24 Kasım 2016 Perşembe

Öğretmenleştirebildiklerimizdenmisiniz?


James Redfield'in Dokuz Kehanet kitabında kimsenin tesadüfen yolumuza çıkmadığı, yolumuza çıkan herkesin bize verilecek bir mesajı olduğundan bahseder.




gülüşüne ölürüm bennn


Hepsi öğretmenimdi.Ben kime ne mesajlar verdim bilmem, kiminden bilerek kiminden bilmeyerek mesajlar  ve dolayısı ile öğretiler aldım insanların.

Ama zamanla öğrendim ki , en iyi öğretmen yanan elmiş.

İlk sırada Başöğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK

İkinci sırada nefes almaktan yaşamda neşeyle tek başına var olabilmeye kadar her ayrıntıda ilk öğretmenim olan canım annem Rabiş Sultan,


Üçüncü sırada Beşikdüzü Köy Enstitülerinin kuruluşunda çalışmış Cumhuriyet öğretmeni , adını gururla andığım sevgili dedem Haşim Zihni,

Dördüncü sırada bildiğim her şeyi yeniden yorumlamama ve anlamama,tüm masalların gerçek olabileceğine inanmama neden olan canım evlatlarım,



Beşinci sırada eşsiz kazıklarını yediğim dost bildiklerim olmak üzere tüm öğretmenlerime saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Öğretmenler Günü kutlu olsun.





23 Kasım 2016 Çarşamba

Sen Bilirsin


Sen bilmiyorsun ki YOLCU  nerden gelmiş.
Hangi dikenli yollarda yalın ayak koşturmuş da hangi denizleri yüzerek geçmiş
Mecbur kaldın mı ki hiç susuz olduğun halde önündeki tastan su içmemeye

Uğraşıp duruyorsun can yakmaya
Yanan kendi canın değil mi aslında..

İnsanın gözlerine gitmiyorsa gülüşündeki ışık, kalbinin ayaz boşluğundan bizi sakınsın Allah.



Dönüp bakıyor İNSAN olan can yakmaya uğraşana; tepine tepine bir kocaman toz bulutu oluşturmuş bir şaşkın
Ego diye buna diyorlar herhalde

E sen de eylen bakalım
3 günlük dünyanın 3. gününde kim olacak yanında?


19 Kasım 2016 Cumartesi

Yüzüklerin Efendisi ve Bugün #TecavüzcülerAklanamaz

Ey bu gölgeli diyardaki gezginler
Yitirmeyin umudu! Çünkü karanlık da olsa
bir sonu vardır her ormanın
bakın nasıl da geçip gidiyor bulutsuz güneş
güneş batıyor, güneş doğuyor
gün bir bitiyor, bir başlıyor
Ya doğuda ya batıda mutlaka kesilecek orman (Yüzüklerin Efendisi)





Ardımızda korku, önümüzde düşmanlar
Göğün altında kurulacak yataklar
Ta ki tüm zorluklar aşılana
Yolculuk bitip, işimiz, tamamlanana kadar.
Gitmeliyiz! Gitmeliyiz!
Gün doğmadan atları sürmeliyiz
! (Yüzüklerin Efendisi)


18 Kasım 2016 Cuma

5 "R"li

Öyle böyle yakışıklı diye tarif edemezdiniz onu
Erkek denilemezdi öyle  herkese denildiği gibi. En az 5 "r" daha eklemek ve errrrrrkek diye tabir etmek lazımdı.

Gür ve yumuşak görünümlü John Trovolta saçları tek başına yeterdi zaten. Arada kocaman sol eliyle saçlarını arkaya attığında üniversitenin kantinindeki tüm kızlar rüzgar yemiş başak tarlası gibi o saçlarla kendilerini şöyle bir arkaya atarlardı ellerinde olmadan.

Omuzlar zaten helikopter pisti idi mübarek. Üzerine konut inşa et belde kur hani öyle genişti ve düzgündü. Ama asıl üçgen ve tek gram yağ bulunmayan vücüdun daracık kalçaların sonrasındaki o uzuun , upuuzun bacaklarla attığı aldırmaz uzun adımlar var ya. Allah'ım sana geliyordum diye nara attırırdı pek çoğuna.

