mai etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mai etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Düşler ve Düşüşler

Nereye gitmek isterdin sorusunun cevabı da tıpkı ıssız adaya düşsen yanına alacağın 3 şey ne olurdu sorusunun cevabı gibi değişiyor yaşla ve yaşananla.

Bir bildiğim , her cevabımda mai olması, hayal ederken bile burnuma denizin tuzlu ,kendine mahsus kokusunun dolması.

Bir bildiğim, yaş kemale erdikçe hayallerimde gideceğim yerin ıssızlaşması, insanı azaltıp mai'yi çoğaltıyor olmam.

Bir de dağ ekler oldum son zamanlarda,dağ özlenesi bir şey artık.

Issız adaya düşsem yanıma alacağım 3 şey sorusuna da Majezik ekliyorum...şu son 3 yıl yordu beni yahu :)

Başımı alıp nereye gitmek isterdim sorusunun 40 yaş sonrası cevapları değişmemiş olup aşağıdaki gibidir.

Bora Bora'nın resimlerine bakıp içinde kaybolup bilgisayar ekranından başını kaldırdığında İstanbul'da olduğunu görmek zaman zaman ruhumu bin parçaya bölmektedir.

Arz ederim 

 








24 Haziran 2015 Çarşamba

Şiirin Mai'si / GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ... ..Nazım Hikmet Ran


Güzel günler göreceğiz çocuklar 
Motorları maviliklere süreceğiz 
Çocuklar inanın inanın çocuklar 
Güzel günler göreceğiz güneşli günler 


......


Hani şimdi biz 
İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar 
Güneşli günler göreceğiz 
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar 
Işıklı maviliklere süreceğiz 


23 Haziran 2015 Salı

Blog Yazmaya Nasıl Başladım ? - Mim




Efendiiiiim,
Gelelim birikmiş Mim'lerimize
Ki ben topaç çevirmek kadar,misket oynamak kadar,uçurtma uçurmak kadar sevdim Mim'leri gerçekleştirmeyi.

Üstelik şu karne döneminde vs çok uzak kaldım buralardan, elim klavyeden kalksın istediğim yok.

Benim tatlı Cam Misket'im,satırlarında narinim Mim'lemiş beni bu sefer.

Mevzuu derin aslında: Blog Yazmaya Nasıl Başladım ? 

HOMO HOMINI LUPUS ..insan insanın kurdudur der söz bilirsiniz.
Bana beni bilen kurt lazımdı..

Resimlerim, yaşantımın detayları kandırmasın sizi. Alabildiğine asosyal biriyim ben. 


En sevdiğim roman kahramanlarındandır Robinson Cruose ..bir adada kimseyle konuşmak zorunda kalmadan yaşamak. Cuma'nın romana katıldığı yerde okumayı bıraktım neredeyse..o kadar bir sinir olmuştum yaşantıya birinin girmesine.

Gözü kör olanın kulağı keskin olur.
Sol kolu olmayanın sağ kolu acaip kuvvetlidir.
Bir yanınız kör ise , telafi edecek yan kuvvetlenir.
Benim gibi asosyal ve konuşma özürlü ama duyguları 50 metre yüksekten yere düşüp saçılmış boya kutularından fışkırmış boyalar kadar renkli, özgün ve özgür bir kadının çıkış yolunun yazmak olması da son derece normal bu durumda.

Günlük hayatta kimseyle göz göze gelmeyeyim diye başını kaldırmaktan aciz bendeniz, ömrümün miladı Selin doğduğunda internette bir siteye üye oldum aynı koşullardaki annelerle iletişim kurabilmek ve sorulara cevap bulabilmek adına.Sorular cevap buldu, orada tanıdığım bir çok kadın da yaraya merhem-ömre bereket dostum oldu.Birbirimizin yüzünü görmek mi gerekir birbirimizin hayatlarına dokunabilmek için?

Hayır...gönül dostluğu bambaşka bir şey.
3 arkadaşınız olsun,can olsun dost olsun.


Tastamam 15 senedir bağımız, iletişimimiz hiç kopmadı.Her gün bir lif daha eklediğimiz kopmaz bir halat ile bağlandık birbirimize.Kardeşiz dostuz arkadaşız ve daha bir çok şeyiz birbirimiz için. Birbirimizden haber almadığımız, iletişimi sürdürmediğimiz tek bir gün bile yok.Bu harika bir şey.

ha niye anlatıyorum bunu. İşte o gruptan çok değerli sevgili biricik canım arkadaşlarım bana sen blog kur dediler. Sözleri narin,gönlü derin,kıymeti paha biçilmez ben ou çok severim Gonca da bunu yineleyince ben bir deneyeyim dedim.

Öyle başladı blog yazarlığım. 


Sonra sıcacık bir mesaj yolladı yazıların birine Havva isimli gizemli ve sevecen hanım. 3-5 yazar giderim dediğim blog dünyasını ve buradaki güzel insanları keşfe daldım.Sizleri tanıdım ya..vallahi iyi ki gitmedim kaldım.

Mai'nin bin tonu daha varmış,seyre daldım.


Efenim ben bu mim'i Oytunla Hayat bloğunun tatlı mı tatlı sahibesine veee gözünü budaktan esirgemeyen sevgili Bücürük ve Ben'e ithaf ediyorum . Olur di mi?

Olur olur :-))

28 Mayıs 2015 Perşembe

Yarın Yine Bahar Çok Şükür...


Kalp olacak olanı bilir,sana fısıldar...ama sen, dünyanın sığ endişeleri ile çığlık çığlığa muhatap olduğun için onu duymazsın. O sırada bilmeden söylediğini sandığın söz gerçekleşir ve sen hayretler içinde kalırsın.

Büyük laf söyleme başına gelir dedikleri budur aslında...o büyük lafı söylerken hiç düşündün mü : sana bunu kim sordu?

