23 Ekim 2013 Çarşamba

Zaman zaman...

Selin ana okuldaydı, "hem karada hem denizde yaşayan canlı türü" diye sormuşlar "dedem " demiş.
Yıllarca güldük ona
Balık çeşitlerine "kalabalık" yazdığından bile daha çok güldük.

Bu sabah okul servisine  neşeyle koşarak giden genç kızın ardından bakakaldım. Orada, daha dündü yemin ediyorum ;tombik elleri kıvırcık saçları ile akasya ağacının en alt dallarına ulaşmak için kedi gibi zıplayan bir kız vardı. Servis ablası ellerinden tutup onu servise götürdüğünde kıskanırdım başkasının elini tutuşunu. Rahmetli Pembe Teyze' nin evinin kapısında sokaktan geçen araçlardan sakınarak bekleyen pembe kürkünün arasında tatlı yanakları kaybolmuş minicik bir kızdı o. Şimdi ne Pembe Teyze kaldı ne bahçesindeki akasyalar ne de o minicik kız çocuğu.

Selin

Kış güneşi desem değil yaz güneşi desem hiç değil sarı kuvvetli ışığıyla bizi kucaklayan neşeli bir sıcaklık bugünkü. Selin'in ardından bakarken tüm tezat duyguları aynı anda yaşatabilen annelik tıpkı bahar esintisi gibi dolandı kanımda. Büyüdü benim kızım..gururu ile büyüdü benim kızım...korkusu , büyüdü benim kızım hüznüne karıştı.

Ekim 2013



Sonra, Nehir çekiştirdi eteğimden televizyonun kumandası nerede diye..Öyle ya, o da hazırlanıp okula gidecek;kahvaltı keyfini hazırlıyor kendine. Oysa o, az önce bahsettiğim kıvırcık saçlı yumurcağı yolcu ederken kucağımda emziği ile ablasına el sallayan bebekti. "Matematik ödevimi gördün mü anne" yerine"mammm!"(anne) "mamm"(yemek) "mamm" (su) diyen bebeğimdi.


Nehir

Yahu zaman, anladık hızlı geçecek bizleri hep şaşırtmayı başaracaksın...
Anladık sen yapman gerekeni hep yapacaksın
Ama annelere bir ayrıcalık yapsan olmaz mı diyorum
Anneler kendi gönüllerinde tutsak
Annelerin intihar etme özgürlükleri bile yok



21 Ekim 2013 Pazartesi

Deniz Kızının Hüznü

Büyük acılar, büyük sevgiler ,büyük özlemler sessiz olurmuş
İçimden bile konuşmuyorum..o kadar yani

Ne büyük haksızlıktı beni sürgün etmeleri!
Sadece büyükbaşın birinin ayıbına şahit oldum diye!
Ve sadece onlarla aynı görüşte değilim diye!
Ve sadece güçlü olanın haksızlık etmesine,zayıfı ezmesine gücüm yetti de engel oldum diye!

Ne büyük keyifti onca fırtınada başı dik durmak,onurunu soğuk havada kolunun altına sıkıştırdığın sıcacık taze ekmek gibi yürek dolusu sevinçle ,tertemiz hissetmek...



Nasıl canım yandı! Çocuklar gibi ağladım onca yılımın emeğinden ayrılırken..

Bir de küfreder gibi hain ve korkak ve aptal ama hain olana verdiler sevdiceğimi!

("O gün" üzgündüm yaşadıklarım, "bugün" mutluyum bedeli ağır olsa da özgürlüğüme kavuştuğuma. )

Dostluktu , paylaşılan simitti , hesapsız gülüşler ortak ağlayışlardı , özgürce doyasıya maviye bakma hakkıydı orası benim için
Eşşek gibi çalışıp insan gibi karşılığını almaktı; karşılık asla para değildi..istediğim de!

Ve tabii en önemlisi "O"na yakın olabilmekti.

Hakkında kulağıma fısıldanan tüm olumsuz sözlere rağmen "O"nu sevmemek elimde değildi.
Başta düşmanımdı..elinde sanal bir sopa reel acıtarak kovalıyordu beni
Önemsemiyordum, hatta zaman zaman basit buluyordum onu
Sonra ilk cemre, sonra ikinci ..derken üçüncü cemre düştü.
Ve her şey ama her şey değişti.

“Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez, umulmadık 
anda birden bire boşanmaz insanın tepesinden.
 Azar azar gelir. İnsanın hayata ve çevresine 
karşı davranışları getirir mutluluğu, azar 
azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle 
doğar..”

Cengiz Aytmatov - Toprak Ana

"O"nunla çalışmak çok güzeldi.

En stresli anda bile benimle mizahı paylaşıp kahkahalarla gülebilen
En önemlisi hala çocuk kalabilen...

