Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2019 Çarşamba

"Şimdilik"lik Özgürlük




“İnsanın özgürlüğü istediği her şeyi yapabilmesinde değil istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır . ” Jean-Jacques Rousseau .

Birden ağır çekime girdi hayat. Herkes ve her şey yavaşladı. Çocuklarım eşimle birlikte tatile gitti ve ben iş durumumdan dolayı onlara engel olmamış olmanın hazzı ile akşamları boş eve gider oldum.

Onların bir arada mutlu ve neşeli olduğunu bilerek...

Akşamları kapıyı anahtarla açmak garip geldi ilk gün. Yıllardır yapmadığım şey.O kadar uzun süre yalnız kalmamıştım ki, önce heyecanla neler yapacağımı planladım. 

Sonra çekirdek ve kola alıp eve gittim ve Harry Potter serisini izlemeye koyuldum.


Bu, bir çok insan için yavan bir seçenek olabilir. Benim için ise çabuk bitmemesini dilediğim eşsiz bir dinlence anısı.

Sonra , huzurun sebebinin yapmak istediklerimin bir kısmını gerçekleştiriyor olmasından daha çok yamak zorunda olmadıklarımdan kaynaklandığını fark ettim. Bir adım içerisinde ne çok işi işe bağladığımı, ne istediğimden çok ne yapmam gerektiği odaklı  yaşadığımı,  ne istediğime artık benim bile aldırmadığımı fark ettim.


Bu gerçekten korkunç bir şey.

Dünyanın her yerinde mi annelik böyle, kadın olmak bu kadar yorucu bilmiyorum. Sanırım objektif bir şekilde bunu  anlatabilecek  kimse de yok tanıdığım.

Ama  öğrendim ki, gerçekten istemediğini yapmamakmış özgürlük.

Güzel tadını  hiç  unutmamak ve   "Fi" yi kaybetmemek dileğiyle  bir kaç gün daha yaşayacağım özgürlüğümü.

Sonra bebeklerimin eşsiz kokusu, sesi ,varlıkları girecek kapıdan içeri tekrar ve ben  Wilhelm Reich 'in DİNLE KÜÇÜK ADAM kitabında dediği gibi "başka bir insanın kölesi olma özgürlüğü öyle kolay anlaşılır bir şey değildir" kısmına geri döneceğim.

Özgürlüğün tanımı tekse bile mutluluğun tanımı çok ama çok fazla ve çok ama çok karmaşık.




13 Ağustos 2018 Pazartesi

Hasret



Önce  bi tık

 Bir gün  okuldan eve geldiğimde evimiz klasik olarak misafir doluydu. Annem ve misafirleri şık kıyafetler içerisinde sohbet edip, pasta -çay ikilemesinin zarif takımlarda ikramını izleyip ortama neşe saçıyorlardı.

Misafirden o zamanlarda da nefret ederdim. İç dünyama çekilişime izin vermeyen ve hoşuma gitmeyen anlamsız kuralları burnuma sokan bir sürü insandı bana göre.

Yine de   yetiştiriliş tarzıma uygun bir şekilde güler yüzle hepsini selamladım, yaşlıca olanların ellerini öptüm. Üzerimde okul üniformam olduğu için okul ile ilgili aynı tarzdaki soruları  tek tek cevapladım. Müsaade alınca da odama doğru yollandım.


Annemin göz ucuyla beni izlediğini biliyordum, bu konuda hata kabul etmediğini de. Henüz yürek  yemediğim yıllardı diyelim.

Sonra ev kıyafetlerimi giyip, elimi yüzümü yıkayıp bir kez daha yanlarına gittim. Beş dakika orada oturmasam yiyeceğim paparayı biliyordum. Ortamı her ne kadar sevmesem de annemi izlemek hoşuma gidiyordu. Gerçekten mutlu gibiydi, tatlı yanakları kırmızı kırmızı. Tek kat hafifi bir ruj (başka makyajını hiç görmedim) konuklarına samimi bir sohbet tutturmuş..