Şimdiki evimin önündeki caddeden geçiyordum yanlışlıkla bindiğim otobüse sayıp söverek...öğrenciydim henüz. Bir yanda binalar bir yanda mezarlık. İçimden "ıyyyy" dedim. "Asla burada oturmam ben..ne soğuk yer"

Bana soran olmamıştı aslında burada oturmak ister misin diye..ama aslında biliyordu kalbim olacağı.Fısıldayıvermişti olanca naifliği ile burada yaşayacağımı hem de tam evimin önündeki duraktayken . Kibrim,günlük hayat endişelerim , sığ suların büyük dalgaları kulaklarımı sağır etmiş olmalı...duymuş ama anlamamışım.


Ne cümleler ne fısıldandı kulağımıza da kalabalığın gürültüsünde duymadık.

Renklerin en güzellerini taşıyan kalplerimizi kimbilir ne olmaz şeylerin patırtısında paslandırdık.

Onca seçeneğin içinde belki de kendi seçtiğimiz şey yalnızlık...




Sonra , arsız çocuklar gibi hayatı suçladık....

Yarın yine bahar çok şükür.
Sevin kendinizi e mi?

Unutmayın ;renklerin en güzelidir mai.

Bir daha denemek ve yeniden başlamak için
Unutun tüm endişelerinizi.

Umut da yaşamak da bizim için var.

Umut, binbir ayaklı Umut, güneşte saklı Umut edenler haklı Umut, insanın hakkı..! Nazım Hikmet


30 Mart 2015 Pazartesi

Diyeceğim O ki...


Nehir'i antrenmana götürdüğüm o hafta sonunda moral eksi bakiyede, dünyaya küs bir halde Sağlık Meslek Lisesi'nin salaş kantinine gidip oturdum.Salaş yerleri lüks mekanlardan daha çok severim ben, salaş kıyafetleri pahalı markalardan bin kat fazla sevmem gibi.

Elime Aşk ve Gurur'u aldım, bir masaya "çöktüm" ve zaten tanıdığım olmayan insanlarla göz temasımı kesmek için aceleyle aldığım çayı masanın üzerine koyup gözlerimi kitabıma indirdim. Gözlerim aşina satırlarda gezse de içimde bir hesaplaşma, öfkeli seslerin düşünce koridorlarımda yankılanması ile yaşadığım karmaşa asıl baskın olandı.

İş bulamadım.
Bu berbat bişi.

Hayatta para ile mutluluk olmaz diyenleri bulup parasız da olmuyor demek istiyordum.O gün ve ana ait değildi sıkıntılarım.Gelecek günleri düşünüyordum ve  gittikçe çatılan kaşlarım öfkemin tek dışa vurumu oluyordu.

-Merhaba..dedi bir ses.

Başımı kaldırdım baktım, karşı masamda çay içen iki hanımdan biri seslenmiş. İyice baktım.Yok, tanımıyorum.Kendimi tanımıyorum ki onu tanıyayım. Davet yinelendi.

-Merhaba?
-Merhaba..dedim kararsızca.
-Masamıza gelmek istemez misiniz? Beni hatırlamadınız sanırım.Vakıfbank voleybol okulunda çocuklarımız aynı kurdaydı.
-A..tabii. Hatırlayamadım bir an, çok özür dilerim..diyerek kıvırmaya çalıştım. Kahverengi gözlerdeki anlayış ve dostluk reddedilir gibi değildi.

Yanındaki hanımın yüzünü neden sonra fark ettim. Nazik ve dostça bakışına uygun ince, hem şen hem hüzünlü bir sesle konuşuyordu. Kafamı toplamaya ve ne konuştuklarını anlamaya çalıştım.Tamamı ile otomatik pilotta uçuyordum, iş konusu ve getirdikleri ,üstüste gelen hastalıklar o kadar içine gömüldüğüm bir konuydu ki konuşulan başka her şey anlamsızlaşıyordu.

Sonradan o gün hakkında konuştuğumuzda "o kadar ümitsiz ve üzgün görünüyordunuz ki size seslenip derdinize ortak olmaktan başka bir şey istememiz imkansızdı" diye anlatmıştı "B" Hanım halimi.

Sohbet nerede başladı nasıl devam etti bilmiyorum. "B" Hanım ile aynı yaştaymışız aynı zamanda işsiz kalmışız. Yine de "ben de neler yaşıyorum" "bi tanıdığım var o daha beterini yaşadı" gibi beni deli eden köse sohbetlerden uzak dikkatle, gözlerini hiç kaçırmadan gözlerimin ta içine bakarak gönlüyle dinledi ve anladı beni. "F" ve "B" den yayılan sevecen, pozitif elektrik elle tutulurcasına yoğundu.

O hafta Kadıköy'de bir yerde buluştuk uzun güzel ve rahat bir sohbet için. Üzerime güzel bir şeyler giyip, makyaj yapmayı ne çok özlemişim. "F" ile iş yerinde ne çok benzer şeyler yaşamışız, incinmişliklerimiz benzer , kararlı duruşumuz neredeyse aynı imiş. Sohbetleri ile bir şeylerin değiştiğini, hayatıma anlattıkları ile ayrı dinleyişleri ile ayrı  şeyler kattıklarını görebiliyor ama adlandıramıyordum.


Bir kaç gün sonra yine Kadıköy'de Hilton DoubleTree 'nin en üst katında o eşsiz panaromada çay içtik "B" Hanım ile. Konuştuğumuz konulardan ziyade anlatımındaki içtenlik ve sesinin bir müzik gibi kulaklarımdan akıp gidişi, öfke ile pas tutan-çirkinleşen köşe bucaklarımda bilmeden gezinip beni arındırışı kaldı aklımda.


-Size bir kitap getirdim , bana bir hayli faydası olan bir kitap bu ama eğer kabalık addetmezseniz, benim için önemli olan yerleri size gösterebilmek adına minik post it'ler yapıştırdım...dedi. Sonra endişeyle ekledi "zorlamış gibi olmam değil mi?"

Henüz tanıdığı biri için girdiği bu zahmetin güzelliği ile aydınlandı yüzüm.

-Olur mu öyle şey..çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.

Bana verdiği kitap, hayatımda inanmanın ve tesadüflerin yerini hatırlamama neden oldu ve kitapta da denildiği gibi "bu kitabın bana verilişi de tesadüf değildi"

Sonra sözler sözleri, paylaşılan minik kar tanelerinin yarattığı çığlar birbirini izledi.

