öğretmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öğretmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2024 Cuma

Hatırlamak Lazım...

 


“Çankaya’daki küçük okulda okuyan kızların bilgilerini yoklayan Gazi, iyi yetişmediklerini görmüş, Rüsuhi Bey’i bunun nedenini öğrenmekle görevlendirmişti. Gazi çalışırken Rüsuhi Bey ile Genel Sekreter Tevfik Bey geldiler.

‘Evet?’
Rüsuhi Bey bilgi sundu:
‘Öğrencilerin çoğu hatırlı kimselerin çocukları. Öğretmen bu yüzden öğrencileri sıkmıyor, ders yapmak yerine daha çok oyun oynatıyormuş.’
Gazi Tevfik Bey’e,
‘İlgililerle konuş..’dedi,
‘..bu dalkavuk öğretmeni oradan alsınlar. Hatır gönül dinlemeden ğretmenliğin gereğini yapacak birini yollasınlar.’
‘Peki efendim.’”
“Çankaya’daki küçük okula yeni bir öğretmen atanmıştı. Çalışkan, ciddi, öğrencilerini yetiştirmek için çabalayan gerçek bir öğretmendi. Sabiha, Rukiye ve Zehra yine ödevlerini yapmamışlardı. Üstelik öğretmene kafa tutuyorlardı. Üçüne de bağırmaya başladı:
‘Susunuz! Hem tembel hem şımarıksınız. Kimin nesi olursanız olun, tembelliğe, şımarıklığa, hele küstahlığa hakkınız yok. Şimdi okulu terk edin. Bir daha da buraya ayak basmayın!’
Zehra, ‘Sizi Gazi Paşa’ya şikâyet edeceğiz! dedi.
Öğretmen kıpkırmızı kesildi. Kapıyı gösterdi:
‘Çıkııııııın!’
Kızlar çantalarını toplayıp sınıftan çıktılar. Öfkeden gözlerinden yaş iniyordu.
‘Her şeyi Gazi Paşa’ya anlatalım.’
‘Bizi azarlamak, kovmak ne demekmiş anlasın.’
‘Eski öğretmen ne iyiydi. Hep oyun oynatırdı.’
Koşa koşa köşke geldiler. Gazi’yi buldular.
‘Ne oldu? Anlatın bakayım.’
İçlerini çeke çeke anlattılar:
‘Eski öğretmenimiz çok iyiydi.’
‘Bu her gün ev ödevi veriyor.’
‘Her gün sınav yapıyor.’
‘Bilemezsek azarlayıp duruyor.’
‘Tembeller diyor.’
‘Şımarıklar diyor.’
‘Bu yoksul millete kaça mal olduğunuzu biliyor musunuz diyor.’
‘İyi davransın diye sizin kızınız olduğumuzu söyledik.’
‘Aldırmadı bile.’
‘Çok gücümüze gitti.’
‘Biz de kızdık, ev ödevimizi yapmadık, bundan sonra da yapmayacağımızı söyledik.’
Sabiha elinin tersi ile gözyaşlarını sildi:
‘Üçümüzü de sınıftan kovdu.’
‘Bir daha da gelmeyin dedi.’
Gazi ‘Bitti mi?’ diye sordu.
‘Bitti.’
Ayağa kalktı:
‘Çok kötü bir şey yapmışsınız çocuklar. Savaştı, işgaldi, iyi bir eğitim görmediniz. Öğretmen eksiklerinizi tamamlamaya çalışıyor. Daha ne istiyorsunuz? Öğretmene karşı gelmek ne demek? Öğretmenlikten daha yüksek bir mevki mi var sanıyorsunuz?’
Kızlar Gazi’yi herkesten yüksek sanıyorlardı. Çok bozuldular.
‘Rüsuhi Bey!’
‘Buyrun efendim.’
‘Al bunları hemen şimdi okula götür. Öğretmenin elini öpüp af dilesinler. Mesleğinin gereğini yaptığı için de kendisine çok teşekkür ettiğimi söyle. Bize böyle gerçek öğretmenler gerek. Haydi okula!’
Kızlar süklüm püklüm okulun yolunu tuttular. Demek öğretmen Gazi Paşa’dan daha yüksekti ha!” ........

(1) Mustafa Kemal Atatürk; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Kültür Bakanlığı Yayınları 393, Ankara, 1981, s.11.
(2) İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006
(3) 244 Turgut Özakman; Cumhuriyet Türk Mucizesi, İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, 24.Basım, İstanbul, Ekim 2010, s.216.
(4) Turgut Özakman; Age, İkinci Kitap, s.225-22

1 Nisan 2021 Perşembe

Tuzlu Su'ya

 


Hayatımda en çok ne zaman ağladım diye düşündüm bugün.

O kadar nadir ağlarım ki, sıralamayı yapmak çok zor olmamalı diye de düşündüm.


Had safhada içine kapanık bir çocuk olan ben, beni fark eden ve sohbet eden sosyal bilgiler öğretmenimin tayini Trabzon'dan Gaziantep'e çıktığında okuldan eve kadar ağlamıştım içim yana yana. O kadar ağlıyordum ki  yolu görmekte zorlanıyordum. Ortaokul 1. sınıf. Eskinin 6. sınıfı. Okula erken başlayıp bir de sınıf atladığım göz önüne alınırsa yaş 10-11. (16 yaşımda üniversiteye başladığım doğrudur). Adını değil ama yüzünü hatırlarım. Hocam, o yaşlarda genç kız saçmalıklarından birine mi kapıldım da bu kadar ağlıyorum diye endişelenirken ben ailem dışında sohbet edebildiğim tek insanı kaybetmenin derin acısıyla kavruluyordum. Yalnızlık geri dönmüştü.

