30 Mayıs 2017 Salı

Şans - Karen Kingsbury

Çok çaresizdim.
Kitabım bitmişti, elimde yeni kitap yoktu, tekrar okumak istediklerimi okuyacağım bir ruh halinde değildim.
Yeni  ve klasiklerden olmayan bir şeye ihtiyacım vardı.
Mesela sağlam bir cinayet romanı.

Migros alışverişim esnasında son anda atıldım ve onu aldım.
Şans. ...Hay ben böyle şansın dedirtti bana yani..o kadar diyeyim.

Ben bir geri zekalıyım!
Bu kitaba para verdiğime inanamıyorum.

Kitap özeti olarak başka da bir şey demek gereksiz sanırım.
Ucuz bir aşk hikayesi  ve bol salçalı hristiyanlık propagandası.

Yememem gereken bir şey yemiş gibiyim!
Gidip  Aşk ve Gurur'u tekrar okuyup  (ağzımı çalkalayıp) bu berbat tadı unutmaya çalışacağım.

D&R'dan siparişlerim gelene kadar yeni bir çılgınlıktan sen beni koru Allah'ım.

Amin hem de çok amin.



29 Mayıs 2017 Pazartesi

9. Kadıköy Kitap Günleri



Benim belediyem diye demiyorum;seviyorum.

Kadıköy kitap günleri başlıyor; bir öncekinden daha mükemmel, bir sonrakinden mütevazı.

Kaçırmayın dostlar..sıkıştırıldığı köşeye sığmıyor sanat ve kültür.

Bu ışık hepimizin.

25 Mayıs 2017 Perşembe

Sol Cebimiz Çok Çok Büyük


"Unuttun mu ummayı" diye sormak isterdim.

Ama burası İstanbul.

Mecbur olmadıkça konuşmaz kimse kimseyle..hatta dostlarıyla  bile. Zaman az,bereketsiz;ne doğana sevinilir ne ölene üzülünür. Zaman yetmez.

İETT 'de gidiyoruz. Küçücük bi kız. Dizlerini içine çekse çamaşır sepetine sığacak;o kadar küçük. Başında iki metre  örtü. Kocaman kara gözlerinde anlamını çözemediğim bir ifade; ama donuk. Kimseyle gözgöze gelmemeye özen gösteriyor. Belli ki göz teması ağır geliyor; kimbilir ne gördü daha evvel. Kınama...şehvet?

Hap kadar çocuk ne diye örter başını ben anlamam. Kim ne isterse yaşasınlık konu mudur bu?
Konu  çocuksa,hayır.

Cinler tepemde, bakıyorum içerliyorum kızıyorum.

"Yaşın kaç" demek istiyorum.
"Unuttun mu ummayı" demek istiyorum..sonra "hiç öğrenmedim ki " derse diye korku düşüyor içime.

Kendimi suyun akışına, İstanbul'a bırakıyorum.
Şu nefes alamazlığımı unuttursun bana koşturmacası içinde

Boğulacağım!

Hatırlamak , bilmek  kurtarıyor bizi çok zaman:



Sel ile mücadele etmek manasızdır. Gücünüz yetmez. Kendinizi akıntıya bırakın, koruyun : ta ki  sel zayıflayıp kıyıya yakın yere geldiğiniz ana saklayın gücünüzü: gücünüz kurtuluş için lazım olacak.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Hermann Hesse - Klein ve Wagner


Ne iyi ettim de tanıdım ben seni Herman Hesse

Yapı Kredi yayınlarının olduğu o kutsal satış yerine gittiğimde hissettiğim mutluluk hiç azalmıyor ne mutlu. Bu sefer de dayanamayıp bir Hesse kitabı aldım. Betimlemeler, duygu aktarımları yine beni benden aldı. İyi  filan değil, adam resmen efsane.

Kitabın konusu ve ne anlattığı kesinlikle bir kişinin yorumlayarak "şudur" diyeceği bir şekilde değil. Sistem, benlik, din,gerçekler, sorgulama cesaretinin gereği altı kazına kazına işlenmiş.  Kitabın sonunda yine hemen her zaman yaptığı gibi önceki sayfalarda yoğun yoğun anlatıp karanlık sokaklarınızı aydınlattığı yetmiyormuş gibi bir güneş çıkarıveriyor göğünüze. Ve belki de yıllardır cevabını aradığınız;sosyoloji-din-felsefe kitaplarının tozunu attıra attıra bulmaya çalıştığınız cevabı veriyor apaçık.