Onları tanımanın her dönemecinde biraz daha sevdim ve hayatımda oldukları için biraz daha sevindim.

Sonra, izin almadığım için henüz ismini veremediğim biri aradı beni buralardan. şaştım kaldım. Telefonda yapılan, senelerdir tanışıyormuşcasına sıcak, tatlı,içten ve hoş sohbetler ile bir dost ele daha temas etmiş oldum.

Siz kendinizden vazgeçmedikçe hayat da sizden vazgeçmiyor. Hiç beklemediğim anda bana uzatılan bu dost eller, istisnasız hemen her gün  olumlu -sevecen dokunuşlarını benimle paylaştılar.Bu "umudun ve inanmanın" geri gelişi ile hayatın güzel rüzgarlarla seyreden bir gemiye dönüşmesini onlar sağladı.

Diyeceğim o ki, kızgındım küskündüm ama yine de gönlüm umudu çağırmış olmalı, yine de sevmeyi sevişini hatırlamış olmalı ki hayat bana benim kontrolüm dışında gonca güller, bahar neşesi dolu gönüller bahşetti.


Diyeceğim o ki, inanmak yaşamın en temel belirleyicisi ve ben mutluluğa hep inandım.

Diyeceğim o ki...blog dünyasının satırlarında bulduğum ve taşıdıkları her rengi ayrı sevdiğim güzel insanlar;iyi ki varsınız.

Diyeceğim o ki..mai renklerin en güzeli.



4 Aralık 2014 Perşembe

Gördüm...


Uzun ince bir yoldayım
Yürüyorum gündüz  ve çok uzun zaman.

Yüreğim dar mekan geniş olsun dedim, tavanı en yüksek yeri sokak buldum. Günlerdir, haftalardır yürüyorum yürüyorum yürüyorum. Kulaklığımdan  sevdiğim ezgiler adımlarıma eşlik ediyor. Düşünüyorum, hatırlıyorum. Yürümeye devam ediyorum, yokuşlar ,düz yollar ...dşünüyorum, unutuyorum.  Özlediklerim gelip geçiyor  dimağımdan, kızgınlıklarım her adımda ayaklarımın altında.

Sonra binlerce kez önünden geçtiğim bir caddenin bir kez daha önünden geçerken milyonlarca yıldır o caddenin üzerine doğmuş güneş, bulutlarla hüzmeler yaratıp bana sesleniyor: boşver...yaşamak güzel şey.

Elimden alamayacakları güzellikler gök yüzünde . Gülümsüyorum..




Yürüyorum, ayaklarım benim emrimde ben ayaklarımın. Kulaklarımda Vivaldi Rain ... yağmur damlaları gibi kendi düzeninde akıp giden notalar ruhumu arındırıyor. Yapmam gereken o kadar hiç var ki...unutsam rahatlarım.  Gönlümü ısıtan güzellikleri ile ağaçlara bakınıyorum. Çocukluktan kalma alışkanlık, avuç içlerimi gövdelerine dayayıp onları dinliyorum. Onlarca değil yüzlerce kez seyrine daldığım ağaçta bir detay fark ediyorum şaşkınlıkla. Deli bu insanlar, sevdanın kendisi deli. Ağaç kızıyor mudur buna;kim ister ki sevda ile de olsa kelepçelenmek diyorum...sonra hatırlıyorum. Aşk hoşgörülendir!


Yürüyorum. Girmiyor o nefesler göğsüme girmiyor. Adımlarım ardıardına, kulaklarımda kelebeklerin dansı. Aklım yağmur sonrası beklenmedik anda geliveren güneş misali gönlümdeki kara bulutları dağıtıyor anılarla. Bakıyorum, aklım gönlümle barışık..görüyorum. Nerede okumuştum ben bunu: ne tarlalar vardır üzerinde ot bitmez ne kayalar vardır üzerinde bereketli incir ağaçları yetişir. Adımlarım yavaşlıyor ve duruyorum. Umut dalga dalga yayılıyor  benliğime. Üzerinde ağaçlar bitmiş kayalara bakakalıyorum. Allah'ım, kendi aptallığımdan beni koru..Ne insanlardan ne hayattan umudu kesmek mi?

 Mai'nin en kurşuni tonunda bile aşkı, sevgiyi, güzellikleri görememek mi?








 

22 Kasım 2014 Cumartesi

Ekmeğin Kıtırı ile

Çocukken bir hayalim vardı.
Çocukken bir çok hayalim vardı aslında.


Bir dağ başındayım.Kekik kokulu çayırlar, yeşilin bin rengini binbir renge tamamlamış ormanlar. Ufuk çizgisi aşağılarda bir yerde.Yanımda binlerce kitap,kaşar peynir,ekmeğin kıtırı..milyon yıl orada mutlu mesut yaşıyorum bildiğim şarkıları söyleyerek.Arada annemler geliyor ama sürdürmeleri gereken bir hayat var,geri dönüyorlar.



Bir göl kenarındayım.Her bir şeyi ahşap olan bir evim var. Göl kenarına gelen yolu bir tek ben biliyorum, benden habersiz gelmeye çalışan arkadaki uçsuz bucaksız ormanda kaybolup geri dönüyor.Evin çatı katında gökyüzünü izleyebilmem için devasa bir pencere var. Yanımda binlerce kitap,kalem ,kağıt. Ekmeğin kıtırı, kaşar peynir..ineklerim tavuklarım filan. Beşbin yıl ölmem ben keyfimden. Arada annemler geliyor ama sürdürmeleri gereken bir hayat var,geri dönüyorlar.


Arizona'daki şu komik şekilli tepelerin birinin tepesindeyim. İki göz oda evim var.Ekmeğin kıtırı,kaşar peynir ve soğuk süt yanımda. Burada tebdili mekan için bulunmaktayım ey dostlar. Manzarası hoşuma gidiyo ama biraz kalıp gideceğim.Yanımdaki kitaplar bitene,yeni şarkılar öğrenmeyi özleyene kadar.Arada annemler geliyor ama sürdürmeleri gereken bir hayat var,geri dönüyorlar.


