7 Ocak 2015 Çarşamba

Ocak 25


Ocak ayının 25'i güzeldir.
Severim o günde hayallerimi gerçekle buluşturmayı.
Hayat, o gün bi başka sever beni.

Evlilik yıldönümümüz o gün.
6 sene flört nişan derken sonunda evlenebildik.
Çok da acelemiz yoktu sanırım öyle gezip tozmak hoş gelmişti demek ki :-)


Neyse, bu sene de 25 Ocak'ta Allah'tan bir engel çıkmazsa Trabzon'dayım.
Uffffff nasıl özledim memleketimi nasıl özledim anlatmak mümkün değil. Uçaktan inip başımı çevirdiğimde Karadeniz'in o koyu laci dalgaları ile gözgöze gelip ciğerlerimin özlediği o yeşil mavi temiz rüzgarları içime çekmek yok mu?Hücrelerim kıpraşıyor heyecandan keyiften. Geçen ay dilime dolanan Frank Sinatra şarkısı yerini bizim oralılara bıraktı. Sabah kalkıyorum ,çocuklara Hayde diyorum rahmetli Kazım Koyuncu eşliğinde. Sonra Volkan Konak geliyor Denizde Karartı Var diyor ve ben çocuklara atkı şapka takın diye tutturuyorum filan.


















Hayatımda hiç bu kadar uzak kalmamıştım evimden ocağımdan toprağımdan.İyileşmeyen yara gibi,büyüdükçe büyüdü özlem içimde. En çok bizim evin, içeri girdiğinizde sizi sarmalayan ışık ışık ferahlığını ve tanıdık kokusunu özledim. Demliğimizi,yemek masasını.Biliyorum , sabah olsun da balkonda günün ilk ışıklarını Akçaabat üzerinden gelirken seyredeyim, dağlarıma tepelerime içim alabildiğince bakayım isteyeceğim. Renkler, İstanbul'un zihnimde soldurduğu renkler...onlarla kucaklaşacağım doya doya.


Trabzon simidini bilir misiniz?Neredeyse Türkiye'nin yarısından çoğunu gezdim , daha güzelini görmedim.Bizim ora simidi , 5 tane ye olmadı 10 tane ye diye teşvik eder insanı. Yanında bir de buruk çay varsa, hoş sohbetler de eşlik ediyorsa bu ziyafete, hele babam eski kaşar aldıysa İPA'dan...oyyyyyy. Ölümsüzlük iksiri dedikleri bu işte. Ölmeyecem ki, bana ne.


Sonra döner yiyeceğim öyle 100-150 gram filan değil. 2 senedir uzağım sizden, getirin yarım kilo çatlayana kadar yiyeceğim demezsem ne olayım. Dukanmış Karataymış..peeeh. Ölürsem bi de aç gitti diye ağlamasın kimse ardımdan. Doyasıya yiyeceğim özlediğim ne varsa.








































Ah...memleketim memleketim.Şiiri bile var, şarkısı bile var. Pazar sabah oldu mu evin oradaki fırına gideceğim 8 yaşımda da yaptığım gibi ve 9 ve 10 ve 11.....Annem akşamdan kıymayı hazırlamış olur sabaha soğusun hemen gidebilelim fırına diye. Bir Pazar kıymayı bir Pazar peynirli yaptıracağım.  

Falanca yağ öyle zararlı filanca yağ böyle zararlı ..hikaye! Tereyağı kaşık kaşık doldurmak lazım içine. Karadeniz insanı uzun yaşar, ailemdeki neredeyse herkes araba çarptığı için öldü.Tereyağ kalbi de ruhu da besler. İnanmıyorum uzmanlara.İçlerine bir de yumurtanın sadece kırmızısı ama o da pişmemiş...mmmmm (köy yumurtasının içi kırmızı oluyor sarı değilllll)



 Ablamla abimin işe gittikleri bir sabah, annem babam ve mutfağın bana kaldığı o güzel sabah kuymak yiyeceğim.Yaşamak güzel şey mirim diyeceğim...

