23 Kasım 2015 Pazartesi
Julie London - Fly me to the moon
Fly me to the moon
And let me play among the stars
Let me see what spring is like
On Jupiter and Mars
In other words hold my hand
In other words darling kiss me
Fill my life with song
And let me sing forevermore
You are all I hope for
All I worship and adore
In other words please be true
In other words I love you
Beni Aya Uçur
Beni aya uçur
Ve bırak oynayayım yıldızların içinde
Bırak göreyim
Jupiter ve Mars'ta baharın nasıl olduğunu
Elimi başka dünyalarda tut
Başka dünyalarda öp beni sevgilim
Hayatımı şarkıyla doldur
Bırak söyleyeyim sonsuza kadar
Sen benim ümit ettiğim her şeysin
Tapındığım her şeysin
Lütfen başka dünyalarda gerçek ol
Başka dünyalarda seni seviyorum
Etiketler:
Beni Aya Uçur
,
Fly The Moon
,
sözleri
,
türkçe çeviri
18 Kasım 2015 Çarşamba
Deli Veli Toplantısı-2
Selin, yani büyük kızım okulundan 2014-2015 Eğitim Öğretim Yılında "Yılın Örnek Öğrencisi" ödülünü aldı. Gerek akademik başarısı gerek sosyal faaliyetlere katılımı gerekse arkadaşları ile iletişimi neticesinde tüm öğretmenlerin oy kullanması sonucu örnek öğrenci seçilmiş.
Sahneye çıktığında yüzünün kızarması ve şaşkınlığı tüm öğretmenlerin hoşuna gitmiş.
O kadar tevazu sahibi ki ödülün kendine geleceğini düşünmemiş bile dediler.
Sonra dün akşam (onun okulunda veli toplantıları akşam oluyor) bu senenin ilk veli toplantısına gittik . Gittik diyorum çünkü tüm torunlarının yaşantısındaki her ayrıntıya bayıla bayıla dahil olup renk katan anneanne de bizimle geldi.Onu kantine ,ırk-dil-renk karmaşasının ortasına oturttuğum anda gözlerinin pırıl pırıl çevreyi incelemeye başlamasından benim görüşmeler yapacağım süre zarfında sıkılmadan oturacağını anladım tabii. Bir bardak çay ve bir yudum hayat...anneme fazlası lazım gelmiyor ki..
Her girdiğim sınıfta kızımla ilgili aldığım övgülerle sırtımdaki yükün gittikçe ağırlaştığını hissederek çıktım. Kızımın iyi niyeti ,fedakarlığı, çalışma azmi övülüyor övülüyordu. Sadece bir öğretmeni," Ona hayır demeyi öğretin.Ona sömürülmemeyi öğretin.Ona alkışların kulağını sağır etmemesini öğretin. Kızınız veren el iken bu kadar mütevazı olmamayı bilsin" dedi öfkeyle. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Öfkeli bir adam, öğrencisini-çocuğumu seven bir öğretmen gördüm.
Ona saygı ve sevgi ve minnet duydum."Haklısınız"..dedim ve çıktım.Uzun sözlerin anlatamayacağı idi uzanıp elini tutmamdaki inanış. Yolumuza çıkan iyi ve aydın insanları eksik etme hayatımızdan Allah'ım.
Diğer öğretmen için sınıfın kapısında beklerken daha da durgundum. Koridorda sesler duydum.
-Nedir bu canım Selin Erdem Selin Erdem...aldığı ödüle bak. Şimdi onun yurt dışında istediği okula gitme şansı bizim çocuklarımızdan yüksek.
Diğer velilerde 1-2 geçiştirici mırıldanma oldu.
-Her projeye onu dahil ederlerse elbette örnek öğrenci ödülü alır. Olmaz böyle. Bi tutturmuşlar Selin Selin
-Ama kız çok çalışıyor ve gerçekten çok başarılı..dedi birisi
-Ay ne çalışıyor, bizimkiler az mı çalışıyor şimdi o bu ödülle gitsin istediği okulda okusun bizim çocuklarımız duruken...
Bir veli çekingen ve kısık bir sesle "annesi burada" diye uyardı atarlı anneyi.
Bir an duraksamadan sonra sesini yükseltti kadın:
-Buradaysa burada canım.Haksızlığa hiç tahammülüm yok, ondan mı çekinecem.
Döndüm kadına baktım.O okuldaki pek çok kişi gibi bakımlı,belli bir kesime ait olduğunun vurgusunu taşıyan çizgilerle bezenmiş uzun boylu bir kadındı.Ama ben pahalı pabuçlarına marka çantasına üzerine özel dikilmiş tayyörüne bakmadım. Ben onun gözlerine baktım.Alev saçan bakışlarını üzerime dikmişti.
