öğretmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öğretmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2025 Cuma

Ben Hariç




 Selin   Bilfen'de okudu.

Öğretmenler gününde hediye almamız yasaktı.

Nehir devlet okulunda okudu.

Öğretmeni, öğretmenler gününde yarım altın mı dersiniz  ,  markası belli  mağaza mı dersiniz hediyesini seçip söylerdi ve veliler neredeyse minnetle alırdı hediyeyi.

Ben hariç.

Asla katılmadım bu meblağı  belli hediyelere, yılbaşı ya da öğretmenler gününde.

Sınıftakiler huzursuz olunca ,  katılanlarına adını yazalım gibi  yollara başvurunca "katılmayan sadece ben olduğuma göre Kadriye hariç yazıverin" dedim .

Kızgındım velilere de öğretmene de.

Onu  kızdırmayalım , daha kaç sene çocuk onla beraber diyorlardı. Aklım sırrım duruyordu. Siz hediye almadınız diye çocuğunuza kötü davranacak biri  öğretmen ya da  sağlıklı bir yetişkin değildir, öyle olduğunu düşünüyorsanız zaten çocuğu ona vermemelisiniz diyordum.

Bir gün,  Nehir sınıfta konuşuyor diye  silgi atmış ona öğretmeni. Çocuk ilkokul 1ya da 2.


Veli toplantısında öğretmen konuşurken kafasına silgi attım. Herkes şok. Öğretmen de. Bu yanlışsa sen de benim çocuğuma yapma dedim. Veliler beni  çok ayıpladı. Ben de onları. Çocuğa silgi fırlatmak şiddettir ve sizin çocuklarınız şiddeti izlediğinde de şiddete maruz kalıyor; benden çok sesiniz çıkmalı dedim.


Veli  toplantıları ya da vb günlerde ben bahçenin köşesinde tek  kalırdım. Kimse konuşmazdı benle...müdürle de kavgalıydık, sınıf mimliydi benim yüzümden. Perde vs almamız için tekrar para istenmişti. Devlet okullarına yeterli ödenek verilmiyor diye  gönülden bağış yapmıştık oysa  yeterli miktarda. Ben reddettim tekrar para vermeyi. Okulun doğalgaz borcu var , çocuklarınız donar  bile dediler. Delirdim. Bir de zaten var olan perdelerin değişmesi için para vermek.... Müdür odasına çağırdı (!)  Konuşurken "Ayşe Hanım" diye adıyla hitap ettim. Diyemezmişim. Müdüre Hanım diyecekmişim. "Neden ,  siz bana Kadriye Hanım diyorsunuz Sayın Halkla İlişkiler Uzmanı ya da şefim demiyorsunuz ki " dedim. Kıyamet koptu. Doğalgaz konusunda da belediyede çalıştığımı, kayıtlara baktığımı, okulun borcu morcu olmadığını bildiğimi  söyledim. Kıyamet daha çok koptu. Herkes para verirken ben vermezsem,  herkesin parası ile yapılandan benim çocuğumun  faydalanması haksızlıkmış. "Ben koli koli tuvalet kağıdı aldım,  getirmeyenin çocuğu poposunu silmesin diye elinden mi alıyorsunuz" dedim gittikçe artan hayretimle. "Sizin sınıfa hiç bişi yook..gözüm görmesiiiiiin..çıııııııııııkkkk" diye  öyle çok bağırdı ki koridordakiler odaya koşturdu. Ona üzgün bana kızgın bakışlar dolaşıyordu. Bense aynı hayret duyguları ile çıktım gittim. O parayı da vermedim.

Öğretmenler gününde akrostiş şiir filan yazdırırdım çocuklarıma. Ya da el emeği  başka bir şeyler. "Senin emeğinin meyvesi sana en büyük hediye" derdim öğretmene. Yılbaşlarında ışıklı - dönen dünya maketi filan alırdım "sınıfa" . Hediyeyi hak eden öğrencilerdi öğretmen değil. Kalan da devlete feda olsundu,  bizden sonraki  velilerin çocukları kullansındı. Bir de her sene şahane bi Atatürk'lü takvim alırdım..şaşmazdı. Sınıf, hediyesini verirken de içleri rahatlasın diye " ben hariç  hocam, ben  katılmadım doğru bulmadığım için " derdim. Aman veliler üzülmesin,  öğretmenin de aklı karışmasın neme lazım.

