istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2019 Pazartesi

PAZAR//Gurbet Kuşları-1964

 
Hafta sonu  klasik olarak işe geldiğim için Pazar gününe hak ettiğinden fazla anlam yüklüyorum belki. Pazar, bir inanışa göre Tanrı'nın  bile dinlendiği günmüş . 

Benim için Pazar, evde biriken işlerin yapılıp çılgıncasına çamaşır yıkanan, hafta içi daha kolay yemeklerle geçiştirildiği için kallavi yemeklerin olması gereken,nevresimlerin değişeceği, haklı olarak annesini beklemiş-özlemiş evlatla zaman geçirilip azcık da olsa gezilecek,evle ilgilenilecek, en az bir sinema filmi izlenilecek kitap okunacak,  ödevler-ertesi güne okul forması çanta hazırlığı kontrol edilecek filan.

Pazar gerçek bir dinlence günü.

Sinema filmi ne bulsam diye gezim gezim gezinirken ve doymak bilmek bir açlıkla Marvel filmi aranırken 1964 yapımı Gurbet Kuşları filmi zap sıçramasında yer aldı. Rahmetli Tanju Gürsu'yu çok severim. Bi bakiiim diye geri döndüm filme. Sonra 2004'lü olan kızımı ve eşimi çağırdım. Filmi birlikte izlemekte ısrar ettim.

Gurbet Kuşları'nın senaryosu Orhan Kemal ve Halit Refiğ'e ait. 1. Altın Portakal Film Şenliği'nde En İyi Film seçilen, yönetmeni Halit Refiğ'e de En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazandıran film, Kahramanmaraş'tan büyük şehre, İstanbul'a göç eden bir ailenin dramını anlatıyor. Aile, büyük umutlarla İstanbul'a geliyor. Önce bir ev tutuyorlar, sonra da bir oto tamirhanesi açıyorlar...
YönetmenHalit Refiğ
Senaryo
YapımcıRecep Ekicigil
Görüntü YönetmeniÇetin Gürtop
Eser
Süre102 dk
TürDram
Özellikler35 mm, Siyah Beyaz

Doğru hatırlıyorsam Cüneyt Arkın'ın ya ilk filmi ya ilk filmlerinden biri. Filmdeki İstanbul ile bugünkü İstanbul arasındaki fark Nehir'i kahkahalarla güldürür ve "gerçek mi bunlar" diye sordururken eşimle bana sessiz ortak bir hüzün  verdi. Boş caddeler, çamurlu sokaklar, biraz virane evler...İstanbul , bir kimliği olan kent iken aradan geçen sadece 55 yılda bu hale nasıl geldi, nasıl getirildi? 


Tambir Nazım'ın "bu vatana nasıl kıydınız" haykırışı yükseliyor yüreğinizden izledikçe.

 Ailenin hayallerle geldiği kentten büyük kayıplarla geri dönüşü; doktor olan evlatlarının , abisi Amerika'da yerleşmiş olan zengin sevgilisini vatana hizmetin yüceliğini anlatıp "aslını unutan haramzade" deyişiyle kendini aslıyla ortaya koyabilişi; 

"Ben hayalimi gerçekleştirdim, hep bir İstanbullu sevgilim olsun isterdim" diyen büyük ağabeyin sevgilisinin mahallesinden çıkışı..

 
"Yatak yumuşak  mı bakayım" sorusunun ardından çırılçıplak ve namus elden gitmiş kızın safiyane umutları (Nehir burada gülmekten kendini kaybetti diyebilirim) ....bugüne ait ne çok şey var o filmde. Kaybettiğimizi farkına bile varmadığımız onlarca değer, nerede olduğumuzu fark ettiren yüzlerce replik.


Namus elden gidiyor diyerek "hususi otomobilde " gördüğü kardeşini bi temiz dövüp saçlarını kesen büyük ağabeye karşı durararak "bu evde biri dövülecekse sadece ben döverim" diyen babanın sözlerinde kızını korumak mı otorite mi olduğu 2019 yılında değerlendirildiğinde ne kadar da farklı anlamlar taşıyor. 


