Umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2016 Perşembe

45'lik Plak


Hiç bu kadar ne istediğimi, ne istemediğimi, neyden yorulduğumu,neye susadığımı bildiğim bir yaşım olmamıştı.


Hayallerim vardı. umutlarım hep arka cebimde, eksildikçe artan.
Aşk ,barışık olduğum bir renkti hayatımda.
Kızdıklarım, kırıldıklarım....




Ama hiç bu kadar net değildi benim için sözcükleri. Anlatımlar yalın, paragraflar kısa.

Kırılganlığımı gördüm aynada.
Sakınganlığımın sebebini


Bir kendim vardı dünyada affedemediğim
45 yaşımda tüm hatalarım ve sebep olduklarım için kendimi de affettim.


Sevdim seni 45. yaşım. 44'e merhaba diyordum ki sen geldin .

Aklımda çocukluğumdan dizeler... hoşgeldim



Yedim sırlı elmayı, 

Gördüm gizli dünyayı. 

Gündüz oldu, geceler; 
Ak sakallı cüceler, 

Korkunç devler hortladı, 
Cinler, cirit oynadı. 

Kesik başlar yürürdü, 
Saçlarını sürürdü.

Bir de baktım, melekler, 
Başlarında çiçekler. 

Devlere el bağlıyor, 
Gizli gizli ağlıyor. 

Kılıcımı çıkardım, 
Perileri kurtardım. 

Kurtardığım periler, 
Adım adım geriler, 

Kanadını açardı, 
Selam verir, kaçardı. 

Az, uz gittim, dolaştım, 
Altın Köşke ulaştım. 

Bir kapısı açıktı, 
Öteki kapanıktı. 

Kapalıyı açarak, 
Açığa vurdum kapak. 

At önünde et vardı, 
İt, ot yemez ağlardı; 

Otu ata yedirdim, 
Eti ite yedirdim. 

8 Mart 2016 Salı

Mezarlık Papağanları




Sabah mezarlığın içinden geçerken, toprağın altında onca çürümüş cesedi yok sayacak kadar mezarlıklara alışmış kalbim bahar şarkıları söylerken "umut ya Rabbi umut" dedim başımı göğe kaldırıp.

Ceset kokusunu çektiği için mezarlıklara dikilen servi ağaçlarının tepesine yemyeşil tüyleri kırmızı gagaları ile neşe saçan papağanlar kondu. Tıpkı masallardaki gökten düşen hediyeler gibi 3 taneydiler.

İstanbul'un göbeğinde..mezarlıkta..papağan..lar??

8 Mart 'ı filan kutlamayacağım bugünkü yazımda: günlere sıkıştırılmış kutlamaları oldum bittim sevmiyorum. Anmalar ve vurgular ise desteklenesi .

Hayat bişi demek istedi bana bu sabah, ne dedi niye dedi onu anlamaya uğraşıyorum şimdi.

Sevgiyle kalın...



1 Mart 2016 Salı

Kabul

Ay yok saklayamayacağım artık!
Bir dakika daha içimde tutamam..
Çok denedim, çok uğraştım, çok emek verdim ama olmadı.
Saklamanın da bir faydası yok görünen o ki...
Bahar geldi!



Allah'ım bahar geldi!!! Baharın hepsi içimde.Cemreler kafama düştü,çiçekler gönlümde açtı , rüzgarlar nefesimde ılıdı.
Baktım MAİ daha parlak, yeşilde hala bir mahçupluk var belli belirsiz,sarı deseniz keyfine diyecek yok, kırmızı harlamaya başlamış patladı patlayacak..bahar gelmiş hepsi içimde bahar gönlüme gelmiş dilime gelmiş elime gelmiş bahar gelmiş...

Bi sürü aksilik var hala biliyorum, dünya hala pek de iyi bir yer sayılmaz biliyorum ,ben kocaman bir kadınım yaş aldı başını gidiyor biliyorum,yarın yine her şey .oktan olacak belki bunu da biliyorum ama elimde değil bahar geldi  çiçekler açtı kuşlar başka neşeli ötüyor gök daha parlak güneş daha erkenci havada bir koku var engel olamıyorum sırıta sırıta içime çekme isteğime...

Sakarlıkta son nokta;sandalyeye geçirdiğim o sağlam tekme nedeni ile topal ördek gibi geziyorum sokaklarda. Köşe başlarında kaçamak veya aleni öpüşen çiftler. Ah nasıl seviyorum sizi bir bilseniz.Unutuyorum ayağımın ağrısını,saklayamıyorum tebessümümü.Aşk...sen her şeye kadirsin.Gence de yaşlıya da köre de topala da akıllıya da deliye de yakıyorsun..

Bir duvarı ve parmaklıkları aşarak kendine yol çizmiş asi dal...hayranlığımı sunuyorum sana lütfen kabul et.




Mıy mıy müzikleri de almaz oldu bünye..Hopbidi hopbidi  müzikler ile aşıyorum İstanbul'un caddelerini.Her bir hopbidi'yi ayrı tıklamanızı öneririm :-p

Utandım mutlu olmaya bunca acı-yokluk içinde.
Ama saklayamadım..engel olamadım.
Mutlu olmaya utanır günlerin aslında mazlum esirleriyiz...

Neyse..

Bahara engel olamadı işte yine kötüler...
Umut hep var, her zamankinden güçlü bu sefer
Mutsuz-umutsuz pineklemeyin iyiler
Hepinize sevgilerrrrrrrrrrrrr

27 Eylül 2015 Pazar

Siz Küçükken Kaç Yaşındaydınız?

Korkudan baskın tek duygu umutmuş.

Korku ve öfke anında kontrol zayıflayınca ortaya çıkanlar komik oluyor çoğu zaman. Ne İstanbul Türkçesi ile şakıyan beylerin korku /öfke anında sinkaflı küfürleri ya da lehçeli nidalarına şahit olmuşumdur.

Ya da neredeyse 30 senedir İstanbul'da yaşayan bendeniz kızınca gayet içten bir "yapma da!" ile çığlığı basar, samimi öfke anımda "afkur afkur" diye söylenir,beni çılgına çeviren birine o an rahatlıkla "anderin gaybanası" diye sayıp söverim. O anlarda Amerikan filmlerinin "oh ! lanet olsun!"ları yer almaz dimağlarımızda.

Akşam İstanbul'da gök delindi yere indi. Nasıl bir gökgürültüsü nasıl bir şimşek nasıl bir sağanak yağmur..yok böyle bişi.


Jane Austen'in İKNA romanına dalmış hayli geç yatmıştım. Yerimden kalkasım yok ama kulağım çocuklarda. En sonunda içeriden Nehir'in , yani küçük kızımın titrek sesi yükseldi. 

-"Babaa..babaaaa"

Eşim yerinden fırladı hemen yanına gitti,Nehir kucaklanarak annesinin sıcacık kollarına getirildi. Eh, Selin'in nesi eksik?O da yarı uykulu geldi yattı yanımıza.



Korkan çocuk , üzülen çocuk "anne" diye ağlamaz mı?
Ne yapsam ne etsem Nehir'in aşkı ve önceliği baba işte. Sağlam çakan bir şimşeğin aydınlığında bunu görmüş olduk.



Kıskandım mı sandınız?
Az bile sanmışsınız.
Öldüm kıskançlıktan..ama küçükken "anne" diye değil " baba" diye ağlayan bir kız çocuğu olduğumu hatırladığım sürece ağzımı açmaya hakkım yok biliyorum.

Selin anladı derdimi. Uykusunun içinde gülümsedi , uzandı elimi tuttu.


Nehir son gökgürültüsü ile burnunu sineme gömdü.

"Ne sarsuk bulutlar bunlar..koca gökyüzünde yer bulamayıp çarpılır mı birbirine yahu..bunlar sizden de sakar" diye fısıldadım onlara. Kasılmış omuzlar gevşedi.Bir iki mahmur kıkırdama çıktı ağızlarından.

Onlar uyudu.

Ben yağmuru,babamı ve çocukluğumu düşündüm sabah olana değin.







2 Ağustos 2015 Pazar

28 Mayıs 2015 Perşembe

Yarın Yine Bahar Çok Şükür...


Kalp olacak olanı bilir,sana fısıldar...ama sen, dünyanın sığ endişeleri ile çığlık çığlığa muhatap olduğun için onu duymazsın. O sırada bilmeden söylediğini sandığın söz gerçekleşir ve sen hayretler içinde kalırsın.

Büyük laf söyleme başına gelir dedikleri budur aslında...o büyük lafı söylerken hiç düşündün mü : sana bunu kim sordu?

Şimdiki evimin önündeki caddeden geçiyordum yanlışlıkla bindiğim otobüse sayıp söverek...öğrenciydim henüz. Bir yanda binalar bir yanda mezarlık. İçimden "ıyyyy" dedim. "Asla burada oturmam ben..ne soğuk yer"

Bana soran olmamıştı aslında burada oturmak ister misin diye..ama aslında biliyordu kalbim olacağı.Fısıldayıvermişti olanca naifliği ile burada yaşayacağımı hem de tam evimin önündeki duraktayken . Kibrim,günlük hayat endişelerim , sığ suların büyük dalgaları kulaklarımı sağır etmiş olmalı...duymuş ama anlamamışım.


Ne cümleler ne fısıldandı kulağımıza da kalabalığın gürültüsünde duymadık.

Renklerin en güzellerini taşıyan kalplerimizi kimbilir ne olmaz şeylerin patırtısında paslandırdık.

Onca seçeneğin içinde belki de kendi seçtiğimiz şey yalnızlık...




Sonra , arsız çocuklar gibi hayatı suçladık....

Yarın yine bahar çok şükür.
Sevin kendinizi e mi?

Unutmayın ;renklerin en güzelidir mai.

Bir daha denemek ve yeniden başlamak için
Unutun tüm endişelerinizi.

Umut da yaşamak da bizim için var.

Umut, binbir ayaklı Umut, güneşte saklı Umut edenler haklı Umut, insanın hakkı..! Nazım Hikmet


3 Mayıs 2015 Pazar

Bugün Pazar -Nazım Hikmet Ran

Nazım'ın Sesinden 


Bugün Pazar

Bugün pazar. 
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. 
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün 
bu kadar benden uzak 
bu kadar mavi 
bu kadar geniş olduğuna şaşarak 
kımıldamadan durdum. 
Sonra saygıyla toprağa oturdum, 
dayadım sırtımı duvara. 
Bu anda ne düşmek dalgalara, 
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. 
Toprak, güneş ve ben... 
Bahtiyarım...

Nazım Hikmet Ran
 


30 Mart 2015 Pazartesi

Diyeceğim O ki...


Nehir'i antrenmana götürdüğüm o hafta sonunda moral eksi bakiyede, dünyaya küs bir halde Sağlık Meslek Lisesi'nin salaş kantinine gidip oturdum.Salaş yerleri lüks mekanlardan daha çok severim ben, salaş kıyafetleri pahalı markalardan bin kat fazla sevmem gibi.

Elime Aşk ve Gurur'u aldım, bir masaya "çöktüm" ve zaten tanıdığım olmayan insanlarla göz temasımı kesmek için aceleyle aldığım çayı masanın üzerine koyup gözlerimi kitabıma indirdim. Gözlerim aşina satırlarda gezse de içimde bir hesaplaşma, öfkeli seslerin düşünce koridorlarımda yankılanması ile yaşadığım karmaşa asıl baskın olandı.

İş bulamadım.
Bu berbat bişi.

Hayatta para ile mutluluk olmaz diyenleri bulup parasız da olmuyor demek istiyordum.O gün ve ana ait değildi sıkıntılarım.Gelecek günleri düşünüyordum ve  gittikçe çatılan kaşlarım öfkemin tek dışa vurumu oluyordu.

-Merhaba..dedi bir ses.

Başımı kaldırdım baktım, karşı masamda çay içen iki hanımdan biri seslenmiş. İyice baktım.Yok, tanımıyorum.Kendimi tanımıyorum ki onu tanıyayım. Davet yinelendi.

-Merhaba?
-Merhaba..dedim kararsızca.
-Masamıza gelmek istemez misiniz? Beni hatırlamadınız sanırım.Vakıfbank voleybol okulunda çocuklarımız aynı kurdaydı.
-A..tabii. Hatırlayamadım bir an, çok özür dilerim..diyerek kıvırmaya çalıştım. Kahverengi gözlerdeki anlayış ve dostluk reddedilir gibi değildi.

Yanındaki hanımın yüzünü neden sonra fark ettim. Nazik ve dostça bakışına uygun ince, hem şen hem hüzünlü bir sesle konuşuyordu. Kafamı toplamaya ve ne konuştuklarını anlamaya çalıştım.Tamamı ile otomatik pilotta uçuyordum, iş konusu ve getirdikleri ,üstüste gelen hastalıklar o kadar içine gömüldüğüm bir konuydu ki konuşulan başka her şey anlamsızlaşıyordu.

Sonradan o gün hakkında konuştuğumuzda "o kadar ümitsiz ve üzgün görünüyordunuz ki size seslenip derdinize ortak olmaktan başka bir şey istememiz imkansızdı" diye anlatmıştı "B" Hanım halimi.

Sohbet nerede başladı nasıl devam etti bilmiyorum. "B" Hanım ile aynı yaştaymışız aynı zamanda işsiz kalmışız. Yine de "ben de neler yaşıyorum" "bi tanıdığım var o daha beterini yaşadı" gibi beni deli eden köse sohbetlerden uzak dikkatle, gözlerini hiç kaçırmadan gözlerimin ta içine bakarak gönlüyle dinledi ve anladı beni. "F" ve "B" den yayılan sevecen, pozitif elektrik elle tutulurcasına yoğundu.

O hafta Kadıköy'de bir yerde buluştuk uzun güzel ve rahat bir sohbet için. Üzerime güzel bir şeyler giyip, makyaj yapmayı ne çok özlemişim. "F" ile iş yerinde ne çok benzer şeyler yaşamışız, incinmişliklerimiz benzer , kararlı duruşumuz neredeyse aynı imiş. Sohbetleri ile bir şeylerin değiştiğini, hayatıma anlattıkları ile ayrı dinleyişleri ile ayrı  şeyler kattıklarını görebiliyor ama adlandıramıyordum.


Bir kaç gün sonra yine Kadıköy'de Hilton DoubleTree 'nin en üst katında o eşsiz panaromada çay içtik "B" Hanım ile. Konuştuğumuz konulardan ziyade anlatımındaki içtenlik ve sesinin bir müzik gibi kulaklarımdan akıp gidişi, öfke ile pas tutan-çirkinleşen köşe bucaklarımda bilmeden gezinip beni arındırışı kaldı aklımda.


-Size bir kitap getirdim , bana bir hayli faydası olan bir kitap bu ama eğer kabalık addetmezseniz, benim için önemli olan yerleri size gösterebilmek adına minik post it'ler yapıştırdım...dedi. Sonra endişeyle ekledi "zorlamış gibi olmam değil mi?"

Henüz tanıdığı biri için girdiği bu zahmetin güzelliği ile aydınlandı yüzüm.

-Olur mu öyle şey..çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.