Sonra ablamın,abimin ve benim çocuklarımız bir arada iken, ortalık desibel desibel çınlamakta iken ablamla kahve içip saçma sapan fal bakacağız birbirimize. Onlarca kere bölünen cümlelerimizde neyi anlattığımızı unutup hep yeniden başladığımızı fark etmeye fark etmeye ama gülümsememiz  kocaman koskocaman konuşacağız. Abim gelecek, boynuna atlayacağım. O yine ciddi takılacak aklısıra ama gözlerinin ta içi ile gülüşü yok mu ya..o yetecek.nnem ve babam..bir de karadenizim deli denizim şarkılarım,anılarım,çocukluğum,çocuklarım...

Ocak ayının 25'i iyi gelir bana hep.

Bir de bakmışsınız..iş bile bulmuşum...kimbilebilir.


6 Ocak 2015 Salı

Gülümse

Tabii ki gerçek bir yaşam öyküsü bu:

Doğruyu yanlışa katmış,bir yola adım atmıştı.
Gençti, denemek için yeterince zamanı ve hevesi vardı.

Latife, İstanbul'a geldiğinde otobüsler dolusu yüzü gülmeyen insan görünce şaşırmış, "ne diye herkes gelmek ister bu İstanbul'a" diye söylenmişti.  Aradan geçen onca zamanda değişen bir şey yoktu, yine otobüsteydi gülmeyen insanlar arasında.Geldiği anadolu kentinde de kurallar ve edep vardı ama insanın insana değer verdiği, Allah'ın selamını esirgemediği bir yerdi. Tekrar içi sıkılarak binalar arasından görebildiğince gökyüzüne bakmaya çalıştı. Onca mavi yetti nefes almasına. Bir selam vermez,yüzleri gülmez diye insanları yargıladığından utanarak başını eğdi, yol devam etti.

Seyrantepe'deki iş yerinin bahçesinden içeri yürümeye başladığında hem işe zamanında gelmenin rahatlaması vardı içinde hem de 18 , bırakın olgunlaşma sürecini tamamlamayı , henüz o sürece girmemiş olarak tanımlanabilecek erkeğin çalıştığı yerde tek kadın olmanın artık iyice sıkıntı veren tanıdık kalp sıkışıklığı.

Barış, yüzündeki tüm ergen sivilcelerin hıncını ondan almak istercesine düşmandı davranışlarında. Aşağılamak için kaçırdığı tek bir bahane bile yoktu.

Kemal, içlerinde tek evli olandı. Sarhoşken yaptığı bir kabulün bedelini ödüyor, bu öfkenin yansımasını tüm dünyaya eşit dağıtıyordu. Latife de bundan nasibini eksiksiz alıyordu.

İdris, Sivaslı idi.Özünde kötü ve kaba bir çocuk değildi ama 17'ye karşı bir başına dikilmeyecek kadar akıllı idi ve onlar gibi davranarak olası bir tepkiden uzak duruyordu.

Akın profesyoneldi.Kimseyle dost değildi ama asla kimseye düşman da değildi.Su kadar renksizdi.Daima doğru zamanda doğru yerde olması ve doğru kişiye doğru şeyleri doğru miktarda söylemesi onun ayağını kaydırmak isteyen, farklı olanı tehlike kabul eden o ilkel beyinleri mahvediyordu.

Adem içlerinde en iyi niyetlisiydi. Lakin kabul görmek adına , kendini önemli ve akıllı gösterebilmek adına her duyduğunu söylemesi onu güvenilmez kılıyor, beceriksizlikte tehlikeli boyutlara varan yeteneği ise yakın olmak yerine uzaklaşmayı gerektiriyordu.

İsmail liderleri idi.Patrona en yakın olan, her işi içlerinde en iyi bilen, herkesle ayrı bir ilişkisi olandı.İçlerinde en eskisi oydu. Bazen karanlık bakışların çöktüğü ışıltılı gözleri vardı. ama Latife, zurnanın son deliği olarak tabir edilen konumda olduğundan o karanlık bakışlara maruz kalmazdı. Her zaman kot pantolon giyer, ummadık zamanda dostluk gösterir ama bunu fazla konuşmalarla süslemez,kısa keserdi.Bu da ona bir çeşit çekingen saygı duyulmasına sebepti.

Latife, burada işe girmek için elinden geleni yapmıştı. Tecrübesizdi . Tecrübe eksikliği nedeni ile her yerde iş bulamayacağını biliyordu. Aldığı az para, yolun uzaklığı, kendisine gösterilen muamele en başta kafasına takmayacağı şeylerdi. Ancak bütün bunların  zamanla dayanamayacağı noktaya doğru tırmanmakta olduğunu da farkındaydı.