Aile, zararın neresinden dönsek kârdır diyerek tüm kayıplarına razı gelip memlekete geri dönerken, bir hiç olarak gelen ve hayallerine "kararlılıkla" yaklaşan "Haybeci" de bugünlere kadar belediyede yer almış olsa gerek!!!!

Nehir "neden o kadar fakirmişiz o zamanlar" diye sordu dalga geçmeyi bırakıp. Basma perdeler,gaz lambaları ona yabancı. Bir kızın başkası ile yattığı için intihara zorlanması , Rapunzel kadar masalsı ve uzak onun var olduğu dünyada. 



En az Marvel kadar gerçeküstü gelen  Gurbet Kuşları'nı mutlaka izlemenizi, hatta mümkünse yakınlarınızla birlikte izlemenizi öneriyorum.

Nerden geldik'i hatırlamak, nereye gidiyoruz'u fark etmek adına...



4 Eylül 2019 Çarşamba

48(Kırksekiz)








Ay ay ay...

Utanmayı bilene ayıp vallahi.

İnsan bloğundan , yani bizzati kendisine ait dünyadan koskoca bir ay ayrı kalır mı?

Koşuyordum, duramadım: affola.


Annem ve babam benimleydi. Küçük Kumla'da annem babam  çocuklarım ile 3 hafta tatil yaptım. Öyle sanıyorum ki ömrümün tamamında, tatile en yakın zaman dilimiydi bu. Her günün sakinliğinde yer mavi gök mavi dağ mavi olan sabaha baktım ve İstanbul'u ardımda bırakmak ne kolay ve ne güzel olurdu dedim kendime. 60 metrekare , kibrit kutusu kadar evimin mütevazılığında kibrimden, yorgunluklarımdan,soru ve sorunlarımdan tamamen arınmış;köy ekmeği-keçi peyniri ve taze demlenmiş  çay ile  mutluluğu yakalamış olurdum.


 Yanımda serisini tamamlamaya uğraştığım Hasan Ali Yücel serisi kitaplarım, artık kullandığımda beni mutlu eden yakın gözlüğüm  ve sonrasında bol köpüklü sade Türk kahvesi.


İki şort 3 bluz ile mutlu mesut ben. Zeytinyağlı yeşil sabun elimde, şampuanı  unutmuş ben. İstanbul'daki  bir gardırop  dolusu elbisenin sahibi yabancı geliyor bana Kumla'dayken.


40'ından sonra , imla işaretleri yoruyor insanı belki de. Ne soru işareti ne ünlem kaldırmaz oldu  bünye. Akışkan ve dinlendirici notalar (tık), uzun sessizlikler başımın tacı diyorsunuz. Renklerden en güzeli mavi, mevsimlerin her biri başka şiirsellikte başımın tacı diyorsunuz.


Günde en az 100 telefon görüşmesi yaptığım kanısındayım. Ve her gün en az 50 insanlar görüşüyorum birebir. Mesleki deformasyon sanırım, konuşmak ve konuşulmak zül gelir oldu.

Mutlu suskun maviliklerle açayım sezonu. 
Blog dünyası candır,  dönmüş olabileyim inşallah.

3 Ağustos 2018 Cuma

Dik Gözünü Bulutlara ve Danset


Sen aklıma mukayyet ol ya Rab..diye diye yürümeye başladığım yollar ile dolu artık İstanbul.

Sıkıldım.
Bıktım.
Usandım krizlerden kavgalardan ve "bunu da böyle kabul et" lerden.

Reddettim.

Sakındım.
Nefret ettim " haline şükret"lerden, "senin ayakkabın yok bak onun ayağı yok"lardan.



Hayat bu değil. Yaşamak bu değil.
Bir durdum , bir nefes aldım , bir düşündüm de,neredeyse eminim; ben bunun için gelmedim dünyaya.

Türkiye'nin haline bakmaya gönlüm dayanmıyor artık.
Twitterda anlatamayan ve anlayamayan, sokakta yaşayamayan ve yaşatmayan insanlar insanlar insanlar...

Kavga, küfür, düşünmeden edinilmiş kalıp cümle ve düşünceler güruhu.

Oysa ben hayatta belki de en çok sorgulanmadan edinilmiş kalıplardan nefret ettim.



Sonra  başkaldırının en kalıcı en vurgulu en tartışılmaz haline   aşka -güzelliğe-renklere-var olan tüm güzelliklere çevirdim gözlerimi yangından kaçarcasına.