Okumak lazım, sevmek lazım bu adamı.



 Alıntılarımı  sıralıyorum sizin için :

  • Tüm ateş püskürtmeler, tüm kızgınlıklar , tüm aşağılamalar bir hatadan ve çocukluktan başka bir şey değildir;aşağılayan, hor gören zavallıya gerisin geri dönüp gelir.

  • Geride bıraktığımız yaşam yoluna dönüp baktık mı, hele gözlerimizi attığımız mutsuz adımlara ve bunların sonuçlarına çevirdik mi, falan şeyi nasıl savsakladığımıza çokluk akıl erdiremeyiz, sanki yabancı bir güç adımlarımızı yönetmiş gibi gelir bize. Goethe, Egmont'ta şöyle der: insan kendi yaşamına yön verdiğine, kendi kendisinin kılavuzu olduğuna inanır ama öte yandan en içsel varlığı karşı konulmaz bir güç tarafından yazgısına doğru çekip götürülür.

  • Yaptığı,işittiği,gördüğü her şeyin kendisiyle eni konu ilişkisi vardı, bu zorunluluğu içeriyordu, bir rehber peşine takmış götürüyordu onu, uzun ve uzak nedenler zinciri meyveye durmuştu. Eh, buyursunlar meyvelerini versinlerdi. İyiydi böylesi.

  • Konuşmak, her şeyi yanlış anlamanın, her şeyi bir boşluk ve sığlık içerisine sürüklemenin kesin yoludur.

  • Hayır sevilmek mutluluk değildir. Sevmeye gelince, işte budur mutluluk.

  • Geçmişteki o bunaltıcı sızlanma ve suçlamalara konu yapılmayarak, yargılanıp mahküm edilmeyerek yenilenmeli ve tersine çevirmeli, anlamla,sevinçle,iyilikle,sevgiyle dolup taşmalıydı. Yaşadığı Tanrı bağışlaması kendisinden başka taraflara da yansımalı ve etkinliğini başka taraflarda da sürdürmeliydi.

  • Sanat, insanın Tanrı'nın inayetine Tanrı'nın nuruna kavuştuğu anlarda dünyaya temaşasından başka şey değildi. Sanat, her şeyin arkasında Tanrı'nın varlığını göstermekti.

  • Konuşulmaması, basit olanın karmaşık duruma sokulmaması gerekiyor, ruhu dışa döndürmemek gerekiyordu





22 Mayıs 2017 Pazartesi

262.800 Saat Üzerine...


 13 Mayıs üniversitenin pilav günü vardı.

Totom yer görürse kıyamet kopar korkusu ile şu yorgunluğa aldırmayıp oraya  gittim.

İsimleri buradaki gerçek hayat hikayelerinde geçen insanların 30 yıl sonraları ile buluştum.

Her şeyden önce, evveli hatırlamak bugünü analize daha iyi sebep oluyor.

16 yaşındaki Kadriye 50 yaşındaki  sınıf arkadaşlarına bakıyor ,onlarda kendini ve geçen zamanı izliyor.

"Z"'nin iki torunu olmuş. Katıla katıla güldük o bize biz ona. Gün boyu dede diye seslendik. Çocukların hayatına saygı, seçimlere saygı ve tevekkül üzerine inanarak yaşadığı şeyleri anlattı bize  tatlı tatlı. Zaten o hep tatlıydı ki. Eşi ile görücü usulü evlenmiş. "Şans hep %50 bu işlerde kızım " diyor gülerek bana. Haklı, biliyorum. Çok da mutlu bir evliliği var. Eşi sanırım çarşaflı. Eşinden bahsederken sesindeki samimi saygı beni mest ediyor. Sevdiğim dostumun mutluluğu için hiç görmediğim eşine minnet duyuyorum. O tüm bunları anlatırken ders kitaplarını boru gibi büküp elinde tutan  ve dost olmaya çalıştıkça benden uzaklaşan 20 yaşlarındaki Z geliyor gözlerimin önüne tüm ayrıntıları ile.

"A" garip bir karışım. Bir üniversitede ders veriyor, bir iş daha yapıyor . Daha yeni çocuğu oldu , 5 yaşında. Torunu olan ona, o torunu olana gülüyor. Her zamanki peşin sözleri arka cebinde , daha sakin daha durgun izliyor konuşulanları . Çocuğu kocaya bırakmış gelmiş belki aklı onda birazcık. Çok kilo almış. Kiremit rengi dikdörtgen yakalı penye strech blüzü ile kalın kemer taktığı pantolonunu giydiği zamanlar ne çok beğenirdim onu, hatırlıyorum. Sigaraya hepimizi o başlatmıştı neredeyse. Şimdi içmiyor bırakmış.

G'nin bir çocuğu üniversiteyi bitirmek üzere.Başka şehirden gelmiş bizi görmeye. Ne aşıktım ona okuldayken. O ise benden akıllıydı, olmayacağını bildiği yola girmedi. Bugün birbirine samimiyetle değer veren iki dost olarak o bankalarda oturup muhabbet edebiliyorsak onun akıllılığı sayesinde biliyorum. Bir ara minnetle omuzuna dokunuyorum. Nedenini anlamasa da gülümsüyor. Konuştuğumuz konu  hakkında cep telefonumdan açtığım yazıyı okumak için yakın gözlüğünü burnunun ucuna oturtunca basıyorum kahkahayı. Hararetle ettiğimiz sohbet esnasında okul kapısında gelişini beklediğim günlerde,  geldiğinde beni görünce yüzünde beliren ve anlamını çözemediğim o ifadeyi hatırlıyorum. Çaresizlikmiş meğer. Burnunun ucundaki gözlüğün üzerinden bakıp  bir şeyler anlatan bu adam  dost, iyi ki kaybetmemişim.


"Ş" okulda aşkın timsali idi. Ayrılmazlardı partneri ile. Fizik hiç değişmemiş, insan iki kilo alır di mi ?Yok. Boşanmışlar. Konuyu bizimle konuşmak onu rahatsız ediyor belli. Açmıyoruz konuyu. konuşacak binlerce konu arasından onun istedikleri ile devam etmenin ne mahsuru var.

"T" kalbimi kırdı geçenlerde. Facebookta yazımın altına siyasi yorum yaptı. Didiştik, tersledim. Şimdi babacan babacan gülümsese de pas vermiyorum. 30 senedir farklılıklarla dosttuk biz. Saygı duymak zorunda idi düşüncelerime.  Çekinerek  "nasılsın Kadriye" dediğinde "ne yapacaksın" diye cevaplayıp  muhabbetin köküne kibrit suyu ekiyorum. Aslında olgun, sevecen ve iyi bir insandır. Nitekim uzatmıyor, bana uyup çemkirmiyor da. Sadece arada uzaktan gülümsüyor. En azından bu sene gülümsemeyeceğimi biliyorum. Sınav çıkışı  soruları tartıştığımı halini hatırlıyorum. Adam hiç değişmemiş yaaaa....

"İ" canımın içisi. Okulda da ayrı severdim. Ölen bir kızkardeşi vardı, beni onun yerine koymuştu. Ailem de onu öyle sever. Evlendiğinde kızım kucağımda nikahına gittim. Karısı beni ben de karısını sevmedim. Görüşmüyoruz netekim. Sebep önemli değil. Bizim oğlanlar ilk kez başını yastığa koyduklarına gönül düşürürler. Bu da öylesi. Kız sebep aradıktan sonra benim yapacak  bir şeyim olmadığını biliyorum. O yüzden hiç girmedim o topa. Hatun bir akşam İ ile konuşurken "bir gelemediler evimize" diye dırdıra başladığında, sesim hoparlörde iken" selam melam söyleme karına" diyerek kapattım her kapıyı. Süreci uzatmanın anlamı yoktu. Nitekim İ'nin başında bir tane siyah tek kalmamış, bembeyaz saçları. Ne iyi ettim de uzak durdum diye düşünüyorum içimden. Koşup boynuna sarılıyorum : o gün onun doğumgünü. Bir ben hatırlamışım. Gülerek hepsinin doğumgünlerini sayıyorum. İlk tanıştığımız günü söylüyorum. Doğum yıllarını.. şaşırıyorlar.

Çıkıp Nişantaşı'da bir cafede oturuyoruz. Masada en küçük benim halen bizim sınıfta. Yaş neredeyse 50'ye gelecek, bu tanım beni çok güldürüyor. "G" ve "İ" için sürpriz pasta ayarlayıveriyoruz "A" ile. Hep birlikte "kazık kadar adamların doğumgünü mü olur" söylenmeleri arasında kahkahalar atarak yiyip içip sohbet ediyoruz gani gani.

Unutmak isteyip  unutadıklarım ile unutmayı hiç istemediklerim yanyana duruyor. Zaman zalımsın zalım diye haykırıyorum neşeyle. Yine de neşeli , yine de mutluyuz.

Bizim çekirdek grupta ben CHP'liyim. Biri ülkücü, biri HDP'ye oy veriyor, biri "ben evet dedim" diyerek çizgisini açıklamaktan çekinmiyor, biri öyle biri böyle. Çay içip  30 yıllık dostluğumuzu yudumlarken kıyasıya tartışıyoruz. Öfke ile değil, hakaret ederek değil. Birbirimize kah söylenip kah dalga geçip ama kırmadan, ötekileştirmeden, farklılığına saygı duyarak. Özlemişiz insan gibi konuşuluna ortamları kişileri. Ben,  eskiye ait özlediklerim içerisinden "en özlediklerim" arasına sokuyorum  bu ortamı.

Beyler ......bu  vatana nasıl kıydınız?


Sonra, Üsküdar'a döndüğümüzde "Z" ve "A" ile Kanaat Lokantasında alıyoruz soluğu.
Sonra o neşeli kahkahalar yerini hüzne bırakıyor.
Güzel günlerin güzel  anıları, neydik ne olduk ne olacağız ağrıları gelip haksız haksız çörekleniyor yüreğime . Kötü olan her şeyi unutup sadece güzelini aklımızda tuttuğumuz gençlik günlerinden çocuklarımıza bir Cumhuriyet bile bırakamadığımız lain günlere dönüyoruz ister istemez.


Umut, korkudan güçlü tek duyguymuş.

Okul bahçesinde preverzatifleri şişirip  voleybol oynamaya uğraşan o umarsız gençlerden bugün sorumluluk sahibi ve her koşulda dik durabilen yetişkinler çıktıysa,vallahi diyorum umut havada karada her koşulda sapasağlam ayakta.

Vazgeçmemek lazım.
Yarınlar bizim.

19 Mayıs 2017 Cuma

19 Mayıs 1919 Ruhu

Ata'm
Bu vatan için canını veren şehitlerim
Şehitlerimin ardından bakakalan yetimlerim
Ne sizden
Ne vatanımdan
Ne bayramımdan
Ne mücadelemden vaz geçerim.

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.
Daim olsun.


17 Mayıs 2017 Çarşamba

Mine Söğüt - Deli Kadın Hikayeleri



Je ne veux pas travailler
Je ne veux pas déjeuner
Je veux seulement oublier

Çalışmak istemiyorum
Kahvaltı da etmek istemiyorum
Sadece unutmak istiyorum

Mine Söğüt'ün "Deli Kadın Hikayeleri"nde bununla başladım kitabın içine girmeye. Alıntılarımın baş köşesine oturttum şarkının sözlerini. Garip bir dili varmış Mine Söğüt'ün, kapılırsanız sizi alıp giden,  inanmayı-dinlemeyi size bırakmayan. Kitabı resimleyen her kimse bir ara deli olmalı. O resimler öyle yetenekle filan çizilir resimler değildi.



Her öyküde deli edilen kadınlar vardı. Her deli olanda kendinizden azıcık da olsa bişi buluyor olmanız da ürkütücüydü. Delirmesin de ne yapsındı kadınlar : onlar anneydi, onlar insandı;onlar sevmeyi bilen ve bu yüzden çok incinendi.


-Peki en son kiminle konuştuğunuzu bilebilir misiniz?
-Bir erkekle
-Ne konuşmuşlar?
-Şiirden bahsetmişler.
-Sadece geceleri sokağa çıkıyormuş diyorlar. Anlayabildiniz mi neden?evin bulunduğu yer geceleri hiç tekin değilken...
Onun için asıl tekin olmayan gündüzler. Çıplak gözle görünebileceği haller.
-Çirkin ya da sakat mıymış? Görünmesini istemediği bir hali mi varmış?
-Hayır, sadece üzgünmüş...çok üzgün.


Kitaptan epitopu alıp kaydettiğim3 yer var biri de bu. 

Anladım çünkü ben onu.

Anlamayanı tanıdım, anlatanı sevdim, yaşayanı da anladım.

Kitaptan son kaydettiğim cümle şu:

"Adalet herkesin paylaştığı bir sorumluluktur"

Bu,ilmi bilimi eğitimi neşeyle yok edip adaletin terazisini bozanlara olduğu kadar buna sessiz kalan herkese gelsin.

Geçmedi kızgınlığım.

Mine Söğüt, mutlaka bir kitabını daha okuyacağım  ama araya başka kitaplar sokumam gereken bir yazar. Onu sevdim, çok sevdim. İnandığım bir dostumu dinler gibi okudum.

Yazının başında alıntısını yaptığım şarkıyı da merak edip dinledim. Kitaba da yazara da bana da yaraşır :-)))

Je ne veux pas travailler 
Çalışmak istemiyorum
Je ne veux pas déjeuner 
Kahvaltı da etmek istemiyorum
Je veux seulement oublier 
Sadece unutmak
Et puis je fume 
Ve üstüne bir sigara tüttürmek istiyorum
Déjà j’ai connu le parfum de l’amour 
Aşk parfümünü tanımıştım bir ara
Un millions de roses 
Milyonlarca gül bir araya gelse
N’embaumeraient pas autant 
Bu kadar kokamazdı herhalde
Maintenant une seule fleur Dans mes entourages 
Şimdi etrafımdaki tek bir çiçek bile
Me rend malade 
Beni hasta ediyor…
Je ne suis pas fière de ça 
İnancım yok sana
Vie qui veut me tuer 
Beni öldürmek isteyen hayat
C’est magnifique 
Muhteşemdir
Etre sympathique 
Sempatik olmak
Mais je ne le connais jamais 
Ben hiç olamadım.




16 Mayıs 2017 Salı

Epi Topu 1.5 Gündü Aslında


Selin benim büyük kızım. Tahsil hayatının ipleri elimden kaçalı çok oldu. Ne girdiği sınavları, ne idealindeki okulları,ne ders programını anlamıyorum bir süredir. Ucundan accık modundayım kısacası. Zaten veli toplantısında hocaları yabancı olduğu ve herkes ingilizce konuştuğu için görüşmelere Selin ile girmek zorunda olalı gönlümce bi hoca da yolamadım. Yine de ısrar ve istikrar ile gidiyorum veli toplantılarına.

Neyse, hatun bir sınava girecekmiş ama başvurduğunda İstanbul kontenjanı  dolduğu için Ankara'da girmesi gerekti.

Çocuğun hedefleri hayalleri var bu bu en öneli basamaklardan biri ..nasıl hayır diyeyim?



Ankara nedir biliyor musunuz?
Ankara bildik bilinmezler şehri benim için.
Ankara'yı bilmem ben.
Çocukken annem babam , bir çift mavi gözün gözüyle aşıladığı  vatan aşkını pekiştirmek için Anıtkabir'e götürmüştü beni. Küçüktüm ama bugünün büyüklerinden daha iyi çalışıyordu  kafam. Başımı kaldırıp Atatürk'ün gözleri kadar mavi göğe özgürce bakışımı, şık bir döpiyes giymiş olan annemin özgürlüğünü, iyi eğitim ve işe sahip babamın tebessümünü ona borçlu olduğumuzu  bilir, adının üstüne toz kondurmazdım.

Bak yine cin çıktı tepeme...neyse, sakin.

İkinci Ankara'ya gidişim daha alem. Sanal ortamda tanıştığım ama hayatımda "ya o olmasaydı" diyeceğim kadar ışığını ,yaşamını,varlığını çok sevdiğim Sebuş'uma gittim bir çocuk elimde bir çocuk kucağımda belimde. İlk kez yüzyüze görüşmek, sarılmak,konuşmak,çocuklarımızın kaynaşması şahaneydi.

Hiç sevmedim Ankara'yı. Birincisi deniz yok,ikincisi becerseler binalara bile kravat takacaklar. Sebuş'ta kaldım, sonra döndüm.

Şimdi Ankara'ya Selin ile giderken hem şehri bilmemenin, hem mesafeleri kestirememenin sancısı içime oturdu. Bir de şaka maka çocuk üniversite sınavına girecek.

"es ey ti" yani namı diğer SAT sınavına girdi Selin. O ne diye sorana http://sat-sinavi.com/sat-nedir linkini yollayıveriyorum. Ben de öğrenmeye çalışanlardanım çünkü.

Ankara'ya indik, yeğenlerimin tarifleri ile Sebuş ve Aliye'min anlatımları ile zor şer gideceğimiz yeri bulduk. TRT misafirhanesi deyince kelli felli bişi bekledim yalan yok. Orayı kısaca "80'ler dizisi burada da çekilebilirmiş" diyen kızımın cümleleri ile özetleyeyim. Yazık. Milyarlarca bütçesi olan Kurum'un bu kadar döküntü bu kadar sönük bu kadar eski bir misafirhanesi olsun..vallahi çok yazık. 

Gideceğimiz yer TED Koleji. Yakınmış misafirhaneye. Sabah kahvaltısı sonrası açlık, günlerin biriken yorgunluğu, nasıl gideceğiz yetişiriz di mi vb onlarca soru stresi bizi bitirdi. Selin ile serildik ve saatlerce uyuduk.Yorgunluk öyle böyle değil, ciddi salladı bizi. Akşam için  lokalde yer ayırttık ve yeğenimin gelmesi, iki kuzenin birbirini rahatlatmasını kararlaştırdık. Ağır yemesin, erken saatte yesin (zaten açlıktan ölmek üzereydik) ,banyo alıp erkenden uyusun istedim. Sabahın köründe gireceği sınav bildiğin üniversite sınavı ve çok önemli.

Derken Aliye aradı. Onun minik Defne'sini hep resimlerde gördüm, Aliye'yi de öyle. Sude diye bi kızı var, onu  ayrı merak ediyorum. Aliye gelip sizi alayım deyince "peki" dedik Selin ile. O da sürpriz yapıp bizi Sebuş'un evine götürdü. Aliye ve Sebuş yakın dost olduklarından ben Sebuş'u da göreceğimi anlamıştım ama evinde değil restaurantta görüşürüz sanmıştım. Ev kısmı  hakikatten sürpriz oldu.

Sebuş'umu  yine görmek,  bildiğiniz gün ışığını kucaklamak gibi. Evi ise el emeği muhteşemliklerle dolu. Tablo gibi bir ev. Hadi burda anlatmıyayım, nefis bir sofra ile karşıladı bizi. O ailenin her bireyini sevmek için ayrı sebep bulabiliyor insan. Güzel insanlar, güzel kalpli insanlar.

 Aliye beni daha iyi zamanlarımda görsün isterdim. Ben ise onu umduğum gibi buldum. Zaten severdim ve zaten iyi  düşünürdüm, daha da iyi oldu onun hakkında her şey. Defne ise hayallerimin ötesindeymiş onu öğrendim.Şeytan tüyünün sözlük anlamı gibi bir çocuk. Sude 'yi 20 yaşında bir kere daha görmeyi kesinlikle istiyorum-o ne olacak o..çok akıllı.

Gerginlik ve yorgunluk  ağzını bıçak açmayan bi ben ile tanıştırdı onları. Böyle olsun istemezdim.   Belki de bu yüzden sürprizleri sevmiyorum aslında. Bir dahakine daha iyi günlerde görüşmeyi dileyip ayrıldım akşam oradan. Tabii ki Sebuş yine de bağrına bsatı beni ve tabii ki Aliye sen ne suratsız şeysin demedi ama ben üzüldüm. Sonra Aliye yine  hiç mızıkdanmadan binlerce kilometre yolu gerisingeri gidip bizi TRT misafirhanesine bıraktı. Direksiyonlu bi melek o.

Sabah  misafirhaneden çıkışımızı yapıp  sınav yerine gittik. Selin güç kalkınca ben yeniden panikledim. Ya uyanamazsa , ya  ayamazsa moduna geçiverdim.Taksi ile 10 dakikada TED Kolejine  varınca  büyük ölçüde sakinleştim ama TED Koleji bildiğiniz dağ başını duman almış biz de oraya kolej kurmuşuz modeli bir yer. Nasıl döneceğim diye düşünmeye başladım bu sefer de. Derken eski yıllardan bir dostum  sabah sabah sırf beni görebilmek için oraya geldi eksik olmasın. Sahiden eksik olmasın dostlar hayatımızdan.Selin sınava girdi. Ben etrafımda bi tane türkçe konuşan olmayan ortamda kitabıma sarıldım dostum gelene kadar. Sonra o bana bir iyilik daha yaptı ve yeğenlerimi de alıp getirdi sınav yerine. Selin saatler süren sınavdan çıkana kadar oturup lak lak ettik. Nakit geçmiyormuş 50 kuruşluk çayı bile kredi kartı ile aldık. Okula ve gelenlere baktım da, eğitimde eşitlik sizlere ömür. Kemikleri bile çürümüş yani. Yazık bu memlekete bu  çocuklara yazık yemin ediyorum

Bak yine cin çıktı tepeme!

Selin sınavdan en geç çıkanlardan biri oldu. Kuzenlerini görünce solmuş yanacıklarına taze tatlı bir pembelik yayıldı.


 Atakan'ın yani ablamın  oğlunun (en sevdiğim yeğenim) tavsiyesi ile ömrümce gittiğm en güzel yerler sıralamasında ilk 3'e girecek bir restauranta gittik ve aman Allah'ım,  utanılası derecede çok yedik. 


Dostum ve arabası emrimize amade olduğundan havaalanına nasıl yetişeceğiz kaygısını da unuttuk. Sonra yeğenlerimden ayrıldık, havaalanına döndük. Sonra da İstanbul.

Yani bir Cuma sabahından bir Cumartesi akşamına olanı anlattım sizlere.

Plakasını alamadım desem yeri. Öyle serildik yani...o yorgunluk o stres (ki normalde hakkkatten rahat biriyim en) beni öldürdü
İyi ki yaşadık :-)


15 Mayıs 2017 Pazartesi

E Hadi O Zaman



Hayallerine kavuşunca insan aşk bitermiş. Öyle derler.
Suskunluğum, artık elimin hayallere-gerçeklere-yaşama ait satırlara gitmeyişinin sebebi bu değil.

Elim gitmiyor iki satır yazmaya. Hani yazı yazmak bir kenara dursun, odama gelenle iki kelam etmek zulüm. Ağzımı açasım, anlatılanı dinleyesim yok.

Öyle bir kaçtı tadım, öyle bir içime dinginliğe döndü gözlerim.

Bugün de kendimi zorlayıp iki kelam yazmazsam blog mefta olacak. O yüzden zorlana zorlana yazıyorum. Şeytanın bacağını kırayım ki arkası gelsin diyorum. Çünkü  kendi sözcüklerime açık değilse de kapım bu ara buradaki insanları, anlattıklarını ve hayatlarını özlüyorum.

Arada ne mi yaptım?

Çok sinema, çok konser, çok tiyatro,çok panel.
Çok sıkıntı,çok  sevinç, çok neşe, çok kızgınlık
Ama asıl en çok suskunluk...kimsenin kolay kolay fark edemeyeceği.

Anlatırım, bi sürü şeyi anlatırım.
İş ki şeytanın bacağını kırıp bugün iki satırla solmakta olam mai'me can vereyim.

Sevgilerimle...