Nehir de mezun oldu,  öteki çocuklar da. Yıllar sonra o sınıftan hangi veliye rastlasam (bi benim adım kalmış akıllarda) hepsi "sen haklıydın" dediler.  İlla buluşalım görüşelim denildi.

Onca seneyi bahçede-sınıfta yalnız geçirmişim.. Ne konuşayım ben sizlerle , o zaman da yoktu söyleyeceğim bir şey şimdi de yok dedim  geçtim.

Kırgın mıyım?

53 yaşındaki ben, 37 yaşındaki bana yapılanlara kızgın tabii. Ama daha çok "veli güruhunun" bu berbat sisteme hem söylenip hem  de sistemi beslemesini affetmemiş olması muhtemel.

Çayımı da yalnız içerim ama içim ferah olur nolcek .😏


16 Ağustos 2024 Cuma

Hatırlamak Lazım...

 


“Çankaya’daki küçük okulda okuyan kızların bilgilerini yoklayan Gazi, iyi yetişmediklerini görmüş, Rüsuhi Bey’i bunun nedenini öğrenmekle görevlendirmişti. Gazi çalışırken Rüsuhi Bey ile Genel Sekreter Tevfik Bey geldiler.

‘Evet?’
Rüsuhi Bey bilgi sundu:
‘Öğrencilerin çoğu hatırlı kimselerin çocukları. Öğretmen bu yüzden öğrencileri sıkmıyor, ders yapmak yerine daha çok oyun oynatıyormuş.’
Gazi Tevfik Bey’e,
‘İlgililerle konuş..’dedi,
‘..bu dalkavuk öğretmeni oradan alsınlar. Hatır gönül dinlemeden ğretmenliğin gereğini yapacak birini yollasınlar.’
‘Peki efendim.’”
“Çankaya’daki küçük okula yeni bir öğretmen atanmıştı. Çalışkan, ciddi, öğrencilerini yetiştirmek için çabalayan gerçek bir öğretmendi. Sabiha, Rukiye ve Zehra yine ödevlerini yapmamışlardı. Üstelik öğretmene kafa tutuyorlardı. Üçüne de bağırmaya başladı:
‘Susunuz! Hem tembel hem şımarıksınız. Kimin nesi olursanız olun, tembelliğe, şımarıklığa, hele küstahlığa hakkınız yok. Şimdi okulu terk edin. Bir daha da buraya ayak basmayın!’
Zehra, ‘Sizi Gazi Paşa’ya şikâyet edeceğiz! dedi.
Öğretmen kıpkırmızı kesildi. Kapıyı gösterdi:
‘Çıkııııııın!’
Kızlar çantalarını toplayıp sınıftan çıktılar. Öfkeden gözlerinden yaş iniyordu.
‘Her şeyi Gazi Paşa’ya anlatalım.’
‘Bizi azarlamak, kovmak ne demekmiş anlasın.’
‘Eski öğretmen ne iyiydi. Hep oyun oynatırdı.’
Koşa koşa köşke geldiler. Gazi’yi buldular.
‘Ne oldu? Anlatın bakayım.’
İçlerini çeke çeke anlattılar:
‘Eski öğretmenimiz çok iyiydi.’
‘Bu her gün ev ödevi veriyor.’
‘Her gün sınav yapıyor.’
‘Bilemezsek azarlayıp duruyor.’
‘Tembeller diyor.’
‘Şımarıklar diyor.’
‘Bu yoksul millete kaça mal olduğunuzu biliyor musunuz diyor.’
‘İyi davransın diye sizin kızınız olduğumuzu söyledik.’
‘Aldırmadı bile.’
‘Çok gücümüze gitti.’
‘Biz de kızdık, ev ödevimizi yapmadık, bundan sonra da yapmayacağımızı söyledik.’
Sabiha elinin tersi ile gözyaşlarını sildi:
‘Üçümüzü de sınıftan kovdu.’
‘Bir daha da gelmeyin dedi.’
Gazi ‘Bitti mi?’ diye sordu.
‘Bitti.’
Ayağa kalktı:
‘Çok kötü bir şey yapmışsınız çocuklar. Savaştı, işgaldi, iyi bir eğitim görmediniz. Öğretmen eksiklerinizi tamamlamaya çalışıyor. Daha ne istiyorsunuz? Öğretmene karşı gelmek ne demek? Öğretmenlikten daha yüksek bir mevki mi var sanıyorsunuz?’
Kızlar Gazi’yi herkesten yüksek sanıyorlardı. Çok bozuldular.
‘Rüsuhi Bey!’
‘Buyrun efendim.’
‘Al bunları hemen şimdi okula götür. Öğretmenin elini öpüp af dilesinler. Mesleğinin gereğini yaptığı için de kendisine çok teşekkür ettiğimi söyle. Bize böyle gerçek öğretmenler gerek. Haydi okula!’
Kızlar süklüm püklüm okulun yolunu tuttular. Demek öğretmen Gazi Paşa’dan daha yüksekti ha!” ........