Birgün gün patron direkt kendisini çağırarak Latife ile sohbet etti. Biraz kendisinden biraz işlerden biraz hayattan bahseteti. Çocukları vardı, eşi iki küçük çocukla cidden zorlanıyordu filan. Şirketi eşi o le birlikte çalışarak kurmuştu. o günleri özlüyordu.Eski ekip ile şimdi kahkahalarla güldükleri hatalar yapmışlar ama azimle çalışarak her engeli aşmışlardı. Kendi deyimi ile kendisini biraz "yuvarlak" buluyordu.  Güvenli alanlardan çıkmamak uğruna yeniliklerden geri kalmışlardı. Bir tek alanda en iyilerdendiler ama bu kadarla kalmışlardı.

Bu kısa sohbet, kendisini gergin hisseden ve suskun kalan Latife'nin de rahatlayıp açılmasına neden oldu.O da kendisinden, yaşadıklarından, umutlarından bahsetti. Kızın neşeli ve sakin yapısı sohbetin menfaatler dünyasının çirkin renklerinden uzak sade bir çizgiden ilerlemesine neden oluyordu.  Patron, bu sohbetin bitiminde amacına ulaşmış ve Latife hakkındaki ön izlenimlerini kuvvetlendirmişti. Ondan, her zaman kendisine verilen tırıvırı iş haricinde önemli bir projenin önemli bir parçası hakkında bir ön çalışma istedi. Bu,kocaman bir adımdı.

Latife, bir odaya kapanarak heyecanla işe koyuldu. Üniversite diplomasının nihayet ciddiye alındığına inanmak bile istemiyor, verilen işe tecrübesizliğinin verdiği telaş ve sıkıntı arka cebinde hazır,dört elle sarılarak çalışıyordu.

İçeri İsmail geldi.

-Ne yapıyorsun?

-İsmail,patron ...projesinin ön çalışmasını verdi bana inanabiliyor musun? Bu akşama kadar bitirmem lazım inceleyecek ve yarın bana kanaatini bildirecek.. dedi Latife heyecanla.

İsmail gülümsedi.
-Biliyor musun bunu yapmayı, daha evvel hiç yaptın mı?
"Hayır" dedi Latife hala heyecanla. "Ama elimden geleni yapacağım"
"Yardım etmemi ister misin" dedi İsmail tebessümünü derinleştirerek "bunu daha önce pek çok kez yaptım ben"
"Yok" dedi  Latife "patron -benim- ne yapacağımı görmek istiyor sanırım"
İsmail ona bir çay yolladı ve Barış 'ın halledemediği bir soruna el atmak üzere koşturarak içeri gitti.

Latife o akşama kadar elinden gelen her şeyi yaptı ve ön çalışmayı patrona teslim etti.

Ertesi sabah bir yorum bekliyordu.Keşke şunu da yapsaydımlarla bütün gece doğru dürüst uyumamıştı. Merakla kapıdan içeri girdiğinde patron yoktu ama İsmail , diğerlerinin görüp duymayacağı bir odaya çekti onu. Elinde bir zarf vardı.

-Patron çalışmanı çok beğendi. Sana bir maaş ikramiye verdi, maaşını arttırdı ve departmanını değiştirdi.Artık direkt onunla çalışacaksın.

Latife sevinçle küçük bir çığlık atarak İsmail'e "Allah bee" diye sarıldı. Dünyalar onun olmuştu. Takdir bekliyordu ama bu kadarını değildi doğrusu. Sonra İsmail'den, sevincini paylaştığına dair bir işaret görmek üzere geri çekilip yüzüne baktı. Karanlık,donuk bakışların eşlik ettiği tebessüm içini dondurduysa da renk vermedi. Mutluluğu çabucak bir güçlü bir önsezinin getirdiği tedirginlikle örtülmüştü.

Patronla çalışmaları sancılı geçiyordu. Patron,çalışmalarını takdir ettikçe yokuşu dikleştiren, bugünü yarınına uymayan bir adamdı.İdaresi zordu.Zaman zaman acımasız ve kaba, zaman zaman laf anlamazdı. Yine de bir şeyler iyi gidiyor olmalıydı ki diğerlerinden gizli tutulan bir kaç zarf daha aldığı olmuştu.