Hacıannemden bahsetmiştim daha evvel (Hacıannem yazısı için lütfen tık) Sonraki yangın ağlayışım onadır. Unutamadım sevgisini, o gidince çürük dişin içindeki oyuk gibi  hayat dıştan parlak ama içten ,ağrısız yeri doldurulmamış bir kara hüzünle kaldı bana. Nurlar içinde yatsın .. Yalnızlık, kucağına yatıp "rüyamda ne gördüm biliyo musun" dediğimde başımı okşayan o kemikli ,beyaz,güzel elin taşıdığı şefkat yerini suskun yalnızlığa bırakıp gitti.

Abim bütün aileyi ardında bırakıp bütün haksız öfkesi ve bencilliğiyle gittiğinde  hiç ağlamadım. O başka ayrılıktı. Kalan mıydı terk eden , giden miydi ...bilmiyorum. 


26 Şubat 2021 Cuma

Muz Kabuğu








Trabzon'da öğretmenlik yaptığım dağ köyünde, çocuklarıma muz getirdim bir gün.

Sevinçle yüzüme baktılar.

Muhammet, kabuğuyla ısırıverdi muzu.

Meğer ilk kez görüyorlarmış.


Tüm yardımların toplanıp güneydoğu'ya yollandığı yıllardı.

Öğretmenlik yaptığım köyde,okulun kütüphanesi bile yoktu.


Annem çarşı pazar dolaşıp kıyafet topladı çocuklarım için.

Ayakkabıları yoktu bazılarının.

Okula kadar çıplak ayak geliyor, okulda giyiyorlardı eski püskü pabuçlarını.

Teşekkür niyetine sarılıverdiler anneme..kocamandı sevgileri ,sevinçleri.

Okula yine yalın ayak geldi o çocuklar ama okulda giydikleri pabuçlar artık "gıcır"dı.

"Sana elma kızartalım" derdi çocukların anneleri, "hatır için de kızarmış elma mı yenir" derdim içimden. Meğer patatese elma derlermiş oralarda. Anlayıp dinlemek yerine kibrimize sarılıp ne mutlulukları öteledik ömrümüzde kimbilir. 

Ömrümün en mutlu günleriydi.

Dağlarda eriyen karla coşan bir nehir, ormanlarında geyiklerin gezdiği dağlar,  çıplak bahçesinde uyduruk bir voleybol ağı bulunan ve öğretmenlerin uzun teneffüste voleybol oynadığı bir okul. Çocuklar koşar, çocuklar oynar, hepsinin yanağı al al.


Öğretmen masasında her sabah taze kır çiçekleri.

Sınıfta çıtır çıtır yanan fındık kabuğu sobasının sıcağında komik bir öğretmen ve her birini taparcasına sevdiği öğrencileri.

Güzel olan neyi getirebildim bugüne?

EKMEĞİN "GUDUĞU"

Sabahları bana taze ekmeğin guduğunda tulum peyniri alan abim dahil hepsi yok hükmünde...yittiiii gitti.

Kimi kendi isteğiyle

Kimi zamanın hükmüyle


Ne yazık...



16 Temmuz 2019 Salı

Susar Mısınız Yeterince


Ortaokul Türkçe öğretmenim bir harikaydı. Bildiğim ve olduğum her şeyin temelinde onun sesi vardır kanımca. Bir karış,zayıf ve dikkat çekecek kadar suskun ,hiç arkadaşı olmayan bir çocukken onun beni büyüleyen bilgisi suskun  dünyamda sabırsızlıkla beklediğim saatleri doğurdu.

Yüksel Hoca, iyi bir cümlede gereksiz kelime olmadığını söylemişti. "Ben kendim,  bugün biter bitmez yarın sabah koşar adım sizin eve gelirim" yerine "Yarın erkenden  sizin evde olurum" denilmesi gibi. "Sen biliyorsun" yerine "biliyorsun" gibi.

Daha sonra tahsilime devam ettiğim iletişim fakültesinde de iyi bir romanın-senaryonun bol replikle beslenmediği ve lüzumsuz kelimelerden arınmış olduğu bilgisi verilmişti.


Yaşlılığın ilk emaresi imiş sese tahammülsüzlük. Şimdi , sesle birlikte lüzumsuz konuşmalara ve kelimelere tahammülsüzlük aldı başını gidiyor benim cenahta. Söylenmese de olurdu diyeceğim yüzlerce cümlenin ve sesin ortasında yalnızlığa ve seçilmiş sessizliğe hasret bir yaşam sürdürür oldum. Bugün 1.5 saat kadar süren görüşmemizde sadece "çalışmalarımı devam ettirecek akşam saatlerinde kullanabileceğim bir alan arıyorum" cümlesi yeterliyken bir sürü  harf,ses,kelime,cümle,anlatım beynime nakşedildi. Hunharca katledilen benim  ömrümdü. 