(1) Mustafa Kemal Atatürk; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Kültür Bakanlığı Yayınları 393, Ankara, 1981, s.11.
(2) İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006
(3) 244 Turgut Özakman; Cumhuriyet Türk Mucizesi, İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, 24.Basım, İstanbul, Ekim 2010, s.216.
(4) Turgut Özakman; Age, İkinci Kitap, s.225-22

1 Nisan 2021 Perşembe

Tuzlu Su'ya

 


Hayatımda en çok ne zaman ağladım diye düşündüm bugün.

O kadar nadir ağlarım ki, sıralamayı yapmak çok zor olmamalı diye de düşündüm.


Had safhada içine kapanık bir çocuk olan ben, beni fark eden ve sohbet eden sosyal bilgiler öğretmenimin tayini Trabzon'dan Gaziantep'e çıktığında okuldan eve kadar ağlamıştım içim yana yana. O kadar ağlıyordum ki  yolu görmekte zorlanıyordum. Ortaokul 1. sınıf. Eskinin 6. sınıfı. Okula erken başlayıp bir de sınıf atladığım göz önüne alınırsa yaş 10-11. (16 yaşımda üniversiteye başladığım doğrudur). Adını değil ama yüzünü hatırlarım. Hocam, o yaşlarda genç kız saçmalıklarından birine mi kapıldım da bu kadar ağlıyorum diye endişelenirken ben ailem dışında sohbet edebildiğim tek insanı kaybetmenin derin acısıyla kavruluyordum. Yalnızlık geri dönmüştü.

Hacıannemden bahsetmiştim daha evvel (Hacıannem yazısı için lütfen tık) Sonraki yangın ağlayışım onadır. Unutamadım sevgisini, o gidince çürük dişin içindeki oyuk gibi  hayat dıştan parlak ama içten ,ağrısız yeri doldurulmamış bir kara hüzünle kaldı bana. Nurlar içinde yatsın .. Yalnızlık, kucağına yatıp "rüyamda ne gördüm biliyo musun" dediğimde başımı okşayan o kemikli ,beyaz,güzel elin taşıdığı şefkat yerini suskun yalnızlığa bırakıp gitti.

Abim bütün aileyi ardında bırakıp bütün haksız öfkesi ve bencilliğiyle gittiğinde  hiç ağlamadım. O başka ayrılıktı. Kalan mıydı terk eden , giden miydi ...bilmiyorum. 


26 Şubat 2021 Cuma

Muz Kabuğu








Trabzon'da öğretmenlik yaptığım dağ köyünde, çocuklarıma muz getirdim bir gün.

Sevinçle yüzüme baktılar.

Muhammet, kabuğuyla ısırıverdi muzu.

Meğer ilk kez görüyorlarmış.


Tüm yardımların toplanıp güneydoğu'ya yollandığı yıllardı.

Öğretmenlik yaptığım köyde,okulun kütüphanesi bile yoktu.


Annem çarşı pazar dolaşıp kıyafet topladı çocuklarım için.

Ayakkabıları yoktu bazılarının.

Okula kadar çıplak ayak geliyor, okulda giyiyorlardı eski püskü pabuçlarını.

Teşekkür niyetine sarılıverdiler anneme..kocamandı sevgileri ,sevinçleri.

