mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2016 Salı

Dur Deme Vakti


Bir Yıldır Hiçbir Şey Satın Almayan Selma Hekim’in Tüketim Konusunda Bizi Bilinçlendiren Hikayesi

Tüketim çılgınlığı modern dünyanın beraberinde getirdiği en problemli hastalık ve neredeyse tüm insanlığın noktası diyebiliriz. Artık bir bağımlılık noktasına da varan tüketim çılgınlığı vazgeçilmez bir gerçek hepimiz açısından. Birşeyler satın alıp bir şeylere sahip olarak geçici mutluluklar yaratıyoruz kendimize. Alışveriş merkezleri insanların buluşma noktasına dönüştü. Canı sıkılan soluğu alışveriş merkezinde alıyor ve bu kısa süreli de olsa insanlara iyi hissettiriyor, ancak bu mutluluk maalesef uzun sürmüyor. O zaman tüketerek mutlu olmanın kısa süreli mümkün olsa da uzun vadede hiçbir faydasının olmadığını anlıyoruz.
Hepimiz bunun farkındayız fakat kendimizi değiştirecek bir adım atmadığımızdan değişen hiçbir şey olmuyor. Bunun farkında olmak bile önemli diyebilirsiniz elbette, farkında olmakla birlikte bir de değişmek bu duruma dur demek için adım atabilmek çok daha önemli. İşte “Almadım” isimli bloguyla tüketim çılgınlığı konusunda farkındalık oluşturmaya çalışan Selma hanım çok önemli bir görev üstleniyor bize göre. İşte Selma Hekim’in hikayesi:

Selma Hekim 22 yıldır İstanbul’da yaşıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışıyor ve aynı zamanda bir sanatçı

Bir yıl önce “hiçbir şey satın almama” kararı almış ve bu bir yıl içinde, temel ihtiyaçları dışında aldığı pek az şey var

İşte onun bir yılda aldıkları: Cilt uzmanının aldırdığı bir cilt ürünü, İran gezisi sırasında sıcak havada başını örtmek zorunda olduğu için aldığı bir beyaz şal, bir kalıp sabun, telefon şarjı ve bir bileklik.

Almama kararının nedenini ise şu sözleriyle açıklıyor: “…Tüketerek bu dünyanın tuğlalarını bizim oluşturduğumuzun farkına varmam en önemli neden. Ben aldıkça HES ler, alışveriş merkezleri yapılıyordu. 

Selma Hekim, almama kararını bir sürecin sonucu olarak görüyor. Bir yandan reklamların ve eşyaların yarattığı fazlalıklar dünyasına karşı çıkarken bir yandan satın almaya devam etmenin bir samimiyetsizlik olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “…Satın almak ihtiyaçtan çok bir tür kısa süreli psikolojik tatmin yaratıyordu ve sonrasında daha mutsuz hissediyordum.”

“Bir yıl bir şey almayarak çok önemli bir şey yaptığımı ya da dünyayı kurtaracağımı düşünmüyorum ama bu bakış açısını yaymak önemli.”

Selma Hekim, kararından dönmemek için hızlı bir şekilde bunu çevresine açıklamış ve bu deneyimi herkesle paylaşmak için bir Blog ile Facebook sayfası açmış. Tüketmemenin takdir gördüğü bir çevre oluşturmak adına, insanların bundan haberdar olmasının önemli olduğunu ve geçen bir yılda kendi çevresine bu anlayışın yerleştiğini söylüyor.

Selma Hekim; bir şeyi ihtiyaç gibi gösteren, onu alırsanız daha mutlu olacağınızı vaadeden yalanlarla dolu reklamların aslında ne kadar “yapay bir hayat”ın içinde olduğumuzu gösterdiğini söylüyor

Bu kararı almasında biraz da bu reklamlar etkili olmuş. Satın aldığımızda bir kaç saat mutlu olsak bile sonrasında içimizdeki boşlukla başbaşa kalıyoruz diyor ve şu çok önemli cümleyi ekliyor: “İnsanı mutlu eden şey mal değil, deneyim biriktirmek; iç huzuruyla yaşamın tadına vararak yaşamak. Ayrıca şunu da gözlerinden kaçırıyorlar, bu dünyanın kaynakları sonsuz değil ve bizim tüketimimizin bedelini gelecek nesiller ödeyecek.”

“Daha çok eşyaya sahip olmak, işlenmiş gıda tüketmek, hazır olanı, plastik olanı almak, hijyen manyağı olmak yeni neslin kendini daha üst sınıf görmesine neden oluyor.”