Türk insanına mı mahsus bu özellik bilmiyorum. Çok fazla kişisel veri ile yapılıyor iş görüşmeleri. Çocukluklarını dinliyorum bir çocuğunun, ya da çocuklarını. Arabalarını,kahvaltı alışkanlıklarını,sosyal ve siyasi görüşlerini. Artık yerine oturmuş tonlamalarla "evet,hımm,hayır,hımmm,hadi ya,gerçekten mi,kesinlikle katılıyorum" lar akışta yer alıyor. Yorucu, sıkıcı ve gereksiz.

Bugün bir koro çalışması için görüşme yaparken hobilerin öneminden bahsedildi ve koroya davet edildim. Heyecan ve samimiyetle "hobi zamanlarımı sesten ve sözden arınmış zaman dilimleri yaratarak kullanıyorum ben" dedim. Klasik müzik dinliyorum (tık..bugünkü önerim) çünkü tını sözden anlamlı ve derin geliyor. Yürümek ve balık tutmak,fotoğraf çekmek ve kitap okumak en sevdiklerim..çünkü kimse ile konuşmam gerekmiyor.



Susabildiğim ve sessizliğin asil huzurunu besleyebilecek ses-sözlerle dolu günlerin özlemi beni yakıp kavuruyor.

24 Kasım 2016 Perşembe

Öğretmenleştirebildiklerimizdenmisiniz?


James Redfield'in Dokuz Kehanet kitabında kimsenin tesadüfen yolumuza çıkmadığı, yolumuza çıkan herkesin bize verilecek bir mesajı olduğundan bahseder.




gülüşüne ölürüm bennn


Hepsi öğretmenimdi.Ben kime ne mesajlar verdim bilmem, kiminden bilerek kiminden bilmeyerek mesajlar  ve dolayısı ile öğretiler aldım insanların.

Ama zamanla öğrendim ki , en iyi öğretmen yanan elmiş.

İlk sırada Başöğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK

İkinci sırada nefes almaktan yaşamda neşeyle tek başına var olabilmeye kadar her ayrıntıda ilk öğretmenim olan canım annem Rabiş Sultan,


Üçüncü sırada Beşikdüzü Köy Enstitülerinin kuruluşunda çalışmış Cumhuriyet öğretmeni , adını gururla andığım sevgili dedem Haşim Zihni,

Dördüncü sırada bildiğim her şeyi yeniden yorumlamama ve anlamama,tüm masalların gerçek olabileceğine inanmama neden olan canım evlatlarım,



Beşinci sırada eşsiz kazıklarını yediğim dost bildiklerim olmak üzere tüm öğretmenlerime saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Öğretmenler Günü kutlu olsun.





7 Şubat 2016 Pazar

İlköğretmen



TRABZON CUMHURİYET İLKOKULU



İlkokula başladığımda yaşım çok küçüktü.Trabzon şivesi kapmayalım,küfür öğrenmeyelim diye annemin bizi kavanozda büyüttüğü , fevkaladenin fevkinde iki kardeşe sahip olduğum için çılgın mutlu geçen günlerimde sokağı merak etmediğim yıllardı.

Ama artık sokaktaydım.

İLKOKUL YILLARIMDA OKULUN BAHÇESİNDE BİR BAŞKA SINIF
Okulun ilk günlerinde,utangaç,içine kapalı,cılız bir kız geldi o sıralara oturdu.Amcamın oğlu (nur içinde yatsın) Oğuz ile aynı sınıftaydık. Cep mendili boyunda bişi olduğum için öğretmen beni en ön sıraya oturttu.Dersi dinlerken çok tuvaletim geldi. Öğretmen sınıfta konuşanlara kızdığı için zaten ondan tırsan benliğim  sessizlik yemini etmişcesine suskun olan bendenizi iyice çıt çıkartmaz hele getirmişti.

Gittikçe daha çok kendini hissettiren tuvalete gitme isteğine elimden geldiğince direniyor ama dayanamayacağımı da iyi kötü kestiriyordum.

Olan oldu..en sonunda önce gözümden bir damla yaş aktı,sonra sıramın altından bir minik dere.

Rahatlamasına rahatlamıştım ama ne olacağını deli gibi merak ediyordum bir yandan. Defterimden kağıt yırttım,oturduğum yere koydum:sıcak ıslaklık rahatsızlık vericiydi.

Öğretmen ders anlatıyor, ben ise ilgiyle sıramın altından akan minik derenin süzülüşünü izliyordum.Önlerde oturan diğer çocuklar da birden peydahlanan bu sarı minik dereye şaşkınlıkla bakar olmuşlardı ki dere öğretmen masasının altına ulaştı.

SİYAH ÖNLÜKLÜ YILLARDA CUMHURİYET İLKOKULU ÖĞRENCİLERİ
Susalım diye ayaklarını sık sık yere vuran öğretmen "tak tak tak" sesi yerine "şlap şlup şlap" sesini duyunca şaşkın donakaldı.Elinde cetveli, kalktı o şaşkınlıkla masanın altına baktı. Sonra faltaşı gibi açılan gözleri ile dereyi takip etti ve gözleri korkusunu bertaraf edecek kadar büyük bir merakla (öğretmen ne yapacak şimdi) ona bakan ufak tefek çocuğa dikildi.

Bütün sınıfın kahkahalar ve çığlıklar eşliğinde "işemiş ,işemiş" diye bağırması  miniminnacık bir çocuk için yeterli utanç kaynağı. Şimdi gülümsüyor da olsam o zamanki ne yapacağını bilmez utancımın ağırlığını tazeymiş gibi hatırlayabiliyorum.