İyi ki varsın sanat....





14 Temmuz 2018 Cumartesi

Yenge


Trabzon'dan yaz tatillerinde İstanbul'a gelirdik.

Rahmetli yengem bizim detaycılığımıza güler "İstanbul'da kim ne giyse odur moda, az rahat olun" derdi.

Nur içinde yatsın.

O kadar iyiydi ki , o kadar erkenden gitti bu diyardan mümkün olduğunca incinmeden ve incitmeden.


Bu sabah anmamak mümkün değildi meşhur sözleri ile onu.
"İstanbul'un havası fahişelere benzer, saat başı kılık kıyafeti değişir ne yapacağını şaşırırsın" derdi.

Çiçekleri kızgın güneş altında kavrulmasınlar diye sulamaya çıktığım bu sımsıcak yaz gününde anında astıran sağanak yağmurun neşesiyle kalakaldım balkonda.


Önce uzanabildiğim kadar uzanıp gökkuşağı aradım, sonra sıcak havadan süzülen ılık ve iri yağmur damlaları beni ıslatsın diye elimden ne gelirse onu yaptım.
Yarım saate sokak sel gibiydi.


15 dakika sonrasında bulutsuz pırıl pırıl bir Temmuz güneşi kavuruyordu ortalığı.


Sokağa baktım, kimi şort kimi pantolon kimi uzun kimi kısa kimi renkli kimi sakıngan kimi montlu kimi yarı çıplak insanlar birbirlerine aldırmadan yürüyüp gidiyorlardı.

Yengem tahsilli bir kadın değildi .
Sokak filozoflarının sevecen sözleri idi ondan bana gelenler.

Gideli yıllar olsa da bir yağmur damlası ile gönlüne düşüveriyor insanın sevdikleri.
Sevgi ve saygıyla anılmanın temel kuralı da tevazukâr bir tebessüm belki çoğu zaman.


Kaybettiğimiz tüm sevdiklerimiz nur içinde yatsınlar..sevgi iki cihanda geçer akçe.

6 Ocak 2018 Cumartesi

Seni Tanıdığımda


Sabah Selin'in pasaport işlemleri için Vatan'da bulunan Emniyet'e gittik. Sabahın esselatı ama mevzuu İstanbul olunca kargalar bile ikinci kahvaltıyı yapmış olayı brunch'a bağlamış oluyor. 


Haftalardır makineleşmiş bir beyin ve vücut ile deliler gibi, aptallar gibi  çalışıyorum. Bir dakika boşluk yok. Uykumdan uyandığımda bana şarkılar çalıyor olan beynim-hafızam-düşünce sistemim çalışmaya ve iş planımı  sorgulayıp beni sarı alarmda tutmaya devam ediyor. Bir odada hapis kalanlar, uzayda astronotlar gibi anılarımı ya da sevdiğim şeyleri hatırlayıp insan kalmaya ve kendimi yitirmemeye çalışıyorum.


 Sevmeye ve umut etmeye alışkın kalbim, biraz yorgun ama yine de güçlü bir şekilde varlığını hatırlatıyor. Tüm bu  haksız keşmekeş içerisinde yine de seviyorum yaşamayı, yarına umut etmeyi ihmal etmiyorum. Sağanak yağmurlarda burnumun ucuna düşen tek damla yağmurun, gökyüzünden şahsıma özel gelen bir armağan olduğunu bilmek ile ilgili bir şey bu.


Sabah Selin'in pasaport işlemleri için Vatan'da bulunan Emniyet'e gittik. Sabahın esselatı ama mevzuu İstanbul olunca sabahın 7'sinde bile kavga edecek kadar stresli ve yorgun olabiliyor insanlar. Oysa daha gün yorulmamış, insan kirlenmemiş..sadece 7(Yedi). Horoz esneyecek, uykusunu bastırıp  ötecek daha filan..ne olmuş olabilir ki kavga edecek kadar sabrınızı ve sizi tüketen?