Bir gün İsmail yanına geldi.

-Bu hafta son, patron proje bitiminde işten ayrılman gerektiğini söyledi ..dedi.

Latife kalakalmıştı. "Neden" diye sordu o şaşkınlıkla. "Çalışmalarımı takdir ediyordu?.. her şey olması gerektiği gibiydi sanki?"

İsmail sakince "ben istedim" dedi. "Uzun zamandır bu konuda ısrar ediyordum. Biz patronla çok uzun zaman çok zor şartlarda çalıştık. Ayrı bir hukukumuz vardır her zaman. Buna rağmen çok diretti seni göndermemekte.İş inada bindi en sonunda ya o ya ben dedim...o da beni seçti."

Başını kaldırıp Latife'ye baktı.Yüzünde pişmanlık ya da üzüntü yoktu. Belki hafif bir neşe,kibir...ama asla değil vicdan azabı .

Latife, üzüntüsünün yerini öfkenin aldığını hissetti.Yüzü alev alev yanıyordu.
Bir süre hiç konuşmadan gözlerini birbirlerinin gözlerine dikip baktılar.
Suskunlukları kor ateşti.

Latife odadan çıktığında kalan herkesin salonda oturduğunu gördü. Herkes oradaydı ve onları duydukları belliydi. İsmail, gücünü perçinlemek için bu sahneyi hazırlamıştı. Onca didişmeye rağmen iyi kötü onu kabullenmiş olan arkadaşları suskundu. Herkes ellerine bakıyordu.Sadece Adem tepkisini içinde tutamamış ağlıyordu. Bir de Akın kaşlarını çatmış, İsmail'den sakınmadan Latife'ye bakıyordu. Belli ki çok kızgındı ama sustu.

Latife çantasını alıp çıktı.

Gitti deniz kıyısında oturdu. Gözleri mavide, her dalga ile  kendinden alıp kendinden vererek düşündü. Gözleri yandı ama ağlamadı. Hiç sebep yokken kendisine yapılan bu açık saldırı ve kötülük , içinde kendisinin de var olduğunu bilmediği bir şeyi ortaya çıkartmıştı.

Akşam olduğunda oturduğu yerden, bütün gün kımıldamamış ve bir şeydememiş bir şey yememiş olduğu o mavi kıyısından kalktı. Ne yapacağına karar vermişti.

Patronla başbaşa görüşme fırsatı için çok uğraşması gerekmedi. Patronun tavırlarından  onun da rahatsız olduğu, en azından kovuluş kararını kendisinin vermesi gerektiğini düşündüğü belliydi . Latife "olmuş olan" ile zaman kaybetmeden direkt konuya girdi. Kafasındakileri patrona anlatırken önce onun şaşkınlıktan irileşmiş gözlerini , sonra tedirginliğini, sonra terazileri çalıştıran çarkların dönmeye başladığını, sonra riskleri düşündüğünü, sonra memnuniyetini ve hiç bu yönünü görmediği Latife'ye merakını açıkça izleyebildi .

Latife, yaklaşık 3 ay patronun evinde kaldı. Son parası ile kendisine Kadıköy'deki mağazadan düzgün bir pijama almıştı. Utanıp sıkılmadan bu süreci tamamlamayı diledi ve kapılarından içeri minik bir valiz çanta ile adımını attı.Patronun tatlı bir çerkez kadını olan eşinin yardıma ihtiyacı vardı ve Latife çocuk bakıcısı olarak çalışmayı kabul ederek ona yardım ediyordu. Patronun en başta şaşkınlıktan kalakalmasına ve onu direkt reddedememesine neden olan teklif buydu.

İki zeki ve öğrenmeye aç kadının sohbetleri kısa zamanda dostluğa dönüştü. Latife, yaşadıklarını ve yapmak istediklerini ona da detayları ve sebepleri  ile anlattı. Janset, patron ve Latife bu konuda uzun geceler boyu tartıştılar, ölçtüler, biçtiler. Aralarındaki güven çabucak gelişti. Bu planı gerçekleştirmek için hepsinin farklı ve güçlü sebepleri vardı.