Nasıl oluyor da bir çocuk doğurmuş,onu emzirmiş,emek vermiş bir insan bir başka çocuk hakkında bu kadar nefret dolu olabiliyor?
Anne olsun olmasın:yetişkin bir insan bir çocuk hakkında nasıl böyle duygular besleyebilir?
Ona bakmayı sürdürdüm. Koridorda bir sessizlik oldu. Bu açık meydan okumaya karşılık vereceğimi, bir tartışma çıkacağını sanan diğer veliler gergin ve suskun bize
baktılar . Ben ise gözlerimi ayırmadan kadına bakmayı sürdürdüm . Bakışlarımda ne vardı bilmiyorum.Kaşlarım çatık bile değildi. Kadriye olarak baktım , bir anne olarak baktım , insan olarak baktım, yeşil ile maviyi kucaklayan Trabzon'da yoğrulmuş kalbimin sorgusuyla baktım,Selin'in annesi olarak baktım,işten çıkıp koşturmaktan yorulmuş biri olarak baktım...yüzü kızardı kızardı kızardı. Yaklaşık bir dakika kadar gözlerimizi birbirimizden ayırmadık.
baktılar . Ben ise gözlerimi ayırmadan kadına bakmayı sürdürdüm . Bakışlarımda ne vardı bilmiyorum.Kaşlarım çatık bile değildi. Kadriye olarak baktım , bir anne olarak baktım , insan olarak baktım, yeşil ile maviyi kucaklayan Trabzon'da yoğrulmuş kalbimin sorgusuyla baktım,Selin'in annesi olarak baktım,işten çıkıp koşturmaktan yorulmuş biri olarak baktım...yüzü kızardı kızardı kızardı. Yaklaşık bir dakika kadar gözlerimizi birbirimizden ayırmadık.
Sonra içerideki öğretmen kapıyı açtı.
-"Oooo Selin Erdem'in annesi gelmiş, buyrun lütfen Kadriye Hanım " dedi sesinde belirgin bir memnuniyetle.
Kadına bakmayı sürdürdüm hala suskun ve kımıldamaksızın. Koridorda herkes hala bize bakıyordu suskun ve kımıltısız .
Kadın başını eğdi.
Selin Erdem'in annesi kadının eğik başına bakmayı sürdürdü...sonra döndü ve sınıfa girdi.
Herkes bana "kimbilir ne mutlusundur " "ah bu harika bir şey" deyip duruyor.
Değil.
Selin, o kadının çocuğuna okuldan sonra kalıp ders veriyor matematiği iyi olmadığı için.
Değil
Selin, o pırıl pırıl iyi niyeti ile bir başka koridorda o kadın ve benzerleri ile karşı karşıya kalacak.
Değil
Ben kızıma "hayır" diyebilmeyi ve incinmemeyi öğretebildiğimi sanmıyorum.
Yolu aydınlık ve pürüzsüz olsun tüm çocuklarımızın
Yolların sonunda insan ve mutlu olsunlar
başarının başka tanımını bilmiyorum ben.
Etiketler:
Anne
,
anneanne
,
bakış
,
çocuk
,
kıskançlık
,
okul
,
ödül
,
öğretmen
,
Selin
,
sömürü
,
toplantı
,
Veli
3 Kasım 2015 Salı
Günbatımına Doğru
Seçim akşamı o oldu bu oldu.
Sabahına şu oldu bu oldu.
Kızanla kızdım , sayanla saydım sövenle sövdüm;sonra toparladım öfkemi amacıma yakıt yaptım.Dedim yolum belli soyum belli, hadi devam.
Okuldan telefon geldi Nehir'in bir ödevine yardım ettim.
Her gün yaptığım gibi odamdaki beyaz çiçeğe baktım gülümsedim.
Eksik listeme kekik ve safran ekledim...filan.
Hayat avucunun içine almış beni harmanlanmış yaşarken eski iş yerimden bir hanımın ölümün eşiğinde olduğuna dair bir haber aldım.
Kalakaldım.
Hani, çok da umurum olan bir tip değildi asla. Bir şeyler paylaşmış olmayı koyun bir kenara , bir kere olsun konuştuk mu birbirimizle bilmem. Bana göre silik biri, kendi galaksisinde parlak bir yıldızdı; umurum değildi.Lakin bu gencecik yaşında pençeleştiği hastalık ve son beni derinden sarstı. İstemedim bunu yaşıyor olmasını. Vermeyi lütfetmediğim tüm selamlar boğazıma düğümlendi. Onu kendimden aşağı gördüğüm anların utancı pençe pençe yanaklarımda.Ben, simidimi yemiş çayımı yudumlayıp yaşarken bir selamı esirgediğim can yaşama veda etmek üzereymiş.