Zeka, parlatırdı mütevazı bakışlı gözlerini.
Çocuklarından bahsedişini severdim;insan olduğunu bilirdim
Vazgeçmeyişini, öğrenmeye açlığını
Her zerresini hak ettiğim bana güvenişini severdim
Bilirdim İstanbul onun da yüreğinde kök salamamış tüm ihtişamına rağmen
Lüküs arabalara bakarken gözlerinin parladığını görmedim ama parlardı gözleri neşeyle ve ilgiyle yükün altında ezilmeyen bir eşeğe bakarken...

"Trabzon" daki "ı" hari gibiydi..hep oradaydı ama kimseler onu göremezdi.

Lakin, dostluğu bile sakınımlı yaşadık hoyrat rüzgarlarda incinmesin diye,
Lakin, biz çok farklıydık her şeye rağmen yine de.

Aynı konuda aynı şeyi düşünmesini severdim
Bilmeden aynı cümleleri sarf edişimizi
Hızlı düşünmesini, "beklemeyişimi" severdim en çok
İlyas'tan beter, Cemşit'ten beter hatta topuklu ayakkabısı ile dağı aşıp kamyondan hızlı giden Asya'dan beter olacağımı bilirdim..yapabileceğim bir şey yoktu;boyun eğdim ve bekledim.


Dostluğun aşktan daha kuvvetli çizgisi var ve üstelik dostluğun cinsiyeti yok. Aşkta öfke,şiddet ve dahi şehvet vs vs bir çok duygu olabiliyor. Oysa dostluk katışıksız vefa,özveri,sevgi ve güveni barındırıyor . İkisi de bulduğunuzda sizi mutlu ediyor, ikisi de kaybettiğinizde canınızı çok yakıyor.


Şimdi, dik yamacın başında sert deniz rüzgarları ile beni bir başıma bırakışına kırgınlığımı suskun özlemlerle perçinliyorsam , ağzımı açmayıp kendimle bile konuşmuyorsam , "ötekiler" canıma okumak için alfabenin her harfini kullanırken "neden yanımda değil" demek yerine onun kendi zor mücadelesinde kendi destanını yazdığını görüp onu yormalarına üzülüyorsam ........

Ben, aşkı her şeyden üstün ve güçlü sanırdım;
Dostluk, bir çok konuda aşktan daha üstünmüş meğer

Tıpkı deniz kızları gibi...

"Günlerini, anlamanın sözsüz gayya kuyusunda geçirirler. Hiç bir şey düşünmezler; yalnızca anlarlar. (Denizin Sırları/Peter Ustinov)




20 Ekim 2013 Pazar

ANNABEL LEE

ANNABEL LEE 


Senelerce senelerce evveldi 
Bir deniz ülkesinde 
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz 
İsmi; Annabel Lee 
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten 
Sevmekten başka beni 
O çocuk ben çocuk, memleketimiz 
O deniz ülkesiydi 
Sevdalı değil karasevdalıydık 
Ben ve Annabel Lee 
Göklerde uçan melekler 
Kıskanırlardı bizi 
Bir gün işte bu yüzden göze geldi 
O deniz ülkesinde 
Üşüdü bir rüzgarından bulutun 
Güzelim Annabel Lee 
Götürdüler el üstünde 
Koyup gittiler beni 
Mezarı oradadır şimdi 
O deniz ülkesinde 
Biz daha bahtiyardık meleklerden 
Onlar kıskanırdı bizi 
Evet! Bu yüzden "Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi" 
Bir gece rüzgarından bulutun 
Üşüdü gitti Annabel Lee 
Sevdadan yana kim olursa olsun 
Yaşca başca ileri 
Geçemezlerdi bizi 
Ne yedi kat göklerdeki melekler 
Ne deniz dibi cinleri 
Hiç biri ayıramaz beni senden 
Güzelim Annabel Lee 
Ay gelir ışır, hayalin erişir 
Güzelim Annabel Lee 
Orda gecelerim uzanır beklerim 
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim 
O azgın sahildeki 
Yattığın yerde seni... EDGAR ALLAN POE



Annabel Lee

It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of ANNABEL LEE;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.

I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea;
But we loved with a love that was more than love-
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.

And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud, chilling
My beautiful Annabel Lee;
So that her highborn kinsman came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.

The angels, not half so happy in heaven,
Went envying her and me-
Yes!- that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud by night,
Chilling and killing my Annabel Lee.

But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we-
Of many far wiser than we-
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee.

For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I feel the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling- my darling- my life and my bride,
In the sepulchre there by the sea,
In her tomb by the sounding sea. 

19 Ekim 2013 Cumartesi

Zaman bölü zaman...

İstanbul
Saat sabaha karşı 4
Gece karanlık
Aydınlığa,çocuk seslerine,kuşların uyanışlarına ve yalnızlığın özgür suskunluğunun bitişine az kaldı.
Mavi, neredeyse gelecek...

Uyku..heyhat yine uğramadı sokağıma
Düşler uykusuzlukla yoğruldu, düşler sahibine ulaşamadan uyuyakaldı...