O sırada , bizim rutin işleyişimizi bozan bir şey oldu. Babam gündüz vakti ve evde misafir varken eve geldi. Neşeli ve bana göre eşsiz gülümseyişi ile "hanımlar, Rabia'yı kısa bir süre için sizden çalıyorum hoş görün " dedi. Herkes neşe ve merakla mırıldandı. Anlayışlı bir sesle mırıldanılan "tabii tabii ne demek"ler derin merak barındıran tınılardaydı. Bense meraktan ölüyordum.

Babam annemi aldı ve gitti.


Çay servisi ve misafirlerin sigara dumanlarını içime çekmek ile meşgul oldum. Annem gibi davranmaya çalışıyor, o zamanlar kibar sandığım muhtemelen alık bir gülümseme ile sohbet etmeye çalışırken annemin yokluğunda ağzımdan laf almaya çalışan teyzelerin ince oyunlarına karşı da dikkatli olmaya uğraşıyordum.

Annem geldi.

Yüzünde inanılmaz bir sevinç, heyecandan bahar rengi gözleri ışıl ışıl.

Babam kooperatife girmiş.

Artık bir evimiz olacakmış.


Annemin de onayını almak için bir acele yeni evimizin olduğu yere götürmüş  onu. Annem de tamam deyince bi tamam olmuş her şey.

Nasıl gururlandım ikisiyle de. Herkesin meraklı soruları ve annemin neşeli cevapları içinde  oturdum kaldım misafir odasında.

Hayat, güzel şeylere kapıyı aralamıştı.

Mutluydum

* * * 

Bugün yükselen dolardan, yitip giden adaletten,mahvolan ülkemizden, mahvolan hayatlardan bıktığım ve bunları yazmak -yaşamak istemediğim bir gün. 


Güzel şeyleri anmak , güzel şeyleri geri getirir belki de... sadece misafir geldiğinde kapısı açılan misafir odasından,  rahat eşofmanları çekip oturan değil  şık ipek gömlekleri ile misafirliğe giden o güzel insanlardan,  manası yok diye terk edilmiş güzel nezaket kurallarından, güzel başlangıçların getirdiği güzel hayatlardan bahsetmek istiyorum.

Ben artık şarkı söylemek istiyorum.

       



26 Temmuz 2018 Perşembe

"A"







Dünyanın belki de en tatlı ve en tasasız gülüşlü kıvırcığıydı.

Babasız büyümenin verdiği hırçınlık   , kavak ağacından hallice boyuyla birleşince ürkütücü olabiliyordu elbette ama gençliğinin tüm delidoluluğuna rağmen belki de sadece bacak boyu kadar olduğum için beni kırmamaya ayrı bir özen gösterirdi.

Bir nevi abimdi.
Bir nevi kardeşiydim.
Bir nevi iki huysuzun   birbirini anlamasıydı.

Annesi yokluktan mı tokluktan mı anlamadığım bir sebeple tarikatlara girdi.
O, sessiz öfkesi ile uzak durdu .

Annesi modern yaşam tarzını belki kendisi de farkında olmadan yavaş yavaş değiştirmeye başladığında , babasız büyüyen her erkek çocuk gibi annesine sahip çıkıp savunmakla modern bir ailede büyüyen her çocuk gibi bu gidişata isyan etmek arasında kaldı.

İkisini de hakkını vererek yaptı.

Türban çarşafa döndüğünde isyanı ağır bastı.

Çarşaf çıktı türbana dönüldü.

Sanırım elde edip edebileceği yegane zafer de bu oldu.

Annesi onu erkenden muhafazakar bir basın organına yerleştirdi . Meslek sahibi olması, gençliğin çağlayan   gidişatı karşısında yanlış yollara sapmaması için belki de gerçekten en doğrusunu yapmıştı.

Gerçek isimleri yazmama konusundaki tutumu sürdüreceğim.

"A" tam da bu dönemde o camiada sevgi ve saygı ile yetiştirilmeye başlandı. Dürüst ve çalışkandı.Hak ettiği şekilde "A"'yı  bağırlarına bastılar.

