aldım.

Buraya kadar her şey normal.
Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Hani az sussalar duyacaklar sesini.
İğneden deli gibi korkarım ben..kanım çekiliyor iğne görünce. Bir de hücreler parçalanmadan alınabilsin diye bu kan alma iğnesi soba borusu gibi bir şey ayyyyyyy..öleceğim korkumdan.




Nehir ne İstanbul ile ne de "bugünün gerekleri" ile şekillenmemiş, paleti elinde çocukluğunun renklerini kendi belirleyebilmiş  Heidi tarzı bir çocuk. Tüm canlıları seviyor. Öyle solucandan tiksinmekmiş, bir hayvandan korkmakmış bilmez benim kızım. Hele kedilere ayrı bir sevgisi var. Tiksinmek ve korkmak öğretilen bir şey. İki kızım da bilmez canlıları sevmekten ve yaşam haklarına saygı duymaktan başkasını.Neyse, Nehir gözleri fincan fincan beni izliyor. Herkesin kabul ettiği bir doğru, anlat anlatabildiğin kadar; çocuk gördüğünü yapacaktır. Ben, bu sefer onun yanında kan vererek ona güzel ve doğru olduğuna inandığım bir şeyleri aşılamak istiyorum. Karanlığa küfretmek yerine mum yakmayı bilsin, kumsaldaki deniz yıldızlarını vaz geçmeden denize atanlardan olsun istiyorum.

İğne koluma girdiğinde Nehir'e tüm paniğimi örtecek şekilde gülümsedim. çevresindeki her şeyi, çalışanları, kan vermeye gelenleri, araca aldırmadan yoldan geçip gidenleri, benim yüzümü, doldurulan formaları..her şeyi ama her şeyi izliyordu Nehir. Sonra bir ona bir bana Çokoprens verdiler.Nehir tereddütle yüzüme baktı. 

-Anne?Ülker bu?

Gülümsedim. 

Biz Ülker vb ürümleri almıyoruz. Hem de "ne yapayım"ların hiç bir bahanesine sığınmadan asla ve kat'a almıyoruz. 

Hemşire yapılan işlemler hakkında açıklama yaptı Nehir'e:

-Annen şimdi 3 kişinin hayatını kurtardı. Kan, zamanla katılaşır, yoğurt kıvamına gelir.Kalp bunu pompalamakta zorlanır. Annen kan verince kemik illikleri de devreye girecek , vücut yeni ve taze kan üretecek. Bu onun sağlıklı olmasına sebep olacak.

Nehir neşeyle gülümsedi.

Mart ayında yeniden kan vereceğim bir aksilik olmazsa.

Çıkışta eve geldik, kısır yaptım çay yaptım ve kızlarımla birlikte keyif içinde bir akşama hazırlandık.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
        
   hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
        
   ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                         
             yaşamak yanı ağır bastığından. ...

28 Kasım 2014 Cuma

Gülümseyinnn...SMİLEY MİMİ

Sevgili Sertaç komik bir mimlenmeyi anlatmış bloğunda.
Çok hoşuma gidince kendimi mimledim :-p

Konu: Smileyleri kullandığım zaman  neler düşündüğümü anlatmam 


Ne diyon anlamadım ama söylersem kızarsın diye haaaaaala anlamaya çalışıyormuş gibi yapıyorum.

Tamam , sıkıntı yok ..o iş bende.
Ya da ; çok tatlısın sen yaaaaaaaa

Canımsınnn...
Ama sen çok tatlısınnn...
Sözler ve gözler aynı yolda ilerlemekte...çok değer veriyom ben sana valla 

Ahaaaa!!! İşte en fazla kullandığım ifade. Bu benim çünkü.Bu benim ruh halim,ibu hayatı algılayışım, bu olayların bende bıraktığı etki.Köy yanar kel bakar Allaaaaaaaah...çok da umurumdu dünya.Hadi dostlar oturmaya mı geldik yandaaan...sekseen ...doksaaan... yüüüz. Karada yüz ,denizde yüz Allaaaaah.