Bana verdiği kitap, hayatımda inanmanın ve tesadüflerin yerini hatırlamama neden oldu ve kitapta da denildiği gibi "bu kitabın bana verilişi de tesadüf değildi"

Sonra sözler sözleri, paylaşılan minik kar tanelerinin yarattığı çığlar birbirini izledi.

Onları tanımanın her dönemecinde biraz daha sevdim ve hayatımda oldukları için biraz daha sevindim.

Sonra, izin almadığım için henüz ismini veremediğim biri aradı beni buralardan. şaştım kaldım. Telefonda yapılan, senelerdir tanışıyormuşcasına sıcak, tatlı,içten ve hoş sohbetler ile bir dost ele daha temas etmiş oldum.

Siz kendinizden vazgeçmedikçe hayat da sizden vazgeçmiyor. Hiç beklemediğim anda bana uzatılan bu dost eller, istisnasız hemen her gün  olumlu -sevecen dokunuşlarını benimle paylaştılar.Bu "umudun ve inanmanın" geri gelişi ile hayatın güzel rüzgarlarla seyreden bir gemiye dönüşmesini onlar sağladı.

Diyeceğim o ki, kızgındım küskündüm ama yine de gönlüm umudu çağırmış olmalı, yine de sevmeyi sevişini hatırlamış olmalı ki hayat bana benim kontrolüm dışında gonca güller, bahar neşesi dolu gönüller bahşetti.


Diyeceğim o ki, inanmak yaşamın en temel belirleyicisi ve ben mutluluğa hep inandım.

Diyeceğim o ki...blog dünyasının satırlarında bulduğum ve taşıdıkları her rengi ayrı sevdiğim güzel insanlar;iyi ki varsınız.

Diyeceğim o ki..mai renklerin en güzeli.



15 Ocak 2015 Perşembe

Mavi Bilye



Mesleki eğitim seminerlerinden birinde, yine aynı şeyleri dinlemekten yılmış biri olarak oturuyordum.Değişiklik olsun diye bazen, ukalalık edeyim, çıkayım adamın lafını ben tamamlayayım istiyordum.

Mesleğim Tanıtım ve Halkla İlişkiler Uzmanı. İş yeri belli. Alan belli..e ama senelerdir aynı konuda seminer verecek adam çağırılmaz ki. Biraz da farklı destekler, farklı bakış açıları,farklı bilgilerle tamamlanmak lazım di mi?

Neyse, kadere isyan yaşlarım geçmiş, "he he" diyerek bildiğimi okuma yaşlarındaydım. Seminerde arkalarda bir koltuk buldum,bacak bacak üstüne attım ve heybemden kitabımı çıkarttım. Kitabımla haşır neşir olacağım en az bir saatin keyfine yoğunlaştım.

Arada bir gülüşmelerin neden olduğu kulak kabartmalarım haricinde farkında bile değildim bir seminerde olduğumu. 

Öyle okuyorum ben;bu dünyadan kopuk, kitabın içinde yaşayarak.

Sonra sessizlik kulağımı tırmaladı. Salonda alışkın olmadığım bir suskunluk vardı.Toparlanarak diğeldim. Konuşmacı didaktiklikten uzak tonlama ile bir şey anlatıyordu.

Off nasılsa biliyorumdur ön yargısına yenik düşmediğim için şükrettiğim anlardan biri o işte. Anlattığı şey, ömür boyu hayata ve olaylara bakış açımı değiştirdi ; çünkü haklı olduğunu biliyordum ve ona inandım.


Anlattığı şey, yarınlarda vazgeçmeyişimdi, umudun matematiksel tanımıydı.

"Her şeyi bildiğinizi düşünebilirsiniz,en basit sorularda en büyük yanılgılar gizlidir aslında" diyordu hoca."Şimdi size bir soru soracağım."

-Bir torbada bilyeler var.20 tane. 3 beyaz,3 siyah,5 pembe,4 yeşil,2 sarı,2 turuncu,1 mavi. Elinizi daldırıyorsunuz ve çekiyorsunuz. Maviyi bulma ihtimaliniz nedir.