 Patron her akşam eve geldiğinde önce suskunca ortamı izliyor, sonra eşinin ve çocuklarının bariz şekilde artan neşesini sevinçle kabul ediyordu. Yükünün hafiflemesi ile eşi eski neşesine ve sevecenliğine kavuşmuş, çocuklar evde deli gibi neşeli bir bakıcı ile şenlenmişti.Yine de patronun Latife ile ilişkileri , yazıya dökülmemiş bir anlaşmanın mesafeli söylemleri ile sınırlıydı .

1 aydan sonra Latife projelerle ilgili işlere  patronun evinden katılmaya başladı. Patronun eşi ile birlikte çocuklara bakıyor, onları gezdiriyor ve proje üretiyorlardı. Neşeli bir ekiptiler. Biri terbiyeli mercimek çorbası yaparken diğeri projenin düzeltilmiş halini okuyor ya da çocukları gezdirirken eleştirilerine çeki düzen veriyorlardı.

3 ay sonra Latife şirkete geri döndü.

Kapıdan içeri girdiğinde kimse onun geri geleceğinden haberdar değildi. Ağızları açık bakakaldılar gelişine. Sonra başlar İsmail'e döndü olacak olanları az çok kavramış olmanın şaşkın heyecanı ile.

İsmail hepsinden şaşkındı. Çirkinleşemedi bile yazık.
Ayağa kalkıp patrona çevirdi soran bakışlarını.

Patron:

-İçeri..dedi kısaca.

Patron, Latife ve İsmail , patronun odasına girdiler. Patron , ağır masif masasının ardındaki koltuğuna oturdu ve eliyle onlara da oturmalarını işaret etti. İsmail'in öfkeyle aldığı nefesinin sonrasında başlamaya çalıştığı konuşmayı da bir hareketi ile durdurdu.

-"İsmail" dedi "Uzun zamandır bir aradayız.Senin ne diyeceğini aşağı yukarı biliyorum.Latife ve Janset yepyeni projeler hazırladılar.Eski ekipten bir sen kalmıştın ama onlar diğerlerini de bir araya getirdiler. Yeni projelere uygun yeni kişiler de kattık bu ekibe."

Kalktı, sigarasını yaktı.

"Burası hayırevi değil şirket . Yenilenmek, zamanın getirdiklerine ayak uydurmak ve para kazanmak lazım. Yeni piyasalar , yeni alanlar lazım. Bana üreten beyin lazım tekrarlayan değil. Uzun zamandır buradasın. Latife ve Janset,işe yarayacağın konusunda ısrarlılar. Kal ve çalış eğer bunu istiyorsan. Bu ekipten sadece Akın'ı alıyorum yeni ekibe. Sen eski ekip ile işlere devam edersin ama artık ön planda olan çalışmalar diğer ekibe ait ve siz onların verdiği çalışma programında onların verdiği işleri yapacaksınız."

Müstehzi bir tebessümle devam etti:

"Senin de bana dediğin gibi kimse vazgeçilmez değildir. Yorum istemiyorum.Kararını akşama bildirirsin. Şimdi çıkabilirsin"

İsmail sustu, bir şey söyleyecekmiş gibi yüzlerine baktı ve fırlayıp odadan çıktı. 

Sonraki aylar ve yıllarda hayat kendi senaryosunu yazarak akıp geçti. Latife iş hayatındaki bu ilk tokadı ve iadesini hiç unutmadı. İnsanlara güveni pek çok olayla biraz daha tırpanlandıysa da tamamen bitmesine izin vermedi.

Bağışladı ama unutmadı...anladı ama alışmadı.Aldırmıyor olmaktan hep korktu.

Aldırmamaktan hep korktu çünkü en büyük çekincesi insanlardan yeniden kazık yemek değil, onu iade edecek öfkeyi bir daha hissedememekti.

Otobüslere her bindiğinde kendisine hatırlattığı kararlar ile gülümsemeyenler ordusuna katılmamak için verdiği mücadele hiç bitmedi ve gittikçe daha zor oldu. 

Yine hep önemsedi tebessümünü saklamayı. İçinden gülümsemek gelmese de, yeni başlangıçların dönemecindeki taze yürekler ürkmesin çevrelerine bakındıklarında diye hep gülümsedi .

Gülümsedi bunun bir yalan olduğunu bilse bile vazgeçmeyerek.