Hay tek hücreli terliksilerden bile sayılmayasıca nedamet!
Bebekken seni yere düşürdüler bi de duvardan mı sektirdiler?!
Deli etmeyin beni yaaaaaaaaafuuuuuuu!!!!!

Ufffffff..çok üzüldümmmmm.
Batsın bu dünya yavvvv....


Tüm dünya istediğini söylesin
Sen doğru olduğundan emin olanı yap
Ve vazgeçme!
Unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak
Ve asla utanılacak bir şey değildir farklı olmak


27 Kasım 2014 Perşembe

Yarınlarımız İçin Krep Yapalım






"Anne yarın güzel olsun" dedi uyumadan hemen önce bilmiş ergen kılıklı masum kıvırcık keçi.


Bu aldığım en garip siparişti.


Düşündüm yarınları daha güzel yapmak için elimden geleni yaptım mı ben? 
Selin için Nehir için.
Selin'ler için Nehir'ler için...


Sevmiyorum bu anadolu usulü anneliği.. çocuklarım var kendimi unuttum bir köşede bıraktımı sevmiyorum. Bunu görüp örnekleyerek yetişmiş nesiller, bu doğrunun mirası ile şekillenmiş beyinler istemiyorum ki ben. Kendisini de bilsin sevsin çocuklarım, kendimi de bilip seveyim ben.


Yarınlarımı daha güzel yapmak için ne yaptım ki ben?

İlk akla gelen kolay çözümdü. Hayatı berbat hale getiren ve bunu geniş kitleler ile uzak vadeye yayma gücüne sahip olan herkes için nefis bir hokus pokus...hepsi yok olsa mesela biraz karmaşa olur ama nefis bir yeni başlangıçlar sayfası olur.

Nasıl yorumlamalı bunu bilmiyorum;
Ama benim aklım şuna yatıyor ilk ağızda;
Büyük belalar var gelecek memleketin başına (Hamlet-Shakespeare)

E ne yapacağım?
Peeh ..dua etmekten başka yapacak bir şey yok
Bu şıkkı geç..

Çevre kirliliği en fazla korkutan şey. Öyle korkuyorum ki 2096'da bu dünyanın halinden, ben muhtemelen yaşamıyor olurum ya da en azından bu bedenimde olmam ya da yaşıyorsam da 130 lu yaşlarda çok aktif bir hayat sürüyor olmam diye düşünüyorum.En fazla yapacağım hala o kırmızı rujlarım duruyorsa onları sürüp  dişsiz ağzımla sırıtmak filan olur.

Amansız derde amansız deva bulacaksın
Ya da hiç dokunmayacaksın (Hamlet-Shakespeare)

Ertesi günü güzelleştirmek için fazla uzun vadeli bir plan olurdu bu.Şimdi atıkları doğru yerlere yollamak, çevreyi kirletmeyen deterjanlar kullanmak vs bireysel şeyleri yapıyorum zaten.

Yarın güzel olsun..Bu ne garip bir sipariş.
Ne yapmalı ne etmeli?

Derken yine yaptı yapacağını ...soru işaretlerim ünlemlere dönüşmeden güneş doğdu.
Cep telefonuma alarm diye yüklediğim sesleri sürekli değiştiriyorum.
İkizler burcunun bir özelliği olsa gerek.. aynı kaldırımda yürümek zorunda olsam bile aynı taşlara basmamaya çalışmak mesela.
Bu sefer sesi gripten çatlamış bet sesi bir horoz uyardı beni
üürü - üüüüüüüüüüüüü

Kalk kadın kalk!
Sen ne yapacağım derken sabah oldu bile bak.

Koştum öptüm kıvırcık saçlarının en naif buklesinden.