Öğretmen,şefkatle başımı okşadı ve Oğuz'u yanıma katarak beni eve yolladı.Kızmadı,aşağılamadı,gülmedi.Biz Oğuz ile çıkarken o sınıfa "her hatalarında kendilerine böyle gülünse aman ne hoş olurdu,ne var yani'li" uzun ve kızgın bir söylevin başındaydı.

Rahmetli Oğuz yol boyu bana o kadar güldü ki,gözünden şarıl şarıl akan yaşlara rağmen evi buluşuna hayret ettiğimi gayet net hatırlıyorum. 

Annem, olanı öğrenince önce Oğuz'a onun her zaman çok sevdiği çikolatalı pudingden bir tane verdi (onu asla yedirmeden yollamazdı) ve hemen su ılıtıp beni yıkadı;saçlarımı özenle ve sevgiyle taradı,karnımı doyurup gündüz olmasına karşın beni yatırdı.

-"Kızdın mı" dedim
Güldü .Komik gelmişti tekne kazıntısının yaşadıkları .
-"Çok utandım" dedim
Utanılacak şeyin çalıp çırpmak,yalan dolan,tembellik olduğunu anlattı bana.

İyi bir öğretmen kızacağı yeri de öpeceği yeri de kestirendi sanırım
Ben, ömrümce hiç bir kabahatimi anneme anlatırken korkmadım.
Dış dünyada ne yaşamış olursam olayım ailem ve evimde sorgulanmadan kabul edileceğimi ve huzur - şefkat sarmalında her şeyi halledeceğimi bilirdim daima.
Oğuz,eğer erken yaşta rahmetli olmasaydı hep en iyi arkadaşım olacaktı biliyorum.

Annem gerçekten ama gerçekten eşsiz bir ilköğretmen oldu ...her zaman.

SELİN VE ANNEM KUAFÖRCÜLÜK OYNARKEN


18 Kasım 2015 Çarşamba

Deli Veli Toplantısı-2


Selin, yani büyük kızım okulundan 2014-2015 Eğitim Öğretim Yılında "Yılın Örnek Öğrencisi" ödülünü aldı. Gerek akademik başarısı gerek sosyal faaliyetlere katılımı gerekse arkadaşları ile iletişimi neticesinde tüm öğretmenlerin oy kullanması sonucu örnek öğrenci seçilmiş.

Sahneye çıktığında yüzünün kızarması ve şaşkınlığı tüm öğretmenlerin hoşuna gitmiş.

O kadar tevazu sahibi ki ödülün kendine geleceğini düşünmemiş bile dediler.

Sonra dün akşam (onun okulunda veli toplantıları akşam oluyor) bu senenin ilk veli toplantısına gittik . Gittik diyorum çünkü tüm torunlarının yaşantısındaki her ayrıntıya bayıla bayıla dahil olup renk katan anneanne de bizimle geldi.Onu kantine ,ırk-dil-renk karmaşasının ortasına oturttuğum anda gözlerinin pırıl pırıl çevreyi incelemeye başlamasından benim görüşmeler yapacağım süre zarfında sıkılmadan oturacağını anladım tabii. Bir bardak çay ve bir yudum hayat...anneme fazlası lazım gelmiyor ki..


Her girdiğim sınıfta kızımla ilgili aldığım övgülerle sırtımdaki yükün gittikçe ağırlaştığını  hissederek çıktım. Kızımın iyi niyeti ,fedakarlığı, çalışma azmi övülüyor övülüyordu. Sadece bir öğretmeni," Ona hayır demeyi öğretin.Ona sömürülmemeyi öğretin.Ona alkışların kulağını sağır etmemesini öğretin. Kızınız veren el iken bu kadar mütevazı olmamayı bilsin" dedi öfkeyle. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Öfkeli bir adam, öğrencisini-çocuğumu seven bir öğretmen gördüm.


Ona saygı ve sevgi ve minnet duydum."Haklısınız"..dedim ve çıktım.Uzun sözlerin anlatamayacağı idi uzanıp elini tutmamdaki inanış. Yolumuza çıkan iyi ve aydın insanları eksik etme hayatımızdan Allah'ım.

Diğer öğretmen için sınıfın kapısında beklerken daha da durgundum. Koridorda sesler duydum.

-Nedir bu canım Selin Erdem Selin Erdem...aldığı ödüle bak. Şimdi onun yurt dışında istediği okula gitme şansı bizim çocuklarımızdan yüksek.

 Diğer velilerde 1-2 geçiştirici mırıldanma oldu.

-Her projeye onu dahil ederlerse elbette örnek öğrenci ödülü alır. Olmaz böyle. Bi tutturmuşlar Selin Selin
-Ama kız çok çalışıyor ve gerçekten çok başarılı..dedi birisi
-Ay ne çalışıyor, bizimkiler az mı çalışıyor şimdi o bu ödülle gitsin istediği okulda okusun bizim çocuklarımız duruken...

Bir veli çekingen ve kısık bir sesle "annesi burada" diye uyardı atarlı anneyi.
Bir an duraksamadan sonra sesini yükseltti kadın:

-Buradaysa burada canım.Haksızlığa hiç tahammülüm yok, ondan mı çekinecem.

Döndüm kadına baktım.O okuldaki pek çok kişi gibi bakımlı,belli bir kesime ait olduğunun vurgusunu taşıyan çizgilerle bezenmiş uzun boylu bir kadındı.Ama ben pahalı pabuçlarına marka çantasına üzerine özel dikilmiş tayyörüne bakmadım. Ben onun gözlerine baktım.Alev saçan bakışlarını üzerime dikmişti.