5 Ocak 2015 Pazartesi

Selam Olsun Şarkıları



Sabah alarmı kurmayı unuttuğum için servisini kaçıran kızımı okula yollamadığımdan mütevellit zerre kadar suçluluk duymayışımla başladığım yeni yılın ilk iş gününe selam olsun. Çok da tın'sın Pazartesi..umurum değilsin yani.

Sosyal Bilgilerden sınavı olan küçük kızımla Atatürk İlke ve İnkılaplarını konuşarak yürüdüğümüz Üsküdar yollarını saran ayaz soğuk: sen de umurum diiilsin bugün.Sana da selam olsun en afillisinden.

Kahvaltıda dinlediğim Kızılordu'nun Kalinka'sından sonra kahvemi birlikte yudumladığım sevgili Marlene Dietrich ..bence de Lili Marlene be yaa.

Hayat:bugün yedek kulübesine bile inesim yok, tribünlerde kalayım elleşme benle...
Kızımla Cher söylesin biz dansedelim evi toplamayalım yemek yapmayalım çamaşırlarla ilgilenmeyelim gündeme bakmayalım dert etmeyelim dert vermeyelim günümdeyim..hayat bugün elleşme benimle 

Vu-huuu

Anılar,duygular...size de selam olsun.Bugün olmaz belki yarın belki yarından da yakın ama değil bugün.Selam verdik borçlu çıkartmayın beni..

Hiç denemediğim bir tadı tadasım var bugün.

Hep yılan eti merak etmişimdir. Nerden bulurum da yerim? Üsküdar'daki kasaplara sorsam yılan eti var mı diye küllü kafir ilan etmezler mi beni, döverler mi? Sözcü gazetesi istedim diye Allah belanı versin diyen o gazete bayiine gidip soriiim. Ona güldüm diye daha çok kızmıştı hani.Sana vermiş belayı, bak ben geldim işte dedim diye daha çok daha da çok kızmıştı hani.

Yok, bugün bulaşmıcam kimseye...

Havva ne yapıyor acaba tam da şimdi..elinde paleti hayatın hangi teferruatını renksiz soluk kalmaktan kurtarıyor..kadını turşularını gördünüz mü? Onlar bile sanat eseri. Sebuş bir Havva iki...onlar kadınsa ben neyim Allah'ım diye sordurup duruyorlar bana.Sıradaki şarkı onlar için gelsin..onlara da selam olsun

Ya ablam...kimbilir nerelere koşturuyordur şu an kalbinin bir köşesinde ben bir köşesinde annem bir köşesinde çocukları...kaçgen kalbi var onun sahi?Çokgen ama pekçok gen...O zaman sıradaki şarkı da ona gelsin,21 pare top atışı ile selam olsun canım ablama......

Hadi..sıradaki şarkı benim olsun diyerek vira bismillah başlayayım seyredip de yaşamaya




3 Ocak 2015 Cumartesi

Onunla Kavga Edemezdim






Kavga edemezdim onunla. hem sevgimin büyüklüğü, hem onun statüsü, hem karakter yapısı müsaade etmezdi . 

Bir inadı vardı (hem de hiç yok derdi o muhteşem kapasitedeki inadına) kırk yılın bir başı tutardı ama tuttu mu tutardı yani.Göze alamazdım onunla inatlaşmayı. Ben daha mı az inattım?Yok, asaletimle alakası yok ;kazandıklarım kaybettiklerime değmezdi hiç bir zaman.

Onunla kavga edemezdim. Gözlerinde tsunamiler yaratırdı öfkesi ama ardındaki kırılmışlığı görürdüm.O bana bağırırken ben onu severdim, ben onu örselerken o beni severdi.Kurallar koyar, taviz vermez,boynumun büküldüğünü görünce kuralları yıkacak bir mantıklı sebep bulup otoritesinden taviz vermezdi.



Onunla kavga edemezdim. İnsan ötesi bir sezgisi vardı.Yalan söylediğimi şıp diye anlar, beni buna pişman ederdi. Öylesine coşkun, öylesine dağlar denizler dolusu , öylesine mavi severdi ki beni bu aşka ihanete elvermezdi gönlüm. Omuzlarıma fındık kadar sorumluluk-üzüntü bırakmaz hepsini kendi omuzlardı.Yorulurdu ama vazgeçmezdi.Tam bir askerdi. Hayata mevzi alır, boşa kurşun atmazdı.Tüm o yüklerin, koşturmacanın,sorumluluğun içinde bir elini benim için boş bırakır,ellerimi bırakmazdı.