Okula yine yalın ayak geldi o çocuklar ama okulda giydikleri pabuçlar artık "gıcır"dı.

"Sana elma kızartalım" derdi çocukların anneleri, "hatır için de kızarmış elma mı yenir" derdim içimden. Meğer patatese elma derlermiş oralarda. Anlayıp dinlemek yerine kibrimize sarılıp ne mutlulukları öteledik ömrümüzde kimbilir. 

Ömrümün en mutlu günleriydi.

Dağlarda eriyen karla coşan bir nehir, ormanlarında geyiklerin gezdiği dağlar,  çıplak bahçesinde uyduruk bir voleybol ağı bulunan ve öğretmenlerin uzun teneffüste voleybol oynadığı bir okul. Çocuklar koşar, çocuklar oynar, hepsinin yanağı al al.


Öğretmen masasında her sabah taze kır çiçekleri.

Sınıfta çıtır çıtır yanan fındık kabuğu sobasının sıcağında komik bir öğretmen ve her birini taparcasına sevdiği öğrencileri.

Güzel olan neyi getirebildim bugüne?

EKMEĞİN "GUDUĞU"

Sabahları bana taze ekmeğin guduğunda tulum peyniri alan abim dahil hepsi yok hükmünde...yittiiii gitti.

Kimi kendi isteğiyle

Kimi zamanın hükmüyle


Ne yazık...



16 Temmuz 2019 Salı

Susar Mısınız Yeterince


Ortaokul Türkçe öğretmenim bir harikaydı. Bildiğim ve olduğum her şeyin temelinde onun sesi vardır kanımca. Bir karış,zayıf ve dikkat çekecek kadar suskun ,hiç arkadaşı olmayan bir çocukken onun beni büyüleyen bilgisi suskun  dünyamda sabırsızlıkla beklediğim saatleri doğurdu.

Yüksel Hoca, iyi bir cümlede gereksiz kelime olmadığını söylemişti. "Ben kendim,  bugün biter bitmez yarın sabah koşar adım sizin eve gelirim" yerine "Yarın erkenden  sizin evde olurum" denilmesi gibi. "Sen biliyorsun" yerine "biliyorsun" gibi.

Daha sonra tahsilime devam ettiğim iletişim fakültesinde de iyi bir romanın-senaryonun bol replikle beslenmediği ve lüzumsuz kelimelerden arınmış olduğu bilgisi verilmişti.


Yaşlılığın ilk emaresi imiş sese tahammülsüzlük. Şimdi , sesle birlikte lüzumsuz konuşmalara ve kelimelere tahammülsüzlük aldı başını gidiyor benim cenahta. Söylenmese de olurdu diyeceğim yüzlerce cümlenin ve sesin ortasında yalnızlığa ve seçilmiş sessizliğe hasret bir yaşam sürdürür oldum. Bugün 1.5 saat kadar süren görüşmemizde sadece "çalışmalarımı devam ettirecek akşam saatlerinde kullanabileceğim bir alan arıyorum" cümlesi yeterliyken bir sürü  harf,ses,kelime,cümle,anlatım beynime nakşedildi. Hunharca katledilen benim  ömrümdü. 

Türk insanına mı mahsus bu özellik bilmiyorum. Çok fazla kişisel veri ile yapılıyor iş görüşmeleri. Çocukluklarını dinliyorum bir çocuğunun, ya da çocuklarını. Arabalarını,kahvaltı alışkanlıklarını,sosyal ve siyasi görüşlerini. Artık yerine oturmuş tonlamalarla "evet,hımm,hayır,hımmm,hadi ya,gerçekten mi,kesinlikle katılıyorum" lar akışta yer alıyor. Yorucu, sıkıcı ve gereksiz.

Bugün bir koro çalışması için görüşme yaparken hobilerin öneminden bahsedildi ve koroya davet edildim. Heyecan ve samimiyetle "hobi zamanlarımı sesten ve sözden arınmış zaman dilimleri yaratarak kullanıyorum ben" dedim. Klasik müzik dinliyorum (tık..bugünkü önerim) çünkü tını sözden anlamlı ve derin geliyor. Yürümek ve balık tutmak,fotoğraf çekmek ve kitap okumak en sevdiklerim..çünkü kimse ile konuşmam gerekmiyor.