"A" upuzun boyu  ve gram yağ içermeyen fiziği ile uyumlu olarak sporla da meşguldü. Halen, ciddiyetle asılsa bu alanda isim yapacağını düşünürüm. İyi başlangıçları da vardı çünkü.Cidden iyiydi.

Hırçın kırılganlıkları arasında bir kızı sevdi. Kız da bu ilgiyi karşılıksız bırakmadı. O, dünyanın en tasasız gülüşlerine sahip bir delikanlı idi şimdi. Ben de kendi gençlik çağımın gel - gitlerinde ona buna sevdalı bir şaşkın genç kız.

Bir gün onlarda iken birbirimize sevdiceklerimizden bahsettik.Cüzdanımızda gizlice taşıdığımız resimleri gösterdik. Birbirimize olan sevgimiz  perçinlenmişti, sımsıkı sarıldık.

Hah..tam o noktada film değişti zaten. Annesi koşarak geldi ve birbirimize neden sarıldığımızı sordu endişe ile.  Artık "mutaassıp"lıktan çıkmıştı boyut.  Biz, kardeş gibi büyüyen iki kişi, erkek-kadın olarak görülmüştük. "A"'nın sinirden kıpkırmızı olmuş yüzü ile öfkeli haykırışları, annesinin üzerine üzerine yürüyüşü halen gözümde capcanlı.

Uzaklaştım elbette. Yemeğe oturduğumuzda sürahiden bardağıma su dökmeye uğraşırken kağıt parçaları görmemle sürahide ayetler yazılı kağıtları bulmamla alakası yok mu bu uzaklaşmamım?Elbette var. Annesinin gelen-gideninden hazzetmeyişimle ..bununla da çok alakası var.

Zaman, annesini daha koyu sulara, "A"'yı daha isyan ettiğini sanırken daha boyun eğişe, beni ise tam olarak "ne halt edeceğim şimdi ben" yıllarıma sürükledi.

"A" 'nın evleneceğini duyduğumda şaşkınlıktan donakalmıştım.Tarikattan maddi durumu hallice  birinin kızı ile evleniyordu. Annesinin  baskısı onun itirazlarının çok üstüne çıkmış. Sevdiği kızı geride bırakıp ehli namus olan (!) bu genç hanım ile evleniyormuş. Elbette ki nişanda ya da nikahta bulunmadım. Ancak genç hanımın ailedeki diğer erkeklere el sıkışmak için elini vermediği ve bunun yarattığı infial kulağıma geldi.


Daha sonra bu genç hanım ile konuştuğumda ,evliliği kendisinin de çok istemediğini, sakalı olmayan ve televizyon izleyebilen bir erkek ile evlenmeye zorlanmanın kendisinde hayal kırıklığı yarattığını anlatmıştı.

Dünyanın belki de en tatlı ve en tasasız gülüşlü kıvırcığıydı ilk tanıdığım yıllarda. Sonraki öfkeli adam kim bilmiyordum ama nereden geldiğini görmüştüm.  Koca karanlık bir buluttu hayatındaki iki kadının sığlıkları. Okyanusları yüzmeye hazırlanan adamın  bu sığlıkta boğulmasını izlemek ise berbat   bir şey!


Aradan yıllar geçti. Şimdi karısı ve annesi çarşafa bezer koca siyah örtülere sarınan bir adam var facebooktaki resimde. 

Artık görüşmüyoruz onunla. Her resimde öfkeli sert bakan gözleri var. Kendi gibi upuzun boylu oğulları. Fotoğraflarına baktım, hacca gitmişler;ağı yerlere yakın pantolonuyla kayınbabası, simsiyah annesi, simsiyah karısı ve gülüşünü hayallerini yitirmiş   - kıvırcığı ağarmış saçlarıyla kendisi.

Unutmak Tanrı'nın verdiği en büyük lütuf demişti birisi...
Unutmayı hatırlayabilsem....