Benden çok üst sınıftaydı. Haddim olmayacağını  bildiğim için  meyil bile etmedim adama doğallıyla. hani bir karış bişiyim zaten, önünde zıplasam beni yine görmez adam. Görse kısacık kesili saçlarım ve saf bakan  gözlerime acıyıp başımı filan okşar belki. Bir karış da olsam gururum var benim, hiiiç bulaşmadım öyle bişiye ama gözlerim o her kantine girdiğinde  yörüngeye girmiş diğer  dişi canlı türü gibi onu izliyordu gayet doğal olarak.


Hele bir sigara içişi vardı.Tek nefeste yarısını götürdüğü marlboronun çıtırtısında köze dönüşen kaç kalp vardı çevrede gözünüzle görebilirdiniz.

Hep tek takılıyordu.
Allah'ım nasıl cool bir errrrrrkek diyorduk hepimiz. Gülümsediğini bile görmemiştik. Yanında bir tek kişi olurdu zaman zaman, o da bundan beter, yakışıklılar sınıfı başkanı lakabı Doktor olan ama herkesi hasta eden abiydi yani. Onunla da fısır fısır konuşurlar, Doktor  esmer teninde iyice kusursuzlaşan muhteşem kar beyazı  dişlerini göstererek Kadir İnanır ile Tarık Akan'a beş basan sakin erkeksi kahkahalar atardı. Ama "bu" gülümserdi sadece. Doktor ise onun gülmemesine daha çok gülerdi. Sonra biz eriyip bittiğimiz için sıvı halden katı hale geçebilmek umuduyla harcadığımız derin çabalar sonrasında derse girmek için kantinden ayrılırdık.

Okula her zaman gelmezdi, uzun zaman görülmediği de olurdu ama geldiğinde herkes bunu bilirdi. Çok çaresizdi durum çoook.


Çok kızlar gördüm pervane gibi ona çekilen. En güzeli, en maceraperesti,en seksisi,en masumu, en  melankoligi, bacakları en uzunu, en kırmızı rujlusu, en inatçısı. Ama hiç birine başını kaldırıp cevap vermezdi. Bu da onu hepten efsane yaptı.

Bir gün, yanında kaldığım dayımlara kızgın ve küskün olduğum için kar yağışına aldırmadan sabahın esselatında hoca amin amin demeden yollara düştüm ve gidecek yerim olmadığı için okula gittim. Kantindeki abinin "kız sen sokak kedisi gibi bu saatte burada ne arıyorsun" bakışı gururumu incittiği için en dip köşeye çekildim ve henüz ısınmamış okul sokaktan da soğuk olduğu için beremi gözlerime kadar indirip paltomun yakasını kaldırabildiğim kadar kaldırdım. Uzaktan bakıldığında kantinde bırakılmış paltoların arasında bir palto gibi görünüyor olduğumu biliyordum ama kırık gururum ve öfke dolu kalbimle boğuştuğum için çok da umurum değildi.

Derken içeri o girdi. 5 r'li erkek.Aman Allah'ımdı. Öleyim mi ben filan vaziyetinde kıpırtısız kalakaldım. Okul nüfusunun %50'sinin duaları yani okulda onunla başbaşa olma dileği kabul olmuştu besbelli lakin paket teslimde hata vardı. Kişi ben olmamalıydım.

Yemin ederim, kaderin bir espri anlayışı var.
Meleklerin tamamı karınlarını tuta tuta gülüyor olmalıydı o an.

"Bu" her zamanki gibi baş parmağı ve işaret parmağını kısarak kantinciye işaret yolladı ve kahve istedi sabah sabah. E çay hazır değildi tabii. Dalgın gözlerle kantini süzdü. benim olduğum köşede bir an bile takılmadı gözleri. Beni boş palto yığınında bir obje sandığını  anladım, kaskatı kesilmiştim kımıldayamıyordum ne yapacağımı da bilmiyordum..