En fazla ne kadar öncesini hatırlayabilir insan?
Annemin beni ayaklarında sallayıp ninni söylediğini hatırlayabiliyorum en geride
Gülümseyerek söylediği ninni bittiğinde uyumamak ve onu biraz daha dinleyebilmek için verdiğim mücadeleyi kazanmış olmanın sevinci ama uykuya duyduğum ihtiyacın verdiği yorgunlukla başımı kaldırıp içleri pırıl pırıl sevgiyle aydınlanmış gözlerine bakar ve çocuklara has netlikle "bi daha" derdim. Annem güler, ayaklarımı sıkar hafifçe ve nazlanmadan, sıkılmadan yavrusuna seslenişini sürdürürdü ninnisiyle.

Belki minicik bir çocukla olmanın, onun ileride bu anları hatırlamayacağını düşünmenin, onun farkındalığının olmadığını düşünmenin verdiği bir inançla yüzünün aldığı hali, tavırlarını hatırlıyorum. Saf, yoğun, katışıksız sevgi; sevdiğiyle başbaşa kalmış ama bir odada yalnızmışcasına perdesiz, korunaksız, olduğu gibi!

Bana baktığında hep gülümsemesini severdim. Onu seyrederdim. Bana kıyamamasını , uyandığında dalgın bakışlarında "bizim için" yapacaklarını sıralamasını , giyinirken-yemek yerken-komşuları ile sohbet ederken hayatın tüm akışı içinde bana ait alan ayırışını ve bu bütünleşmenin diğer insanlarca görülememesindeki sihri severdim. Beni , tüm dünyaya tercih etmesini severdim.. çocuk kalbinin sonsuzluğunun tamamı ile ben de onu severdim.

Şimdi ondan 1150 km uzakta İstanbul'un sesleri içinde şafağı beklerken annemi yanıbaşındaymışım ve uykusunda izleyebiliyormuşum kadar canlı gözümün önüne getirebiliyorum. Seneler saçındaki beyazlıkları,daha çabuk yorulan bedeni getirmiş olsa da eli yanağında uyuyuşunun ardından uyandığında yine dalgın gözlerinde "bizim için" yapabilecekleri sıraladığını biliyorum.


Özlem, kavuşma ümidi oldukça insanı olgunlaştıran,pekiştiren bir duygu. Canı yansa da "özleyebileceğim biri var" demenin lüksünü yadsıyamıyor yürek.

Özlenebilecek biri olabilmek için de sadece bugünü yaşamaktan olabildiğince uzaklaşabilmeyi hatırlamak gerektiğini görüyor. Sadece yaşanılan an için yaşanmışları ve yaşanacakları bir kalemde silip atan insan kendisini ne kadar şiddetle yok ettiğini görebilse nefsine ve zamana hakimiyeti biraz daha artardı belki de.

18 Ekim 2013 Cuma

Notre Dame de Paris - Belle HD



FRANSIZCASI:
belle
c'est un mot qu'on dirait invente pour elle
quand elle danse et qu'elle met son corps a jour tel
un oiseau qui etend ses ailes pour s'envoler
alors je sens l'enfer s'ouvrir sous mes pieds
j`ai pose mes yeux sous sa robe de gitane
a quoi me sert encore de prier notre dame
quelle 
et celui qui lui jettera la premiere pierre
celui la ne merite pas d`etre sur terre
oh lucifer oh laisses-moi rien qu'une fois
glisser mes doigts dans les cheveux d'esmeralda
belle 
est-ce le diable qui s'est incarné en elle 
pour détourner mes yeux du dieu éternel 
qui a mit dans mon être ce désir charnel 
pour m'empêcher de regarder vers le ciel
Elle porte en elle le péché originel 
la désirer fait-il de moi un criminel?
celle qu'on prenait pour une fille de joie une fille de rien
semble soudain porter la croix du genre humain
oh notre dame oh laisses-moi rien qu'une fois
pousser la porte du jardin d'esmeralda
belle
agresseait grands yeux noirs qui vous encorcellent
la demoiselle serait-elle encore pucelle?
quand ses mouvements me font voir monts et merveilles
sous son jupon au couleur de l'arc-en-ciel
ma dulcinee laissez-moi vous etre infidele
avant de vous avoir mene jusqu'a l'autel
quelle
et l'homme qui detournerait son regard d'elle
sous peine d'etre changer en statue de sel 
oh fleur de lys
je ne suis pas un homme de foie
j'irai cuellir la fleur d'amour d'esmeralda
j'ai pose mes yeux sous sa robe de gitane
a quoi me sert encore de prier notre dame
quelle
et celui qui lui jetera la premiere pierre
celui la ne merite pas d'etre sur terre
oh lucifer oh laisses-moi
rien qu'une fois glisser mes doigts dans les cheuveux d'esmeralda