Onunla kavga edemezdim.Tüm anılarımın başlangıcında o vardı, miladımdı benim. Zamanı "ondan önce " diye ayırmış, ondan sonra demeye dilimi vardırmamıştım. Ondan sonra olsun istemiyordum, hep onunla olsun istiyordum. Kavga edersek sayılı dakikaları boşa harcar, anılarımızı kirletirdik.Bazen çok üstüme gelir beni gerçekten kızdırırdı, bazen beni deli eder bazen hiç anlamaz bazen çok ağır sözler söylerdi. Karşılık veremezdim içimden geldiği gibi. Sonsuz damlacıklar denizi olan sevgisini içinde saklar öfkesinin yakıcılığını tattırırdı hak ettiğime inandığında. O zaman kâr etmezdi ona karşı gelmek.Elbette mümkündü onu yenmek ama dedim ya, kazandıklarım kaybettiklerime değmezdi. Hiç bir şey onun ışık ışık bakan güzel gözleri kadar etmezdi. Işıltısını söndürmeye kıyamaz,onunla kavga etmezdim.


Hele biri üzsün beni..hele ağlayayım. İmkansız kelimesini tanımaz, yüce dağları düz yol eder önüne reisi cumhur gelse dider yolunmuş tavuk gibi ortaya koyardı. Yoktu benim için yapamayacağı şey. Ağladığımda her göz yaşı tanesinin başında bekleyip avucunun yumuşak sıcaklığı ile silişini hatırlarım.Göz yaşı tuzludur, cildini bozmasın derdi.Her ayrıntısı ile her ayrıntımı severdi.

Ellerinde büyüdüm,gözlerinde büyümedim. Belki bu tanımsız sevgiyle yoğrulduğu için var oluşum, yarım ve koşullu sevgileri kolay benimseyemedim...









Ben sevmeyi onda öğrendim... sevdiklerimi de onun gibi sevdim...



Sevmeyi,sevdiklerime , onun bana öğrettiği gibi öğrettim ve dünya ile barışık, şekille değil var oluşa saygıyla sevmeyi bilen çocuklar yetiştirdim


Elimden başka ne gelirdi ki... ben varoluşumun en başından bugüne onunla hiç kavga etmedim.Sevgisi önümde ardımda duvardı..sadece, yürek yettiğince, çok ama çok sevdim.









2 Ocak 2015 Cuma

Yusuf Yusuf &Nehir&Ben&Lucy&Selin...

Ön yargılarım kadar ön yargılarımın haklı çıkışından nefret ediyorum.


Yılbaşı akşamı kalplerimizi sıcak çikolata kıvamında tatlı ve eşsiz duygularla dolduların küçük anılar yarattı evimizde ama asla neşeli bir akşam diye tanımlanabilecek bir akşam değildi.Çocuklar büyüdükçe istekleri,tamamlanışları farklı oluyor.Onlar, artık daha neşeli ve kalabalık sofralar eğlenceler istiyorlar.Bizde de bunun eksikliği hissedildi. Hele Trabzon'da ailemin kocaman bir masada neşe dolu fotoğrafı feyste yayımlanınca bükülüverdi boynum ister istemez.Yine de elimizden geleni yaptık mutlu olsunlar diye.


Sabah kalktığımızda Nehir'imin surat 5 karıştı. Dışarıda buz gibi olan havaya bakıp tüm günü evde çocuklarımla geçirme hayalimi tuzla buz edecek bir kararlılıkta "sinemaya gitmek istiyorum anne " dedi.Ne desem diye baktım suratına "hayır " diyemeyeceğimi bilmezmiş gibi.

İnsanlar neden tekrar çocuk olmak ister bilmem.Her şey başkasının iznine bağlı. Sıkıntıdan patlıyor ama anneyi ikna edebilirse gidebilecek dışarı, tok ama ye denilirse yemek zorunda, partiye giderken kot giymek istiyor ama ona dantelli elbise giydiriyorlar.Yani bu öğğğ bişi değil mi sahiden? 


Neyse, giyindim kuşandım, Nehir de giyindi.Selin evde kalıp Tumblr'da takılmak istedi.Biz çıktık.

Selin ile müzik ve sinema hatta kitap zevklerimiz uyuşuyor ama Nehir ile çok örtüştüğünü söyleyemem. O "Mandıra Filozofu" "Deliha" gibi filmleri seviyor.İlla Türk sineması olsun takıntısı var. Ben de  "Selvi Boylum Al Yazmalım" ya da "Neşeli Günler" den sonra iyi ki izledim diyeceğim türk filmi pek hatırlamıyorum.Hele şu son dönem filmlerinde ana avrat düz gitmeyi marifet mi sayıyorlar nedir, nefret ediyorum alenen. Nehir'in gönlü olsun diye çıkmışken filmi benim seçmem olmazdı, korktuğum başıma geldi ve "YusufYusuf" diye bir filme kendi elceğizimle bilet aldım içimden suratımı asa asa.



Sinema saatine kadar oyun oynadık, mağazaları gezdik.Sinema salonuna girdiğimizde neşeli görünmek için elimden geleni yaptım ve belki bu filmde eğlenirim diye umdum.Üstelik Nehir'in sevdiği gibi en önden bilete almıştım yani en arkayı seven bendeniz inanılmaz şeyler yapmaktaydım kendi çapımda ama Nehir'in yüzündeki mutluluk,sevdiği bir şeyi annesi ile yaşıyor olma sevinci kalan her şeyi boşverebilme sebebimdi doğrusu.


Film başladı. Ali Sunal'ı ve oyunculuğunu seviyorum, Oya Başar kötü kaynana rolünde master yaptı zaten.Senaryo kolaylıkla tahmin edilebilesi olaylar silsilesinden oluşuyordu, araya tam da tarzda "halktan" cinsel espiriler sokuşturulmuştu.Zaten salondakilerin gevrek kahkahalarından senaristin doğru bişi yaptığını anlamak mümkündü yani. Nehir o tür esprilerde bana eğilip "neye gülüyorlar" diye sormasa benim de güleceğim yoktu ama bastım kahkahayı. Kuzuum...


Neyse, filme o kadar espri ve gülünmesi mümkün şey olduğunda tepki vermeyen halkım sinkaflı küfürlerde yıkıldı gülmekten. E ben de sinirlendim şimdi ne yalan söyleyeyim. Baktım Nehir de katıla katıla gülmüyor mu? Ona uyarıda bulunup bunun ne nahoş bir şey olduğunu anlatmak isterdim ama keyfini kaçırmak istemedim ve 40 yaş sonrasında zamana dayanıklı olmayı öğrendiğimi sanıyorum yani bunu ona anlatmak için doğru zamanı beklemeye karar verdim. Ama Nehir o esnada dönüp bana baktı ve benim gülmek bir yana dursun ,perdeye öfkeyle baktığımı gördü. Sonraki gülüşleri o kadar da neşeli değildi.Vermem gereken mesajı anlatarak değil göstererek verdiğimi düşündüm.

Film mutlu sonla bitti. Hatta sanki yönetmen daha anlatıyordu da bitiş jeneriğini girdiler diye düşündüm filan yani.

Sonra eve geldik.Biraz dinlendik, yemek yedik ve Selin'e "Lucy'i koyarmısın izleyelim" dedim. Nehir başta Türk sineması değil diye mırın kırın etse de yumuşak huylu bir çocuk olduğundan çabucak "peki" dedi.

Sonra hatır için izlemeye başladığı filmi soluksuz izledi.Arada heyecanla zeka hakkında sorular soruyor, anladığından emin olmadığı yerler hakkında ablası ile konuşuyordu.Film bittiğinde hepimiz keyifliydik.

Nehir'e YusufYusuf'un da hoş bir film olduğunu ama kriterinin Türk-yabancı değil kaliteli-kalitesiz olması gerektiğini, farklı alanlardan da bir şeyler izlemenin-okumanın beynini Lucy gibi geliştireceğini anlattım.



Bu akşam Şehir Tiyatrolarında Hıdrellez isimli oyuna gideceğiz. Sinemayı seviyorum ama tiyatro seyircisi olmak apayrı bir kültür,apayrı bir keyif..






Bu topluma, sanatla barışık çocuklar lazım.

Selin, 2013-Okul... Çehov'un Sevgili Doktor oyununda