Kısa bir an geçti
Kantinci kahveyi koyarken  sade kahveden vazgeçmiş olacak ki "abi kahve bugün orta olsun,ağzımın tadı hiç yok" deyiverdi.


Allah'ım..bu ses onun sesi miydi?
Hayır..olamaz ki?
Bu ses Kırmızı Başlıklı Kız'ın olabilir, bu ses Şeker Kız Candy'nin olabilir hatta bu ses karşı damdaki martının da olabilir ama onun olamaz?
Kımıldamamak için artık bir çabam yoktu
Zaten lal olmuş kalakalmıştım çünkü

Doktorun kahkahalarının ve cool sessizliklerin sırrı  gözümün önünde laaak diye çözülmüştü.
O seksi kalçalarını bir sandalyeye koyup cool cool kahvesini içti ve gitti
okul ısındı
Saatler geçti
İnsanlar geldi
Paltomu tanımış arkadaşlarım gelip beni insan formuna geri almak için beremi çıkardılar ilkin.
Sonra panik halde "Kadriye! Ne oldu sana!!" diye haykırdılar

Gözlerim yaş içindeydi
Gülmekten bayılmak üzereydim ama hala kımıldayamıyordum

17 Kasım 2016 Perşembe

1989


Kitaplardan beni etkileyen-unutmamak istediğim pasajları düzenli not almaya 1989 yılında başlamışım. Dün odama sohbete gelen genç personelle sohbet esnasında laf açıldı o defteri çıkartıp  hatırlamaya çalıştığım bir yere baktım ve kitaplardan yaptığım alıntıların beni etkileyen bilgiler haricinde içinde bulunduğum ruh haline-yaşa bağlı seçkilerden oluştuğunu fark ettim.

Alıntılarım, bana beni seyretme ve hatırlama iznini verdi.

Güzel bir müzik dinletisi ile birlikte(tık) 1989'da yani 18 yaşında iken bana bir baktım da...





Benim savaşım geriye bakış olmaması yolunda. Bizler geçmişin mahkumları değiliz . Bulunduğumuz yerden başlayabiliriz. Bu konuda kınanacak "başkaları" yok.

LEO BUSCAGLİA-KİŞİLİK (Mayıs 1989)

💞💞💞

Bir mesajın hiç alınmaması , onun gönderilmeye değmez olduğu anlamına gelmez

LEO BUSCAGLİA-SEVGİ (Mayıs 1989)

💞💞💞

İnsan tükenir DENİZ tükenmez
Aşk acı,umutsuzluk,coşku vb..
En çok gözlere yansır, gözlerde okunur
Aşklarımı,acılarımı,umutlarımı,coşkularımı
Kimse okuyamıyor artık

FERİT EDGÜ-ÇIĞLIK  (1989)

💞💞💞

İşte sen böylesin Küçük Adam. Kaşık atmayı, kepçe daldırmayı çok iyi biliyorsun da yaratma yeteneğinden yoksunsun. Bu yüzdendir ki sırtına deli gömleği geçirir gibi parmağına evlilik yüzüğü geçiriyorsun

WİLHEM REİCH_ DİNLE KÜÇÜK ADAM (1989)



💞💞💞

İkiye böler yağmuru geceyle yanyana
Ağaç dolaşır durur,yolunu şaşırmış ormanda

MELİH CEVDET ANDAY - TANIDIK DÜNYA (1989)

💞💞💞

İnatçı değilim, gerginim. Kendimi salıvermesini de beceremem.Hem bu da bir müdafaa şekli. Düşünen bir kamışımben

JEAN PAUL SARTRE - UYANIŞ (1989)

💞💞💞

Kaybedecek bir şey olmayınca hayatın idaresi kolay

SİLAHLARA VEDA - ERNEST HEMİNGWAY (1989)

💞💞💞

Hürriyet, savaşmak için bir amaçtır.