İNGİLİZCESİ:
belle,is the only word i know that suits her well
when she dances oh,the stories she can tell
a free bird try out her wings to fly away
and when i see her move i see the hell to pray
she dances naked in my soul and sleep won't come
and it's no use to pray this prayers to notre dame
tell,who'd be the first to raise his hand and throw a stone
i'd hang him high and laugh to see him die alone
oh lucifer,please let me go beyond god's love
and run my fingers through her hair esmeralda
belle,there is a demon inside her who came from hell
and he turned my eyes from god,oh,i fell
he put this inside me i'm ashamed to tell
without my god inside i'm just a burning shell
the same of eve she has in her i know so well
for want of her i know i'd give my soul to sell
bell,this gypsy girl is there a soul beneath her skin
and oh she bears the cross of all our human sin
oh notre dame please let me go beyond god's love
open the door of love inside esmeralda
belle,eventhough her eyes seem to lead us to hell
she may be more pure more pure than the words can tell
but when she dances feelings come no man can quell
beneath her rainbow coloured dress there burns the well
my promised one please let me one time be untrue
before in front of god and man i marry you
who would be the man who'd turn from her to save his soul
to be with her i'd let the devil take me whole
i am a man who knows no love
i go to open up the rose esmeralda
she dances naked in my soul and sleep won't come
and it's no use to pray this prayers to notre dame
tell,who'd be the first to raise his hand and throw a stone
i'd hang him high and laugh to see him die alone
oh lucifer,please let me go beyond god's love
and run my fingers through her hair esmeralda

TÜRKÇESİ:
güzel, onu en iyi tanımladığını bildiğim kelime
o dans ettiğinde, anlatabildiği hikayeler
özgür bir kuş uçmak için kanatlarını açıyor sanki
ve onun hareketlerini izlerken dua ettiğim cehennemi görüyorum
ruhumda çıplak dansediyor ve uyku bana gelmiyor
ve notre dame'a ettiğim bu dualar işe yaramıyor
söyle, ilk elini kaldırıp taşlayan kim olurdu
ben o kişiyi yüceltir ve sonra yalnız başına ölmesini izleyip gülerdim
lusifer lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
ve parmaklarımı onun saçlarında gezdireyim esmeralda'nın
güzel, ama onun içinde cehennemden gelen bir iblis var
ve o iblis beni Tanrı'dan uzaklaştırıyor, düştüm
bunu benim içime koydu ki söylemeye utanıyorum
içimde Tanrım olmadan ben sadece yanan bir kabuğum
içindeki kişi Havva'nın aynı çok iyi biliyorum
onun isteği için biliyorum ki ruhumu satardım
güzel, bu çingene kızın teninin hemen altında bir ruh var
ve biz tüm insanların günahlarını taşıyor
notre dame lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
esmeralda'nın içindeki aşkın kapısını açayım
güzel, onun gözleri bizi cehenneme götürecek gibi görünse de
o, kelimelerin anlatabileceğinden çok çok daha saf olabilir
ama o dans ettiğinde hiçbir erkeğin bastıramayacağı hisler uyandırır
gökkuşağı renkli elbisesinin altında yanan bir kaynak vardır
bana vaat edilenim lütfen bırak bir kez yanlış yapayım
Tanrı'nın önüne çıkmadan önce seninle evleneyim
bunu kim yapardı kim ruhunu ondan korumak için arkasını dönerdi
onunla olmak için bırakırdım şeytan beni tümüyle alsın
ben hiç aşk bilmeyen bir adamım
ama esmeralda gülünü açtırmaya gidiyorum
ruhumda çıplak dansediyor ve uyku bana gelmiyor
ve notre dame'a ettiğim bu dualar işe yaramıyor
söyle, ilk elini kaldırıp taşlayan kim olurdu
ben o kişiyi yüceltir ve sonra yalnız başına ölmesini izleyip gülerdim
lusifer lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
ve parmaklarımı onun saçlarında gezdireyim esmeralda'nın



MFÖ - Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da

Çıplak Ayaklı Kontes

"Ayakkabım yok diye üzülüyordum, baktım karşımdakinin ayakları yok" felsefesini hiç bir zaman sevmedim ben. Beri yandan baktığınızda ayakkabı odası olan insanlar da var. İnsan teselliyi umutta ;ama boş hayalde değil "umutta" bulmalı. Ayakkabısı yoksa beterin beteri var diye tembel teselliler edinmek yerine ayakkabısının neden olmadığını düşünüp ,ayakkabı edinmek için ne yapabileceğine bakmalı.

Zor zamanların bunaltıcı labirentlerinde kaldığımda günlüklerimi okumayı öğrendim.Yaşam, görebildiğimizde kendi başına nasihat zaten. Kendimi çok üzgün, çok berbat, çok çaresiz hissettiğim zamanlarda 19 yaşında bir genç kızın satırlarında teselli bulabilmek çok garip. Üniversitenin ilk yıllarında Trabzon'dan İstanbul'a geldiğimde yaşadığım ikilemler, aile özlemi,gelecek endişesi,parasızlık,yurt hayatı,ilk iş deneyimleri, aşk acısı, hastalık, dost kazıkları, işsizlik....unuttuğum yüzlerce ayrıntıda mevcut gözbebeklerimde saklı gülüşlerimin ya da temkinli adımlarımın,kolay vazgeçişlerimin sırları. Ta o zamanlarda o yaşlarda o zor koşullarda yenmişim zorlukları şimdi neden olmasın deyiveriyor insan kendine.Yeniden başlamak için ayağa kalkmak bir yıkılış değil diriliş halini alıveriyor.





