13 Temmuz 2018 Cuma

47 Yaşında Doğmamışlar Cemiyeti


"Haline şükret çöpten ekmek var" sözüne savaş açtım.

Gerçekten kırıcı, yorucu,saçma ve aşağılayıcı bir  yaklaşım bu.

Sanki kişi  geri zekalı, olanı farkında değil ve daha fazlasını istemekle olana nankörlük ediyormuş gibi.


Çocuklukta toplum-aile-gelenek söylemlerine baktığımda hep kişiyi bastıran ve daha fazlası için çabalamaktan alıkoyan şeyler olduklarını görüyorum. Standart yaklaşımlar. 


Ailelerine isyan etmiş gençlerin ebeveyn olduğu jenerasyondayım. Çocuklarına nasıl da kendilerine davranıldığı gibi davrandıklarını şaşkın izlemiyorum desem yeridir. "Anne olunca anlarsın "Baba olunca görürsün"ler mi devreye girdi (ama öyleyse ben niye göremedim) yoksa ben mi büyüyemedim de hala isyankar grupta  sayılıyorum bilemedim.


Hata yapma özgürlüğü verilen, hayal kurabilen, denemekten korkmayan gençler yetiştirmeyecek miydik biz? Ve başarısız olduklarında yargılanmayan....


İyi ki günlüklerim var diyorum.

47 yaşında doğmadığımı bana hatırlatan günlüklerim.



Bizi hayallerimiz ve isteklerimizle başbaşa bırakın. 


Başarırsak övünür, başaramazsak genelde yaptığınız gibi kınar ve yorarsınız ruhumuzu.

İmza: 47 yaşında doğmamışlar cemiyeti onursal başkanı :-)

13 Mayıs 2018 Pazar

Anneler Günü


 Kendi seçimim değildi anne olmak

Belki beklesem doğru zamanı, hiç cesaret edemeyecektim.

Renkler mai'ye çalar kalacaktı...


Bir nevi Mc Gayver benim Selin'im

Bilmeden ne mucizeler var hayatta elimizin tersi ile ittiğimiz


Şükürler olsun Tanrım her duamı kabul etmediğin için 

Anneler gününüz kutlu olsun...


16 Nisan 2018 Pazartesi

Prangalarımız




 
 Her nesil anne, bir önceki nesilden gelen bir geleneği-mecburiyeti-prangayı kırıp öyle yetiştirirmiş evladını.

Annem, düşünceleri-hayalleri özgür çocuklar yetiştirdi.Geriye bakıp olabildiğince tarafsız değerlendirdiğimde görüyorum ki ailemi üzmekten başka korku taşımamışım gönlümde. Gerisi vicdan,huy-karakter vs kendi seçimlerim olmuş. Sevgi ve anlayışla yetiştirildiğim için insanı kırmaktan korkmuşum. Onurum kırılmadan büyütüldüğüm için onurum değerli olmuş ilişkilerimde...vs vs vs

Kendi çocuklarımı yetiştirirken hangi zinciri kırdığımı düşünüyorum bir süredir. Objektif olabildiğim bir konu değildir muhakkak.

Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, üstelik bunun neden kıymetli bir değer olduğunu bilerek yetişti çocuklarım.Sokuşturma "seveceksin" "çok büyük adam" cümleleri ile değil öğrete anlata, bugünün koşulları sayesinde de laik cumhuriyetin önemini bile bile yetiştiler.



Önce insan sonra kız çocuğu oldular. Eğlenceli bir süreçti büyümeleri.Dolabını toplaman gerekiyor dediğimde hiç bir zaman "hem de kız çocuğu olacaksın"ı eklemedim ardından. Doğrular ve yanlışlar, gerekler ve sorumluluklar birey olmaları ile ilgiliydi. Okulda ya da çevrede de onlara "kız kısmısı" davranışları ile yaklaşılmasına izin vermedim.

El-alem isimli örgüt ulaşamadı  çocuklarıma!