Susabildiğim ve sessizliğin asil huzurunu besleyebilecek ses-sözlerle dolu günlerin özlemi beni yakıp kavuruyor.

24 Kasım 2016 Perşembe

Öğretmenleştirebildiklerimizdenmisiniz?


James Redfield'in Dokuz Kehanet kitabında kimsenin tesadüfen yolumuza çıkmadığı, yolumuza çıkan herkesin bize verilecek bir mesajı olduğundan bahseder.




gülüşüne ölürüm bennn


Hepsi öğretmenimdi.Ben kime ne mesajlar verdim bilmem, kiminden bilerek kiminden bilmeyerek mesajlar  ve dolayısı ile öğretiler aldım insanların.

Ama zamanla öğrendim ki , en iyi öğretmen yanan elmiş.

İlk sırada Başöğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK

İkinci sırada nefes almaktan yaşamda neşeyle tek başına var olabilmeye kadar her ayrıntıda ilk öğretmenim olan canım annem Rabiş Sultan,


Üçüncü sırada Beşikdüzü Köy Enstitülerinin kuruluşunda çalışmış Cumhuriyet öğretmeni , adını gururla andığım sevgili dedem Haşim Zihni,

Dördüncü sırada bildiğim her şeyi yeniden yorumlamama ve anlamama,tüm masalların gerçek olabileceğine inanmama neden olan canım evlatlarım,



Beşinci sırada eşsiz kazıklarını yediğim dost bildiklerim olmak üzere tüm öğretmenlerime saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Öğretmenler Günü kutlu olsun.





7 Şubat 2016 Pazar

İlköğretmen



TRABZON CUMHURİYET İLKOKULU



İlkokula başladığımda yaşım çok küçüktü.Trabzon şivesi kapmayalım,küfür öğrenmeyelim diye annemin bizi kavanozda büyüttüğü , fevkaladenin fevkinde iki kardeşe sahip olduğum için çılgın mutlu geçen günlerimde sokağı merak etmediğim yıllardı.

Ama artık sokaktaydım.

İLKOKUL YILLARIMDA OKULUN BAHÇESİNDE BİR BAŞKA SINIF
Okulun ilk günlerinde,utangaç,içine kapalı,cılız bir kız geldi o sıralara oturdu.Amcamın oğlu (nur içinde yatsın) Oğuz ile aynı sınıftaydık. Cep mendili boyunda bişi olduğum için öğretmen beni en ön sıraya oturttu.Dersi dinlerken çok tuvaletim geldi. Öğretmen sınıfta konuşanlara kızdığı için zaten ondan tırsan benliğim  sessizlik yemini etmişcesine suskun olan bendenizi iyice çıt çıkartmaz hele getirmişti.

Gittikçe daha çok kendini hissettiren tuvalete gitme isteğine elimden geldiğince direniyor ama dayanamayacağımı da iyi kötü kestiriyordum.

Olan oldu..en sonunda önce gözümden bir damla yaş aktı,sonra sıramın altından bir minik dere.

Rahatlamasına rahatlamıştım ama ne olacağını deli gibi merak ediyordum bir yandan. Defterimden kağıt yırttım,oturduğum yere koydum:sıcak ıslaklık rahatsızlık vericiydi.

Öğretmen ders anlatıyor, ben ise ilgiyle sıramın altından akan minik derenin süzülüşünü izliyordum.Önlerde oturan diğer çocuklar da birden peydahlanan bu sarı minik dereye şaşkınlıkla bakar olmuşlardı ki dere öğretmen masasının altına ulaştı.

SİYAH ÖNLÜKLÜ YILLARDA CUMHURİYET İLKOKULU ÖĞRENCİLERİ
Susalım diye ayaklarını sık sık yere vuran öğretmen "tak tak tak" sesi yerine "şlap şlup şlap" sesini duyunca şaşkın donakaldı.Elinde cetveli, kalktı o şaşkınlıkla masanın altına baktı. Sonra faltaşı gibi açılan gözleri ile dereyi takip etti ve gözleri korkusunu bertaraf edecek kadar büyük bir merakla (öğretmen ne yapacak şimdi) ona bakan ufak tefek çocuğa dikildi.