EXODUS- LEON URİS (1989)

💞💞💞

Attın beni dünyaya garip kul diyerek,
Noksanını kendin ara bul diyerek
Buldumsa da bir gün,yine çektim Tanrım
Her hasreti ben üstüme bir çul diyerek

BÜTÜN ŞİİRLERİM 2- ÜMİT YASAR OĞUZCAN(1989)

💞💞💞

Ağaç ölür, ormanlar kalır

ÜÇ KAĞITÇI - ORHAN KEMAL (1989)





16 Kasım 2016 Çarşamba

Beni Bu Havalar Mahvetti


Çalışmam lazım hem de koşar tempoda bir an evvel halletmeliyim diye gözüme bakan tüm işleri hallederek.

Ama neyleyim...gözüm daldı penceremden bakakaldığım kışa dönmek üzere olan sonbahara.

"Keşke" deyiverdi şair iç sesimle sohbet ederken tatlı tatlı.


Sonra olan oldu...


KEŞKE
Deniz kokulu taşlar döşenmişti yollara
Ben bile bilmiyordum nerde ayrıldık
söndür küllenmiş sözcüklerini geçmiş zaman
sararan firezleri geç
yorumu gökyüzüne bırakılmış uçurtmalı tepeleri
uzun bir yol için aldığın ne varsa bırak ardında
saklayabilseydim dalgın bakışlarımı böyle zamanlar için
saçlarını taradığım sular,rüzgar ve karanlık

bak adın yazılı yeşim taşından örülü duvarda!
Murathan Mungan



💚💜💙

AUTUMN LEAVES-türkçe sözler

Düşen yapraklar
Pencerenin önündeki kar birikintisi
Sonbahar yaprakları
kırmızı ve altın rengi

senin dudaklarını görüyorum
Sonsuz öpücükler
Güneşyanığı eller
Tutmaya alıştığım

Sen uzaklara gittiğinden beri
Günlerin uzunluğu büyüyor.
ve yakında duyacağım
eski kış şarkılarını

Ama herşeyden çok seni özlüyorum
Sevgilim
Sonbahar yaprakları

Düşmeye başlarken


Kayıp İlanları


En çok gülüşünü kaybedenlere acımak lazım belki.
Kıvırcık saçlı olup gülüşünü çocukluğunda bırakan evli barklı müdür adamlara mesela..biraz kızmak biraz acımak.
Yok yok, kimseye laf attığım yok. 
Azcık sinir olmuşsam demek vurdumduymazlığına insanların
Çocukluğunda tadından yenmezken büyüdüğünde "evlibarklısuratsızgillerdenadam "olanların.


Hala dik tuttuğu kuyruğuna çan bağlamışlar  ama haberi olmamışlar var bi de.
Çocukken siyah çerçeveli gözlüklerinin ardında gözlerinin gülüşünü sevdiğiniz can dostlar.
Çocukluğunu gelecek endişesiyle yoğurduğu kalbini şekillendirirken çamura düşürüp toza bulamışlar.
Ama hala eskisi gibiyim değişmedim ayağında olup hanım boyunduruklu bitmek tükenmek bilmez vefa ödeyenler.
Tanımadım hiç öyle birini
Tanısam, çocukluk günlerinin hatırına yer yutarım karısının  kabalıklarını, kendisinin varım zannediş çırpınmalarını.
Ama öküz oturur içime
O başka

İlk gençlik yıllarının  herkese aşık olanları vardır bi de. Ne Harran Ovası kılıklı yürektir onlarınkisi. Herkesi alır içine, herkese verir kendinden hem de hiç eksilmeden.
Sonradan kimyasal katılırsa toprağına verim düşer, çoraklaşır.
Yanlış evlilik yapar, apışır kalır.
Hala gülümser gülümseyeceğine yemin etmişcesine ama karşılık verilmesi mümkün değildir öyle acı bir gülüşe.
Kendi dünya güzeli gibi sürekli kusur gördüğü şeylerden dem vurur olur zamanla.
Kıyamazsınız bu canı yanmış odunu bir kere de siz kırmaya
İyi ki öyle arkadaşlarım yok.
Acısını acım bilir, kırmızı gonca gülleri öksüz bırakan acemi çapkın için ağlardım sonra.