Sisteme kapılmadan sistem dışında durabilmenin engin gücünü ve gerekliliğini görmelerini ve bunu benimsemelerini sağladım. TEOG-SBS ve bu seneki adı her neyse sistemin çcoukları ezmesine izin vermedim.Kitap okuyan her zaman başarılı olur, sınavda nasıl soraralarsa sorsunlar okulda öğrendiğini soracaklar;öğrenmeye bak oldu düsturum. Diğer veliler 1000 soru çözdürür ve ödev kontrolü yaptırırken biz müzikallere gidip  şarkılar ezberledik. Baharı Caddebostan sahilinde karşıladık. Kışı dilimiz dışarıda kar taneleri yakalamaya çalışıp sokaklarda..Karnelerini bile almadan ,fırladık gittik yaz tatillerinde bazen. Önemli olan yaşamaktı. 


Küsmemeyi öğrettim. Hayata küsmek çaresizlerin (aptalların) insana küsmek ise iletişim nedir diye hiç düşünmemiş olanların seçeneği idi. Alternatifler hep vardı , yarına pay bırakmak en doğrusu idi . Öfke ve nefret, kin ve intikam yaşamın sıcaklığını-renklerini soğutmuyor mu? Yapılanı akılda veri olarak tutup kalbe indirmemek lazım 

Hatalarım ise "yok"u öğretmemek oldu. Ne param yok demeye kıyabildim ne şu işi de sen yap demeye. Hani hepten de çemberin dışında bırakmadan ufak tefek ev işlerine yardımları oldu tabii ama el değdirmedim bulaşık piş ağır işlere. Görmeleri yeter, lazım gelirse yaparlar dedim. Onlar hep küçücükler. Bu zamanda çocuk olmak meşakkatli iş kardeşim. Bir de ben mi yorayım çocuklarımı? Savunma-sebep bu olsa da belki çok doğru değil bu yaptığım.

Derdi üzüntüyü paylaşmamak da benden gelen yanlış öğreti oldu. Ben paylaşamadığım için paylaşmayı da öğretemedim. Oysa kendi içine atıp her şeyi orada çözmek yoruyor insanı bir yaştan sonra.. fıtrat. Bir internet anneleri grubu var 18  yıl öncesinden süregelen (ki onlar can can), onlarla paylaştıklarım haricinde kapı duvar iç dünyamda. Ciddi bir kusur bu sanırım.

Hayallerin sınırlarını zorlamayı vermek ve tüm dünyasını bir sırt çantasında sınırlamanın hafifliğini öğretmek isterdim.

Ülke gündemi lağımdan çıkamadı ki başka zincirleri kırayım. Gücüm buna yetti işte.

Yarınlar yine umut dolu. Sancılı günler biliyorum ama biz vaz geçmedik sevmekten ,yaşamaktan ve ummaktan.

O halde her şey güzel olacak.

1 Kasım 2017 Çarşamba

Secret Superstar - Bir Aamir Khan Filmi



 Bunu yazmakta geciktiğimi biliyorum. 
Ama yine de yazacağım 😰

Sinema günümü geçenlerde Aamir Khan filmi ile değerlendirdim. Aamir Khan ile beni Nehir yani küçük kızım tanıştırdı ve ben ona minnettarım gerçekten. Filmlerinin hepsini severim. Dolayısı ile ilk kez internetten değil de sinema salonunda onu izleyecek olmak fikri hoşuma gitti.

Secret Superstar'da, diğer filmlerinde de olduğu gibi sokağın gerçeği, halkı,gerçek yaşantılar ve mutlaka önemle değinilmesi gereken kemikleşmiş sorunlara yer verilmiş. Asla didaktik yanı olmaması bu  eleştiri ve önerileri kabul edilirliği kolay hale getiriyor. Tıpkı Kemal Sunal filmleri gibi : o ekiptensiniz. Biri canı yandığında "aman Allah'ım..canım çok yandı" demiyor da "hastiiirrr" deyiveriyor. Gerçek yani, fena halde.