Yeniden başlamak...eskiye ait çok sevdiklerinizi de satırlarınızdan silmek anlamını taşıdığında zor bir şey gerçekten."Geç buldum çabuk kaybettim" oluveriyor ne yazık ki şarkılar ,en sevdiklerinizden olup bunu asla söyleyemediklerinizin bir kısmına. Doğduğunuz coğrafya ne çok şeyin belirleyicisi oluyor diye düşünmeye başlıyorsunuz bir süre sonra yasakların yazılı olmayanları sizi kuşatmaya başladığında. Özlemler, anılar daha sizin için tazeliğini ve değerini yitirmeden ana yoldan ayrılıp sizi çağıran patikaya sapmak ve yeni yollara bir başınıza ; hüznün, özgürlüğün neşesine karışmasına alışarak yürüyorsunuz.

İnsanı mutlu eden şey, ihtiyaçları ile varlıkları arasında bir denge bulmasıdır. Bütün sorun , bu dengenin nasıl sağlanacağı.İnsan bunu, belki varlıklarını yükseltip ihtiyaçlarının düzeyine çıkartmakla yapabilir.Ama bu budalalık olur. Bunu yapmak, arada bir sürü doğa dışı şeyler yapmayı gerektirir. Pazarlık etmek gibi, çalışmak gibi, çabalamak gibi. Öyleyse? Öyleyse akıllı bir adam dengeyi, ihtiyaçlarını azaltarak yani onları varlıklarının düzeyine indirerek sağlar. Bunu yapmanın en iyi yolu, bedava olan şeylerin değerini bilmektir. (ŞİBUMİ/ Trevenian)



Aslında, şaşırtsa hayat beni diyor insan bazen. Kendiliğinden yoluna girse her şey, durduk yere bir sürü güzel sürpriz olsa, adaletin varlığı yetecek her şeyin iyiye doğru seyralmasına ama ne yazık ki ülkemde adaletin rıhtımdan gidişini izlediğim ve ufukta gittikçe küçülen bir gemiden farkı kalmadı artık. Güzel olan bir çok şey gibi o da geride kalmışa benzer...

Umut etmek adaleti bile ,vazgeçmeden..pes etmeden..
Ayakkabım yok haline gelmişsek bile gerekirse yalınayak koşmak umutların gerçeklere dönüşmesi, gerçeklerin hayallerimizden bile güzel olabilmesi için.

15 Ekim 2013 Salı

Bayramın İlk Günü , Çocuklar ve Çocukluklar

Merhaba,

Bayramın ilk günü, İstanbul'da dağ kartalları kadar yalnız olmanın avantajını kullanarak "bayramın ritüellerinden sadece çocukların hoşuna gidecek olanları" seçip hayata geçirdik.

Sabah doyasıya uyudular...akşam istihareye yatılıp sabah değiştirilen eğitim sistemi çocukları,velileri,okulları,dershaneleri..hepimizi sersem ediyor ve sıkı bir uykuya gerçekten ihtiyacımız var. Bayram namazından dönen eşime adet olduğu üzere olabildiği kadar güzel bir kahvaltı hazırladım ve çocuklarımızın uyanması beklerken neşeli eski Türk filmlerinden birini izleyerek zaman geçirdik. Çocuklar kalktıklarında pembe yanaklarına uykusunu almış ışıl ışıl gözler eşlik ediyordu. Bayramlık değilse de olabildiğince şık kıyafetleri giyip geldiler, ellerimizi öpüp harçlıklarını aldılar sonra büyük bir keyifle, telaşsız ve sohbeti en koyusundan kahvaltı ettik. Sonra yaş sırasına göre aile büyükleri arandı, "keşke burada olsaydınız " temennileri biraz buruk dinlendi sonra hep söylemek istediğim o sihirli cümleyi söyledim çocuklarıma "bugün canınız ne isterse yapın..serbestsiniz"

Sınavlar,ödevler,testler,uzmanların dedikleri..uzmanların demedikleri..Ne zor şey canım bu zamanda çocuk olmak. Hep doğruyu yapmalarını isteyen ebeveynlerle büyümek. Yetişkin hayatlarında içlerinde yaşatmaya devam edecekleri bir çocuk olmayacak gibi geliyor bana çünkü çocukluklarını yaşamıyorlar. Hata yapmadan doğruyu öğrenmek mümkün mü? Kitap gibi yaşayan çocuktan hayır gelir mi? Aburcubur yiyecek karnı  ağrıyacak, ödevini unutacak azar işitecek hatta daha iyisi azar işitmemek için esaslı bahane oluşturup bugünkü makbul adıyla "stres yönetimi" edinecek..kendisine gülmeyi bilecek, merhameti, şefkati, öfkeyi, ağlamayı, gülmeyi bilecek. Hani bir reklam var ya "kirlenmek güzeldir" diye..vallahi favorim o. 18 yaşında çamurda yuvarlanan, 20 yaşında yeni ayakkabıları ile yatağa giren mi var? Bırakın zamanla öğrensin birşeyleri, bırakın hata yapsın azıcık..bırakın çocuk olsunlar di mi ya?