Hele aşkından hastalıklara tutulmuş olanlar var ya o ilk gençlik yıllarında. Alırlar sevdikleri kızı sonra boşar bi daha alırlar sonra bi daha boşar bi daha alırlar. Gemi iskeleye çarpa çarpa kendini de harap eder iskeleyi de viraneye çevirir. Bi bakarsınız ne çocukluk ne gençlik kalmamış eskiden yumuşacık olan sesinde nefesinde. Çelik dişleri olan har har har  her şeyi direkt söylemeyi medeniyet sayan bir yönetici amca olmuş çıkmış.Evrim mi devrim mi  bu her neyse "nalet" olsun der, topuklar gidersiniz. Onun ardında bıraktıkları ile sizin ardınızda bıraktıklarınız eski kartposttalar kadar yumuşak çizgili sevecen bir çocukluktur ama ağzınıza almaya cesaret bile edemezsiniz.

Şükür hayatımda öyle birileri , akrabam da olsa yok.
İsmail Abi gibi "o gemi bir gün gelecek" diye boş ufuklara el sallaya sallaya dururdum yoksa limanlarında.


Hiç erkek evlat istemedim ömrümde. 
Oğulların evlenmesi aileye  gelin getirmiyor
Oğlan gidiveriyor  çok istisnalar hariç  görüp gördüğümce




15 Kasım 2016 Salı

Feriha


Laf ola beri gele der gibi dalıveriyor bazen freni patlamış kamyonlar hayatımıza.

"Ben bu filmin sonunu kesin biliyorum" diyebileceğiniz bir şey değil hayat.

Sürprizler, hiç ummadık zamanda ölüveren başrollerle dolu sokaktaki öyküler.

Ölüm dediysek her ölü nefes almaz diye bir kaide yok.Göreceksiniz...


Hep gülen, şaşmaz şekilde daima strech kot giymesine neden olacak  sütun gibi bacakları olan bir kızdı Feriha (gerçek öykülerde gerçek isimler kullanmıyoruz malüm). Kuş yuvası gibi dağınık  saçları, kırmızı  yanakları , bira küstah bakan gözleri ile okuldaki çok sıradışı olmayan ama sıradanlıkla nitelendirilmeyecek bir tanıma sahipti.İlk senenin şaşkın ve ürkek ruh halini pek çabuk attı üzerinden. İkinci sene "nolacak abi yaaaa"lar bürüdü her yerini. Babası subaydı, belki o disiplinin isyanı oldu her şeye "nolacak abi yaaa". Bir gün yine "nolacak abi yaaa" ile hipnozcuya gitti arkadaşları ile kakarakikiri. Biz de yani  "manyak bunlar yaaaaa"cılar gelsinler de geyik çevirelim halinde idik.

Ama gelmediler.

Ertesi gün de yoktular.


Sonra öğrendik. Hipnoza giren Feriha çocukken uğradığı  bir tecavüzü fısıldayıvermiş isimlerle birlikte. Kendine geldiğinde herkesin yüzündeki ifadeye gülmüş önce , sonra şaka yaptıklarını sanmış, sonra doktora gitmişler..bakire değil. Sonra hatırlamış her şeyi. Çocuk bilinci reddetmiş 1. derece akrabanın tecavüzünü, yarattığı korkuyu, acıyı, utancı. Unutmuş..unutmak koruma kalkanıdır bakmayın.Ben de kaza geçirdiğim döneme ait detayları unutmuşum satır satır değil  cilt cilt.


Neyse, Feriha evdekilere olanı biteni anlatıyor, baba o akrabayı vuruyor,akraba ölmüyor,aile darmadağın,ortalık toz duman...

Yeni bir hayat kurmaya çalışsa da Feriha, öteki yaşananlar hep gölge kaldı yanında.

Mevsimler kurgularla oyaladı bizi
Tarlaya bırakılmış bir at gibi
Bağlı, yalnız ve özgür,
Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak 
Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi

**
Kalk dostum ormana gidelim
Geyik sesleri içine çökelim
Yeniden doğuş, kıvanç, uyum
Kurgular bir yana, biz bir yana
İlk kez düşünmeden görelim

Martılar gibi yağmurun altında
               
                       Melih Cevdet ANDAY



14 Kasım 2016 Pazartesi

Cyrano de Bergerac - Tiyatro


Ayıp bana yazmamışım bi haftadır ama topuklarım bi tarafımı döve döve koşturduğum zor haftaydı.
Önce kendimden sonra sizlerden özür dilerim.