Nasıl oluyor da bir çocuk doğurmuş,onu emzirmiş,emek vermiş bir insan  bir başka çocuk hakkında bu kadar nefret dolu olabiliyor? 

Anne olsun olmasın:yetişkin bir insan bir çocuk hakkında nasıl böyle duygular besleyebilir?

Ona bakmayı sürdürdüm. Koridorda bir sessizlik oldu. Bu açık meydan okumaya karşılık vereceğimi, bir tartışma çıkacağını sanan diğer veliler gergin ve suskun bize 
baktılar . Ben ise gözlerimi ayırmadan kadına bakmayı sürdürdüm . Bakışlarımda ne vardı bilmiyorum.Kaşlarım çatık bile değildi. Kadriye olarak baktım , bir anne olarak baktım , insan olarak baktım, yeşil ile maviyi kucaklayan Trabzon'da yoğrulmuş  kalbimin sorgusuyla baktım,Selin'in annesi olarak baktım,işten çıkıp koşturmaktan yorulmuş biri olarak baktım...yüzü kızardı kızardı kızardı. Yaklaşık bir dakika kadar gözlerimizi birbirimizden ayırmadık.

Sonra içerideki öğretmen kapıyı açtı.

-"Oooo Selin Erdem'in annesi gelmiş, buyrun lütfen Kadriye Hanım " dedi sesinde belirgin bir memnuniyetle.

Kadına bakmayı sürdürdüm hala suskun ve kımıldamaksızın. Koridorda herkes hala bize bakıyordu suskun ve kımıltısız .
Kadın başını eğdi.
Selin Erdem'in annesi kadının eğik başına bakmayı sürdürdü...sonra döndü ve sınıfa girdi.


Herkes bana "kimbilir ne mutlusundur " "ah bu harika bir şey" deyip duruyor.
Değil.
Selin, o kadının çocuğuna okuldan sonra kalıp ders veriyor matematiği iyi olmadığı için.
Değil
Selin, o pırıl pırıl iyi niyeti ile bir başka koridorda o kadın ve benzerleri ile karşı karşıya kalacak.
Değil
Ben kızıma "hayır" diyebilmeyi ve incinmemeyi öğretebildiğimi sanmıyorum.

Yolu aydınlık ve pürüzsüz olsun tüm çocuklarımızın
Yolların sonunda insan ve mutlu olsunlar
başarının başka tanımını bilmiyorum ben.


18 Nisan 2015 Cumartesi

Ümit

Size hiç gönül sarayımı aydınlatan aşkımdan bahsetmedim ben di mi?

Yani işimden..

Oysa ne öyküler yaşandı,ne alimler ne zalimler geçti oradayken ..kimi iz bırakmadan kimi unutulmadan .

Hayatımdan gelip geçenlerin portrelerinde,gerçek yaşam öyküleri serisinde bugün o kesitten birini anlatacağım size:

Yardıma muhtaç ailelere yardım dağıtıyorduk.
Benim olduğum büro Kadıköy-Maltepe-Pendik-Kartal bölgesindekilere ait işlemlerin yapıldığı yerdi.
Tek başınaydım ve kayıt listesinde adı olan binlerce insan ile görüşmem, kayıt tutmam,yardımları onlara vermem gerekiyordu.
Ayrıca yeni başvuruları da değerlendirmem gerekiyordu.
İşte bu, gerçekten zordu.

Kış günü incecik penye blüzların altına plastik terlik giyen kadınların titreyerek yardım istemeleri kolay dayanılır bir şey değildir.

Ta ki , bir çoğunun köşe başında bekleyen eşlerinin yardımı ile altın bileziklerini torbaya koyup çizmelerini-kıyafetlerini oracıkta değiştiğini gözünüzle görene kadar.

Yol param yoktu , bir lirayı  komşumdan aldım da geldim diye ağlayan menekşe gözlü yaşlı teyze için gözleriniz dolmuşken evrak getirmek için içeri giren zabıtanın "ana! ev sahibim!" feryadı sizi sizden alır götürür. İnanmak istemezsiniz. 

Örnekler kolayca çoğaltılabilir.
Bir süre sonra öğrenirsiniz kim muhtaç kim değil, kim yalancı kim değil sorularının cevaplarını içeren ip uçlarını ve yanılgı payını en aza indirmeyi.

Ve kişiliğiniz illa yaşamdan keyif almayı-yaşamın hakkını vermeyi emredenlerdense, bu ağır yorgunluklar içinde  kendi kendinize oynayacağınız minik oyunlar türetir,dışında kalmaya çalışmanın yorgunluğu yerine dahil olmanın , detaylarda var olabilmenin ayrıcalığını yaşarsınız.


Kimbilir bilmem kaç bininci görüşme sonrasında gün sona ermek üzereyken geldi kapımdan içeri.Üzerinde lise kıyafeti olan solmuş bir lacivert ceket, kocaman ama koskocaman siyah gözler,iri dudaklar ve ergenliğin baş tacı sivilceler.

-Burada yardım dağıtılıyormuş , biz de alabilir miyiz? dedi minnetsiz ve aslında çok da umurum değil havalarında. Normalde ona hayır demem ve yollamam gerekirdi çünkü kayıtlı olmadığını kendi de söylemişti. Ama o kocaman siyah gözlerdeki kırgınlık beni kendine çekti.