Filmin kahramanı olan genç kız hayli suratsız. Asla nefis bir fiziği olmadığı gibi güzel demek de göreceli. Ama iyi bir oyuncu olduğunu söyleyebilirim kendi kriterlerimde.


Filmin kahramanı olan erkek oyuncu ise diş yapısı deforme, kapkara leylek gibi bir oğlan. Ama o kadar mı güzel gülünür, o kadar mı bir gülüşle gönüller fethedilir ; yok böyle bir şey!


Anne rolünü üstlenen Meher Vij'i Allah  iyilikle gülümsesin diye yaratmış olabilir. "Sana bütün derdimi dökmek geldi içimden, sarılıp da boynuna öpmek geldi içimden" diye bir şarkı vardı ya eskiden. Hah, kadının uyandırdığı izlenim aynen bu.


Umudun, inanmanın, vazgeçmemenin  vazgeçilmez güzelliği ile zorluklarının yanı sıra gerçek sevginin erdemini, derinliğini, kendinden vazgeçmek olduğunu da kusursuz bir şekilde önünüze koyuyor. Kızdığınız şey kurtarıcınız ve kaderiniz olabilir. Yapmak isterseniz bir yolu her zaman var. 


İyilikte sebat kurtuluşa, kötülükte ısrar ummadığınız anda her şeyi yitirişe sebep olabiliyor. Ve insan sevmeyi, bazen geride bırakmak istediklerinden öğreniyor.


"O Ses Bilmem ne" tipi yarışmaların afyon etkisi, toplumda yaratılan deformasyon,  gerçek duygu ve inceliğin yerini alan şeylerin yarattığı büyük boşluğa hipnoz olmuş toplumların farkına bile varmadan düşüşü de yine didaktiklikten uzak şekilde gözümüze gözümüze sokulmuş.


Ve tabii filmin ana mesajlarından biri Victor Hugo'nun "Kadınlar zayıftır ama analar kuvvetlidir." sözü ile özetlenebilir. Sevinci, merakı,umudu çocukları ile paylaşan, acıyı,korkuyu,yılgınlığı tek başına yaşayan anne gerçek bir kahraman değil de nedir?






















Aamir Khan filmde çok ön planda değil. 52 yaşında birinin hala o sadece çocuklarda bulunan inanmış, pırıl pırıl bakışlara sahip olabilmesi kıskanılası bir şey. Onu izlemek bana keyif veriyor. 

ALIŞMAYIN!

Kadın tüm dinlerde ve toplumlarda hep değişimin ve baskının ana teması ne yazık ki. Filmde ekonomik özgürlüğün önemi, kadının yaşadığı sıkıntılar, yok sayılışı ve buna rağmen mücadele ile yarattığı küçük özgürlük alanları "alıştık artık" dediğimiz şeylere alışmamanın ne kadar önemli olduğunu  gösteriyor göresi olan herkese. 

Alışmayın!


Filmde beni çok etkileyen bir replik oldu.
Kız, annesi ile iddiaya giriyor ve kazanıyor. Anne "benden ne istersen yapacağım" ile bahse girmişti. Kız, farklı bir şehre gitmeyi istiyordu sanırım ya da öyle bir şey. Anne üzülerek bunun gerçek olamayacağını söyleyince kız isyanla "söz vermiştin, benden ne istersen demiştin" diyor. Anne ise ciddiyetle "benden ne istersen diye söz verdim, hayattan ne istersen demedim.Bu , benim yapabileceğimin çok ötesinde" diyor.


Kızıma bazen anlatmaya çalıştığım ve istediklerini yapamadığımda suçluluk duyduğum şeyler geldi aklıma. Bu , anlatamadığım o karmaşık duyguların güzel bir özeti idi. Eve gittiğimde de bunu onunla paylaştım. İkimiz için de iyi oldu.

Film vizyondan kalkmış olabilir ama izlemenin bin yolu var artık.

Yukarıda da bahsettiğim gibi : istiyorsan yapmanın mutlaka bir yolu var her zaman.