Cuma akşamı ne kadar uzun zamandır hevesle beklediğim tiyatroya gittik Nehir'imle. Zuzu'm artık söylenmiyor eskisi kadar. Ablası ve arkadaşı olmadan , sadece benimle gitmek hoşuna gitmiş anladığım kadarıyla. Yaş 12, öncelikler farklı haliyle. Sanatsal kaygısı  çoook sonra :-)


Cyrano  çocukluk aşklarımdan biri. Keskin zekanın ve güçlü bir yüreğin insanın fiziksel kusurlarını  nasıl da görünmez kıldığına beni ilk inandıran kişi. Dilinin keskinliğini silahşörlükteki başarısı ile besleyişi, akışta yer alan kuvvetli mizahi unsurlar, tarihin  bir sayfasına ucundan kıyısından da olsa şahit olmak kesinlikle fark edilebilir bir ayrıcalık yaratıyor.

hele o "burun" tiradı....


( Soylulardan kendini beğenmiş bir tip olan Valvert, Cyrano'yu küçük düşürmek ister..)

cyrano de bergerac: kibarlar için yasa çizme değil, kılıçtır.

de guiche: can sıkmaya başladı!
vicomte de valvert: pöh! farfaranın biri! de guiche: elverir, kabak tadı!

haddini bildirecek kimse yok mu?

de valvert: ne demek! durun şimdi.

(kendisini süzen cyrano'ya yaklaşır ve azametli bir tavırla karşısına dikilir)

burnunuz ne kocaman!
cyrano: (pür ciddiyet) evet, pek kocaman!
hepsi bu mu?

de valvert: daha? cyrano: bu kadarı az
delikanlı! halbuki neler neler bulunmaz
söyleyecek! asıl iş edada.
meselâ bak;

hoyratça:
"burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak dibinden kestirirdim!

dostça: "yana yatmaz mı,
senden evvel davranıp kadehine batmaz mı?"

tarifle: "burun değil bir kere, coğrafyada
böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!"

mütecessis: "acaba neye yarar bu alet?makas kutusu mudur, divit midir izah et!"

zarifâne: "kuşları sevdiğiniz besbelli!yorulmasınlar diye yavrucaklar, temellibir tünek kurmuşsunuz!"

pür neş'e: "birader, şu koskocaman burnunla tütün içince, komşu"yangın var!" demiyor mu?"

müdebbir: "aman yavrum,bu ağırlıkla yere düşmenden korkuyorum!"

müşfik: "yaptırın ona küçücük bir şemsiye,yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!"

alimâne: "görmüştüm aristophane'da belkihippocampelephan tocamélos adındaki hayvanın
burnu gayet büyükmüş! sen ne dersin?"

nobran: "zaten bilirim, sen misafir seversin,
bu, şapka asmak için ne mükemmel bir icat!"

şairâne: "ey burun! bütün cihana inat,
seni baştan aşağı nezle etmeye kaadirtek rüzgar bulunamaz, karayel istisnadır!"

hazin: "bir de kanarsa, kızıldeniz, ne belâ!"

hayran: "lavantacıya ne mükemmel tabela!"

safiyâne: "abide ne günleri gezilir?"

hürmetkârâne: "beyefendi kibarsınız muhakkak,yoksa imkânı var mı cumba sahibi olmak?"

köylü: "vış anam! bu ne? bilmem guş mu balıh mı?yoksa bir tohuma gaçmış salatalıh mı?"

sivri akıllı: "bunu tombalaya koymalı!kim elinden kaçırmak ister böyle bir malı?"
ve hıçkıra hıçkıra, nihayet, pyrame gibi,"bu ne felâket! bu ne musibettir yarabbi!
böyle berbat edip de yüzünü sahibinin,şimdi de utancından kızarıyor bak hain!"
olsaydı biraz nükte, biraz malûmatınız,işte karşıma geçip bunları sayardınız.
fakat sizde nükteden eser yok zerre kadar,neyleyim cenab-ı hakk ihsan buyurmamışlar!
zaten bir parça icat kudreti olsa bileböyle seçkin, muhterem hüzzar önünde hele,
bana bu şakaları yapamazdınız elbet.ağzınızdan çıkmaya daha olmadan kısmet
bunlardan birinin en ufak başlangıcı,karşınıza çıkardı bergerac'ın kılıcı!
ben bunları söylerim oldukça belâgatle;başkasından dinlemem fakat tekini bile!