Salonda mırıltılar yükseldi ve bir saniye önce bir saniye sonrasında aynı cevabı yüksek sesle söyleyenlerin sesi ortamı doldurdu:

- yirmide bir hocam
-yüzde on hocam
-hiç şansınız yok hocam


Hoca, tebessümü sakin salona bakıyordu.

-Bilemediniz..dedi. Şansım %50

-Nasıl yaaa diye isyankar sesler yükseldi.


Hoca yine gülümsüyordu

-O bilye ya mavidir , ya değildir. Şansınız her zaman %50 'dir. şansınızı zihninizde azaltan, umutsuzluğu yaratan her zaman sadece sizsiniz.


Ne elimi torbaya daldırmaktan korkarım, ne ya olmazsalar dert olur gönlüme.
Ne zaman umutsuzluğa kapılacak olsam, mavi bilyenin sıcaklığı vurur elime



14 Aralık 2014 Pazar

Küfür


Keşke önce twittera bakmasaydım.
Yine mutlu mesut uyanmıştım bir şekilde  3 maymunun en az 2 sini bağrıma basmayı filan hedefleyip, zaman bunu gerektiriyor filan diye kendime telkinler edip.
Oysa şimdi, yine, bir kez daha yapamayacağımı anladım.

Küfür ile 14 yaşımda  tanıştım. Aile ortamında mevcut değildi, annem de görüşeceğimiz insanları -arkadaşları o yaşa kadar titizlikle seçmişti. İlk duyduğum küfür  "ağzına s....m senin" oldu. Kavganın ortasında bu lafı duyup mel mel baktığımı görünce, karşımdaki de duraladı. 

-O ne be? dedim öfkeyi az erteleyip merakın baskınlığı ile yönlenerek.

Uzun uğraşlardan sonra  bahsedilen eylemin dışkının ağza konması olduğu bana izah edildi bilmediğime hayretler edilipte. Kavga, arka planda kalmıştı.

-Ama bu iğrenç?! Mikrop pislik dolu ..neden yapmak istesin bir insan bunu, hem de çok aşağılayıcı dedim.

Bana çok güldüler.
Ben de onlarla birlikte güldüm....ama hala insanların böyle bir şeyi düşünmeleri iğrenç ve anlamsızdı benim için.

Sonra yeni dünyanın kuralları ve renkleri aldı götürdü beni. Geç öğrendim ama güç öğrenmedim doğrusu.

Üstüne onca yıl yurt tahsili, jargonu eklenince öfkeyi ifade etmekte hatırı sayılır bir birikim edindim sanırım.

Sinkaflı küfürleri hayatımın hiç bir döneminde sevmedim.Yanımda küfredilmesinden de hazzetmem doğrusu, izin verdiğim bir şey değil. Cem Yılmaz'ı, sadece ve sadece bu yüzden izlemiyorum. Bu tür şeylerin normalleştirilmesine karşıyım .  Ben dünya para verip gideceğim adam yüzüme bakıp ana avrat sövecek ve bunun normal olduğunu iddia edecek...yok; bu benim doğrum değil. Saygı, diğer şeylerin çok önünde gitmeli ve neresinden tutarsanız tutun bu saygısızlığın ta kendisi.

Saygı, hayatın her alanında en önemsediğim belki. Sanat,siyaset,ikili ilişki, ifade tarzı..hepsinde arıyorum bunu belki yapı belki yetiştiriliş belki edinimlerden dolayı.

Diyeceğim o ki, bugün twittera bakmasaydım yıllar öncesinde bıraktığım,telafuzunu dahi unuttuğum o galiz küfürler oldukları yerden zıplaya zıplaya gelmeyecekti dilime.

