sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mayıs 2014 Cuma

Çingene Zamanı

Sokağa kendimi zor bela attığımda zamanımın daraldığını , acele etmem gerektiğini biliyordum. Elimdeki çöpü, yolu biraz uzatarak konteynere atmak için uzun adımlarla dolaştım parkın çevresinden. Kendime de itiraf edemiyordum ama gözlerim O'nu arıyor, kalbim bir kez daha görebilmek için çırpınıyordu...ama yoktu işte , kaç gündür uzaktım kara gözlerin masum bakışından. Çöpü konteynere attım, hafifçe içimi çektim,ellerimi sildim ve tam yola koyulacakken önümde dikilmiş küçük bedeni fark ettim.

İşte..gelmiş,tam burada önümde...Sessiz ve keyifli bir çığlık yükselirken içimden , yılların tecrübesi ile yüz ifadem donukluğunu korudu. 

Kara gözlerini gözlerime dikmiş, pis ellerini uzatarak ben kaçmadan bana derdini anlatma telaşında yine.Belli ki beni tanımış ama benim ifadesizliğimden dolayı kendisinin tanınmadığını sanıyor.

-Abla ne olur bi dakka gitme bak ben senden para istemiyorum tamam mı gitme bak para istemiyorum karnım aç sadece 

Belinden düşen ve poposunun yarısını açıkta bırakan pantolonunu çekiştirirken gitmediğimi ve onu dinlediğimi fark ederek bir nefeste sıraladığı cümlelerine ara verdi.

Merakla gözlerine baktım güneş gözlüklerimin arkasına gizlenerek.Bugün ne isteyecek acaba, pilav-nohutçu şurada...ama dur bakalım.

-Abla karnım aç
-Uzatma zamanım çok az ne istiyorsun?
-Tavuk döner alsana bana abla

Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Çocuk gönlünün lüksünü sevdiğim.Kuru ekmekle başladığımız yolculuk nerelere geldi bak şimdi.Gözlerinin karışımını sevdiğim, masumiyetle haylazlık bu kadar mı pekişir kara gözbebeklerinde...keşke seni ben büyütebilsem, o kadar seviyorum haylaz bakışlarını,sevinince kocaman gülen dudaklarının çizgilerini, bi damlacıktan beri belinden düşen pantolonlarını...Ay çocuk, sen de büyüyeceksin ne yazık ki!

 "KARDEŞİM" DEDİĞİ KANKASIYLA ÇEKTİĞİM BİR FOTOĞRAFI 
Dönercinin yanına götürdüm onu.Gerçekten acelem vardı. Döner ne kadar dedim. Çocuğa bir tane verin dedim. Baktım boynunu büktü enikonu.

-Sen bilirsin abla..dedi
-Neyi ben bilirim ..dedim afallayarak
-Kardeşime de almak istersen hani....

Üst dudağım kıvrılıverdi elimde olmaksızın.Kardeşim dediğinin bi damlacıktan beri sokakta birlikte büyüdüğü ama kardeşi olmayan o çocuk olduğunu biliyordum ve her seferinde ona da birşeyler alabilmek için ürettiği rol-senaryo-söylem beni bu yerden bitmeye hayran bırakıyordu. Zekasının mı kalbinin mi daha büyük olduğunu bilmiyordum ama kesinlikle bu veledi çok seviyordum.

-Bir tane daha..dedim dönerciye. Onun da üst dudağı kıvrılıverdi. Bugün o dönerciye götürdüğü- "tavladığı" kaçıncı kurbandım ben bilmiyorum ama belli ki o ikisi biliyordu.

Parasını ödedim.Sonra ardıma bakmadan aceleci adımlarla yoluma koyuldum. Kızımı okuldan almam gerekiyordu ve geç kalmak üzereydim.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Şükür...

Kulak kapının zilinde
Sevdiceklerim yavrularım geldi gelecek
Renkler sesler kendilerini bulacak
Yaşam ırmağı yeniden canlanacak

Şükür...

