Baba-kız gidilecek güzergah hakkında tamamlayıcı fikir tartışması yaşıyorlar. O vasıta bu yol, bu vasıta şu yol.Mecbur olmadıkça ağzımı açmıyorum. Yorgunum. Sonra onları izlemek  nasıl zevkli. Bir aile yaratmışım ben. Biri kıvırcık saçlı pembe beyaz bişi, öteki saçlarına kır düşmüş geçmiş zaman prensi. İkisinin de minnacık burunları. 


Dokunuşları, sesleri,sözleri aşina. Yaşadığın anı farkına varmak..ömrü en uzun kılan şey bu olsa gerek. Ocak ayında olmaması gereken bahar havasını içime çekiyorum doyasıya. Marmaray,  metro, otobüs,vapur...onlar konuşuyor ben  dinliyorum, kulaklarım bile yorgun dinlemekten. Karacaahmet'te öten tek kuş bile yok. Onlar da yorgun olabilir tabii..


Sabah Selin'in pasaport işlemleri için Vatan'da bulunan Emniyet'e gittik. Sabahın esselatı ama mevzuu İstanbul olunca akşamı düşünmüyor insan. Yapılacak onlarca şeyi sıraya koyup koşuyorsun sadece.Mevsimler takvimde, zaman saatte. Yakalayabilirsen sobele..


Eşim bir şeyi "fazla" yapmış eksik değil ama bu da sorun oldu , pasaport işini halledemedik. İki fındık burun bunun kritiğini yaparken ve ben daha şimdiden birazdan işe gidecek olmanın koşturmacasındayken farkında bile olmadıkları bir tatil sabahı kaçamağını farkında olarak yaşıyor olmanın huzuru ve neşesiyle gülümsedim. Bir şeyler yiyip ayrılalım planlarına girişmişlerdi bile ikisi. 


Selin  "baba" dedi bir şey sormak için.
Eşim döndü baktı.

Seni tanıdığımda adın Özer'di sadece..



25 Mayıs 2017 Perşembe

Sol Cebimiz Çok Çok Büyük


"Unuttun mu ummayı" diye sormak isterdim.

Ama burası İstanbul.

Mecbur olmadıkça konuşmaz kimse kimseyle..hatta dostlarıyla  bile. Zaman az,bereketsiz;ne doğana sevinilir ne ölene üzülünür. Zaman yetmez.

İETT 'de gidiyoruz. Küçücük bi kız. Dizlerini içine çekse çamaşır sepetine sığacak;o kadar küçük. Başında iki metre  örtü. Kocaman kara gözlerinde anlamını çözemediğim bir ifade; ama donuk. Kimseyle gözgöze gelmemeye özen gösteriyor. Belli ki göz teması ağır geliyor; kimbilir ne gördü daha evvel. Kınama...şehvet?

Hap kadar çocuk ne diye örter başını ben anlamam. Kim ne isterse yaşasınlık konu mudur bu?
Konu  çocuksa,hayır.

Cinler tepemde, bakıyorum içerliyorum kızıyorum.

"Yaşın kaç" demek istiyorum.
"Unuttun mu ummayı" demek istiyorum..sonra "hiç öğrenmedim ki " derse diye korku düşüyor içime.

Kendimi suyun akışına, İstanbul'a bırakıyorum.
Şu nefes alamazlığımı unuttursun bana koşturmacası içinde

Boğulacağım!

Hatırlamak , bilmek  kurtarıyor bizi çok zaman:



Sel ile mücadele etmek manasızdır. Gücünüz yetmez. Kendinizi akıntıya bırakın, koruyun : ta ki  sel zayıflayıp kıyıya yakın yere geldiğiniz ana saklayın gücünüzü: gücünüz kurtuluş için lazım olacak.

20 Şubat 2017 Pazartesi

ÖZGÜRLÜK YÜRÜME MESAFESİNDE


Çayı koy ki  çocuklar kalkana kadar demlensin ama o arada  çamaşır atabiliriz elbette ve çanta değiştireceğim şunları koymayı unutmamalıyım vb cümlelerle dolu sabahın asil prangası mutfak havalansın diye camı açana kadar sürdü.

Taze , serin yağmur kokusu hipnozdan uyananlardaki kadar şaşkın bir bakış getirdi yüzüme.

Yine de saatin tik-tak'larına yenik düştü  varlığım ve çocukların ayakkabılarını da boyayayım diye mırıl mırıl geri döndüm evin içine.