Bütün sınıfın kahkahalar ve çığlıklar eşliğinde "işemiş ,işemiş" diye bağırması  miniminnacık bir çocuk için yeterli utanç kaynağı. Şimdi gülümsüyor da olsam o zamanki ne yapacağını bilmez utancımın ağırlığını tazeymiş gibi hatırlayabiliyorum.

Öğretmen,şefkatle başımı okşadı ve Oğuz'u yanıma katarak beni eve yolladı.Kızmadı,aşağılamadı,gülmedi.Biz Oğuz ile çıkarken o sınıfa "her hatalarında kendilerine böyle gülünse aman ne hoş olurdu,ne var yani'li" uzun ve kızgın bir söylevin başındaydı.

Rahmetli Oğuz yol boyu bana o kadar güldü ki,gözünden şarıl şarıl akan yaşlara rağmen evi buluşuna hayret ettiğimi gayet net hatırlıyorum. 

Annem, olanı öğrenince önce Oğuz'a onun her zaman çok sevdiği çikolatalı pudingden bir tane verdi (onu asla yedirmeden yollamazdı) ve hemen su ılıtıp beni yıkadı;saçlarımı özenle ve sevgiyle taradı,karnımı doyurup gündüz olmasına karşın beni yatırdı.

-"Kızdın mı" dedim
Güldü .Komik gelmişti tekne kazıntısının yaşadıkları .
-"Çok utandım" dedim
Utanılacak şeyin çalıp çırpmak,yalan dolan,tembellik olduğunu anlattı bana.

İyi bir öğretmen kızacağı yeri de öpeceği yeri de kestirendi sanırım
Ben, ömrümce hiç bir kabahatimi anneme anlatırken korkmadım.
Dış dünyada ne yaşamış olursam olayım ailem ve evimde sorgulanmadan kabul edileceğimi ve huzur - şefkat sarmalında her şeyi halledeceğimi bilirdim daima.
Oğuz,eğer erken yaşta rahmetli olmasaydı hep en iyi arkadaşım olacaktı biliyorum.

Annem gerçekten ama gerçekten eşsiz bir ilköğretmen oldu ...her zaman.

SELİN VE ANNEM KUAFÖRCÜLÜK OYNARKEN


18 Kasım 2015 Çarşamba

Deli Veli Toplantısı-2


Selin, yani büyük kızım okulundan 2014-2015 Eğitim Öğretim Yılında "Yılın Örnek Öğrencisi" ödülünü aldı. Gerek akademik başarısı gerek sosyal faaliyetlere katılımı gerekse arkadaşları ile iletişimi neticesinde tüm öğretmenlerin oy kullanması sonucu örnek öğrenci seçilmiş.

Sahneye çıktığında yüzünün kızarması ve şaşkınlığı tüm öğretmenlerin hoşuna gitmiş.

O kadar tevazu sahibi ki ödülün kendine geleceğini düşünmemiş bile dediler.

Sonra dün akşam (onun okulunda veli toplantıları akşam oluyor) bu senenin ilk veli toplantısına gittik . Gittik diyorum çünkü tüm torunlarının yaşantısındaki her ayrıntıya bayıla bayıla dahil olup renk katan anneanne de bizimle geldi.Onu kantine ,ırk-dil-renk karmaşasının ortasına oturttuğum anda gözlerinin pırıl pırıl çevreyi incelemeye başlamasından benim görüşmeler yapacağım süre zarfında sıkılmadan oturacağını anladım tabii. Bir bardak çay ve bir yudum hayat...anneme fazlası lazım gelmiyor ki..


Her girdiğim sınıfta kızımla ilgili aldığım övgülerle sırtımdaki yükün gittikçe ağırlaştığını  hissederek çıktım. Kızımın iyi niyeti ,fedakarlığı, çalışma azmi övülüyor övülüyordu. Sadece bir öğretmeni," Ona hayır demeyi öğretin.Ona sömürülmemeyi öğretin.Ona alkışların kulağını sağır etmemesini öğretin. Kızınız veren el iken bu kadar mütevazı olmamayı bilsin" dedi öfkeyle. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Öfkeli bir adam, öğrencisini-çocuğumu seven bir öğretmen gördüm.