Tiyatro hayli kalabalıktı ve bu beni yine sevindirdi.
Keşke müzikal de olsa ve eğlensem diyen Zuzu'm kalabalık sahne, renkli  kostümler, hızlı akış ve bol bol yer alan şarkılara el çırptı sevincinden.



Musahipzade'nin kocaman sahnesi işlevsel olarak kullanılmıştı. Dekor aman aman zengin değildi ama kostümler , oyuncular, akış sizi alıp götürüyordu zaten.
Hiciv sanatının ustaca kullanılması, şiirsel konuşma biçimi zeka ve neşeye hasret kalan beynimin paslarını aldı götürdü.


Nehir de benim gibi sonu kötü biten ne roman ne öykü ne sinema ne tiyatro istemiyor. Bu tiyatronun sonundaki ölüm o kadar asil ve o kadar romantikti ki  "Cyrona'ya başka türlüsü yakışmadı, mutlu son kabul ediyorum bunu" deyiverdi yavrucuğum da beni şaşırtarak.

Sonunda , gittiğimiz en harika tiyatrolar listesinde ilk 3'e girmeye hak kazandığına kani geldik.

Zamanınız varsa mutlaka gidin derim.



CYRANO DE BERGERAC
Yazan: EDMOND ROSTAND
Çeviren: SABRI ESAT SİYAVUŞGİL
Yöneten: MEHMET BİRKİYE
Dramaturgi: BAŞAK ERZİ
Sahne Tasarımı: BARIŞ DİNÇEL
Kostüm Tasarımı: CANAN GÖKNİL
Işık Tasarımı: MURAT İŞÇİ
Müzik: TOLGA ÇEBİ
Koreografi: ALPASLAN KARADUMAN
Efekt: ERSIN AŞAR
Yönetmen Yardımcısı: AYBAR TAŞTEKİN, SERAP DOĞAN, ERCAN DEMİRHAN
Süre: 165 DAKİKA/2 PERDE
OYUNCULAR
ADA ALİZE ERTEMASRIN GURUR KUYUCAKAYŞECAN TATARİCAN TARAKÇICEM KARAKAYACEM URASÇIĞDEM GÜRELDAMLA CANGÜLDERYA KEYKUBATDOĞAN ALTINELEMRAH CAN YAYLIEMRAH DERVİŞ SOYLUERTAN KILIÇGİZEM AKKUŞGÖKHAN EĞILMEZBAŞGÖKSEL ARSLANHAKAN GÜMÜŞHASİP TUZHÜSEYİN KEFELİİBRAHİM ULUTAŞLALE KABULMURAT BAVLİMUSA ARSLANALİOKAN PATIRERÖZGÜR DAĞÖZGÜR DERELİSEDA ÇAVDARŞEYDA ARSLANTANJU GİRİŞKENYİĞİT SERTDEMİR
KONUSU
Kılıç kullanması ve şairliğiyle hayranlık uyandıran Cyrano'nun tek kusuru, haddinden fazla büyük olan burnudur. Kendini son derece çirkin bulan Cyrano, kuzeni Roxane'a aşık olur, ne var ki Roxane Cyrano'nun bölüğünden genç ve yakışıklı Christian'a aşıktır. 17. yüzyıl Fransa'da yaşamış şair ve silahşör Cyrano de Bergerac'ın hayatından esinlenen oyun, aşkı, kahramanlığı ve gururu anlatıyor. Sabri Esat Siyavuşgil'in dilimize kazandırdığı oyunu, Mehmet Birkiye Yönetiyor.