Saat henüz 05:30'du.

08'de Nehir ile evden koşturararak çıktığımızda o okula ben işe yetişmek için adımları telaşla sıralamamıza rağmen birbirimizi kucaklamayı unutmadık ayrılmadan hemen önce.


"Seni seviyorum" diye fısıldadım kulağına annece
"Aynen" dedi yüzüme bakmadan ..ergence

Tam çöpü de atıp 14C'yi yakalamak için atıldım ki yağmurun davetkar tıkırdamasını duydum kırmızı şemsiyemin  tepesinde.

Çocuksu, 
Masum,
Yalnız,
Davetkâr,

Elimi cep telefonuma attım saate bir bakayım ne kadar zamanım var diye.
Elimi geri çektim; dedim ki kendime,özgürlük yürüme mesafesinde.

Herkes duraklara ya da saçakların altına sığınırken, kulaklığımı takıp müzik dinlemeyi bile reddederek yola koyuldum. Yağmuru dinlemek, nefesimle o tazecik serinliği ciğerlerime nakletmek, yorgun düşüncelerimi attığım her adımla kaldırımlara dökmekten başka bir dileğim yoktu. 

Evden işe yürüdüm.




Şemsiyemin tepesindeki o inanılmaz ritm, yağan her damlaya şükür duası ettirecek kadar huzur doldurdu içimi.



Öyle böyle değil...Yaklaşık 3 kilometre yürüdüm.



Sevgili İstanbul,

Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla.

Esaretin her türüne #HAYIR

24 Aralık 2016 Cumartesi

Kurbağa Fred



Evden çıkarken çöpü atayım diye elime almadan önce çocukların ayakkabılarını boyayayım derdine düşmüşken sabah kalkınca çay koymadan evvel yüzümü yıkadıktan hemen sonra renkli çamaşırları makineye attığım için onları asıp çıksam ne iyi olur diye düşündüm.

Teknik sorumlumuzun sorduğu soruyla çınlayan whatsapp mesajlar kısmını  açtığımda yapmayı unuttuğum bir iş aklıma geldiği için öteki iş arkadaşlarıma mesaj atmışken bugün haftasonu indirimlerini kaçırmadan Migros'tan alışveriş etmeliyim derdi mıh gibi aklıma çakıldı.

Nehir şapka giy,  çayın altını kapattım mı ,  etüde geç kalacaksın, anahtarını aldın mı,  gözlüğünü mü sileyim? Hey Allah'ım tamam ver sileyim nidaları arasında zor şer evden çıktık.


Koş koş Kadıköy'e in, otobüsteyken cepten halledilebilecek işleri hallet, araştırılması gerekenleri araştır ( evlere servis veren kuru temizlemeci kim var bizim yakınlarda vb) inince koş koş; simit mi alsam öğle yemeğine şurdan geçerken  hah bankomat dur para yatıracaktım ay yanında Yapı Kredinin kitabevi var kitaplara bi baksam ama yılbaşı hediyesi almam lazım geçerken sipariş vereyim getirtsinler unutmayayım akşam dönerken de balık mı alsam  ..

Bir an sonrayı planlamazsan hiç bir şeye yetişemiyorsun
Bir an sonrayı planlamaktan an'ı yaşayamıyorsun.

Haberleri açmayayım adam susmuyo yine cer cer cer cer konuşmuştur yemin ederim, hayat koşturması ayrı mesele ama bu adamın sesi , nefesi yoruyor beni. Yorulmama sebep olacağı kadar paye verdiğim için de kendime kızmıyor değilim. Oysa yağmur öyle güzel yağıyor ki.

Durrrrrrrrrrrrrrrrr dedi gönül
Durdum


Yağmur ne kadar güzel yağıyor
Evden çıktığımdan beri var mı bu yağmur

Ablamla gülerdik kurbağa fred şarkısı söylerdik

Yağ yağ yağmur
Her yer çamur..

Çocukluğumun aldırmaz neşesinden başka ne var üzerime hızla gelen ayrıntıların denizinde boğulmamı engelleyen.