-Adın ne senin?
-Ümit

 İyice bir süzdüm onu. Rahatsız olduğu belliydi ama akıp duran burnunu çekmekten başka tepki vermedi.

-Nedir buraya gelme sebebin Ümit?

Dimdik gözlerimin içine bakarken ilk kez bakışlarını kaçırdı.

-Annemle babam ayrıldı.Ev bizim ama okuyan 3 kardeşiz, gelir yok.Babam aşçı.Yardım etmeye çalışıyor ama...

-Nerede okuyorsun?
-Kadıköy ....Lisesinde
-Nerede oturuyorsun?
-Maltepe'de
-Zor olmalı?
-Seneye bırakacağım, yol parası çok masraf.

Biraz daha baktım kara gözlerinin kırgınlığına.

-Ümit, öyle bedava ekmek kimseye yok.Gel bu yorgun ve yaşlı kadına yardım et bakalım, önce hak et ..dedim.

Şaşkın şaşkın bana baktı. Söylediğimi anlamamış gibiydi.

-Gel gel, canım çıktı yemin ediyorum. Hem şu yardım evraklarını düzenlemem için yardım et hem de az daha anlat bakalım kimsin nesin, burcun ne mesela. En sevdiğin şair kim filan, muhabbet edelim yahu, dibim düştü sorgucu teyze gibi olmaktan sabah beri.

Gülümsemesi güvensizdi. Yerinden kımıldamadı.

-Gel len! dedim daha keskin bir haykırışla.

Elinde tuttuğu kitaplarını telaşla masama bırakıp hala tereddütle masanın arkasına, yanıma geçti. Masamın altında yanan elektrikli soba ıslak pabuçlarını ısıtsın istiyordum. Ona, yerinden kımıldamadan yapacağı iş verdim.

Küçük, tutuk sohbetimizi tamamladığımızda eve daha da geç kalmasından endişe ettiğim için gönülsüzce de olsa ayrıldım ondan.

-Yalnız bana söz ver, yine geleceksin.

Gülümsedi kanadı kırık kuşlar gibi. Cevap vermedi ama giderken mutluydu. 
Devam eden koşturmaca karmaşanın içinde aklımda gittikçe zayıflayan bir hayal olarak kaldı Ümit.

Yardımlar 3 ayda bir veriliyordu.

Ordulu Sakine,Mardinli Çinko, Diyarbakırlı Bemece,Suat Teyze gibi belli başlı -bana göre- bir şeyler paylaştığıma, gönül teline dokunduğuma inandığıma, öykülerini dış ses gibi dinlemek yerine içinde bulunabildiğime inandığım kişilerin gelişini sabırsızlıkla bekliyordum. Onların iyi olduğunu görmek, küçük sohbet aralarında neler yaşadıklarını bilmek,hayatlarına kısa temaslarla da olsa dahil olmak beni mutlu ediyordu. Hele ne söylediğini anlamam mümkün olmayan o yöreden gelenler yok mu? Gülmekten bayılıyorduk birbirimize derdimizi anlatana kadar. İki ihtimal var her zaman: anlamıyorum diye kızmak veya anlamanın bir yolunu bulmak. Bir tebessümün anlattığı şey her yerde aynı.

İsimlerinin öykülerini dinlemeye bayılırdım.

BMC kamyonları çıktığı sıralarda babası çok istemiş onlardan almayı ama para nerdeee..alamamış adamcağız. Tam o sıralarda kızı doğunca "bence Be Me Ce" diyen ünlü sanatçıya " bence de bemece" demiş ve kızının adına Bemece koymuş.Nüfus kağıdında, bildiğiniz Bemece yazıyor. Ben buna katıla katıla gülünce "aman senin adın Kadriye de n'oluyo" diye o da bana gülmeye başladı.

Ne güzel günlerdi.

Neyse,artık bahar gelmişti ve bir akşam üstü yine kapıdan giriverdi Ümit. İlk geldiğinde aynı boylardaydık ama 3 ayda nasıl boy attıysa beni geçmişti boyu. Şimdi yüzünde tereddütten ziyade nasıl karşılanacağına olan merak baskındı.Nihayet bir sebep bulup gelebildiğine sevindiği de belliydi.

-Ooo Ümit, gel paşam gel. Nerelerde kaldın? Ben de gelmeyecek bu sefer bu oğlan diyordum.
Gülümsedi.
-Hadi hadi git ikimize birer gazoz kap şu büfeden, dilim damağım kurudu. Çabuk gel, bekliyorum hadi.

Az sonra gazozlarımızı içerken koyu sohbete başlamıştık.

Kız kardeşine asılan olursa diye ortaokulun kapısında bekliyormuş gidince. Ortaokul bitsin, asla okutmayacakmış kardeşini. Mahallede bir tamirci varmış, orayla anlaşmış.Bu yaz başlayacakmış orada çalışmaya.Okumayacakmış.

-E, sonra Ümit ..dedim üzgün üzgün.
-Sonra bi kız bulacam ama başı kapalı, okumamış.Okuyan kız doğru dürüst olmuyo anlarsın ya.Çalıştırmam ben karımı..bakarım eve işte..dedi.

-Ümit, ben senin yaşından 2 sene fazla okula gittim,çalışıyorum da..  dedim cümlemi tamamlamadan.

Esmer yüzüne taze bir kızıllık yayıldı.Bakışlarını  çevirdi yine kaçmak istercesine.
-Siz başkasınız..dedi

Cevap vermedim.
Susmak, konuşmaktan çok daha fazla sözcük içeriyor bazen.