-Kızım uyan, sabah oldu dedim.
-Portakal çiçeğim; huuuu..dedim
-Keçiiii beş dakika daha mı? dedim

Elini havaya kaldırıp beş parmağını gösterdi.İki kardeşin de alışkanlığı olan bu "beş dakka dahaaaa" seramonisi başlamış oldu. İddialarına göre bu beş dakikalık sürede gördükleri rüyayı yarım bırakmayıp bitiriyorlarmış.Bu ne çeşit bir yetenek bilmiyorum ama aklımın ermediği bu alana elimi sürmüyorum.

Sonra mutfağa gittim.
Çayı hazırladım, portakal suyunu sıktım, kızlarıma bir güzel krep yaptım.

Mutfağın camları dışarının soğuğundan muaf sıcacık bir yuvanın etkisi ile buharlanmıştı.


Selin geldi, camın buğusuna kalp çizdi.
Altın rengi krepleri gördü gülümsedi.
Sarıldı kocaman,içimdeki tüm dünyaları kucaklarcasına.

-Annecim günaydın, bu ne güzel bir gün..dedi.



Yaşıyor olmak, sevdiklerimizin hepsi yanımızda değilse bile sevmediklerimizden uzak olmanın huzuruyla demlenmek güzel yarınlar için iyi bir başlangıç dedim.

Yaşadığım her anı , yaşadığım her anı güzelleştiren çocuklarımı bir kez daha ve daha da çok sevdim.



The Godfather II - Original Soundtrack - Full Album Remastered

26 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Tuhaf Film Eleştirisi - Alaycı Kuş -1


Üniversitedeyken keşfettim ki ben sinemaya yalnız gitmeyi seviyorum. Hani tereddütsüz, hakikatten , çok net tercihim sinemaya yalnız gitmek. Bunu Selin'e anlattığımda başta yadırgar gibi görünse de 1-2 deneme sonrasında , belli özel filmlere kankisi Doğa ile gitmek haricinde onun da tercihi sinemaya yalnız gitmek oldu. Artık o da öyle yapıyor.

Dün, Nehir'i okula bıraktıktan sonra sabah çay keyfimi Deniz ile tamamladım ve hevesle Capitol'e doğru yola koyuldum. Oranın Spectrum Card'ı var ve her 10 film izlediğinizde bir bilet bedava oluyor. Bu da Selin'i çok mutlu ediyor tabii ki.

Neyse, Cumartesi Nehir Deliha'ya gitmişti, Selin ise Açlık Oyunları serisinin devamı olan Alaycı Kuş'a.

Büyük bir heves ve keyifle Alaycı Kuş biletimi aldım. Boyum kadar bir kova patlamış mısır aldım ve günün o saatinde sadece 3 izleyicinin bulunduğu sinema salonuna daldım. Reklamları bile keyifle izliyorum, öyle çok seviyorum sinemayı.

Film beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı. O süre nasıl geçti, filmin sonu nasıl geldi anlamadım. Katniss'i canlandıran Jennifer Lawrence'e hayran oldum. Oynamıyor yaşıyor sanki gerçekten. Mimikler tamam,hareketler de ayarlanabilir ama gözlerine o duyguları o kadar yoğun yansıtabilmesi karşısında koca mısır kovamı bir yana koyup saygıyla şapkamı çıkarttım. Beğenenleri beni affetsin ama Peeta çok tipsiz demek istiyorum bir de.

Bu tür kurguların bizi geleceğe hazırladıklarını düşünmüşümdür her zaman. Bir dönem tüm filmlerde Amerikan Başkanı zenciydi, Obama amca geldi sonra. Önce Denizler Altında 20,000 fersah yazılmıştı sonra denizaltı yapıldı. Bölünmüş, ayrılmış toplumlar ile ilgili filmler de , etnik vurgulamaların çok olduğu filmler de revaçtaydı bir dönem.Eh, tabloya bakıyoruz ve "netekim" diyoruz. Revolution, Göçebe, Açlık Oyunları gibi oldukça beğeni kazanan filmler ve hatta daha öncesinde Amerika'da yaşanan büyük felaket sonrası yaşamın ilk başa döndüğü filmler hatta Yüzüklerin Efendisi bile hep bir büyük son ve "insan" kalmayı başarıp kendi mücadelesini verenlerin umudu kaybetmeden başardıkları yeni başlangıçları anlatıyor.