Çok dindar biri değilim sanırım. Ama yaşı benden hayli küçük olsa da anlattığı kıssalarla beni çok etkileyen bir hafız çocuk var hayatımın güzel bir köşesinde. O anlatmıştı öyküyü:
Hz.Ömer'in halifeliği dönemidir Hz.Ömer bir adamı görevlendirir der ki;Ben her evimden çıktığımda bana gelip de ki "Ölüm var Ömer ölüm".Adam peki der.Günler geçer adam sürekli gidip gelir.Bir gün Hz.Ömer aynaya bakar ve görür ki saçında bir tel beyaz saç var.Ertesi gün adam gelip ;Ölüm var Ömer ölüm deyince Hz.Ömer"yeter" der"Yeter gelmene gerek yok artık saçlarımda ki beyaz saçlar bana ölümü hatırlatıyor görevin sona ermiştir"
Bomboş geldi bana bir sürü şey yine. Unutmak insanın sahip olduğu en güzel şeymiş derler ya. Bunu da unutacağım belki bir gün. Ancak gidip ona kan verebilmek isterdim, ancak gidip bir son kez görmek isterdim,ona veda edebilmeyi çok isterdim.
Seçimi o kazanmış bu kazanmış, kredi kartı borcum şu gelmiş bu gelmiş, çocuklar şu notu almış bu notu almış....hepsi manalı ama bu değil yaşamın amacı.Dert edilecek şeyler değil bunlar aslında.
Ölüm var ölüm.
Unutalım dert ettiğimiz her şeyi.
Olan neyse,severek yaşamak lazım.
Yaşam denizler gibi hükmünü kendi veren cinsten bir şey..
Ölüm yaşam gibi beklenmedik anda kapıda bitiveriyor.
Sevmekten gayrı ne var bu dünyada?
28 Ekim 2015 Çarşamba
Alışılmıyor...
Yalnızlığa alışmalı diyorsunuz da dostum..
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ızdırap çektim... Attila İlhan
YALNIZLIĞA ALIŞMALI
Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet-lerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya¬cak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he-saplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol-malı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...CANDÜNDAR
Etiketler:
Attila İlhan
,
Can Dündar
,
Dost
,
sırt çantası
,
yalnızlık
23 Ekim 2015 Cuma
Çünkü...
- 1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Biz sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi onları yaşamadan çok önce tercih ederiz...KHALİL GİBRAN
- 1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü İnsanın hakikati, sana gösterdiğinde değil, gösteremediğindedir. Bundan ötürü onu tanımak istersen dediklerine değil, demediklerine kulak ver. KHALİL GİBRAN
- 1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünküNe gariptir ki toplum olarak, aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana; yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız...KHALİL GİBRAN
- 1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünküÖğrenimsiz akıl sürülmemiş tarlaya benzer.KHALİL GİBRAN
- 1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünküBugünün acısı, dünün hazzının anısıdır.KHALİL GİBRAN
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Kanunların tek koruyucusu oy çokluğuyla seçilmiş hükümetlerse hukukun sonu gelmiş demektir. –Herbert Hoover
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal, daha iyi. –Gandhi1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünküBir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir. –Montesquieu
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Zulmün topu ve güllesi var, kal’ası varsa
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. –Tevfik Fikret
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Adalet ancak gerçeklerden, mutluluk ancak adaletten doğabilir. –Anatole France
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Basılı herhangi bir eser hakkında ceza kovuşturması açılabileceğini düşünmek bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. –Thomas Jefferson
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Yasama, yürütme ve yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir, kuvvet kimdeyse o hakimdir. –Jean-Jacques Rousseau
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Kanun, hak, hukuk ve adalet dört ayrı şeydir. –Clarence Darrow
1 KASIM'DA OY VER..TATİLE GİTME ..çünkü Dünyanın en namuslu, en dürüst, en erdemli adamına altı satır yazı yazdırın, onu giyotine gönderecek en az bir açığını yakalarım. –Kardinal Richelieu
Etiketler:
1 Kasım
,
aforizma
,
Clarance darrow
,
Gandhi
,
Herbert hoover
,
kardinal Richelieu
,
Khalil Gibran
,
montesquieu
,
oy
,
tevfik fikret
,
Thomas Jefferson
19 Ekim 2015 Pazartesi
Mai,Lacivert,Gri
Havva nefis bir sunumla, her zamanki zarafeti ve estetiği ile yaşadıklarını özetlemiş, güzel bir yazı yazmış. Ben ise ne yazsam diye düşünürken sadece odamın penceresinden görünen gri gökyüzüne dalıp gidiyor gözlerim.