-Senle bir anlaşma yapalım. Seneye de oku, ben de size glen yardımı arttırayım dedim.
-Yol parasını bulabilsem ..diye ağzından kaçırdı. Sonra yine gururla baktı yüzüme."Okusam ne olacak zaten"

Ama ben çoktaaan anlamıştım aslında seçmek istediği yolun bana anlattığı yol olmadığını.Fakirlikten dolayı yaşaması gereken hayatı kendi seçmiş gibi davranarak gururunu kurtarmaya çalıştığını.

Zabıta arkadaşlara rica ettim, alıp onu bir çay içmeye içerdeki odaya geçtiler.Erkek erkeğe konuşmak, nasihat daha etkin olacaktır diye düşünmüştüm.Beni her ne kadar sevdiyse de belli ki onun  "doğru" kriterlerinin çok dışındaydım.

Hacıannem yazısında anlatmıştım bana uzatılan sorgusuz sevgi elini. Hemen Ülker Abla'yı aradım. Ona durumu anlattım. İş kadını olmanın getirisi ile kısa - net sorular sordu ve adının bilinmemesi kaidesi ile Ümit'in yol masrafını ve harçlığını üstleneceğini söyledi.

Ümit geri geldiğinde onu karşıma alıp kendisine bir sponsor bulduğumu, kırık not getirmemesi şartıyla eğitim masraflarının tamamının karşılanacağını söyledim.

Önce bana inanamadı. Sonra kuru toprağa yayılan yağmur damlaları gibi umut ve sevinç yüzüne yayıldı dalga dalga.Sarılmaya kalktı,elini sıktım. Hem mesafe koymalı, hem ona saygı duyduğumu anlatmalıydım.

Evlerine incelemeye giden ekipler yardım niteliğini  ve miktarını arttırmışlardı çünkü gerçekten berbat vaziyetteydiler.Ümit, hemen her gün okul çıkışı uğramaya çalışıyor bazen zabıta abileri ile bazen benimle sohbet ediyordu.

Bir gün annesini getirdi tanıştırmak için. Annesi "Ümit benim her şeyim , o olmasa nasıl yaşardım bilmiyorum.Dertlerimi ona anlatıyorum, bir an dayanamam yanımdan ayrılmasına" dediğinde sakin yaradılışıma alabildiğince ters düşen bir öfke kabardı içimde.

-"Ümit daha çocuk. O size dayanacak hanımefendi siz ona değil. Bir kendinize gelin lütfen"  dedim tıslayarak."O okuyacak, bir geleceği olacak..size düşen ağlayıp sırtına yaslanmak değil yolunu açmaktır"

Birbirinden asla hoşlanmayacak iki kadın olarak birbirimizin gözlerinin içine baktık.Geçirmeye niyetlendiği minik sinir krizi, buz gibi bakışlar ve aldırmazlığın zırhına çarpınca geçiverdi.

Onu sevmemiştim.

Ümit, yardımsever meleğinin kim olduğunu çok merak ediyorsa da söz verdiğim üzere ona bilgi vermiyordum.

Lise sona geldiğinde üniversite hayali kurmaya çekinir olmuştu.Bu, gönüllü bursunun devam edeceğini ve hatta fazlasını bulacağıma söz verdiğimi söylesem de tereddütleri , korkuları daha baskındı. O lise sona geldiğinde kız kardeşinin liseye başlama zamanı gelmişti ve artık hayat görüşü değişen Ümit kardeşinin liseye yazılması için ön ayak olup gönlüme taht kurmuştu.

Lise sonun ilk döneminde , adet olduğu üzere karnesini getirdi. Bursunu kaybetme korkusundan derslere asılan ve  o zamana kadar hiç kırık notu olmayan Ümit'in 2 kırık notu  vardı.

Karnesinden bakışlarımı ayırıp uzun uzun yüzüne baktım.
Artık, benden en az 15 cm uzundu.

İçerden atkımı alıp yanına geldim.

-Eğil
-Ne?
-Eğil
-Niye Kadriye Hanım ?
-Başını bağlayacam, büronun camlarını sileceksin.
-Ne?
-Duydun
-Hayatta yapmam
-Anlamadım(tehditkâr)
-Ama Kadriye Hanım ( aman Allah'ım tonlaması)
-Amanı zamanı yok,eğil!

Sildirdiğim camların önünde Ümit ve ben

Başını sardım, eline kova ile bez verdik.

-Kadriye Hanım bari içerden sileyim..gören olur yav.

-Oğlum, sen okumazsan zaten olacağın bu. Aşağılanacaksın, istemediğin işleri yapıp başkalarının pisliğini temizleyeceksin.Alış. Git, çık dışarı, sil camları yürü!

Sesimde tereddütten eser yoktu.

Çıktı ve camları sildi.

Geldi, atkıyı masama attı,gitti.
Kızgındı..ama benim ona kızgın olduğum kadar değil.

İki ihtimal var her zaman: buraya kadarmış diye pes edip vazgeçmek  veya devam etmenin bir yolunu bulmak.

İkinci dönemin ortalarına kadar gelmedi.
Geldiğinde birlikte kokoreç yemeye gittik.

Bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu, benimse hiç öyle bir niyetim yoktu.

-Kadriye Hanım bişi soracam. Tüm sınıfa döner ekmek yollayan isimsiz bir hayırsever geldi bugün, hepimiz bayram ettik. Benim sponsor muydu o?

Güldüm.

-Bilmem ben ..dedim.
-İyi bir bölüm kazanırsam bana yine yardım edecekmisiniz Kadriye Hanım?

İnanarak baktım yüzüne.

-İyi bir bölüm kazanacaksın ve ben sana daha çok yardım edeceğim Ümit ..dedim.

Kara gözleri dalgınlaştı.Bir karar vermeye çalıştığı belliydi ve artık sonuna gelmişti.

Ümit Kocaeli'nde Makine Mühendisliğini kazandı. 

Onunla nasıl gurur duyduğumu da, ben ondan nasıl ayrı kalırım diye ortalığı yerle bir edip çocuğu neredeyse vazgeçme raddesine getiren,ağlaya ağlaya Ümit'in beynini eriten annesini  hayalimde nasıl parça pinçik ettiğimi de anlatmayayım.

Ümit'in bursu devam etti.
Ona başka yardım edecek insanlar da buldum.

Tam , onun bana müjdeli haberi verdiği gün bir dostum beni arayıp "Kadriye Hanım, Kocaeli'de üniversite bursu veriyoruz bir kişilik kontenjanım var..var mı bildiğin ihtiyaç sahibi biri" diye sorması ise "sen yola kalbin doğru çık, Allah tutar elinden"i anlatan enfes bir tesadüf oldu.

Ümit, maddi anlamda zerre kadar zorlanmadan okudu.

Bir gün Ülker Abla ve kız kardeşi olan lisedeki tarih hocam beni ziyarete gelmişlerdi...ki bu senede bir ya olur ya olmaz. Ümit giriverdi kapıdan. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki mutluluktan oraya yığılabilirdim. Ümit'i masamın önüne oturtup Ülker Abla'ya koşturdum. Ona "bu senin oğlun..okuttuğun çocuk" diye fısıldadım. 

Ülker Abla gözleri dolu dolu baktı Ümit'e. Bakışlarında bir sevgi, gurur deryası ile seyretti onu. Ne kadar yalvardıysam da tanıştırmama izin vermedi. "Sağ elin verdiğini sol el bilmesin Kadriye" dedi. Bir kez daha saygım ve sevgim bilinen boyutun ötesine geçti; sözleri ve yaşamları ile bize ders veren ,öğreten insanlar vardır. Ben ne şanslıyım ki  onların en  güzellerinden biri hayatımda diye düşündüm.



Ümit'in yanına döndüm. Pek sabırsız bir hali vardı.

-"Kadriye Hanım" dedi "sizinle bir şey konuşmak istiyorum.Bugüne kadar bana çok iyilik ettiniz ama ben daha fazlasını isteyeceğim.Sizden başka isteyecek kimsem yok.Şu beni okutan Melek Teyze..onunla konuşabilir miyim?"

Adeta türk filmi formatına dönen iş yerimdeki akıştan başım dönmüş bakakaldım Ümit'e

-Neden Ümit...ne oldu hayırdır inşallah?!

-Kadriye Hanım, kız kardeşimi biliyorsunuz. O bu sene üniversite sınavına girdi. Annem ve babam istemedi ama ben durdum önlerinde. Okuyacak maddi bağımsızlığı olacak ezmeyecek el oğlu onu dedim. Sınava girdi  .... Üniversitesi Tarih bölümünü kazandı ama yollamıyorlar onu Kadriye Hanım. Başka şehirde diyorlar, kız kısmı diyorlar,para yok diyorlar.Olmaz!Olmaz!Onun okuması benim okumamdan da önemli Kadriye Hanım.Bize yardım et. O , Melek Hanım ile konuşalım, benim paramı kessin ona versin.

Heyecandan nefes almadan konuşuyor, gençliğin başı dikliğini-gururunu kardeşine duyduğu sevgiyle yenmeye çalışıyordu.

Onunla hiç bu kadar gurur duymamıştım.
Onu, hiç bu kadar sevmemiştim.

Tarih Hocam gözleri dolu dolu yanımıza geldi.

-Kardeşin tarih hocası mı olacak..dedi. Ben Kadriye'nin tarih öğretmeniyim. Yolla kardeşini okumaya, al bu yol parası..sonrası için irtibatta oluruz.Ben yardım edeceğim size.

Ümit inanmaz gözler ile bir ona bir bana bakıyordu.

-Yoksa bana yardım eden Melek Teyze o mu ..dedi heyecanla.

-Yok o değil Ümit..yemin etsem başım ağrımaz..o değil dedim gülerek.

Başka yerden de yardımlar buldum ,olmazı olur kıldık ve Ümit'in kız kardeşi üniversiteye gitti.

İki ihtimal var her zaman: yapamıyorum diye kızmak veya yapabilmenin bir yolunu bulmak.

Mavi Bilye'yi unutmamak lazım.

Sonuç mu?

Ümit ,bir İtalyan firmasına girdi. Orada çalışıyor mühendis bey.

Kız kardeşi (şaka değil - abartı değil) okulunu birincilikle bitirdi ve akademisyen olarak orada kaldı.


Bir kaç küçük dokunuşun sevgi ile birleşmesi, emek ile bezenmesi sonucu hiç var olacağına inanmadığımız Ümit'ler ile güzelleşebilir hayat.Tüm renkler mai oluverir ummadığınız bir anda.

Ümit... bizim elimizde.