Eh, sakince mısırlarımı yerken bile bu beni düşündürüyor ve ürkütüyor doğrusu.

Alaycı Kuş filminde kahramanlar belli ama kenarda durup en büyük düğümleri açan aslında Haymitch Abernathy diyeceğim. Onun ayyaş suratındaki gülümsemeye ve sorunlarda kişi değil olay odaklı insancıl çözümlerine bayılıyorum. Hayatlarımızda birer Haymitch  olsa hiç fena olmazdı doğrusu.

Film, tıpkı kendi senaryosunda olduğu gibi dünyada da bastırılmış öfkenin, haksızlığa baş kaldırının filtilini ateşlemiş. Bu da dünya realitesinden haberlere dahil.

Bir çok yerinde göz yaşlarımı tutamayıp ağlamam benim duygusal yapımdan kaynaklanabilir ancak gözü açık rüya görmeyen ya da bakmayıp gören herkesin yüreğini saran  sıkıntılı ülke gündemi ile yoğurup izleyebiliyor insan kimi sahneleri.




"Biz yanarsak, siz de yanarsınız" ... Yalan ve zulüm ile bastırılmış mıntıkalar adına tüm gücü elinde tutan Başkan Snow'a söylenmiş bu söz çınladı durdu kulaklarımda.

Özellikle Katniss'in şarkısını söylediği yerde salonda 3 kişi olduğumuz için kaderime minnettar halde hüngür hüngür ağladım ben. Eve gelirgelmez de cebime indirdim bol bol dinleyebilmek için.

Herkesin şarkısını söyleyebildiği bir frekans var. Katniss haksızlığa karşı öfkelendiğinde, sevdiklerini ve değerlerini koruma güdüsü ile içindeki yangın alevlendiğinde  aklı karışık çekingen genç kız gömleğinden sıyrılıp kendi menkıbesini oluşturuyor. Görsel efektler, mekanlar, simgelerin vuruculuğu ve sadeliği, kostümler ..kısaca filmin görsel her anı harikulade geldi bana. Senaryoya zaten vurgundum, deforme etmedikleri için ayrı mutlu oldum. 
(Yüzüklerin Efendisi gibi her satırına hayran olduğum güzelim kitabı 3 'er saatlik filme alıp Tom Bombadil'i ya da filmin finalini belirleyen hediyeleri atladılardı ya..deli olmuştum. Ya da tiplemelerin seçiminde Frodo'yu iki kaşı havada çatılı "Sezercik Fedakar Çocuk" ..modunda biri görünce "ayyy" diye basmıştım çığlığı ya..o korku kaldı içimde demek.)

Film bittiğinde buna hazır olmuyorsunuz. 

Selin'i alıp bir daha gideceğim filme, ikimiz de ikinci kez o ortamda filmi izlemeyi çok istiyoruz. Selin, "herkes orada bir kahraman görüyor ama kimse büyük baskılar altında kişiliği travmalarla şekillenen bir "daha genç kız bile sayılmaz"ın çektiklerini, yaşadıklarını görmüyor.İnsanlar çok bencil" diyerek eleştiri okunu sapladı ama filme değil izleyicilere.

Bu akşam da çocuklarım ve onların arkadaşı ile Üsküdar Musahipzade'de  Shakespeare 'e gideceğiz.

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir" diyerek zamanın çok öncesinden bugüne ışık tutabilen o büyük insana selam olsun.

24 Kasım 2014 Pazartesi

Bulut


Oturdu,üzerinde kirlenmesine aldırmayacağı kadar onunla zaman geçirmiş, yumuşak ve kalın kumaştan bir kıyafet olması hoşuna gidiyordu. 