Kulak telefonun sesinde
İyi haberler geldi gelecek
Umut ekti insan, sevgi ekti insan
Hasadını biçecek
Bulanmış sular yeni başlangıçlarla durulacak

Şükür

Ya Rab,
Çok istediğim için verdiğin ve
Çok istediğim halde vermediğim her şey hayrıma biliyorum




Ben de seni seviyorum

Sana sonsuz şükür

11 Ocak 2014 Cumartesi

Ayrılan Bir Çifte Dair

Saçma sapan bir şey biliyordum ama yine de kendimi mesul hissediyordum.
"Boşanmak" kavramının beni bu kadar sarsacağı ikinci bir isim -evlilik gelmiyor aklıma.
Pik yaptın eyyy hayat: ne yapacağımı bilemedim kalakaldım,  sabahından ürktüğüm gecelere yattım .
Saçmalık!

Birbirini aldatan eşler bilirdim. Tereddüt etmedim hiç , gittim söyledim. Bozulacaksa o evlilik bozulsundu, herkes hak ettiğini yaşasındı . 20'li yaşlar ve 30'lu yaşlar insanın hayata daha dürüst baktığı yaşlar sanırım. 40 ve 50'de "duvarın arkasındakiler deli" moduna giriyor insan..gerçek deli kim bilemiyorsun.Dürüstlük gibi diğer bir çok kavram, anlamını sorgulamaya itiyor seni.

Biri var, saçının her teline -gülüşünün inceliğine can verecek kadar seviyorsunuz. Biri var, sevdiğinizin sevdiği olduğu için seviyor-kusurlarını görmüyorsunuz.Sonra yuva kuruyorlar. Sevinçlerine seviniyor, üzüntüleri ile hemdert oluyorsunuz. Seneler seneleri izliyor, hayatın akışında onlar odaktaki yerini hep koruyor. Çocuklar oluyor, büyüyor, göbekler çıkıyor, göbekler gidiyor, saçlara aklar düşüyor, aynı sofralara oturuluyor, sırlar paylaşılıyor, yeni yatak örtüleri - evin yeni boyasının rengi, doğumgünü  kutlamaları...yaşam aynı kesirde bütünleşilerek paylaşılmaya ,yaşanmaya ve bütünleşmeye devam ettiriyor. Yokuş çıkıyo yokuş iniyorsunuz birlikte.Hastalıklarda "nasılsın" telefonları ediyorsunuz içtenlikle.

El'e bel bağlayıp kendinizden biliyor, eksik gördüğünüzü gönülden veriyorsunuz.

Sonra hiç ummadığınız anda bir sır ile çalınıyor kapınız gece yarısı.Temizlik kokusunun baskın hakimiyetindeki evde , size o satırları yazanı düşünüyorsunuz yürek yangısı içinde. Boşanmak, hiç beklemediğiniz anda gündeme düşen bir felaket..ilacı olmayan bir ağrı. Ne evet demek mümkün, ne de doğru buluyor insan "hayır"ı.Evet...birinin hayatını  sona erdirecek, hayır diğerinin.Susmak senin kaderin.

Düğünü hatırladım o paylaşım bittiğinde, arkama yaslandığım an metanetim gittiğinde. Gelinin neşesini,damadın gizli kederini, sırra vakıfların merak ettiği bu yuvanın kaderini. Bir sevdiğimin ölümünde ağlamıştım o kadar çok bir de o düğünde.O zaman da "evet" birini "hayır" birini yok edecekti, suskunluk mecburen seçilecekti. Dile pelesenk olan o şarkı geçmişin sisinden sıyrılıp doluyor kulaklarıma belli belirsiz


"Ne sen gördün
Ne ben gördüm
Gönlümüze girivermiş"...yeniden yaşlar doluyor gözlerime


Damadın şaşkın hüznü,tebessümünde saklı çırpınış...bize kalan bitmeyecek bir ağlayış
Ne suskun dramlar saklıydı yıllarımızda, zaman zaman ayrılsa da hep birleşen yollarımızda

"Korkuyorum seni kaybetmekten en büyük günahı işlemekten
Sende benim gibi hissediyor musun
Kolay değil çok zor karar vermek
Bıkmadın mı acı çekmekten"

Bir daha kimse dinleyemedi o iki şarkıyı zaten. 