Paketli ürünler kullanmamak için pazarlardan, aktarlardan yararlanabileceğimizi ve bu konuda “paylaşma”nın ne kadar önemli olduğunu ifade ediyor sözleriyle. Ve paylaşım ekonomisini harekete geçirmek için bir araya gelip takaslar düzenlenebileceğini hatırlatıyor.

“Sadece alışveriş yapmamaya takılıp kalmamak lazım; doğayla, bütün türlerle ve diğer insanlarla ilişkilerde eşitliliğe dayanan daha bütünsel bir bakış açısı geliştirmeli.”

Bir yıl içerisinde neredeyse ihtiyaçlarını bile satın almayan Selma Hekim, artık eskisi gibi alışveriş yapmasının mümkün olmadığını; ancak bu farkındalığı korumanın da oldukça önemli olduğunu söylüyor. Meselenin yalnızca “alışveriş yapmamak” başlığı altında sınırlandırılmasının da asıl anlamı azalttığını anlıyoruz onun bu sözlerinden.

Ve hayalindeki ideal yaşamı şu sözleriyle açıklıyor: “Kendi küçük yaşamım için daha sade, doğal ve samimi bir yaşam.”

Aldığı kararı halen başarıyla uygulayan Selma Hekim, bir yıl içinde elbette ki yiyecek içecek ve hizmet satın almış. Ancak yine de yaşamını büyük ölçüde sadeleştirmiş. Zaten yaşamına dair en büyük hayali sorulduğunda da “Kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada iki cümleyle anlatılmayacak kadar karşı dinamikler var.” diyor ve hedefinin kendi yaşamının içinde sadeleşmek olduğunu söylüyor.
http://biliyomuydun.com/bir-yildir-h/

23 Ocak 2016 Cumartesi

Zaman Zaman İçinde

Ne zaman en mutlu anlarımı bulmaya çalışsam anılarıma dönüp, lisedeyken karne alıp eve doğru yola koyulduğum o günler gelir aklıma.

Mevsim yaz, ders sorumluluğu bitmiş;geçici de olsa özgürlüğün ilk günü.Henüz hiç bir şey için geç kalınmış olunmayan, henüz azalmamış olan,henüz kimsenin sizinle ilgilenip kısıtlamalara başlamadığı o gün.

Kısacık saçlarımın dibi  hep koşuyor olmamdan dolayı terli olurdu genellikle.Rüzgarın denizden alıp getirdiğini saçlarımın arasına serpiştirmesini;o serinliği, o yosun kokusunu, o rüzgarın en maisini severdim. tek başına yürüyor olsam bile yanaklarımı ağrıtırcasına tebessüm olurdu.Ayakkabılarımı elime alıp çorabımın kaçmasına aldırmadan sahilden eve yürüdüğüm o zaman var ya o zaman...işte ne zaman en mutlu olduğum günlerdi diye düşünsem aklıma gelen zaman.


Cedric'in 40'lı yaşlar versiyonunun dizisini çekebilirim rahatlıkla.

40'lı yaşlardaysanız ve anıların renkleri hala çok canlı,yaşama isteğiniz törpülenememiş,kurallar anlam kazanmamış,yollar sizi çağırır sorumluluklar kır dizini otur der haldeyseniz hayat çok zor dostlar....




30 Mart 2015 Pazartesi

Diyeceğim O ki...


Nehir'i antrenmana götürdüğüm o hafta sonunda moral eksi bakiyede, dünyaya küs bir halde Sağlık Meslek Lisesi'nin salaş kantinine gidip oturdum.Salaş yerleri lüks mekanlardan daha çok severim ben, salaş kıyafetleri pahalı markalardan bin kat fazla sevmem gibi.

Elime Aşk ve Gurur'u aldım, bir masaya "çöktüm" ve zaten tanıdığım olmayan insanlarla göz temasımı kesmek için aceleyle aldığım çayı masanın üzerine koyup gözlerimi kitabıma indirdim. Gözlerim aşina satırlarda gezse de içimde bir hesaplaşma, öfkeli seslerin düşünce koridorlarımda yankılanması ile yaşadığım karmaşa asıl baskın olandı.

İş bulamadım.
Bu berbat bişi.

Hayatta para ile mutluluk olmaz diyenleri bulup parasız da olmuyor demek istiyordum.O gün ve ana ait değildi sıkıntılarım.Gelecek günleri düşünüyordum ve  gittikçe çatılan kaşlarım öfkemin tek dışa vurumu oluyordu.

-Merhaba..dedi bir ses.

Başımı kaldırdım baktım, karşı masamda çay içen iki hanımdan biri seslenmiş. İyice baktım.Yok, tanımıyorum.Kendimi tanımıyorum ki onu tanıyayım. Davet yinelendi.

-Merhaba?
-Merhaba..dedim kararsızca.
-Masamıza gelmek istemez misiniz? Beni hatırlamadınız sanırım.Vakıfbank voleybol okulunda çocuklarımız aynı kurdaydı.
-A..tabii. Hatırlayamadım bir an, çok özür dilerim..diyerek kıvırmaya çalıştım. Kahverengi gözlerdeki anlayış ve dostluk reddedilir gibi değildi.

Yanındaki hanımın yüzünü neden sonra fark ettim. Nazik ve dostça bakışına uygun ince, hem şen hem hüzünlü bir sesle konuşuyordu. Kafamı toplamaya ve ne konuştuklarını anlamaya çalıştım.Tamamı ile otomatik pilotta uçuyordum, iş konusu ve getirdikleri ,üstüste gelen hastalıklar o kadar içine gömüldüğüm bir konuydu ki konuşulan başka her şey anlamsızlaşıyordu.

Sonradan o gün hakkında konuştuğumuzda "o kadar ümitsiz ve üzgün görünüyordunuz ki size seslenip derdinize ortak olmaktan başka bir şey istememiz imkansızdı" diye anlatmıştı "B" Hanım halimi.

Sohbet nerede başladı nasıl devam etti bilmiyorum. "B" Hanım ile aynı yaştaymışız aynı zamanda işsiz kalmışız. Yine de "ben de neler yaşıyorum" "bi tanıdığım var o daha beterini yaşadı" gibi beni deli eden köse sohbetlerden uzak dikkatle, gözlerini hiç kaçırmadan gözlerimin ta içine bakarak gönlüyle dinledi ve anladı beni. "F" ve "B" den yayılan sevecen, pozitif elektrik elle tutulurcasına yoğundu.

O hafta Kadıköy'de bir yerde buluştuk uzun güzel ve rahat bir sohbet için. Üzerime güzel bir şeyler giyip, makyaj yapmayı ne çok özlemişim. "F" ile iş yerinde ne çok benzer şeyler yaşamışız, incinmişliklerimiz benzer , kararlı duruşumuz neredeyse aynı imiş. Sohbetleri ile bir şeylerin değiştiğini, hayatıma anlattıkları ile ayrı dinleyişleri ile ayrı  şeyler kattıklarını görebiliyor ama adlandıramıyordum.


Bir kaç gün sonra yine Kadıköy'de Hilton DoubleTree 'nin en üst katında o eşsiz panaromada çay içtik "B" Hanım ile. Konuştuğumuz konulardan ziyade anlatımındaki içtenlik ve sesinin bir müzik gibi kulaklarımdan akıp gidişi, öfke ile pas tutan-çirkinleşen köşe bucaklarımda bilmeden gezinip beni arındırışı kaldı aklımda.


-Size bir kitap getirdim , bana bir hayli faydası olan bir kitap bu ama eğer kabalık addetmezseniz, benim için önemli olan yerleri size gösterebilmek adına minik post it'ler yapıştırdım...dedi. Sonra endişeyle ekledi "zorlamış gibi olmam değil mi?"

Henüz tanıdığı biri için girdiği bu zahmetin güzelliği ile aydınlandı yüzüm.

-Olur mu öyle şey..çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.

Bana verdiği kitap, hayatımda inanmanın ve tesadüflerin yerini hatırlamama neden oldu ve kitapta da denildiği gibi "bu kitabın bana verilişi de tesadüf değildi"

Sonra sözler sözleri, paylaşılan minik kar tanelerinin yarattığı çığlar birbirini izledi.

Onları tanımanın her dönemecinde biraz daha sevdim ve hayatımda oldukları için biraz daha sevindim.

Sonra, izin almadığım için henüz ismini veremediğim biri aradı beni buralardan. şaştım kaldım. Telefonda yapılan, senelerdir tanışıyormuşcasına sıcak, tatlı,içten ve hoş sohbetler ile bir dost ele daha temas etmiş oldum.

Siz kendinizden vazgeçmedikçe hayat da sizden vazgeçmiyor. Hiç beklemediğim anda bana uzatılan bu dost eller, istisnasız hemen her gün  olumlu -sevecen dokunuşlarını benimle paylaştılar.Bu "umudun ve inanmanın" geri gelişi ile hayatın güzel rüzgarlarla seyreden bir gemiye dönüşmesini onlar sağladı.

Diyeceğim o ki, kızgındım küskündüm ama yine de gönlüm umudu çağırmış olmalı, yine de sevmeyi sevişini hatırlamış olmalı ki hayat bana benim kontrolüm dışında gonca güller, bahar neşesi dolu gönüller bahşetti.


Diyeceğim o ki, inanmak yaşamın en temel belirleyicisi ve ben mutluluğa hep inandım.

Diyeceğim o ki...blog dünyasının satırlarında bulduğum ve taşıdıkları her rengi ayrı sevdiğim güzel insanlar;iyi ki varsınız.

Diyeceğim o ki..mai renklerin en güzeli.



4 Mart 2015 Çarşamba

Herhangi


Aslında beşbin yıllık arkadaşız biz.
Ama ben yüzlerce yıldır evine gitmedim..evveli de epitopu 2 ya da 3 kezdir gidişim.

TRT'ye stajyer olarak gittiğimde atom karınca gibi bir asistanı vardı prodüktörümün. Hep tebessümlü yüzünde ciddi bir ifade..tıkır tıkır tıkır tıkır her işi  ötekine bağlar, bütün işleri kusursuz yürütürdü. Bana da hem abla hem bir üstüm olarak davranır, şefkat ile disiplinin sevecen bir karışımı ile yoğururdu. Severdim onu, hem de pek çok.

Bir gün montaja gittik.
İnsan bilmediğine hayrandır ya...
Ay dibim düştü o bilmem kaç inch bantlar, koca koca cihazlar, bantların şakırt diye geçirilip iz takip eden makaraları filan..Allah'ım sana geliyorum diye basacağım çığlığı da olmuyor işte.




Montajcı ile bizim asistanın muhabbeti pek sıcak pek güzeldi.Onlarla dost olabilmeyi diledim kalbimden.Şimdi bakıyorum ve görüyorum ki iş hırsı olmamış benim içimde hiç bir zaman...dostluğa, insanaymış azmim hep.

Koridorda muazzam bir parfüm kokusu olurdu bazen çıktığımızda..anlardık ki Attila İlhan oradaymış. Onu görürdüm bazen, çekimlerinde stüdyoyu gören rejinin bir kenarına, bana bir şey denilmemesi için dua ederek bir kedi misali sessizce sokulur; fark edilmeyeyim diye, bir pigme kadar oluşuma şükürler edip kımıldamadan durarak  onu dinlerdim.


Attila İlhan'ı dinlemek..Hayat bana hiç adil davranmadı..hep şanslıydım ötekilerden :))

Seneler geçti aradan..hani bakayım: tastamam 8 sene.

Başka çalıştığım bir yerde çok sevdiğim bir dost edindim. Hem de tamamen tesadüfen bir araya gelip tanıştığım bir dost. Yaşa başa bakmadan tam kanki moduna girdik .Zamanlar sonra öğrendim ki, o montajcı hanımın eşi çıkmasın mı benim kanki? Şaştım kaldım.

Sonra film koptu sonra yeniden başladı sonra kopar gibi oldu,o eşinden ayrıldı benim kanki yalan oldu filan derken 26 sene sonra geldiğimiz noktada nefesinde huzur bulduğum, derdini derdim bildiğim biri o hayatımda. Tamam azıcık çatlak, azıcık tuhaf,azıcık inatçı filan ama..o huylu, ben huysuz...seviyorum işte n'aapim?

Akşam, ÇYDD'nin paneline gidecektim, ondan rica ettim Nehir'i okuldan sen alabilir misin diye. Nehir, onunla olmayı çok ama pek çok seviyor. Öyle özel bir iletişimleri var ikisinin, kedi sever gibi seviyorlar birbirlerini ; sormadan, konuşmadan, yargılamadan, sahiplenmeden sadece çok severek sevmek yaptıkları. Panel sonrasında "nehir'i nereye getireceksin Üsküdar'a indim" dedim. "Eve gel istersen " dedi.

Yazının başında da dedim ya:
Aslında beşbin yıllık arkadaşız biz.
Ama ben yüzlerce yıldır evine gitmedim..evveli de epitopu 2 ya da 3 kezdir gidişim..

Bu sefer "olur" dedim ve ben seneler seneler seneler sonra ilk kez evine gittim.

Kibrit kutusu kadar bir evi var, koca yüreğini nereye sığdırmış bilmem. Az eşyanın verdiği huzur, her şeyin yerliyerinde olmasının verdiği rahatlık ve sizi gördüğüne memnun olduğunu anlatan bir çift pırıltılı göz ile demlendim.


Az oturdum, az konuştuk,limonlu çay içtim 2 bardak.
Sonra akşam oldu..ayrıldık birbirimize sarılarak.

Kocaman mutluluklar için ovalara dağlara gereksinimiz yok aslında.
Herhangi bir küçük dokunuş,farkına varış...


Beşbin yıldır buralardayım
Akşamın renkleri Üsküdar'da nadiren bu kadar güzel oldu.


27 Şubat 2015 Cuma

Mavi Kuş







Paragrafı dikkatlice okuyun ve ilk aklınıza gelen yanıtı verin.

Bir gün bir mavi kuş aniden camınızdan içeri giriyor ve dışarıya çıkamıyor. Bu yolunu şaşırmış kuşta sizi çeken bie şey var ve onu beslemeye karar veriyorsunuz. Ama ertesi gün kuşun rengi sizi şaşkınlığa düşürerek maviden sarıya dönüşüyor! Bu özel kuş ertesi gün yine renk değiştiriyor. Üçüncü günün sabahında parlak bir kırmızı ve dördüncü gün tamamen siyah oluyor.
Beşinci gün uyandığınızda kuşun rengi nedir? 1 - Renk değiştirmiyor, siyah kalıyor. 2 - İlk rengi olan maviye dönüyor. 3 - Beyaz oluyor. 4 - Altın rengi oluyor. 






Psikolojik çözümleme:

Uçup odanıza giren kuş, iyi bir şans sembolü gibi görünmektedir. Ama aniden renk değiştirerek bu mutluluğun uzun sürmeyeceği konusunda endişelenmenize neden olur. Bu duruma verdiğiniz tepki gerçek hayattaki zorluklara ve belirsizliklere vereceğiniz tepkileri gösterir.

Kuşun renk değiştirmediğini siyah kaldığını söyleyenler karamsarlardır: Durum bir kez kötüye gidince bir daha asla düzelmeyeceğini ve daima öyle kalacağını mı düşünüyorsunuz? Belki de şöyle düşünmeye çalışmalısınız: Eğer bu en kötü durumsa o zaman daha kötüye gidemez. Unutmayın hiç dinmeyen yağmur yoktur ve en karanlık gecenin sabahında bile mutlaka güneş doğar.
Kuşun yeniden maviye döndüğünü söyleyenler iyimserlerdir: Hayatın iyi ve kötünün bir karışımı olduğuna inanıyorsunuz ve gerçekle savaşmakla bir şey elde edilemeyeceğini biliyorsunuz. Şanssızlığı, soğukkanlılıkla kabulleniyorsunuz ve olayları strese ya da endişeye kapılmadan kendi akışına bırakıyorsunuz. Bu da size şanssızlığın dalgalarında sürüklenmek yerine onlarla birlikte yol almayı sağlıyor.
Kuşun beyaza döndüğünü söyleyenler baskı altında sakin ve kararlı davranabilenlerdir: En kötü zamanlarda bile kaygılanmakla ya da kararsızlıkla zaman kaybetmiyorsunuz. Eğer durum çok kötüleşirse o zaman gereksiz bir üzüntünün bataklığına gömülmeden kayıplarınızı bir kenara atıp amacınız için kendinize yeni bir yol seçiyorsunuz. Bu iradeli tutumunuz, işlerinizin hep yolunda gitmesini sağlıyor.
Kuşun altın rengine döndüğünü söyleyenler korkusuzlardır: Siz baskının anlamını bilmiyorsunuz. Size göre her kötü durum bir fırsat. Napolyon ile kıyaslanabilirsiniz; kendisi demiş ki; “... imkansız: Bu sözcük Fransızca değildir.” Ancak sonsuz güveninizin sizi gafil avlamasına izin vermeyin. Korkusuz ile çılgın arasındaki çizgi çok incedir.
KAYNAK: http://www.cnnturk.com/fotogaleri/yasam/mavi-kus-testi-ile-kisiliginizi-test-edin?page=8#photo

Ben neyi mi seçtim?
Tereddütsüz, hemen "altın rengi " dedim.
İnce çizgileri bilmezliğin aymazlığında mutlu mesut :))



19 Ocak 2015 Pazartesi

"F"

"Unutkan oldum ben " demeye bayılıyorum sanki evvelden her bişiyi eksiksiz hatırlıyabiliyormuşumcasına.