Kayalıklardabir şato burası.Kocaman evde yaşama hayalimi "ay camları sil sil bitmez bunun" diye rezil rüsva eden insanlardan uzaktayım.Etrafı timsah dolu hendeklerle çevrili, köprüleri kalkık..ooooh, ekmeğin guduğundan(!) köfte -patates sandviç yapmışım.Gezine gezine kitap okuyorum.Değmesin yağlıboya,keyifler şahane.Arada annemler geliyor ama sürdürmeleri gereken bir hayat var,geri dönüyorlar. 



Sonra büyüdüm.

Denizi, denizin benliğimi tamamlayışımı,ona olan sonsuz aşkımı keşfettim.
Hayallerim mai'ye büründü.

Vapurdayım.80 sene sürecek bir deniz yolculuğuna çıkmışım. Lumbozdan bakıyorum mavi. Güverteye çıkıyorum..mavi. Başımı kaldırıyorum..mavi. Yüzümde silmeyi bir türlü beceremediğim bir tebessüm. O bile mavi.Gemideki herkes farklı ülkeden.Ben hiç birinin dilini bilmiyorum, oooh duysam da aldırmıyorum çünkü anlamıyorum. Yanımda binlerce koli kitap.Müzik setinde Nilüfer ve Julio İglesias. Her limanda bir sevgiliyi naaapim, her limandan bir kartpostal alıyorum.


Issız bir adaya düşmüşüm, yanına 3 şey al demişler.Kitap,şarjı bitmeyen müzik seti(Hayal bu ya) ve bir gün dayanamaz dönersem diye bir yat almışım. Uzanmışım kumsala, güneş de damlıyo içime..yaşamak bu be yaa


Sonra bir gün,TRT'nin eski müdürlerinden biri ile sohbet ederken bir zamanlar tedavi ettiği bir çocuğu anlattı. Ailesi, düzelmez iyi olmaz bu çocuk demiş hep.Ama onun tedavisi sonuç vermiş.Bir gün, çocuğun çizdiği resimde ilk defa insan görmüşler."Sevincimizden çığlık atarak ağladık" diye anlatırdı. "Nihayet aramıza dönmüş, sağlıklı gelişmeler yüzünü göstermişti"

Tebessümümü ve sevincini paylaşan içten nidalarımı bırakmadan bir duraksadım bunu dinlerken.Benim iç resimlerimde hiç başka insan yoktu.Ekmeğin kıtırı ile kaşar peyniri eksik etmiyordum ama Ayşe Fatma, Ahmet, Mehmet...Yoktu yani hiç kimse.


Sonra sorguladım kendi kendimi. Sevmiyor muydum hiç kimseyi?Yooo, uğruna ölünesi insanlarla doluydu çevrem ve yüreğim. "Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz" şarkısını evvelki ömürlerimden birinde yazmış olabilirdim hatta.


O zaman neydi derdim zorum.. bilemedim.

Şimdi bu hayallerin iki çocuğum yetişkin hayatlarında mutlu ve ben arada onları görmek için geri dönüyorum, ya da onlar her istediklerinde yanıma gelip eğleniyorlar versiyonluları var...ama dillerini bilmediğim kişilerle gemi yolculuğu hala favorim.Julio İglesias ve Nilüfer'i seviyorum ama artık başka favori müzik listelerim var filan.

Ve ben hala bu kaçışın sebebini bulabilmiş değilim.


21 Kasım 2014 Cuma

Dağlar Yerinde Dursun


Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır günümdeyim.
Of çekmeyişim o yüzden.

Eşek kadar oldum, anne özlemi bu kadar olmamalı dimi ya?
Maalesef...annemi özledim hem de çok.
Özleyecek,özlenesi bir annem olduğu için şükrede şükrede,dağlar ardında olsun sağ olsun salim olsun diye diye özledim.
Mis gibi sabun kokan ellerinin başıma değişini, yosun rengi gözlerinde bahar bahar sevgiyle beni süzüşünü özledim.
Özledim diyorum ya...özlem değil bu çok ötesi.İçimde bir şey acıyor, kokusu geliyor burnuma.Üzmeyeyim onu diye yalandan telefon açıyorum :

-Anne salçalı bifteğin dibine soğan...nasıl ytapılıyordu bi anlatır mısın?

Demiyor bana 20 senedir evlisin,yemek programlarında çalıştın ,bin kere pişirdiğin yemek nasıl bilmezsin demiyor. 5 yol ağzında trafik polisi o, tüm aileyi düzenliyor ,herkeslere yetişiyor , koşturuyor ama düdüğü ağzından indirip anlatıyor." Bak şimdi..." anlattığını dinleyen kim.Sesi ılık ılık aksın gönlüme, kurudu nehirlerim,soldu çiçeklerim.

-salçayı ne kadar koyacaaam?

Ayağında sallardı beni.Uyumayayım diye çaktırmadan kendimi çimdiklerdim.Ninni bitince başımı kaldırır "bi daaa" derdim. Hep gülümserdi annem. Gözü güzel, gönlü güzel annem.

Çok özledim..ama dağlar yerinde dursun.

ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar/ kavuşmak nasıl olmaz ;madem ki ayrılık var ...demiş şair.

Kavuşacağız elbet..sabır.

Öyle de özlenesi bir kadındır ki. 

5. katta oturuyoruz, şen kahkahası birinci kattan da duyulabilir.Kızdı mı Tazmanya canavarı gibi bir karış boyu ile fırtınalar estirebilir.Sevdi mi dağlar denizler kadar, sildi mi tozunu zerresini bırakmaz.Bana kitap yollasana der, hayata merakı hiç bitmez. Yeni yemek tarifleri denemekten, masasını salatasını süslemekten haz alır. Bilir annem yaşamayı, savaşmayı,sevmeyi bilir.

Severim onu çok.

Ne iyi olurdu bugünlerde yanımda olsa.

Yok..dursun dağlar yerinde çekmeyeceğim of filan.
Ofların hepsi içimde..Karadeniz'e gideyim..salıvereceğim denizimin maisine.

Sonra dalacağım onun dünyaları içine alan güzel gözlerinin büyüsüne...

Çok özledim çoook!






10 Eylül 2014 Çarşamba

Siz Hiç Öldünüz Mü?