Ona saygı ve sevgi ve minnet duydum."Haklısınız"..dedim ve çıktım.Uzun sözlerin anlatamayacağı idi uzanıp elini tutmamdaki inanış. Yolumuza çıkan iyi ve aydın insanları eksik etme hayatımızdan Allah'ım.

Diğer öğretmen için sınıfın kapısında beklerken daha da durgundum. Koridorda sesler duydum.

-Nedir bu canım Selin Erdem Selin Erdem...aldığı ödüle bak. Şimdi onun yurt dışında istediği okula gitme şansı bizim çocuklarımızdan yüksek.

 Diğer velilerde 1-2 geçiştirici mırıldanma oldu.

-Her projeye onu dahil ederlerse elbette örnek öğrenci ödülü alır. Olmaz böyle. Bi tutturmuşlar Selin Selin
-Ama kız çok çalışıyor ve gerçekten çok başarılı..dedi birisi
-Ay ne çalışıyor, bizimkiler az mı çalışıyor şimdi o bu ödülle gitsin istediği okulda okusun bizim çocuklarımız duruken...

Bir veli çekingen ve kısık bir sesle "annesi burada" diye uyardı atarlı anneyi.
Bir an duraksamadan sonra sesini yükseltti kadın:

-Buradaysa burada canım.Haksızlığa hiç tahammülüm yok, ondan mı çekinecem.

Döndüm kadına baktım.O okuldaki pek çok kişi gibi bakımlı,belli bir kesime ait olduğunun vurgusunu taşıyan çizgilerle bezenmiş uzun boylu bir kadındı.Ama ben pahalı pabuçlarına marka çantasına üzerine özel dikilmiş tayyörüne bakmadım. Ben onun gözlerine baktım.Alev saçan bakışlarını üzerime dikmişti.

Nasıl oluyor da bir çocuk doğurmuş,onu emzirmiş,emek vermiş bir insan  bir başka çocuk hakkında bu kadar nefret dolu olabiliyor? 

Anne olsun olmasın:yetişkin bir insan bir çocuk hakkında nasıl böyle duygular besleyebilir?

Ona bakmayı sürdürdüm. Koridorda bir sessizlik oldu. Bu açık meydan okumaya karşılık vereceğimi, bir tartışma çıkacağını sanan diğer veliler gergin ve suskun bize 
baktılar . Ben ise gözlerimi ayırmadan kadına bakmayı sürdürdüm . Bakışlarımda ne vardı bilmiyorum.Kaşlarım çatık bile değildi. Kadriye olarak baktım , bir anne olarak baktım , insan olarak baktım, yeşil ile maviyi kucaklayan Trabzon'da yoğrulmuş  kalbimin sorgusuyla baktım,Selin'in annesi olarak baktım,işten çıkıp koşturmaktan yorulmuş biri olarak baktım...yüzü kızardı kızardı kızardı. Yaklaşık bir dakika kadar gözlerimizi birbirimizden ayırmadık.

Sonra içerideki öğretmen kapıyı açtı.

-"Oooo Selin Erdem'in annesi gelmiş, buyrun lütfen Kadriye Hanım " dedi sesinde belirgin bir memnuniyetle.

Kadına bakmayı sürdürdüm hala suskun ve kımıldamaksızın. Koridorda herkes hala bize bakıyordu suskun ve kımıltısız .
Kadın başını eğdi.
Selin Erdem'in annesi kadının eğik başına bakmayı sürdürdü...sonra döndü ve sınıfa girdi.


Herkes bana "kimbilir ne mutlusundur " "ah bu harika bir şey" deyip duruyor.
Değil.
Selin, o kadının çocuğuna okuldan sonra kalıp ders veriyor matematiği iyi olmadığı için.
Değil
Selin, o pırıl pırıl iyi niyeti ile bir başka koridorda o kadın ve benzerleri ile karşı karşıya kalacak.
Değil
Ben kızıma "hayır" diyebilmeyi ve incinmemeyi öğretebildiğimi sanmıyorum.

Yolu aydınlık ve pürüzsüz olsun tüm çocuklarımızın
Yolların sonunda insan ve mutlu olsunlar
başarının başka tanımını bilmiyorum ben.