Herhangi bir tozlu kaldırım kenarıydı,gelip geçen insanların haris duygularını uyandırmayacak kadar zavallı bir köşeydi. Çarpıcı bir güzelliği, akılda kalmayacak fiziksel özellikleri olduğu için de memnundu. 

Tek istediği yaşamaktı ve insanların isteyeceği herhangi bir şeye sahip olmanın onlarla mücadeleyi getireceğini bildiği için net bir şekilde emindi : bunu istemiyordu.




Oturdu yaşamaya devam etti.

Rüzgâr, insanların esirgediği şefkati saçlarının arasında dolaşarak veriyordu cömertçe. memnuniyetle içini çekti.Sadece rüzgârı duyumsadı.

"Bir kuşum.Uçuyorum. Boşlukta süzülmekten duyduğum mutluluktan soluğum tıkanacak gibi" (Ferit Edgü (ÇIĞLIK))

Yorgundu.

Bulutlara dikti gözünü. Özgürlerdi. O kadar kocaman bir hiçtiler ki kütlesel ağırlıkları vardı. Renklerini sevdi. Yumuşak kıvrımlarını, göğü şekillendirişlerini sevdi .


istanbul bulut bulut sevdiğim 

kimi beyaz mı beyaz 

ince, tül gibi 

kimi katran misali kara 

bulutları da insanlarına benzer istanbulun 

inanma sevdiğim, inanma bulutlara (Ümit Yaşar Oğuzcan)







Yaşam ve insanlar önünden akıp geçiyordu.İçinden  bir şarkının hatırlayabildiği iki mısrasını tekrarlamaya başladı mırıl mırıl,sessizce.Düşünüyordu..yorgundu.



Yağsın rüzgâr,essin rüzgâr,
Gidilecek daha çok yol var.
Ama önce uzanıp bir ulu ağacın altına,
Geçsin diye yol vereceğim bulutlara (Hobbit Şarkısı)
Çocukluğunu hatırlıyordu huzurla.Çevresindeki insanlara bakarak onlar hakkında bir şeyler tahmin etmeye çalıştı.Gittikçe artan bir neşeyle sürdürdü bu tahmin oyununu. Bir çoğunun kesişim noktası olduğunu ancak zamanları olmadığından bunu fark edemeden birbirlerinin yanından geçip gittiklerini biliyordu. Yüzlerindeki yarım kalmış duygulardan sıkıldı.Tekrar bulutlara dikti gözlerini. Saçlarını okşayan rüzgârı da yollayan da onlar değil miydi neticede?




Derken sessizce koca bulutlar yüzerek gelir ve aklından geçen her şeyi erçekleştirir. Yüreğinde olanları,rahat olmadığını bilir bulutlar. Senin buralardan uzaklaşmak, uçup bir yerlere gitmek istediğini,kimse tarafından aranmak, kimsenin yapmacık yapmacık "sersem çocuk kayboldu gitti, şimdi nerede arayalım bunu" diye dövünmesini istemediğini de bilir bulutlar. Senin bir yere kaçmaman, kaybolmaman, sadece sırt üstü yatıp bulutları seyretmen için bulutlar aklından geçirdiğin her şekle girer ve seni avuturlar. Bulutlar hep aynıdır ama türlü hallere girerler. Yeter ki sen bil, senin için nasıl görünmek istediklerini... (Beyaz Gemi - Aytmatov)



Bir bulutlara baktı bir de insanlara.
Sonra öldü.
Huzurla, sakince.
Gitti, izlediği şekerpembe bulutun üzerine kondu.
Şimdi özgürdü.
Şöyle böyle hatırladığı o şarkının ezgisini söylemeye devam etti kaldırımdaki bedenine aldırmadan geçen insanları süzmeye devam ederek.



Nihayet iyi bir yaşam başlamıştı onun için ... ama hala biraz yorgundu.