Hiç unutmam fena halde öldüydüm bi keresinde.

O zamanda kaldı insana kinim öfkem...hatta zamanla zaman anlamını yitirdi.En vazgeçilmezlerin denizlerin dalgasında bir köpük kadar değer taşıdığını öğrendim.Susmak, kelimelerin taşıyamadığı anlamlarla zengindi..bildim.

Çok net hatırladıklarım ve savunma güdüsü ile hafızamın sildiklerinden oluşan hikayemi anlatacağım size bugün ihmal ettiğim günlerin affı için.Ayrıntıları hoşgörün..göreceksiniz ki her birinin verdiği mesaj ve belirleyicilik yadsınmaz.

Evlendikten 1.5 sene sonra eşim askere gitti. Herkes, o gitmeden hamile kalmamı o döndüğünde bir bebeğin olduğu yuvamızın olacağını empoze edip duruyordu. Dumur olmuştum.Allah'ım ya Rab'bim.Göbeğimi saklamayıp övüneceğim ve nazlanacağım yegane dönemi bi başına yaşamak? Böreği fırına koy işten geldiğinde hazır olsun mantığıyla bebek sahibi olmak?Elbette söyledikleri sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkmadı zira sağ kulağımdan girmelerine bile izin vermedim.Saçmalıktı.İlerleyen zamanda yaşadıklarım, hayatınız hakkında kendi kararınızı vermenizin önemini anlatacak sizlere.

Bir de sırt çantama takmışlardı. Yeni evli bir kadına yakışmayan bir stildi benimkisi.Kot pantolon,ardımda bir sırt çantası..hani şöyle topuklu ayakkabı şıkıdım kıyafet kolumda şık bir çanta ile alkış toplardım doğrusu...ama ben kaplumbağa gibi evimi sırtımda taşımayı severdim. İyi ki sinlemedim onları..bugün yürüyebilmemi dik başlılığıma borçluyum.

Özer askere gidince, hazır bi başına ve özgürüm;denemek istediklerimi deneyeyim diye TRT'den ayrılıp Yeşilçam'a gittim.Çalışma saatleri yoğundu ve düzenli ,klasik bir evlilik hayatı için çok ideal değildi.Hazır Özer yokken bu piyasaya adım atıp yer edinmek ve o geldiğinde tecrübe edinebilmiş biri olarak iş seçiminde biraz daha belirleyici bir rol edinebilmekti düşüncem. Fırtınalar dizisinde yönetmen yardımcısı olarak iş buldum.

O gün, Üsküdar'ın Çiçekçi pazarından alışveriş yapıp eve dönüyordum.Ellerim poşetlerle dolu evime dönerken yolda dinlenmeye koyulmuş iki kadından biri beni gösterdi diğerine:

-Beli sağlam da taşıyo bak..ey gidi ey..gençken ben de taşırdım ama şimdi belim sağlam değil.

Kısa yol olarak kullanılan mezarlık arasından çıktığımda içimdeki ürperti ile ilk gördüğüm dilenciye sadaka verdim. Aklımda askerdeki eşim,Trabzon'daki ailem vardı.Az sadaka çok bela savarmış..zaten az olan paramdan verdim.İyi de etmişim.

Haftasonu eşime gidecektim.Temiz çamaşırlardan çanta hazırladım.Onunla aynı yerde yatan herkes için Pakmayanın tarif kitabından edindiğim tarifle mayalı hamurdan zeytinli dolama hazırladım. Sabaha kadar belki 5 belki 6 tepsi pasta demekti bu.Oradaki canların her birini kendi kardeşim bildim, zevkle şevkle pişirdim fırının sıcağından emeğin yorgunluğundan söz etmeden.

Rahmetli babaannemin beni çok sevmediğine inanmışımdır her zaman.Evlenirken kalınca bir altın zincir hediye etmişti bana.Özer'in alyansı o zincire takılıydı.Boynumdan hiç çıkartmıyordum.

O sabah Kadıköy'deki Murat Pastanesine gittim.Tatlı birşeyler daha almak istiyordum.Aldım, meblağ düşündüğümden fazla çıktı.O esnada, sıkça geldiğim ve  evvelden de muhabbet ettiğim için asker ziyaretine gittiğimi bilen satıcı ücretin bir miktarını döndükten sonra vermem konusunda ısrarcı oldu. Durum gerçekten zordu ..herkese pasta götürme fikrinin hevesi normalde evet demeyeceğim bu öneriyi kabul etmeye itti beni. Pazartesi gelirim dedim, gülümsedi.

Trene bindim, Tuzla'ya gittim. Herkes torpil bulmamız için teşvik ediyordu ama ben Allah'a emanet konusunda tereddütsüzdüm. PKK'nın yoğun olduğu o yıllarda korku vardı elbette ama kimsenin hakkını yiyemezdik.Eşimde zaten böyle birşeyin lafını ettirmezdi.Şans bu ya, acemiliği Tuzla'ya çıkmıştı.Sırtını Allah'a daya, gerisi boş işte. Haftasonları yanına gidip çamaşır götürebiliyordum ve onu görebiliyordum böylece. Trene bindim yola koyulduk.Bir kaç durak sonra kondüktör trene biletsiz binen 15 yaşlarında tinercileri yakaladı ve dövmeye koyuldu.Çok üzülmüştüm. Cebime ancak Kadıköy'e dönecek kadar para ayırdım, Kadıköy'den eve yürümeyi planladım ve o çocuklara cezalı bilet aldım. Dayak yemeleri içimi acıtmıştı. Tuzla'ya vardığımda eşimle minik bir piknik yaptık, pastalara arkadaşları için ayrı bir sevindi. Mutluydum, ne yorgunluk ne hüzün yoktu içimde.Olan biten, dün bugün yarın, mevsimler özlemler..her şey vardı sohbetimizde.Sonra zaman geldi ve ayrıldık. Ben tren istasyonuna gittim

Peronda beklerken bir hanım ile sohbet ettik. O da asker ziyaretine gelmiş.O bir şeyler anlatırken akşam ezanının okunduğunu duydum.İçimi cız ettiren bir şeyler vardı o ezanın okunuşunda. İçimi tarifsiz bir hüzün sardı. Hanımı dinler görünürken etrafa baktım doymak istercesine."Dünya ne güzel yer..yaşamak ne güzel şey" dedim.İçimdeki sızı gittikçe derinleşiyor, o ezan okundukça nedensiz bir şekilde gözlerime yaşlar doluyordu.Aradan seneler geçti kulaklarımdan hiç gitmedi sesi..neydi bilmem.