Yazasım yok.
Düşünesim var.
Oysa her sabah işe gelirken "şunu yazayım" diye aklımdan bi sür kelime ve konu geçiyor.
Odamdaki beyaz orkideye bakıp gülümsüyorum.
Yazasım yok bugün gerçekten..iki senede siyaha yakın Lacivert oldu Mai'm, dostlar kazandım varlıkları beni mutlu eden. İki seneyi yazasım yok, kâh hatırlayasım kâh unutasım gelen binlerce anı var , keşke hiç yaşamasaydım dediğim boynumu büken anları var,bir daha bir daha ne olur bir daha yaşayayım dediğim anları var.
Yazasım yok bugün
Yaşayasım var
13 Ekim 2015 Salı
Cem Karaca - Sende başını alıp gitme
Ben suyumu kazandım da içtim.
Ekmeğimi böldüm de yedim.
Alkışı duydum, ihaneti gördüm.
Sesim de oldu, sessizliğimde.
Seviştiğimde oldu benim.
Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi.
Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar,
Hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar.
Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi.
Ne olur...
Ekmeğimi böldüm de yedim.
Alkışı duydum, ihaneti gördüm.
Sesim de oldu, sessizliğimde.
Seviştiğimde oldu benim.
Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi.
Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar,
Hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar.
Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi.
Ne olur...
Etiketler:
cem karaca
,
ne olur
,
sen de başını alıp gitme
12 Ekim 2015 Pazartesi
Hüsamettin..Hadi!
Ne yazmaya gitse elim, ne söylemek istese dilim yarıda kalıyor.
Bir iyi haber alamamanın getirdiği iç çekişler tamamlıyor hep cümleleri.
Ankara'da olanlar, her gün şehit haberleri ..yetmiyormuş gibi bugün de Levent Kırca'nın vefatı.
Sevin sevmeyin..bir döneme damgasını vuranlardan "bize ait"lerden biri o.
Al ..bir iç çekiş daha.
Geveze'nin bile ayarı bozuldu.
Sabah kalktığımda içimde "sordum sarı çiçeğe annen baban var mıdır" diye şarkı söyleyen bir iç ses!
Yok artık...!
Gidip günlüğüme yazacağım. İç dünyamda eşelene eşelene gezmek vakti. Dış dünyaya penceremi açasım yok bugün.
Hüsamettin İncir Ağacımı Getir
bir deli feyz aldı diyordu
bütün diktatörleri yeryüzünün
bir başkası gökten zembille inmişti
ve bir peygamberdi anlaşılmamış
biri durmadan koşuyordu
üstünde bir don bir gömlek
ve bir başkası
ölmek diyordu
kurtuluş ölmek
o genç bir adamdı
sakalları uzamış saçları kirli
gözleri cam gibi parlıyordu
bir noktaya bakıyor
sessizce ağlıyordu
beni görünce
belli belirsiz bir gülümseme geçti yüzünden
dedi ki
sivaslıyım 27 yaşındayım adım bekir
sonra durdu ve bağırdı uzun uzun
hüsamettin incir ağacımı getir
bütün diktatörleri yeryüzünün
bir başkası gökten zembille inmişti
ve bir peygamberdi anlaşılmamış
biri durmadan koşuyordu
üstünde bir don bir gömlek
ve bir başkası
ölmek diyordu
kurtuluş ölmek
o genç bir adamdı
sakalları uzamış saçları kirli
gözleri cam gibi parlıyordu
bir noktaya bakıyor
sessizce ağlıyordu
beni görünce
belli belirsiz bir gülümseme geçti yüzünden
dedi ki
sivaslıyım 27 yaşındayım adım bekir
sonra durdu ve bağırdı uzun uzun
hüsamettin incir ağacımı getir
Ümit Yaşar Oğuzcan
Etiketler:
deli
,
diktatör
,
geveze
,
hüsamettin incir ağacımı getir
,
iç çekmek
,
Levent Kırca
,
sordum sarı çiçeğe
,
söz
,
Ümit Yaşar Oğuzcan
,
yazı
5 Ekim 2015 Pazartesi
İSYAN ETMİŞİM
30 Eylül 2015 Çarşamba
Yağmur
İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.
Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.
Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)
Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.
Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.
Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.
işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.
Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?
Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.
Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.
Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.
Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu.
Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.
Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.
Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.
Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.
Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.
Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...
Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.
-Evlenmemişsin "onunla"...dedi
Gülümsedim.
-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"
Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık.
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık.
"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.
"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.
Hayat...seçimler..
Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.
Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...
Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.
Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...
Etiketler:
af
,
Anne
,
aşk
,
grup
,
hapis
,
hayat
,
polis
,
savaş
,
seçim
,
tecavüz
,
Üniversite
,
yağmur
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)