Bugün dünden daha kötü bir şey mi oldu?
Yok..ben artık dayanamıyorum.
Umudumu mu kaybettim?
Yok, o bende baki...kızgınım, aptal değil!
Kötüye mi kızdım?
Yok..o zaten kötü, kör olanlara, tartışmak yerine sidik yarışına girenlere, bir şeyler yapmak yerine kendi etrafında tur atanlara kızdım.Dayanamadığım onlar.

Böyle bir günde, Nazım'ı anmadan olmaz ki.
Başka kim kor ateşi gem altına alır, başka kim sus der avaz avazıma.. 

"Aklının hala kendisine ait bir köşesi vardı ve tıpkı karanlıkta bir çatlak misali,buradan içeriye bir ışık sızıyordu;Geçmişten bir ışık.." (Yüzüklerin Efendisi-Yüzük Kardeşliği)

Mutlu günler yakın olsun..kaybetmeden değerini bildiklerimiz kaybettiklerimizi geri alıp bizi bulsun.

Gün gelir, çöle bile yağar yağmur.









BİR HAZİN HÜRRİYET 

 

Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
          bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
                                      değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!

Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.

Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
 

                                                                                    1951 

4 Aralık 2014 Perşembe

Gördüm...


Uzun ince bir yoldayım
Yürüyorum gündüz  ve çok uzun zaman.

Yüreğim dar mekan geniş olsun dedim, tavanı en yüksek yeri sokak buldum. Günlerdir, haftalardır yürüyorum yürüyorum yürüyorum. Kulaklığımdan  sevdiğim ezgiler adımlarıma eşlik ediyor. Düşünüyorum, hatırlıyorum. Yürümeye devam ediyorum, yokuşlar ,düz yollar ...dşünüyorum, unutuyorum.  Özlediklerim gelip geçiyor  dimağımdan, kızgınlıklarım her adımda ayaklarımın altında.

Sonra binlerce kez önünden geçtiğim bir caddenin bir kez daha önünden geçerken milyonlarca yıldır o caddenin üzerine doğmuş güneş, bulutlarla hüzmeler yaratıp bana sesleniyor: boşver...yaşamak güzel şey.

Elimden alamayacakları güzellikler gök yüzünde . Gülümsüyorum..




Yürüyorum, ayaklarım benim emrimde ben ayaklarımın. Kulaklarımda Vivaldi Rain ... yağmur damlaları gibi kendi düzeninde akıp giden notalar ruhumu arındırıyor. Yapmam gereken o kadar hiç var ki...unutsam rahatlarım.  Gönlümü ısıtan güzellikleri ile ağaçlara bakınıyorum. Çocukluktan kalma alışkanlık, avuç içlerimi gövdelerine dayayıp onları dinliyorum. Onlarca değil yüzlerce kez seyrine daldığım ağaçta bir detay fark ediyorum şaşkınlıkla. Deli bu insanlar, sevdanın kendisi deli. Ağaç kızıyor mudur buna;kim ister ki sevda ile de olsa kelepçelenmek diyorum...sonra hatırlıyorum. Aşk hoşgörülendir!


Yürüyorum. Girmiyor o nefesler göğsüme girmiyor. Adımlarım ardıardına, kulaklarımda kelebeklerin dansı. Aklım yağmur sonrası beklenmedik anda geliveren güneş misali gönlümdeki kara bulutları dağıtıyor anılarla. Bakıyorum, aklım gönlümle barışık..görüyorum. Nerede okumuştum ben bunu: ne tarlalar vardır üzerinde ot bitmez ne kayalar vardır üzerinde bereketli incir ağaçları yetişir. Adımlarım yavaşlıyor ve duruyorum. Umut dalga dalga yayılıyor  benliğime. Üzerinde ağaçlar bitmiş kayalara bakakalıyorum. Allah'ım, kendi aptallığımdan beni koru..Ne insanlardan ne hayattan umudu kesmek mi?

 Mai'nin en kurşuni tonunda bile aşkı, sevgiyi, güzellikleri görememek mi?