Trene bindik.
O hanım da yanımda
Tren hareket etti..İçmeler durağında durduk.Tekrar hareket ederken, bir önceki seferde dayak yemesinler diye cezalı bilet parasını verdiğim tinercilerden biri ileri atıldı ve boynumdaki altın kolyeyi çekerek kopardı perona atladı..."Özer'in alyansı!" diye düşündüm.Bir başkasına ait olduğunu sandığım boğuk bir çığlık duydum ama sanırım o bana aitti.Dengemi kaybederek gittikçe hızlanan trenden yuvarlandım ama peronun sonuna denk gelmiştim..hızlanan tren beni savurdu..raylara doğru savrulurken limon sarısı bluzu ile koşarak uzaklaşan tinerci geri dönüp baktı ve bir saliseliğine gözgöze geldik.

Bir elektrik direğinden az daha yüksek mesafeden kendimi seyrediyorum şimdi. Tren durdu.Biri acil durum el frenini çekmiş olmalı. Herkes başıma toplanmış.Yaklaşmıyorlar.Kimse sorumluluk almak istemiyor biliyorum.Yerdeki  kendimi seyrederken bir bulut gibi havada asılı duruyorum. Elbisem açıldı mı , bir yerim görünüyor mu diye bakınıyorum endişeyle ilkin. Hay Allah..en sevdiğim yeşil elbisem paramparça ama bir yerim açılmamış iyi.Parçalanmış dizlerime ve yüzüme bakıyorum üzüntü ile."Canım çok yanıyor olmalı" diyorum.Çok üzülüyorum bedenimin o haline.Bana el uzatmayan kimseye kızmıyorum.Kızılacak yerde değilim.Ölmek inanılmaz bir hafiflik, güzel hissediyorum kendimi.Düşünmekten bile daha hızlı hareket ediyorsun,hafifliği huzuru inanılmaz.Oradan uzaklaşıyorum,gitmem lazım ama neden bilmiyorum. Sonra filmlerde anlatılan o şey oluveriyor.Tüm hayatım gözlerimin önünden akıp geçiyor unuttuğum tüm ince detayları ile.Ne ufacık bir an ne bir insan eksik değil.Belki bir saniyeden daha kısa sürede hatırlıyorum herşeyi ama herşeyi.Önemli olan şu ki, lafı gediğine koymaktaki becerimle yerle bir ettiğim herkes, küstüklerim,kırdıklarım,haklı olsam da ezdiklerim,öfkelendiğim anlar,öfkeyi kalbimde taşıdığım anlar kirli bir pas rengi halinde..bağışladığım,sevdiğim,güldüğüm ve hele affettiğim anlar ise parlak yeşil ile bezenmiş.İçimi sonsuz bir pişmanlık sarıyor. Ağlayabilsem ağlayacağım.Pişmanlık yakıcı.Ne boşmuş hepsi..haklı çıktım da ne oldu, niye kırdım ben insanları?Geri dönebilsem,af istesem,hani öleceksem yine öleyim ama bu pişmanlığın yükü çok ağır..affedin beni desem..diyebilsem ahh.Tekrar süzüldüm boşlukta. İki kapı var.Birinden yayılan huzur,serinlik ve güzellik bildiğim kelimelerle tarif edilir gibi değil.Sonsuza kadar orada olmak istiyor içim. Öteki kapıyı bildiğim kelimelerden sadece dehşet,hakikatli bir dehşet tanımlayabilir.Çok ama çok korkuyorum.İki kapının ortasında babam var.Üzerinde camgöbeği gömleği.Sıkıntılı anlarında yaptığı gibi iki eli arka cebinde,boynu bükük,başı yerde.Ona duyduğum sevgi yine de titretiyor içimi.Babam gelmiş beni yolcu etmeye.Düşünüyorum.Ablam...ondan ayrılmak dayanılır gibi değil.Özer'i düşünüyorum sonra..beni bile 6 ayda zor tavladı,hayatı boyu yalnız kalır o diyorum içimden gülerek.hayatı boyu..hayat?Elinin altında silah var, askerde..ya dayanamazsa ölümüme.Annemi düşünüyorum , ağlar o çok ağlar.Babam başı eğik ,sözcükler olmaksızın yere bakıp hükmü bekliyor.Belli yüreği ezik ama sözü yok.Ablam..nasıl ayrılırım ondan?Abim..haylazlıklarımız.Ağlayamaz bile o..üzemem onları."Baba" diyorum "döneceğim ben" Babam inanamayarak başını kaldırıyor ilkin.Ardından sonsuz bir sevinçle sarsılıyor vücudu , "evet " anlamında sallıyor başını .Derin bir nefes salıyor hemen ardından..tutmuş, nefes almamış o ana değin.Sonra tüm bunlardan hızla uzaklaşıyorum.O ferah aydınlık hızla yok oluyor.Oysa bir yerde güzeldi ölüm.

Uyandım.Uyuyakalmışım.Kızgın uyandım.Biri "anasını ...tiğim yol verseneeeeee" diye basbas bağırıyordu. Yanımda küfredilmesi hiç hazzetmediğim şeydir. Kim bu densiz diye baktım gözlerimi açıp.Tanımıyordum.Başım birinin omuzuna dayalı..doğrulayım dedim , tarifsiz bir acı ile haykırdım..yine karardı ortalık.

Uyandım. Sessizce etrafa bakındım.Hala aynı arabada arka koltukta iki kişinin arasında oturuyordum, başım birinin omuzuna yaslı idi. Neden orada olduğumu düşündüm.Hatırlamıyordum.Bütün hayatım, adım, kim olduğum dilimin ucuna gelip bir türlü hatırlayamadığım bir kelime gibiydi. Kimdim?Adım neydi?Kaç yaşındaydım?Neden buradaydım? Söyledim söyleyeceğim ama bir türlü hatırlayamıyordum.Gözlerim ellerime ilişti..alyansım.Evliydim.Çekinerek belime sarılmış ve omuzlarına yattığım adama baktım.Saç sakal birbirine karışmış kapkara bir adam..sinkaflı bir küfür daha savurdu yol vermeyen araca.."aman Allah'ım ben ne yapmışım" dedim ve yeniden bayıldım.