Dün akşam Nehir ödevlerine bakınıyordu..baktım,kimsenin onaylamadığı şey; odasında değil masasında değil kucağında oyuncağı... Baktım, çocuk kalbinde sevgiyi taşıyan hayal kurmayı bilen bir çocuk.

Herkes genel müdür olacak değil, mutlu çocuklar mutlu insanlar olmayı nasip etsin Allah çocuklarımıza. Her ne yapıyorlarsa en iyisi olsunlar ve seçimlerinden pişmanlık duymasınlar...keşke'lerin yoruculuğunda yıpranmasın yürekleri.

Yollar uzun, yollar dolambaçlı..kardeş olmanın tamamlayıcılığı ömürleri boyu onlarla olsun dilerim.



Ne isteseler pişirdik ne yapsalar sesimiz çıkmadı. Yüzlerinde gülücük,huzurla kedi yavrusu gibi oynayan iki kardeş ile bayramın ilk günü bayram oldu gönüllerimiz.




Severek yaşamak hayattaki en büyük meydan okumadır...Buscaglia

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram...mı?

Genç kız , sokağın başındaki simitçinin yanına giderek "amca size zahmet çok rica etsem bana bir simit verebilir misiniz" demiş. Simitçi de kıza "kizum paran mi yok" diye sormuş. Kız  eşdeğer bir şaşkınlıkla "var tabii ki amcacığım" deyince simitçi yarı öfkeli "o zaman ne yalvariysın iki saattir!"Emice ver bağa  ordan simit" de ben de ne yabacağumi bileyım" demiş.


Fıkra gibi bu küçük anekdot Trabzon'da Kemeraltı' ya inen yokuşun başında yaşanmış, olaya şahit olan arkadaşım anlattı. Gözlerimizden yaş gelene kadar güldük. O kadar çok ayrıntı var ki günlük yaşamın içerisinde yer alan, o anda normal gelen ama sonrasında özlemi yüreğinizi yangın yerine çeviren...Yaş ilerledikçe gurbet adı batasıca bir şey oluyor belki ve doğup büyüdüğünüz topraklar, yaşam koşullarınız ne kadar iyi ve kaliteli olursa olsun sizi çağırıyor.Bayramlarda ise bu çağrı, diğer pek çok sesi bastıracak kadar yüksek oluyor.



Bugün arefe günü, yarın bayram. Çocuklara bayramlıklar alındı, sanki kapıyı çalacak biri varmışcasına çikolatalar da alındı. Çocukken de sevmezdim bayramları şimdi de sevmiyorum.İtiraz hakkınız bulunmayan ritüeller, kapı kapı gezmeler,her gittiğiniz yerde bitirmek zorunda olduğunuz tabaklar, kıllı-tombul-yumuşak-buruşuk-sert-kokulu bir sürü eli öpmek ve bir sürü kalabalık demekti bayram çocukluğumda. 


Şimdi ise tüm ailenin uzakta olmasının hüznü, yalnızlığı...


Seneler evvel bir bayram günü kapımız çaldı.Açtık, bizim sucu. "Hayırdır" dedik şaşkınlıkla. "Abla, senin ufaklık aradı , abi bize gelen kimse yok gel elini öpeyim bayramlıklarımı göstereyim dedi.Kıyamadım geldim "dedi. Gülsek mi ağlasak mı bilemedik;kızımız mutlu olsun diye yüzümüz güldü ama hüzün kamyon kamyon geldi içimize oturdu,içimiz ağladı.


Her birini görmekten büyük mutluluk duyduğunuz aile bireylerinin tamamının oturduğu o kalabalık sofralar var ya...hani sesler seslere kahkahalar kahkahalara karışır,bir demlik yetmez iki hatta üç demlik çay aynı anda demlenir, kızları gelinleri vardır ama yine de evin büyüğü bir kaygana,bir kuymak attırır çünkü kimsenin onun gibi güzel pişiremediği tescillidir. Öyle bir sofrada olalım isterdim yarın sabah için..Çocuklarımın kuzenleri ile kardeşliklerinin pekiştiği yeni anıların yaratıldığı, kardeşlerin ve eşlerinin özlem giderek hayatın açtığı yaraları sardığı ya da mutlulukların paylaşarak çoğaldığı "çayım bitti" "nasıl kaçtı o gol" "boşver, o yaşta bizimkiler de öyleydi biliyorsun büyüyünce düzelir" gibi sıradan ama bir olmanın huzuru ile renklenen ortamda olmak isterdim.

Faroz'da...



Daha evvel de demiştim hayallerin de miadı var diye..mutluluk ertelenesi bir şey değil.




Herkese mutlu bayramlar diliyorum...

12 Ekim 2013 Cumartesi

Bayan Herşeyi Bilen

Kocaman,koskocaman bir koşturmacaydı İstanbul.

 Nefes almaya zaman bırakmayan temposu yetmezmiş , yüksek iş hayatının koridorlarında koştururken hata yapmaması ve tempoyu düşürmeme stresi az gelmişcesine  bir de olur olmaz insanlarla uğraşması gerekiyordu. Obur insanların çatalını ağzına götürürken tabaktaki  ağzına atacağı bir sonraki lokmayı gözüne kestirmesi gibi aynı anda bir çok işi yürütürken az sonra ne yapacağını da planlaması gerekiyordu insanların. 

Zaman az, yapılacak işler çoktu. Zaman az, hedef çoktu. Zaman az, yollar uzundu. Yollar uzun , yükü ağırdı. Yorulduğunu bile düşünmeden işe odaklanmaya devam etti.

Bunların hepsi ama hepsi, evde kendisini bekleyen bukle bukle saçlarının muhteşem gülüşünü  çevrelediği kızı içindi. Onu binbir emekle büyütmüş, iyi bir okula gitmesini sağlamıştı. Her şeyin en iyisi onun olmalı, güneş kızı için doğmalı ay kızının uyuduğu geceleri aydınlatmalıydı. 

Aynı anda iki telefon görüşmesini yürütmesi gerekti, çıkan sorunu halletti ama karşı tarafı ikna etmek için aynı cümleleri defalarca yinelemek ve gayet açık olan sorunu görmelerini sağlamak için değerli zamanını harcamak onu deli etmişti. Olsun, hallederdi..o her şeyi hallederdi. "Bayan Herşeyi Bilen" işinde gerçekten iyiydi !

Mesai bittiğinde yapılacak işler listesi aklında koşturmaya devam etti. Eksiksiz,kusursuz şekilde hepsini halletti.


Eve geldiğinde kapıyı iki haftalığına Trabzon'dan gelen annesi açtı. Annesi yeşil gözlü ,ufak tefek ; kahkahası gönül dolduran, öfkesi ise kanı donduran türden bir Karadeniz kadınıydı. Baharın en güzel rengi annesinin gözbebeklerinde hep tazecikti. Annesine bakmaya doyamadığını ve asla da doyamayacağını düşündü bir kez daha.



İçeri girdi, elini yüzünü yıkadı ev kıyafetlerini giydi koştu kızına sarıldı. Her zamanki alışkanlıkla o gün kızının neler yaptığını dinlemeyi umuyordu ama kızının kendisine sürekli ters cevaplar verdiğini  
görünce kısa sürede kendisinin de sesi yükseldi ve bu karşılıklı atışmanın sonunda kızına , o güzel badem gözlerinin dolmasına neden olacak kadar ağır bir ceza vererek odasına yolladı.

Birden o ana kadar sessizce oturup elindeki örgüsü ile ilgilenen annesinin kendisine seslendiğini duydu:

-Günün nasıl geçti kızım ?

-Berbattı anne, bugün o kadar yoruldum ve o kadar sorunla uğraştım ki anlatsam inanmazsın.Gerçekten canım çok sıkkın...sorunların bir kısmının hallolması yarına kaldı ve riskli durumlar var.

Annesi anlayışla başını salladı:

-Neden bu kadar sinirli olduğunu anladım, umarım her şey yarın dilediğin gibi ve senin için hayırlı sonuçlanır. 

Sonra gözlüklerinin üzerinden ona gülümseyerek "sen de kızına sormak ister misin aynı soruyu..çocuk da olsa o bir insan ve belki onun da annesine anlatmak istedikleri vardır" dedi.

"Bayan Herşeyi Bilen" utanç ve pişmanlıkla, odasına yolladığı kızının yanına koştu.

seneler seneler seneler sonra 



"Sağlam ruhlar duygulara hayatın kendisinden çok daha fazla değer verirler"... Honore de Balzac

11 Ekim 2013 Cuma

Tek Kanatlı Melekler

Merhaba,

Cuma günleri geçmiş günlere ait anılar,unutulmuş ayrıntılar daha çok gelir aklıma nedense. Cuma'ları nostalji günü yapmaya karar verdim. Okunmuş bir kitaptan alıntı, yıllar önce ezberlenen bir şiir yıllar sonra unutulmuş bir insan...

Matematiği oldubitti sevmezdim, belki anlamadığımdan belki klasik "hoca sevdiremedi" masalından.Sebep sonucu değiştirmiyor ; matematik beni sıkan bir dersti. Lisede  yanımda Aynur isminde sarışın,mavi gözlü tipik Karadeniz tiplemesinde bir kız otururdu. Aynur kendisi ile barışık, dudaklarında eksilmeyen bir tebessümü ile genelde herkesin sevgisini kazanmış üstelik okul derecesine oynayacak kadar da başarılı zeki bir kızdı. Bir gün matematik sınavında herkes haldır haldır cevapları yazarken ,benim ellerimin sıranın altında çaresiz bir halde kağıda baktığımı fark etti. Bir an düşündü, göz ucuyla hocaya baktı ve bana bir şey sormadan pat diye kağıtlarımızı değiştirdi. Benim 5 ya da 6 yani geçer not almamı sağlayacak kadar cevapları yazdı sonra yine hocayı kollayıp kağıtları değiştirdi ve kendi sorularına devam etti. Aynur artık matematikten 10 alamıyordu ama notu 9'dan aşağı da düşmüyordu. O sene, sessiz sedasız yapılmış bu anlaşma ile matematikten geçtim. Aynur bu yaptığı iyiliği hiç dillendirmedi, ikimizden başka hiç kimse fedakar ve sımsıcak dostluk içeren sınav sonuçlarını bilmedi.