Gece sabaha ilerlemekte adım adım. Hazır değilim henüz ışığa,aydınlığa;bana karanlık lazım.

Nasıl kıyarım ya birine ya ötekine...çocukları dile getirmiyorum bile.



29 Aralık 2013 Pazar

Dilek Hakkı

Çocuklar gibi dileklerimi sıralamışım her yeni yıl geldiğinde...Günlüklerime baktığımda kendimi gülümseyerek izlediğim anlarda fark ettim bunu. Aslında ne kadar kolaymış zamanın törpüleyerek şekillendirdiği ayrıntılardan uzak ana niteliklerle insanı görmek..ama iş  becerip insana uzaktan bakabilmek. Sıralamışım nitelikleri çünkü hep net olmak, niyetimi-sözümü ortaya koymakmış derdim ömrüm.Yazmışım çünkü  bir pigmeden sadece biraz uzunken bile "söz uçar yazı kalır"ı bilirmişim.Sonra dileklerime baktım , insanlık için , dünyanın geleceği için,komşu kızı için,dostlarım arkadaşlarım hatta bir sahip bulunsa dediğimiz sokak köpeği için bile dileklerimi diledikten sonra kendim için bir şeyler dilemeyi hak görebilmişim...


Başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilmek, başkalarının sevinçleri ile tamamlanabilmek insan niteliği olsa gerek. Tıpkı başkasının derdine kendi derdin gibi çare bulmaya çalışmak gibi.Hayaller kurabilmek gibi..umut etmekten hiç vazgeçmemek gibi.

Şimdi yeni bir yıla girerken yine odaklanmaktan vazgeçip yapabildiğimce uzaklaştım resimden ve göremediklerimi görmeye çalıştım bu sene iyice yordukları gönlümün yaralarını keyifle sararken.Hey! Yeni bir yıl geliyor. Her şeyden önce henüz kirlenmemiş,yaşanmamışlarla dolu,kötülükten yana yapılan rezervasyonların neşeli kahkahalarla bozulabileceği bir yıl bu. Daha şimdiden kocaman bir gülümseme yayıldı bile yüzüme.Umut ediyorum ve umut ettiklerime dokunabilecek kadar yakın olduğumu hissediyorum.

Siyasi çatışmaların hız kazandığı ülkemde konunun asıl merkezden uzaklaştırılmasına,dağıtılmasına,tartışmak yerine demagoji ile suyun bulandırılmasına ve insanların bunları hala yutmasına sinirleniyorum.O kadar çok yalan o kadar çok kravatlı adam hırsı birikti ki  üstümüzde gökyüzü sadece gri bulutlarla doluymuş gibi gelmeye başladı herkese.Güneşi özledik.Sabah mahmurluğunda çiy tanelerinin mücevher ışıltısına gülümsemeyi özledik."Anlamıyorsun" diye birbirine haykıran ama anlamayan ve anlatamayan,kör kavşakta kornaya basıp duran bireylerden oluşan gruplar sardı memleketin her yanını.Bir sürü senaryo ve bir sürü insan bu senaryolara inanmak isteyen. Oysa sonuca, olagelene baksa herkes gerçeğin ışıltısı kucaklayıverecek onları, kör gözlerini açacak sağır kulakları duymaya  perdesi kapalı kalpleri sadece kendi menfaati için atmamaya başlayacak.Yalanlar, siyasilerin insanlara söylediği o kocaman yalanlardan bile tehlikeli artık çünkü insanlar günahları için,hataları için,yaptıkları kötülükler için kendilerine yalan söyler oldular.

En son ne zaman güzel bir şarkı bestelendi benim ülkemde? Tüm bülbüller kafeste, tüm güller nefretten solmuş.