Uyandım.Beyaz bir sedyede yatıyorum.O arabadaki adamlar bağırıp çağırıyor. Biri çıkardı nüfus kağıdını verdi görevliye.(Sonradan beni tedavi ettirecek parası olmadığından nüfus kağıdını rehin verdiğini öğrendiğim o insan ve diğerleri için sonsuz dualar ettim ömrümce.) Sedye beyaz..yanımdan minik kırmızı bir dere misali alıyor kan.Benim kanım biliyorum.Korkmuyorum.Elimi kaldırıp alyansıma bakıyorum.Bir doktor getiriyor o arabadaki adamlardan bir tanesi sürüye sürüye.Doktor "uykun var mı " diyor.Susuyorum. "Kustu mu" diyor.Adamlar evet diyorlar.hepsi bir ağızdan bir şey anlatıyor.Kimim ben?En çok adımı merak ediyorum."Deniz olsa adım keşke" diyorum.Denizi çok sevdiğimi biliyorum.Beyaz muşamba sedyeden ince bir iplik gibi akıyor kanım.Beni bir alete sokuyorlar tabut gibi.Tomografi gerekli diyor doktor.Bir tanesi daha nüfus kağıdını veriyor rehin alın diyor.Onu tanımıyorum.Kimseyi tanımıyorum.Kimim ben? Tomografi cihazı tabut gibi.İçine sokuyorlar beni,yorgunum,uyuyorum.

Uyandım.Tuvaletim var.İnliyorum.Adamlardan biri geliyor ,tuvalete götürüyor beni.Oradaki hanımlara rica ediyor "dik duramaz, beli kırık diyor" Kucaklayıp tuvalete götürüyorlar.Kapıyı kapatmaları için yalvarıyorum, halim yok ben kapatamıyorum canım çok yanıyor.Huy canın altında derler..can çıkmadıkça huy çıkmaz derler.Adımı bilmiyorum ama küfre kızmam ve utangaçlığım sabit.Sedyeye geri taşıyorlar.Bayılıyorum.Uyanamayacağım bir rüya görür gibiyim.

Uyandım.Başımda polis.Kimsin diyorlar bilmiyorum.Çantamda Fırtınalar dizisinin textleri.Bir de TRT'ye ait 3-5 antetli kağıt.Kimlik yok.Susmak istiyorum.Karanlık beni alıp götürüyor röntgen odasına giderken.

Uyandım.Kaç saattir bu haldeyim bilmiyorum.Bölük pörçük birşeyler hatırladım.Teyzemin oğlu var İstanbul'da, dayımın oğlu var.Eşim askerde.Adım mı..onu hatırlayamadım henüz.Polis geliyor tekrar.Üzerimdeki değerli olabilecek şeyleri alıyor, alyansımı vermiyorum.Gülüyor."Çok mu aşıksın kocana" diyor.Gülümsüyorum.

Uyandım.Polise eşimin askerde ama acemi birliğinde olduğunu, Tuzla'da olduğunu söyledim."Durumum iyi değil, belki öleceğim..onu son bir görsem olmaz mı?Getirseniz onu bana" diyorum. Polisin yüzü allak bullak. Diğer polise anlatıyor "alyansı avucunda, kocası gelip takacakmış kendi alyansını kendi takarsa olmazmış" diyor. Gidiyorlar.


 Komutanlar tartışıyormuş gecenin bir vakti yemin etmemiş er çıkartılır mı? Biri demiş ki "o da insan.Karısı ölmek üzere..son bir görme şansını almayalım elinden" Koğuşa emir gelmiş." Özer kalk giyin"
Öteki komutan devreye girmiş. "Ya hanımı vefat eder bu firar ederse..yemin etmemiş eri gece vakti çıkartmak risk"
"Er Özer, soyun yat"
"Biz de gideriz onunla..siz sevmediniz mi hiç, evli adam,belki bir daha göremeyecek"
"Er Özer..giyin"
"bu riski alanın askerliği yanabilir arkadaşlar duygusal karar vermeyin"
"Er Özer..soyun yat"
Polis gitmiyor onu almadan çok rica ettiler..ben de giderim , sorumluluğu alıyorum
"Özer..giyin koğuş dışında bekle"

Bir komutanı (Allah her iki cihanda esirgesin onu her kimse) risk alıp onunla beraber geldi hastaneye.Özer'i görünce bahar esintileri içime dolmuş gibi hissettim.Ela gözleri ne tatlı bakıyor gözlerimin içine.Polis anlatıyor ona "alyansı avucunda, sen takmazsan olmazmış.Bişi diyeyim mi arkadaş.ben böylesine aşık kimseyi görmedim.Uğraşmazdım yoksa, bak ta Tuzla'ya geldik" Alyansı uzatıyorum ona sımsıkı tuttuğum avucumu açarak.Yüzük parmağıma takıyor sessiz ve dikkatlice.Mutluyum.

GATA'ya götürüldüm.Beynimin birazı dışarı çıkmak üzereymiş öyle dediler. Filmlerdeki gibi tepemde spot ışıkları ameliyathaneye alındım.Doktora bir karadeniz yemeği olan dible tarifi verdiğimi hatırlıyorum.Kafam fena, pek fena yarılmış. Belim ve omurlarımda kırık-çatlak varmış.Oralara platin koydular ama yürüyemiyorum.GATA'da uzun zaman yatacağa benzer halim.

Orada ne kadar yattım hiç bir fikrim yok.Eve çıktığımda yürüyemiyordum.Çeyizimle gelen dantelli çarşaf takımları , gök mavisi yorganımı sermek bugünlere nasipmiş.Olsun.Ölmedim ya.Umut hala var demektir.