Annemin, beni ayağında sallarken "küçük kurbağa"yı söylemesini hatırlıyorum evet,
Ablamın saçını ilk at kuyruğu yaptığında genç kız görüntüsünün beni korkuttuğunu çünkü çok güzel olduğunu gördüğümü ve bunu başkaları da görürse onu benden alacaklarını düşündüğümü de hatırlıyorum.

Ama bunlar uzak geçmişin silinmez nağmeleri gibi benliğimde...sonrası hep hastalıklı bir çizgi hafızamda. Var..kesildi çizgi gerisi yok.Var..kısacık bişi,gerisi yok. Silik anılar değil, silinmiş anılar.

5-6 yıl önceydi. Selin ile lahmacun aldık. Isırdım, dişim kırıldı. Lahmacuna ve dişime bakakaldım.
Günlerden Pazar'dı. Dişçi aradım, ordan biliyorum.
Medipol'e gittim. "Kanal tedavisi oldunuz mu  hiç" dediler. Gayet rahat " yok" dedim. Anlamadılar o diş niye kırıldı minnak bi ısırıktan.
Hemen inplant diye tutturdular.
İnplantın fiyatını öğrenince benim lahmacuna yapamadığımı onlar bana yapıyor diye düşündüm, kaçtım oradan.
Ölmem ya ..dedim

Ön dişin hemen sağındaki dişti kırılan.
Varlığını küçümsediğim sevgili dişim;yokluğun cehennemin ta kendisiymiş meğer.

Mizacım öyle, gülümserim ben her zaman . Bir tebessüm saklıdır dudağımın kenarında.
Gülümseyemiyorsun,
O yok olan dişin yeri öyle devasa bir karanlık görünüyor ki tüm büyüsü gidiyor gülümseyerek kurulan iletişimin.


Ama ben en çok "f" harfimi özler oldum.
O diş yoksa "f" çıkmıyor ağızdan
Evrimi yarım kalmış bir tuhaf tıslama
Hani "s" desen değil "l" desen hiç değil
Rezil rüsva bir alfabe dışı ses

Bir de benim işim diyalog üzerine.
Karşımdakini ikna etmem lazım.
"Anladım sizi,inanın bana yardımcı olacağım" demem lazım
Nereye diyorsun?? "Buyrun lütfen" bile diyemiyorsun
Buyrun lüsslltısssen
Ay rezalet!
Fakat diyorsun, kim sakat diyorlar
Başvuru sahibi geliyor, benim suratımda dudaklarım mühürlü bir tuhaf tebessüm
Gülümseyemiyorsun.
Şarkı söyleyemiyor, onu bırak bir yana kızsan küfür bile edemiyorsun!

Bir süre sonra dertlenir oldum.
"Ne güzel "f" derdim eskiden.Keşke sesimi kasete çekseydim" diye kendime acır oldum.
Çekilir dert değildi yaşadıklarım.

Ama şu inplant meselesi hiç içime sinmiyordu.Sonra sonra, eski dişçilerden birini buldum.

-"Ne inplantı be yavrum, iyi bişi diiil o" dedi

-"Biliyordum! " diye haykırdım içinde "f" geçmeyen bir kelime ile cevap verebilmenin sonsuz hazzı ile.

-"Kanal tedavisi yaptırdın mı sen" dedi
-"Yok.." dedim

Diş filmimi çektirdi.

-"Evladım, yaptırmışsın işte" dedi.
Şaşkın bir tıslama ile bakakaldım suratın.

Bir insan kanal tedavisi yaptırdığını nasıl unutabilir ki?
On kere git gel, onca acı sıkıntı çek, onca ödeme yap ...unut.
Yaaa, benim unutkanlığım öyle "ay arayacaktım unuttum" gibi  basit unutkanlıklar değil.
Resmen kendimi unutmuşum düşünsenize.


Neyse, dişçi acıdı halime.
Belki de o korkunç tebessümü bi daha görmek istemedi..o da olabilir.

Bir diş yaptı bana, yapıştırdı.
"Düşerse bu diş gel ama bugüne kadar benim yaptığım dişlerde böyle bir sorun yaşanmadı" dedi.

-"Fakat affınıza sığınarak ne kadar iftihar etseniz kendinizle..affedersiniz filan falan  ama bu fasılı atlatmanın mutluluğunu size ithaf ediyorum.Facia gibiydi fecaatti herşey fark etmişsinizdir siz de.."gibi ona anlamsız, bana "f"lerle dolu mutluluk cümleleri ile ellerine sarıldım doktorun.

Meblağ ise inplant için istediklerinin  bilmem kaçta biriydi.100 lira bile tutmadı yani.

Kaybetmeden kıymetini bilmek lazım derler ya.

Nerden bilirdim bir gün "f" harfini kaybedeceğimi ve bulunca dünyalar benim olmuşcasına sevineceğimi :-)

Saçma sapan mutluluklarla dolu ömrüm :))


29 Aralık 2013 Pazar

Dilek Hakkı

Çocuklar gibi dileklerimi sıralamışım her yeni yıl geldiğinde...Günlüklerime baktığımda kendimi gülümseyerek izlediğim anlarda fark ettim bunu. Aslında ne kadar kolaymış zamanın törpüleyerek şekillendirdiği ayrıntılardan uzak ana niteliklerle insanı görmek..ama iş  becerip insana uzaktan bakabilmek. Sıralamışım nitelikleri çünkü hep net olmak, niyetimi-sözümü ortaya koymakmış derdim ömrüm.Yazmışım çünkü  bir pigmeden sadece biraz uzunken bile "söz uçar yazı kalır"ı bilirmişim.Sonra dileklerime baktım , insanlık için , dünyanın geleceği için,komşu kızı için,dostlarım arkadaşlarım hatta bir sahip bulunsa dediğimiz sokak köpeği için bile dileklerimi diledikten sonra kendim için bir şeyler dilemeyi hak görebilmişim...


Başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilmek, başkalarının sevinçleri ile tamamlanabilmek insan niteliği olsa gerek. Tıpkı başkasının derdine kendi derdin gibi çare bulmaya çalışmak gibi.Hayaller kurabilmek gibi..umut etmekten hiç vazgeçmemek gibi.

Şimdi yeni bir yıla girerken yine odaklanmaktan vazgeçip yapabildiğimce uzaklaştım resimden ve göremediklerimi görmeye çalıştım bu sene iyice yordukları gönlümün yaralarını keyifle sararken.Hey! Yeni bir yıl geliyor. Her şeyden önce henüz kirlenmemiş,yaşanmamışlarla dolu,kötülükten yana yapılan rezervasyonların neşeli kahkahalarla bozulabileceği bir yıl bu. Daha şimdiden kocaman bir gülümseme yayıldı bile yüzüme.Umut ediyorum ve umut ettiklerime dokunabilecek kadar yakın olduğumu hissediyorum.

Siyasi çatışmaların hız kazandığı ülkemde konunun asıl merkezden uzaklaştırılmasına,dağıtılmasına,tartışmak yerine demagoji ile suyun bulandırılmasına ve insanların bunları hala yutmasına sinirleniyorum.O kadar çok yalan o kadar çok kravatlı adam hırsı birikti ki  üstümüzde gökyüzü sadece gri bulutlarla doluymuş gibi gelmeye başladı herkese.Güneşi özledik.Sabah mahmurluğunda çiy tanelerinin mücevher ışıltısına gülümsemeyi özledik."Anlamıyorsun" diye birbirine haykıran ama anlamayan ve anlatamayan,kör kavşakta kornaya basıp duran bireylerden oluşan gruplar sardı memleketin her yanını.Bir sürü senaryo ve bir sürü insan bu senaryolara inanmak isteyen. Oysa sonuca, olagelene baksa herkes gerçeğin ışıltısı kucaklayıverecek onları, kör gözlerini açacak sağır kulakları duymaya  perdesi kapalı kalpleri sadece kendi menfaati için atmamaya başlayacak.Yalanlar, siyasilerin insanlara söylediği o kocaman yalanlardan bile tehlikeli artık çünkü insanlar günahları için,hataları için,yaptıkları kötülükler için kendilerine yalan söyler oldular.

En son ne zaman güzel bir şarkı bestelendi benim ülkemde? Tüm bülbüller kafeste, tüm güller nefretten solmuş.