Bu sene yeni dileklerim var Allah'tan...iyiler kazansın kötüler utansın ve bu bizler için hayırlı olan olsun ..diliyorum.
Güller açsın bülbüller şakısın aşk yeniden vücut bulsun renkler kirlenmişliğini unutsun ...diliyorum..
Karacaahmet mezarlığı "ben haklıyım!" diyenlerle dolu, insan olabilmek olmalıydı bütün konu, herkes hatırlasın bunu ..diliyorum
Felsefe tartışalım,yarını oluşturalım,dünün keşkelerinden kurtulalım artık önümüze bakalım..diliyorum
Aşk diliyorum üç harfinin her birinin anlamını vere vere..çocuğu annesine, seveni sevenine,çirkini güzeline hasret bırakmasın Allah..diliyorum.
O kalp kıranlar hak yiyenler kötülüğü elleri ile evlat gibi besleyenler var ya...Allah utanmayı öğretsin..diliyorum.
Ve elbette sağlık diliyorum
Sonra dilek hakkım baki kalsın, her gördğüm sabaha sevincim,umudum,sevgim,yaşamaya da niyetim var benim diyorum.

14 Kasım 2013 Perşembe

Hacıannem'e ...

Yaş 19-20..Artık elimde valizim geziyorum. Trabzon'a dönsem  anılar zamanın  fırçası ile şekil değiştirmeye başlamış, alışkanlıklar İstanbul'un özgürlüğü ile şekillenmiş..İstanbul'a dönsem özüm Anadolu gurbet hep içimde yara, zaman geçtikçe kaybettiklerim beni korkutmuş,her geçen yıl toprağımın denizimin kokusu daha çok başıma vurur olmuş. Hiç bir yere ait değilim. Bir de yurtta kalma hakkım bitti okul uzadı..oh! Hırçınlaştırmış hayatla mücadele beni; dağlarım daha yalçın, dalgalarım daha köpüklü olmuş.

Tam o zamanlara başlar sevginin isyana ve öfkeye zaferinin öyküsü, tam da o zamanlardır bulutların arasından güneşin yüzünü gösterişi..tam da o zamanlardır Hacıannem'in hayatıma girişi.

Kalacak yerim olmayınca lisedeki tarih hocamın ablası ve annesi evlerini açtılar bana. Yeşilköy sahilinde muazzam bir ev. Pek fazla tanımadığım bu insanların davetini kabul etmek zorunda kaldım her ne kadar birilerinden iyilk kabul etmek işime gelmiyorsa da. Onlar yazın yazlıktaydılar,ev boştu, onlar dönene kadar yurt çıkmalıydı. Ülker Abla'nın iş yerine gittim evin anahtarını almaya. Mercan'da  toptan plastik-cam eşya satan bir yer.Ufak tefek, soğuk ve mesafeli bakan bir çift gri göz, sade - kibar-ama çelik gibi iradeyi ortaya koyan bir tarz. Beni kalacağım eve götürdü, buzdolabına ufak tefek koymuş, evle ilgili bilgi verdi, kuralları açıkladı, tüpü doldurmuş, mecbur kalırsam telefonu kullanabilirmişim filan falan. Ufff....kurallar!

O gittiğinde bana tamamen yabancı olan bu evde biraz merakla biraz ürkerek dolaştım. Keyfime diyecek yoktu. Sahanı buldum, bir yumurta kırdım, bulaşığı yıkadım ve sonra yurttaki odam kadar büyüklükte bir yatağa kendimi atarak bunca zaman birikmiş olan "ne olacak şimdi"lerimin yorgunluğuyla uyuyakaldım.

Kolay değildir ailesine bağlı biri için gurbette okumak yurtta kalmak. Haftasonları birilerine evci çıkarsınız çamaşırı yıkatabilmek , bir banyo yapabilmek umuduyla. Her gittiğiniz evde onların kurallarına uyulması beklenir. Açsanız açım diyemezsiniz, beklersiniz herkes acıksın o sofra kurulsun..bi banyo yapsam diyemezsiniz ev sahibinin daveti gereklidir.Yük olmamak, laf işitmemek adına bir gittiğiniz yere  bir daha gidebilmek için uzun zaman geçmesi gereklidir, hesaplarsınız...

O ilk gece uyandım karanlığın ortasına. Nerede olduğumu bir türlü hatırlayamıyordum. Trabzon'da evimde miydim, Erzurum'da ablama mı gitmiştim,Avcılar'da amcamda mıydım,Fatih'te teyzeme mi uğramıştım, İzmit'te Ayla'lara mı gelmiştik topluca..neredeydim neredeydim neredeydim? Oda yabancı ışık yoktu, uzakta bir yerde durmaksızın bir telefon çalıyordu, kapıyı bir türlü bulamıyordum,kalbim deli gibi atmaya başlamıştı,telefon hiç ama hiç susmuyordu, ellerimle duvarları yokluyor kapıyı arıyordum ama yoktu yoktu yoktu....ağlamaktan ve yorgunluktan bitap düşüp yatağa serildim ve bir kez daha karanlığa teslim ettim kendimi.