Şimdi biraz geriye gitmek gerekiyor.TRT'de çalışıyorum.Bir sabah işe gelirken otobüste karşıma bir kız oturdu.Kapkara alacalı suratı, sivri burnu ve ürkütücü gözlerine ayrı hava katan hepsi havada kıvırcık saçları vardı.Otobüsten inerken onu bir daha görmemeyi dileğimi çok net hatırlıyorum. Odama gittim,çay-tost ve sabahın rutin işlemleri sonrasında EĞKD bölümü bürosuna geçtim.Staj için gelen gençlerle doluydu ve hemen hepsi ya hocalarının tavsiyesi ile ya gelen yetkileri ikna ederek bir program bulmuşlardı.O kızı gördüm birden.Bir program bulamamıştı, kimsenin ona sıcak bakıp almadığı gururuna incinmişliğine aldırmıyor tablosu çizmeye çalışıyordu. Çok genç..dedim.Kıyamadım. "Merhaba, bizim bir stajyere ihtiyacımız var eğer bir programınız yoksa bizimle olur musunuz?" başını kaldırdı, doğru duyduğundan emin olmaya çalışıyor gibiydi.Elimi uzattım..benimle geldi.O yaz birlikte çalıştık.

Tekrar kaza zamanı.
Annem yine neşeli olmaya çalışan gülümseyişi ile "bak kim geldi" dedi
"Kim?" dedim
Bilmiyorum ki işareti yaptı çaktırmadan. İçeri stajyerim giriverdi.Şaşkınlıkla gülümsedim.Yine soğuk, sanki aslında orada değilmiş gibi bir ifadesi vardı.Bir süre sessizce oturduk.Sonra üzüntüsünü dile getirdi.Sonra benden bana bakmak için izin istedi.Ne demek istediğini anlamış değildim ama içimden onu kırmak gelmiyordu. Yorganı açtı.Elini bana hiç dokundurmadan avucunu açarak üzerimde gezdirmeye başladı. Garip bir sıcaklık hissettim önce.Sonra garip bir sızı.Sıkıntıyla yüzünü buruşturdu." Göbeğiniz düşmüş sizin" dedi. Karnımda sürekli bir ağrı olduğu doğruydu. Devinimli hareketleri ile bana hiç dokunmayarak karnımın üstünde elini dolaştırmaya devam etti.Bir süre sonra karnımın ağrısı geçmişti.Belim ve sırtımla ilgili bir kaç gün daha gelmesi gerektiğini söyledi.Sizi bizi bırakmıştım bir kenara, hayretten bayılmak üzereydim. "Naaapıyon lan?" dedim şaşkın hayran ürkmüş. Gülümsedi solgun. Çağırdılar geldim dedi. Sonra ayağa kalktı. Gitmem lazım, yine gelirim dedi ve gitti.

Ne yapacağımızı bilmez haldeydik. Stajı biteli çok olmuştu evimi ve yaşadığım sıkıntıyı nereden öğrendiği bir yana yaptığı şeyin ne kadar doğru olduğunu bilemiyorduk.Emin olduğum o sancılı ağrının karnımdan gittiği idi.Ona izin vermeye karar verdim.

Mevsim yazdı sanırım.Kuşların cıvıltısını duyuyor sokağa çıkıp yürüyemediğim için deli oluyordum. Tabanlarımda kaldırımı hissetmek için neler vermezdim.  Yürürken terlemek, rüzgarın saçlarımın arasında dolaşması özlemi beni deli ediyordu.

Stajyerim gelmeye gerçekten de devam etti.Düz asfaltta sarsılmadan araçla 3 km kadar gezebilirden başka izni olmayan ben ayağa kalktım ve hayata kaldığım yerden devam ettim.

Sonra stajyerim bana "sana borcumu ödedim,daha beni arama " dedi ve çıkıp gitti. Onu bir daha hiç görmedim.

Kimse bana elini sürmezken, sokakta görseniz kaldırım değiştireceğiniz hırpani dört adam beni kucaklayıp hastaneye götürmüş. İşittiğim küfürler beni yaşama kavuşturma telaşları imiş.Kartal Araştırma Hastanesine götürülmüşüm.Nüfus kağıtlarını rehin bırakıp beni tedavi ettirmişler.Ailem onlara her türlü teşekkürü denemiş ama onlar gülümseyerek evlatları olduğunu, onlara edeceğimiz hayır dualarını yeteceğini söylemişler.

Hafızam yerine gelince ve yürüyebildiğim ilk gün Murat Muhallebicisine koşup borcumu ödedim.Birine "inşallah..ama olmazsa hakkını helal et" demem o zamandan öğrenmişliğimdir.

Sizi sevmeyen birinin zoraki verdiği hediye bir şekilde gidiyor sizden..belki canınızı yaka yaka.

Bir daha kimseye küsmedim.Kırdıklarım unutkanlığımdan oldu, hatırladığımda af diledim.O filmi bir daha gördüğümde pas rengi bir yeri olsun istemiyorum.

Hamile olaydım yaşayacağım acı ikiye katlanacaktı.İnsanları dinlemeyip kendi bildiğimi okuduğum için kendimi daha çok sevdim.


Sırt çantam tam raylara gelmiş.O olmasaydı darbe çok daha sert olacaktı ve ben belki hiç iyileşemeyecektim. İnsan kendisi için en iyi olanı biliyor çoğu zaman.Hala sırt çantamla gezerim.

Bir adım önce düşsem trenle peron arasında kalacakmışım ve bacaklarım kopacakmış.Az sadaka çok bela savar, o gün verdiğim sadakanın hayrını hiç unutmadım.

Bir daha pazardan elimde torbalarla dönemedim, hiç dönemeyeceğim. Nazar adam öldürür Anadolu hurafesi değilmiş, yaşadım bildim.

Yarın kalkacağız ya inşallah...güneşi göreceğiz mainin içinde sıcacık. Sıkıntımızın yanında umudumuz da olacak ya fırından taze çıkmış ekmek gibi sevinci bizi sara sara.Sevdiklerimizin yanına koyacağız unuttuklarımızı belki, affetmenin büyüklüğünü yaşamak için en azından bir günümüz daha var diyeceğiz.Yarın kalkacağız ya, bitmemişliği başlatacağız işte yeniden.


Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947