Bu sene yeni dileklerim var Allah'tan...iyiler kazansın kötüler utansın ve bu bizler için hayırlı olan olsun ..diliyorum.
Güller açsın bülbüller şakısın aşk yeniden vücut bulsun renkler kirlenmişliğini unutsun ...diliyorum..
Karacaahmet mezarlığı "ben haklıyım!" diyenlerle dolu, insan olabilmek olmalıydı bütün konu, herkes hatırlasın bunu ..diliyorum
Felsefe tartışalım,yarını oluşturalım,dünün keşkelerinden kurtulalım artık önümüze bakalım..diliyorum
Aşk diliyorum üç harfinin her birinin anlamını vere vere..çocuğu annesine, seveni sevenine,çirkini güzeline hasret bırakmasın Allah..diliyorum.
O kalp kıranlar hak yiyenler kötülüğü elleri ile evlat gibi besleyenler var ya...Allah utanmayı öğretsin..diliyorum.
Ve elbette sağlık diliyorum
Sonra dilek hakkım baki kalsın, her gördğüm sabaha sevincim,umudum,sevgim,yaşamaya da niyetim var benim diyorum.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram...mı?

Genç kız , sokağın başındaki simitçinin yanına giderek "amca size zahmet çok rica etsem bana bir simit verebilir misiniz" demiş. Simitçi de kıza "kizum paran mi yok" diye sormuş. Kız  eşdeğer bir şaşkınlıkla "var tabii ki amcacığım" deyince simitçi yarı öfkeli "o zaman ne yalvariysın iki saattir!"Emice ver bağa  ordan simit" de ben de ne yabacağumi bileyım" demiş.


Fıkra gibi bu küçük anekdot Trabzon'da Kemeraltı' ya inen yokuşun başında yaşanmış, olaya şahit olan arkadaşım anlattı. Gözlerimizden yaş gelene kadar güldük. O kadar çok ayrıntı var ki günlük yaşamın içerisinde yer alan, o anda normal gelen ama sonrasında özlemi yüreğinizi yangın yerine çeviren...Yaş ilerledikçe gurbet adı batasıca bir şey oluyor belki ve doğup büyüdüğünüz topraklar, yaşam koşullarınız ne kadar iyi ve kaliteli olursa olsun sizi çağırıyor.Bayramlarda ise bu çağrı, diğer pek çok sesi bastıracak kadar yüksek oluyor.



Bugün arefe günü, yarın bayram. Çocuklara bayramlıklar alındı, sanki kapıyı çalacak biri varmışcasına çikolatalar da alındı. Çocukken de sevmezdim bayramları şimdi de sevmiyorum.İtiraz hakkınız bulunmayan ritüeller, kapı kapı gezmeler,her gittiğiniz yerde bitirmek zorunda olduğunuz tabaklar, kıllı-tombul-yumuşak-buruşuk-sert-kokulu bir sürü eli öpmek ve bir sürü kalabalık demekti bayram çocukluğumda. 


Şimdi ise tüm ailenin uzakta olmasının hüznü, yalnızlığı...


Seneler evvel bir bayram günü kapımız çaldı.Açtık, bizim sucu. "Hayırdır" dedik şaşkınlıkla. "Abla, senin ufaklık aradı , abi bize gelen kimse yok gel elini öpeyim bayramlıklarımı göstereyim dedi.Kıyamadım geldim "dedi. Gülsek mi ağlasak mı bilemedik;kızımız mutlu olsun diye yüzümüz güldü ama hüzün kamyon kamyon geldi içimize oturdu,içimiz ağladı.


Her birini görmekten büyük mutluluk duyduğunuz aile bireylerinin tamamının oturduğu o kalabalık sofralar var ya...hani sesler seslere kahkahalar kahkahalara karışır,bir demlik yetmez iki hatta üç demlik çay aynı anda demlenir, kızları gelinleri vardır ama yine de evin büyüğü bir kaygana,bir kuymak attırır çünkü kimsenin onun gibi güzel pişiremediği tescillidir. Öyle bir sofrada olalım isterdim yarın sabah için..Çocuklarımın kuzenleri ile kardeşliklerinin pekiştiği yeni anıların yaratıldığı, kardeşlerin ve eşlerinin özlem giderek hayatın açtığı yaraları sardığı ya da mutlulukların paylaşarak çoğaldığı "çayım bitti" "nasıl kaçtı o gol" "boşver, o yaşta bizimkiler de öyleydi biliyorsun büyüyünce düzelir" gibi sıradan ama bir olmanın huzuru ile renklenen ortamda olmak isterdim.

Faroz'da...



Daha evvel de demiştim hayallerin de miadı var diye..mutluluk ertelenesi bir şey değil.




Herkese mutlu bayramlar diliyorum...