O isyankâr küstah dik duruşun arkasındaki kırgınlığı, korkuyu, bıkkınlığı anlamaları mümkün değildi. Anlamadılar da zaten. Onlar anlamadıkça rüzgârlarım sertleşti, yamaçlarım dikleşti. Kimseye minnet ettiğim yoktu!

Sonra zaman hızla geçti ve Ülker Abla ile Hacıanne yazlıktan döndüler. Her akşam sahana bi yumurta çak keyfim elden gitmiş, bana tanınan süre bitmişti. Utana sıkıla biraz daha süre istedim. Ülker Abla yine soğuk bir nezaketle sorun olmadığını söyledi ama ancak bastona dayanıp yürüyebilen, vücudu iki büklüm olan Hacıannem gülerek eve ses olacağımı, bunun iyi   bir şey olduğunu söyledi. Gülüşü içime işlemişti, farkında olmadan ona gülümsediğimi hatırlıyorum.

Bu noktada şunu söylemeliyim ki insanların beni anlamadığından, bencilliklerinden dem vururken ben de aynını yapıyormuşum oysa. Ülker Abla'nın buz maskesinin altında sevecen, kırılgan bir hanım yattığını ve deneyimlerle edinilen buz maskesinin bu dünyanın en hassas kalplerinden birini korumaya yönelik olduğunu anlamam çok uzun zamanımı aldı.

Onlarla yaşamaya başladığımda kuyruğu dik tuttum. Ülker Abla 5 gibi ve oldukça aç geliyordu işten ve yemek de o saatte hazır oluyordu. Oysa ben, kaynaşmak ve evden biri olmak niyetinde hiç ama hiç değildim. Uyku zamanına yakın geleyim sabah erkenden gideyim hem böylece yük olmayayım istiyordum. İlk seferde akşam 20:00 gibi eve geldim. Ülker Abla kızgındı. Evin kuralları olduğunu, saat 17 'de eve gelmem gerektiğini, gelemeyeceksem telefonla haber vermek zorunda olduğumu anlattı sakin ama vurgulu bir ses tonuyla. Cevap vermeksizin, özür dilemeksizin dinledim onu. Sokakta kitap satıyordum ve gecikmem çok da anormal değildi ama bunu ona anlatmaya niyetim yoktu. Sözü bitince sessizliğimin tepkisini anladı. "Anlaşıldı mı" diye sordu yine sakin ama çok da yumuşak olmayan bir sesle. "Bakarız" dedim yaşımın ve yaşantımın verdiği tüm küstahlıkla. Sonra kalktım,aç olmadığımı söyleyip yattım. Hacıanne ile Ülker Abla'nın sessiz konuşmalarının yattığım odadan anlaşılmayan kelimelerinin gölgesinde uyudum. O hafta o evden yollanacağımı biliyordum.

Ertesi gün saat 19 gibi ve telefonla haber vermeksizin döndüm okuldan. Fırça-kavga-kovulma ama her neyse olacak olan acaip hazırlıklıydım: umurumda bile değildi.Hayat, o kadar çok şeye uyum sağlamaya zorluyordu ki beni ve o kadar çok şeyle mücadele etmek zorundaydım ki bir eksik bir fazla hiç fark etmezdi doğrusu. Ellerim ceplerimde indim otobüsten eve doğru yollandım. Evin olduğu sokağa girmek için köşeyi döndüğümde Hacıannemin bastonuna dayanmış iki büklüm halde camda beni beklediğini gördüm. Dik  tuttuğum başımı eğdim, eve çıktım.

Sofra kuruluydu ama kimse yemek yememişti. Ülker Abla gazetesini okuyordu. Hacıanne bastonu ile gelebildiği kadar hızlı geldi yanıma "merak ettim" diyerek sarıldı.

Tüm kalelerim yıkılmış, tüm kibrim-isyanım-küstahlığım-huysuzluğum paramparça olmuştu. Kavgaya hazırdım, defedilmeye, terslenmeye hazırdım..ama buna hiç!

Ülker Abla benim ne yapacağımı bilmez halime bıyık altından gülerek "hadi hadi sonra kucaklaşırsınız öldüm açlıktan" dedi. Artık kızarmam, kaşarın tekiyim sanıyordum. Yüzüme kan hücum etmesinin o mahcup huzurunu unutmuşum. Ağzımın içinde özür ve elimi yıkamakla ilgili bir şeyler geveleyip banyoya koşturdum, ellerimi yıkayıp sofraya geçtim. Ne sitem ettiler, ne laf sokuşturdular. Bir aile idik ve yemeğimizi birlikte yedik.

O günden sonra bendeki değişimin hızı akıl alır gibi değildi. Hacıannemin sabahları beni görünce pırıl pırıl gülen yüzü, Ülker Abla'nın gittikçe yüreğimi ısıtan gülüşü, akşam kahvesini benim yapmam gibi ritüellerle hayatın içinde yer alışım...Kirli kot pantolonu ile sokaklarda gezen öfkeli kız hatırlayamayacağım kadar uzaklaşmıştı benden. Bana ayrılmış turuncu ders çalışma koltuğumda ders çalışıyor, Hacıannemin şifalı elleri ile coşan menekşelerinin renginde gönlümü demliyor, Ülker Abla'nın kuralcılığının benim şen kahkahalarım ve  şımarıklıklarım arasında yerle bir oluşunun keyfini yaşıyor onları çok ama çok ama çok seviyordum. Yunanistan göçmeni olan ailenin geliş öyküsü, Atatürk sevgileri,Cumhuriyete sahip çıkışlarının yaşanmışlarla oluşan anıları beni derinden etkiliyordu. Yaşam, kendisiyle birlikte ona bakışımı da değiştirmişti.

Ailelerini ailem belledim. Akraba ziyaretleri, misafir gelişi, bulaşık yıkamak, hafta sonu kahvaltılarında ayva reçelinin ayvası için kavga etmek...ölesiye mutluydum. Hacıannemin eşsiz yemeklerinin sırrını öğrenmeye çalışıyor, sabahları kalktığımda ona illa rüyamı anlatıyor, eskilere ait hiç duymadığım deyim ve ata sözlerini not almaya çalışıyordum. Heyyy, örgü bile öğrenmiştim ben! Yaşamak huzur dolu ve güzel bir uzun gün gibiydi.

ÜLKER ABLA VE ÇOCUKLARIM
Zaman aldıklarını geri verse keşke...Şimdi yüzyıllar kadar uzak geliyor bana o evden ayrıldığım yaz. Daha sonraki yıllarda evlenişim ama onlardan hiç kopmayışım, Hacıannem hasta olduğunda gece kimselere izin vermeyip yanında benim kalışım, tüm kirlenmişliğimle gittiğim evinden sevginin arındırıcılığı ile hafifleyip çıkışım, çocuklarımı sevişi, eşimden şikayet edince bastonu sallayıp beni tersleyişi, gülüşü, bana ayırdığı aşureleri..beni gönülden sevişi.

Hacıannemin öldüğünü söylediklerinde aslında artık bunu bekliyorduk. Yeşilköy'deki eve gittiğimde üzgündüm. Otobüsten indikten sonra apartmanın olduğu sokağa girmek için köşeyi döndüğümde camda beni bekleyen sillueti aradı gözlerim. Sonra eve çıktım. Naşide Hala'yı hatırlıyorum hayal meyal..içeri girdim. Eve baktım...sonra kimsenin ölümünde ağlamayan ben ömrümde hiç ama hiç ağlamadığım kadar ağladım. Ciğerlerim acıyana, gözlerim yanana, söylenen hiç bir sözü anlamayana kadar ağladım.

Mezarına asla gidemedim.Bu, aradan geçen onca yıla rağmen benim dayanabileceğimin çok ötesinde.

Onu son görüşümde "beni unutma" demişti
Seni unutmak mı?..sanki bu mümkünmüş gibi... seni öyle özlüyorum ki Hacıanne

Nurlar içinde yat Hacıanne'm..mekanın cennet olsun
Okuduğum tüm dualar "evladından" diyerek gelip seni bulsun...nurlar içinde yat..nurlar içinde


Bazen bir tek kişinin eksikliği tüm dünyayı ıssızlaştırıverir... BUSCAGLIA

8 Kasım 2013 Cuma

Bir Minik Fırtınaydı..Geçti

Ama ne gelirdi ki elimden onu çok sevmekten başka?

Hayatın müdahale edilemeyecek alanlarından birinde yine burnundan alevler saçan ejderhaların saldırısına uğramıştım. Selin(13) en yakın arkadaşının hiç yoktan başkası ile yakınlaşıp kendisinden uzaklaşmasından dolayı üzgünötesi gözyaşları döküyordu. Yüzümde "her şey kontrolümde bebek!" tebessümü ile onu dinlesem de döktüğü her gözyaşı taze karın üzerine yağan yağmur misali beni yok ediyordu. O anlatmayı sürdürdükçe derdini bana dökmesine minnettar dinlemeyi sürdürdüm. Habire , es vermeden sınavlara girmekten, habire deli gibi ders çalışmaktan,sevdiği dizilerden-kahramanlarından-kitaplardan-sinemalardan kısacası hayatın ona ayrılmış paydasından hiç bir şeye dokunamadan uzak kalmaya isyan etmişti. 

Araya girip sorularını cevaplamak ve teselli etmek, yanlışları ve doğruları sıralayıp arada yerini almasını sağlamak için çıldırsam da sustum.Dinlemekten çok anlatmayaydı ihtiyacı, boyun eğdim.O boşaldı ben doldum ama yine dayandım sustum. "Aşkım" yerine "akkım" derdi bebekken. Hiç yoktan aklıma geldi.Altını temizle,karnını doyur ..uyusun işte ne güzeldi o günler dedim içimden."Büyüsün" demek gafletinde bulunduğum her gün için kendime içtenlikle beddua ettim.



















Sınav sistemini değiştiremezdim..arkadaşlık ilişkilerinde seçtiği kişilerin ona yakın olmasını yapay ve geçici sağlamak gelirdi elimden...onu çok sevmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Onu varlığımın her zerresi ile kana kana sevdim.Ağlayabildiği ve anlatabildiği için Allah'a şükrederek sınır tanımaksızın,herhangi bir tanıma sığmaksızın kızımı daha da çok sevdim.

"Kardeşin var,biz varız" dedim sonra. Arkadaşların mevsimler gibi,gelir ve geçerler.İz bırakabilirler, çok keyifli olabilir yaşananlar hiç sevmeyebilirsin getirdiklerini...ama kardeşin güneş gibi;gece olsa senin için ay aydınlatan gündüz olsa güneşi parıldatan o. O hep seninle,o hep seni seven, o bu dünyaya senin için gelmiş olan,o senle tamamlanıp seni tamamlayan.


Söylediklerinin hepsinde haklı olsan da herkes bu filmi yaşıyor,senarist de biz değiliz.O zaman uyum sağlamak olsun ilk işimiz...Telafisi olmayan bir dönemde yok yere hata yapmayalım,bu sene son sınavdan sonra senle beraber alemi dağıtalım :-)

Gülümsedi ve sakinleşti; şimdi dağlarda eriyen karların gürültülü ,coşkun ve kontrolsüz akan suları ile çağlamıyordu..ritmi gittikçe sakinleşen,akışı mırıltıya dönmüş tatlı bir nehre dönüştü.

Odasına çekildiğinde daha ne yapabilirdim diye düşündüm.Gülmeye ve o ortamdan uzaklaşmaya ihtiyacı var...bir kez daha işten çıkartıldığımı, işsiz olduğumu ona söylememekle ne iyi ettiğimi düşündüm. Sonra anne kalbindeki acil durum eylem planı sandığını açtım ve tam da aradığım şeyin orada olduğunu gördüm. Derhal işleme koyuldum.

Aradan yarım saat geçtiğinde Selin'e ve Nehir'e 2 hafta sonrasına Komedi Dükkanı için bilet aldığımı, Tolga Çevik'i izlemeye gideceğimizi söyledim. Çığlıklar, heyecanlı küçük kesik cümleler,tekrar çığlıklar,birbirlerine ve bana sarılışlar havada uçuştu. 


Şu işsiz parasız halimde bir dünya param gitti ama umurumda da değil,vallahi değdi.

Gece, uyurken yanına gidip izledim ağlamaktan kızarmış burnu ile uyuyan kıvırcık saçlı prensesimi..dudaklarının kenarındaki o miniminnacık tebessümün sahibi olmak bana haz verdi...yorgun bir kadın,güçlü bir anne,ikircikli düşüncelere dalmış bir insan olarak geceye daldım yıldızlara bakıp çok eski şarkıları hatırlayarak.










19 Ekim 2013 Cumartesi

Zaman bölü zaman...

İstanbul
Saat sabaha karşı 4
Gece karanlık
Aydınlığa,çocuk seslerine,kuşların uyanışlarına ve yalnızlığın özgür suskunluğunun bitişine az kaldı.
Mavi, neredeyse gelecek...

Uyku..heyhat yine uğramadı sokağıma
Düşler uykusuzlukla yoğruldu, düşler sahibine ulaşamadan uyuyakaldı...

En fazla ne kadar öncesini hatırlayabilir insan?
Annemin beni ayaklarında sallayıp ninni söylediğini hatırlayabiliyorum en geride
Gülümseyerek söylediği ninni bittiğinde uyumamak ve onu biraz daha dinleyebilmek için verdiğim mücadeleyi kazanmış olmanın sevinci ama uykuya duyduğum ihtiyacın verdiği yorgunlukla başımı kaldırıp içleri pırıl pırıl sevgiyle aydınlanmış gözlerine bakar ve çocuklara has netlikle "bi daha" derdim. Annem güler, ayaklarımı sıkar hafifçe ve nazlanmadan, sıkılmadan yavrusuna seslenişini sürdürürdü ninnisiyle.

Belki minicik bir çocukla olmanın, onun ileride bu anları hatırlamayacağını düşünmenin, onun farkındalığının olmadığını düşünmenin verdiği bir inançla yüzünün aldığı hali, tavırlarını hatırlıyorum. Saf, yoğun, katışıksız sevgi; sevdiğiyle başbaşa kalmış ama bir odada yalnızmışcasına perdesiz, korunaksız, olduğu gibi!

Bana baktığında hep gülümsemesini severdim. Onu seyrederdim. Bana kıyamamasını , uyandığında dalgın bakışlarında "bizim için" yapacaklarını sıralamasını , giyinirken-yemek yerken-komşuları ile sohbet ederken hayatın tüm akışı içinde bana ait alan ayırışını ve bu bütünleşmenin diğer insanlarca görülememesindeki sihri severdim. Beni , tüm dünyaya tercih etmesini severdim.. çocuk kalbinin sonsuzluğunun tamamı ile ben de onu severdim.

Şimdi ondan 1150 km uzakta İstanbul'un sesleri içinde şafağı beklerken annemi yanıbaşındaymışım ve uykusunda izleyebiliyormuşum kadar canlı gözümün önüne getirebiliyorum. Seneler saçındaki beyazlıkları,daha çabuk yorulan bedeni getirmiş olsa da eli yanağında uyuyuşunun ardından uyandığında yine dalgın gözlerinde "bizim için" yapabilecekleri sıraladığını biliyorum.


Özlem, kavuşma ümidi oldukça insanı olgunlaştıran,pekiştiren bir duygu. Canı yansa da "özleyebileceğim biri var" demenin lüksünü yadsıyamıyor yürek.

Özlenebilecek biri olabilmek için de sadece bugünü yaşamaktan olabildiğince uzaklaşabilmeyi hatırlamak gerektiğini görüyor. Sadece yaşanılan an için yaşanmışları ve yaşanacakları bir kalemde silip atan insan kendisini ne kadar şiddetle yok ettiğini görebilse nefsine ve zamana hakimiyeti biraz daha artardı belki de.