Lise bittiğinde Aynur okul birincisi oldu ve tıp fakültesini kazandı. Ben oldukça yüksek bir derece ile iletişim fakültesini kazanıp İstanbul'a geldim. Ne yazık ki Aynur'un izini kaybettim ve bir daha onu hiç göremedim...ama bu , aradan geçen yaklaşık 30 senede dualarımda onun yer almasına ve gönül dünyamda daima sevgiyle anılmasına engel olmadı .

İyilik yap denize at derler ya, iyiliği de bilene yapmak lazım belki :-)

O zamanlar lüzumlu lüzumsuz her bilgiyi veriyorlar ve sizi bundan mesul tutuyorlar diye kızardık ama bugünkü eğitime baktığımızda geçmişin kusurlarını bile mumla arar hale geldik. Eğitim, "dene olmadı baştan dene " stilinin uygulanacağı alan değil lakin eğitimcilerin bile bu konuda dinlenmediği yerde biz velilerin sözüne kim bakar?


17.10.1990 tarihinde Leo Buscaglia'nın  "Birbirimizi Sevebilmek" kitabından bir alıntıyı Aynur'a da ithaf ederek veda edeyim bugün..


"her birimiz tek kanadı olan birer meleğiz ve ancak birbirimizi kucakladığımız takdirde uçabiliriz"

10 Ekim 2013 Perşembe

Uyku Geçen Zamana Gözlerini Kapatmak Aslında...


Uyku , geçen zamana gözlerini kapatmak aslında.Sevmiyorum uyumayı. Gözkapaklarının buluştuğu o uzun evrede gün geçiyor gece geçiyor tan geçiyor sabah geçiyor.En sevdiğim zaman renklerin uyandığı ve kuşların, sözlerini sadece kendilerinin bildiği o şarkıları söylediği  tan ağarması vakti.İnsanın dimağı dupduru bir aydınlıkla işliyor, güne erken başlamanın bereketi tüm işlerinize yansıyor.

Trabzon'da uyanmak...



Eskiden, tam da gün ağarırken kendime bir kahve yapardım. Havanın o gün nasıl olacağını kestirmeye çalışır, günlüğüme birşeyler karalar ve hava durumuna göre o gün ne giyeceğime karar verirdim. Şimdi hava durumu çocuklarımı o gün nasıl giydireceğim ve çamaşırları balkona asıp asamayacağım kararlarının önceliği ile yorumlanıyor zihnimde. Zamanın getirdiği değişikliklere gülümsememek elde değil.

Gece herkes uyuduktan sonraki sessizlikte ne çok ses duyduğuna şaşırıyor insan.Evin eşyaları, araba sesleri günlük hayatın koşturmacasında duymadığımız onlarca ses. Bir de gece olunca yitirdiğiniz sesler oluyor;insanların sesleri, kuşların sesleri gibi. Dingin bir kafa ile geceyi dinlediğinizde aldığınız haz sonraki gecelerde uyuma isteğinizi yok ediyor gitgide, zamanla da alışıyorsunuz buna. Dinlemeyi öğrenmek kendi içinize yaptığınız bir yolculuk gibi. Denir ki , insan kalbi aslında olacağı bilir ve insana söylermiş ama insan öğretilerle ve kalabalığın uğultusunda yüreğiyle barışmayı unutur o sesi ancak belli belirsiz bir fısıltı halinde duyarmış. "Söylediğim başıma geldi" "aklıma gelen başıma geldi" söylemleri de aslında buymuş..o şefkatli fısıltıyı dizileri düşünmekle, insanlara söyleyemediklerimizi içimizden söylemeye devam etmekle, akış içerisinde niteliksizleşmekle duymaz olurmuşuz. 


Belki artık koşturmayı bırakıp cesaretle bir nefes olsun durmak, kendimizi ve hayatı dinlemek vakti. Belki artık en başta kendimizi affetmeyi deneyerek yeniden başlamak vakti. Belki artık korkulardan sıyrılıp gerçek değerlere sarılmak ve mücadele etmek vakti...zaman kontrol edilebilir bir hız değil, geç kalmamak lazım.


James Redfield'in "Dokuz Kehanet" de dediği gibi "rastlantılar düzenli meydana gelir ama bunları fark etmeniz gerekir". Biz de artık uyansak mı ne?

Şimdi, sıfır kilometre ,henüz hiç yaşanmamış bir günü yaşamaya  ama ayrıntılarıyla yaşamaya başlamak için hadi..vira bismillah diyelim.