Beyin enteresan bir organ. Arka plana atıvermiş silinmesine izin vermeden, dün telefonda yazılı bildirilmesi unutulmuş bir işin bugüne hazır olması için cansiperane mücadele verip saçlarımın ağarmasına yardımcı olurken yürüyerek konuştuğum için camdan bir anlığına görüvermiştim. Yağmur vardı yine ben farkında olmadan, dünyaya can veren bu 
mucizeyi aldırmazlıkla selamlarken çocuğun biri yağmurdan oluşan derenin ortasına geçmiş  muhtemel yepyeni ayakkabıları ile tepiniyordu neşeyle. Sadece ama sadece bir an yüreğim cız etti. Yağmura inmek, üzerime su sıçratmak ve yeniden var olmak istedim. Çocuklarımı yetiştirirken yararlandığımkaynakların birinde "çocuklarınızın yağmur sularında tepinmesine izin verin kızmayın :18 yaşında bunu yapmıyorlar..bırakın çocukluklarını yaşasınlar" diyen  yeterli ve yetkili şahsı andım onaylayarak. ben izin vermiştim;şimdi artık ikisi de bunu yapmıyor. Sonra telefondaki "haklı" kişiyi ikna etme çalışmalarıma dönüverdim o an'ın zenginliklerini zihnimden ittirerek. Ama bugün yağmur , dünün yağmuru ile birleşip kendime getirdi beni.

Durdum.
Şu protokollu iş hallolsun, yürümeye başlayacağım.
Tüm sorumluluklarımık ardımda bırakacağım
Şemsiye yok, kapşunu örtmek yok.
Koşturmak yok, işi işe eklemek yok

Hatta bütçe hesabı da yok.

Gönlüm, ben,ertelediklerim ve sevdiklerim.
Gündem,sesi kesilesice,üzüntüler dertler yok.

En çok kendimi ihmal etmişim. Bir nefeslik de olsa hakkını vererek yaşamak lazım.


"Yağ yağ yağmur
Her yer çamur" diyen Kurbağa Fred kadar sahici,içten,akıllı olmak lazım.

Şükürler olsun


20 Aralık 2016 Salı

Pabucumun İstanbul'u



Saatin azizliğine uğradı da sabah 05:50 sandığımız saatin 06:50 olduğunu  çok geç fark etti  Kıvırcık. 
Yarım ağız ah'lanıp of'landık ama aslında acaip neşeliydik  çünkü Kıvırcık, Zuzu  ve ben manyak eğlenceli bir Pazartesi sabah kahvaltısı yapmış olduk.

Yaşasın kimine aksilik gelen ama görmesine bilene lütuf olan ayrıntıların zenginliği.

Sonra sokağa çıktığımızda tazecik gülüşleri ile  caddeyi çınlatan çocuklarımın soğuktan kızarmış yanacıklarının güzelliğine baktım.

Dedim dondurabilsem şu anı dondurmaz mıydım?
Kalplerinde en birinci henüz ben iken.. en büyük dertleri sınav notları ve kaçmasını aslında hiç umursamadıkları otobüsleri iken...evlatlarım.

"Hadi mızıkdamayın, an benim için çok özel" dedim ve fotoğrafımızı çekmeleri için bir çok insna ricada bulundum.

Her biri yüzünü buruşturdu..hepsi bir şeye bir yere yetişme telaşındaydı.



Kimbilir onların kaçı feyste bugün efkarlı efkarlı yazmıştır ölen insanlıklar hakkında.
Kimbilir onların kaçı   bilgiç bilgiç aforizmalar paylaşmıştır insan kalabilmek adına.
Kimbilir onlar sevdiklerine "aşkım" derken "aşkın" ne olduğuna en son kafa yoralı kaç yüzyıl olmuştur.

İstanbul'muş da masal şehriymiş de ah yaşanmalara doyulmazmış da...

Hay ben bu İstanbul'un 7 tepesinin 7 tepesini birden..diyecektim ki aklıma geldi.
Benden önce yaptılar zaten.

ÇAMLICA TEPESİ

ÇENGELKÖY SIRTLARI
Hoşgörümü gittikçe yitirdiğim yaşlardayım.

Vezneciler Kız Yurdunda kaldığım zamanlarda öğrendiğim küfürlerin ne çoğunu unuttuğumu ,onlar kalbimden hızla geçerken hayretle fark ettiğim günlerdeyim.

Son söz Oscar Wilde'dan: