10 Eylül 2014 Çarşamba

Siz Hiç Öldünüz Mü?





Hiç unutmam fena halde öldüydüm bi keresinde.

O zamanda kaldı insana kinim öfkem...hatta zamanla zaman hepten anlamını yitirdi. En vazgeçilmezlerin, denizlerin dalgasında bir köpük kadar değer taşıdığını öğrendim. Susmak, kelimelerin taşıyamadığı anlamlarla zengindi..bildim.

Çok net hatırladıklarım ve savunma güdüsü ile hafızamın sildiklerinden oluşan hikayemi anlatacağım size bugün ihmal ettiğim günlerin affı için. Ayrıntıları hoşgörün ..göreceksiniz ki bütünü anlamakta her birinin verdiği mesaj ve belirleyicilik yadsınmaz.

Evlendikten 1.5 sene sonra eşim askere gitti. Herkes, o gitmeden hamile kalmamı o döndüğünde bir bebeğin olduğu yuvamızın harika bir şey olacağını empoze edip duruyordu. Dumur olmuştum .Allah'ım ya Rab'bim. Göbeğimi saklamayıp övüneceğim ve nazlanacağım yegane dönemi bi başına yaşamak? Böreği fırına koy işten geldiğinde hazır olsun mantığıyla bebek sahibi olmak? Elbette söyledikleri sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkmadı ;zira sağ kulağımdan girmelerine bile izin vermedim. Saçmalıktı. İlerleyen zamanda yaşadıklarım, hayatınız hakkında kendi kararınızı vermenizin önemini anlatacak sizlere.

Bir de sırt çantama takmışlardı. Yeni evli bir kadına yakışmayan bir stildi benimkisi. Kot pantolon, ardımda bir sırt çantası..Hani şöyle topuklu ayakkabı şıkıdım kıyafet, kolumda şık bir çanta ile alkış toplardım doğrusu...Ama ben kaplumbağa gibi evimi (sevdiğim şeyleri) sırtımda taşımayı severdim. İyi ki dinlemedim onları. Bugün yürüyebilmemi dik başlılığıma borçluyum.

Özer askere gidince, hazır bi başına ve özgürüm; denemek istediklerimi deneyeyim diye TRT'den ayrılıp Yeşilçam'a gittim. Çalışma saatleri oldukça yoğundu ve düzenli , klasik bir evlilik hayatı için pek de ideal değildi. Hazır Özer yokken bu piyasaya adım atıp yer edinmek ve o geldiğinde tecrübe edinebilmiş biri olarak iş seçiminde biraz daha belirleyici bir rol edinebilmekti düşüncem. "Fırtınalar" dizisinde yönetmen yardımcısı olarak iş buldum.

O gün, Üsküdar'ın Çiçekçi pazarından alışveriş yapıp eve dönüyordum. Ellerim poşetlerle dolu evime dönerken yolda dinlenmeye koyulmuş iki kadından biri beni gösterdi diğerine:

-Beli sağlam da taşıyo bak..ey gidi ey..gençken ben de taşırdım ama şimdi belim sağlam değil...vs vs vs. Bir susmadı kadın. Ben onu  duymaz olana kadar söyledi "ah ah" larını.

Kısa yol olarak kullanılan mezarlık arasından çıktığımda içimdeki ürperti ile ilk gördüğüm dilenciye sadaka verdim. Aklımda askerdeki eşim, Trabzon'daki ailem vardı. Az sadaka çok bela savarmış. Zaten az olan paramdan verdim. İyi de etmişim.

Hafta sonu eşimin yanına gidecektim. Temiz çamaşırlardan çanta hazırladım. Onunla aynı yerde yatan herkes için Pakmaya'nın tarif kitabından edindiğim tarifle mayalı hamurdan "zeytinli dolama" hazırladım. Sabaha kadar belki 5 belki 6 tepsi pasta demekti bu. Askeri zaten çok severim. Oradaki canların her birini kendi kardeşim bildim, zevkle şevkle pişirdim fırının sıcağından emeğin yorgunluğundan söz etmeden.

Rahmetli babaannemin beni sevmediğine inanmışımdır her zaman. Evlenirken kalınca bir altın zincir hediye etmişti bana istemeye istemeye. Özer'in alyansı o zincire takılıydı. Boynumdan hiç çıkartmıyordum.

O sabah Kadıköy'deki Murat Pastanesine gittim. Tatlı bir şeyler daha almak istiyordum. Aldım, meblağ düşündüğümden fazla çıktı. O esnada, sıkça geldiğim ve  evvelden de muhabbet ettiğim için asker ziyaretine gittiğimi bilen satıcı ücretin bir miktarını daha sonra vermem konusunda ısrarcı oldu. Durum gerçekten zordu ..herkese pasta götürme fikrinin hevesi normalde evet demeyeceğim bu öneriyi kabul etmeye itti beni. Pazartesi gelirim dedim, gülümsedi.

Trene bindim, Tuzla'ya gittim. Özer askere giderken, herkes torpil bulmamız için teşvik ediyordu bizi ama ben Allah'a emanet konusunda tereddütsüzdüm. PKK'nın yoğun olduğu o yıllarda korku vardı elbette ama kimsenin hakkını yiyemezdik. Eşimde zaten böyle bir şeyin lafını ettirmezdi. Şans bu ya, acemiliği Tuzla'ya çıkmıştı. Sırtını Allah'a daya, gerisi boş işte. Hafta sonları yanına gidip çamaşır götürebiliyordum ve onu görebiliyordum böylece. Trene bindim yola koyulduk. Bir kaç durak sonra kondüktör trene biletsiz binen 15 yaşlarında tinercileri yakaladı ve dövmeye koyuldu. Çok üzülmüştüm. Cebime ancak Kadıköy'e dönecek kadar para ayırdım, Kadıköy'den eve yürümeyi planladım ve o çocuklara cezalı bilet aldım. Dayak yemeleri içimi acıtmıştı. 

Tuzla'ya vardığımda eşimle minik bir piknik yaptık, pastalara arkadaşları için ayrı bir sevindi. Mutluydum, ne yorgunluk ne hüzün yoktu içimde. Olan biten, dün bugün yarın, mevsimler özlemler..her şey vardı sohbetimizde. Sonra zaman geldi ve ayrıldık. Ben tren istasyonuna gittim.

Peronda beklerken bir hanım ile sohbet ettik. O da asker ziyaretine gelmiş. O bir şeyler anlatırken akşam ezanının okunduğunu duydum. Normalde öyle çok duyarlı değilimdir o konuda ama içimi cız ettiren bir şeyler vardı o ezanın okunuşunda. İçimi tarifsiz bir hüzün sardı. Hanımı dinler görünürken etrafa baktım doymak istercesine. "Dünya ne güzel yer..yaşamak ne güzel şey" dedim. İçimdeki sızı gittikçe derinleşiyor, o ezan okundukça nedensiz bir şekilde gözlerime yaşlar doluyordu. Aradan seneler geçti kulaklarımdan hiç gitmedi sesi..neydi bilmem.

Trene bindik.
O hanım da yanımda
Tren hareket etti. İçmeler durağında durduk. Tekrar hareket ederken, bir önceki seferde dayak yemesinler diye cezalı bilet parasını verdiğim tinercilerden biri ileri atıldı ve boynumdaki altın kolyeyi çekerek kopardı perona atladı...
"Özer'in alyansı!" diye düşündüm çaresizlikle. Bir başkasına ait olduğunu sandığım boğuk bir çığlık duydum ama sanırım o bana aitti. Dengemi kaybederek gittikçe hızlanan trenden yuvarlandım ama Allah'tan peronun sonuna denk gelmiştim.. 10 metre önce  düşsem  peronla tren arasında kalırmışım. En iyi ihtimal belden altım parçalanırmış. Hızlanan tren beni savurdu..raylara doğru savrulurken limon sarısı bluzu ile koşarak uzaklaşan tinerci geri dönüp baktı ve bir saliseliğine gözgöze geldik.

Bir elektrik direğinden az daha yüksek mesafeden kendimi seyrediyorum şimdi. Tren durdu. Biri acil durum el frenini çekmiş olmalı. Herkes başıma toplanmış. Yaklaşmıyorlar. Kimse sorumluluk almak istemiyor biliyorum. Yerdeki  kendimi seyrederken bir bulut gibi havada asılı duruyorum. Elbisem açıldı mı , bir yerim görünüyor mu diye bakınıyorum endişeyle ilkin. Hay Allah..en sevdiğim yeşil elbisem paramparça ama bir yerim açılmamış iyi. Parçalanmış dizlerime ve yüzüme bakıyorum üzüntü ile. "Canım çok yanıyor olmalı" diyorum. Çok üzülüyorum bedenimin o haline. Bana el uzatmayan kimseye kızmıyorum. Kızılacak yerde değilim. Ölmek inanılmaz bir hafiflik; güzel hissediyorum kendimi. Düşünmekten bile daha hızlı hareket ediyorum, hafifliği huzuru inanılmaz. Oradan uzaklaşıyorum, gitmem lazım ama neden bilmiyorum. 

Sonra filmlerde anlatılan o şey oluveriyor. Tüm hayatım gözlerimin önünden akıp geçiyor unuttuğum tüm ince detayları ile. Ne ufacık bir an ne bir insan eksik değil. Belki bir saniyeden daha kısa sürede hatırlıyorum her şeyi ama her şeyi. Önemli olan şu ki, lafı gediğine koymaktaki becerimle yerle bir ettiğim herkes, küstüklerim, kırdıklarım, haklı olsam da ezdiklerim, öfkelendiğim anlar, öfkeyi kalbimde taşıdığım anlar kirli bir pas rengi halinde.. bağışladığım, sevdiğim, güldüğüm ve hele affettiğim anlar ise parlak renkler ile bezenmiş. İçimi sonsuz bir pişmanlık sarıyor. Ağlayabilsem ağlayacağım. Pişmanlık yakıcı. Ne boşmuş hepsi..haklı çıktım da ne oldu, niye kırdım ben insanları? Geri dönebilsem, af istesem, hani öleceksem yine öleyim ama bu pişmanlığın yükü çok ağır..affedin beni desem..diyebilsem ahh!!

Tekrar süzüldüm boşlukta. İki kapı var. Birinden yayılan huzur, serinlik ve güzellik bildiğim kelimelerle tarif edilir gibi değil. Sonsuza kadar orada olmak istiyor içim. Öteki kapıyı bildiğim kelimelerden sadece dehşet, hakikatli bir dehşet tanımlayabilir. Çok ama çok korkuyorum. İki kapının ortasında babam var. Üzerinde beyaz çizgili camgöbeği gömleği. Sıkıntılı anlarında yaptığı gibi iki eli arka cebinde. Alışıldığın dışında boynu bükük, başı yerde. Ona duyduğum sevgi yine de titretiyor içimi. Babam gelmiş beni yolcu etmeye. Düşünüyorum. Ablam...ondan ayrılmak dayanılır gibi değil. Özer'i düşünüyorum sonra..ona düşkünlüğüm onca ortada ve açıkken  bile 6 ayda zor açıldı bana, hayatı boyu yalnız kalır o diyorum içimden gülerek. Hayatı boyu..hayat? 

Elinin altında silah var, askerde..ya dayanamazsa ölümüme. Annemi düşünüyorum , ağlar o çok ağlar. Babam başı eğik ,sözcükler olmaksızın yere bakıp hükmü bekliyor. Belli yüreği ezik ama sözü yok. Ablam .. nasıl ayrılırım ondan? Abim..haylazlıklarımız. Ağlayamaz bile o..üzemem onları. "Baba" diyorum "döneceğim ben" Babam inanamayarak başını kaldırıyor ilkin. Ardından sonsuz bir sevinçle sarsılıyor vücudu , "evet " anlamında sallıyor başını . Derin bir nefes salıyor hemen ardından..tutmuş, nefes almamış o ana değin. Sonra tüm bunlardan hızla uzaklaşıyorum. O ferah aydınlık hızla yok oluyor. 

Oysa bir yerde güzeldi ölüm.

Uyandım. Uyuyakalmışım. Kızgın uyandım. Biri "anasını ...tiğim yol verseneeeeee" diye basbas bağırıyordu. Yanımda küfredilmesi hiç hazzetmediğim şeydir. Kim bu densiz diye baktım gözlerimi açıp. Tanımıyordum. Başım birinin omuzuna dayalı..doğrulayım dedim , tarifsiz bir acı ile haykırdım..yine karardı ortalık.

Uyandım. Sessizce etrafa bakındım. Hala aynı arabada arka koltukta iki kişinin arasında oturuyordum, başım birinin omuzuna yaslı idi. Neden orada olduğumu düşündüm. Hatırlamıyordum. Bütün hayatım, adım, kim olduğum dilimin ucuna gelip bir türlü hatırlayamadığım bir kelime gibiydi. Kimdim? Adım neydi? Kaç yaşındaydım? Neden buradaydım? Söyledim söyleyeceğim ama bir türlü hatırlayamıyordum. Gözlerim ellerime ilişti..alyansım. Evliydim. Çekinerek belime sarılmış ve omuzlarına yattığım adama baktım. Saç sakal birbirine karışmış kapkara bir adam..sinkaflı bir küfür daha savurdu yol vermeyen araca.."Aman Allah'ım ben ne yapmışım" dedim ve yeniden bayıldım.

Uyandım. Beyaz bir sedyede yatıyorum. O arabadaki adamlar bağırıp çağırıyor. Biri çıkardı nüfus kağıdını verdi görevliye.(Sonradan beni tedavi ettirecek parası olmadığından nüfus kağıdını rehin verdiğini öğrendiğim o insan ve diğerleri için sonsuz dualar ettim ömrümce.) Sedye beyaz..yanımdan minik kırmızı bir dere misali alıyor kan. Benim kanım biliyorum. Korkmuyorum. Elimi kaldırıp alyansıma bakıyorum. Bir doktor getiriyor o arabadaki adamlardan bir tanesi sürüye sürüye. Doktor "uykun var mı " diyor. Susuyorum. "Kustu mu" diyor. Adamlar evet diyorlar. Hepsi bir ağızdan bir şey anlatıyor. Kimim ben? En çok adımı merak ediyorum. "Deniz olsa adım keşke" diyorum. Denizi çok sevdiğimi biliyorum. Beyaz muşamba sedyeden ince bir iplik gibi akıyor kanım. Beni bir alete sokuyorlar tabut gibi. Tomografi gerekli diyor doktor. Bir tanesi daha nüfus kağıdını veriyor rehin alın diyor. Onu tanımıyorum. Kimseyi tanımıyorum. Kimim ben? Tomografi cihazı tabut gibi. İçine sokuyorlar beni, yorgunum, uyuyorum.

Uyandım. Tuvaletim var. İnliyorum. Adamlardan biri geliyor ,tuvalete götürüyor beni. Oradaki hanımlara rica ediyor "dik duramaz, beli kırık diyor" Kucaklayıp tuvalete götürüyorlar. Kapıyı kapatmaları için yalvarıyorum, halim yok ben kapatamıyorum. Canım çok ama çok yanıyor. Huy canın altında derler..can çıkmadıkça huy çıkmaz derler. Adımı bilmiyorum ama küfre kızmam ve utangaçlığım sabit. Sedyeye geri taşıyorlar. Bayılıyorum. Uyanamayacağım bir rüya görür gibiyim.

Uyandım. Başımda polis. Kimsin diyorlar bilmiyorum. Çantamda Fırtınalar dizisinin textleri. Bir de TRT'ye ait 3-5 antetli kağıt. Kimlik yok. Susmak istiyorum. Karanlık beni alıp götürüyor röntgen odasına giderken.

Uyandım. Kaç saattir bu haldeyim bilmiyorum. Bölük pörçük birşeyler hatırladım.T eyzemin oğlu var İstanbul'da, dayımın oğlu var. Eşim askerde. Adım mı..onu hatırlayamadım henüz. Polis geliyor tekrar. Üzerimdeki değerli olabilecek şeyleri alıyor, alyansımı vermiyorum. Gülüyor. "Çok mu aşıksın kocana" diyor. Gülümsüyorum.

Uyandım. Polise eşimin askerde ama acemi birliğinde olduğunu, Tuzla'da olduğunu söyledim. "Durumum iyi değil, belki öleceğim..onu son bir görsem olmaz mı? Getirseniz onu bana" diyorum. Polisin yüzü allak bullak. Diğer polise anlatıyor "alyansı avucunda, kocası gelip takacakmış kendi alyansını kendi takarsa olmazmış" diyor. Gidiyorlar.


 Polisler Tuzla'ya gitmişler. Durumu anlatmışlar. 

Komutanlar tartışıyormuş gecenin bir vakti yemin etmemiş er çıkartılır mı? Biri demiş ki "o da insan. Karısı ölmek üzere..son bir görme şansını almayalım elinden" Koğuşa emir gelmiş. " Özer kalk giyin"
Öteki komutan devreye girmiş. "Ya hanımı vefat eder bu firar ederse..yemin etmemiş eri gece vakti çıkartmak risk"
"Er Özer, soyun yat"
"Biz de gideriz onunla..siz sevmediniz mi hiç, evli adam,belki bir daha göremeyecek"
"Er Özer..giyin"
"bu riski alanın askerliği yanabilir arkadaşlar duygusal karar vermeyin"
"Er Özer..soyun yat"
"Polis gitmiyor onu almadan çok rica ettiler..ben de giderim , sorumluluğu alıyorum!"
"Özer..giyin koğuş dışında bekle!"

Bir komutanı (Allah her iki cihanda esirgesin onu her kimse) risk alıp onunla beraber geldi hastaneye. Özer'i görünce bahar esintileri içime dolmuş gibi hissettim. Ela gözleri ne tatlı bakıyor gözlerimin içine. Polis anlatıyor ona "alyansı avucunda, sen takmazsan olmazmış. Bişi diyeyim mi arkadaş. ben böylesine aşık kimseyi görmedim. Uğraşmazdım yoksa, bak ta Tuzla'ya geldik" Alyansı uzatıyorum ona sımsıkı tuttuğum avucumu açarak. Yüzük parmağıma takıyor sessiz ve dikkatlice. Mutluyum.

GATA'ya götürüldüm. Beynimin birazı dışarı çıkmak üzereymiş öyle dediler. Filmlerdeki gibi tepemde spot ışıkları ameliyathaneye alındım. Doktora bir karadeniz yemeği olan dible tarifi verdiğimi hatırlıyorum. Doktor bir yandan gülüyor bir yandan açılan kafatasımı kapatıyor beynimi yerinden çıkmamaya ikna ederek. Kafam fena, pek fena yarılmış. Belim ve omurlarımda kırık-çatlak varmış. Oralara platin koydular ama yürüyemiyorum. Gerçekten yatalak oldum! 

GATA'da uzun zaman yatacağa benzer halim.

Orada ne kadar yattım hiç bir fikrim yok. Eve çıktığımda yürüyemiyordum. Çeyizimle gelen dantelli çarşaf takımları , gök mavisi yorganımı sermek bugünlere nasipmiş. Olsun. Ölmedim ya. Umut hala var demektir.

Şimdi biraz geriye gitmek gerekiyor.

TRT'de çalışıyorum. Bir sabah işe gelirken otobüste karşıma bir kız oturdu. Kapkara alacalı suratının her tarafı irili ufaklı benlerle kaplıydı, sivri burnu ve ürkütücü gözlerine ayrı hava katan hepsi havada kıvırcık saçları vardı. Otobüsten inerken onu bir daha görmemeyi dileğimi çok net hatırlıyorum. Odama gittim, çay-tost ve sabahın rutin işlemleri sonrasında EĞKD (Eğitim Kültür Drama) bölümü bürosuna geçtim. Staj için gelen gençlerle doluydu ve hemen hepsi ya hocalarının tavsiyesi ile ya gelen yetkileri ikna ederek bir program bulmuşlardı. O kızı gördüm birden . Bir program bulamamıştı, kimsenin ona sıcak bakıp bir teklif götürmediği aşikardı.  O ise genç gururunu ayakta tutmak için incinmişliğine aldırmıyor tablosu çizmeye çalışıyordu. Çok genç..dedim. Kıyamadım. "Merhaba, bizim bir stajyere ihtiyacımız var eğer bir programınız yoksa bizimle olur musunuz?" başını kaldırdı, doğru duyduğundan emin olmaya çalışıyor gibiydi. Elimi uzattım..benimle geldi. O yaz birlikte çalıştık.

Tekrar kaza zamanı.
Annem yine neşeli olmaya çalışan gülümseyişi ile "bak kim geldi" dedi.
"Kim?" dedim
Bilmiyorum ki işareti yaptı çaktırmadan. İçeri stajyerim giriverdi. Şaşkınlıkla gülümsedim. Yine her zamanki gibi soğuk, sanki aslında orada değilmiş gibi bir ifadesi vardı. Bir süre sessizce oturduk. Sonra üzüntüsünü dile getirdi. "Haber verdiler geldim" dedi. Sonra benden bana bakmak için izin istedi. Ne demek istediğini anlamış değildim ama içimden onu kırmak gelmiyordu. Yorganı açtı. Elini bana hiç dokundurmadan avucunu açarak üzerimde gezdirmeye başladı. Garip bir sıcaklık hissettim önce. Sonra garip bir sızı. Sıkıntıyla yüzünü buruşturdu." Göbeğiniz düşmüş sizin" dedi. Karnımda sürekli bir ağrı olduğu doğruydu. Devinimli hareketleri ile bana hiç dokunmayarak karnımın üstünde elini dolaştırmaya devam etti. Bir süre sonra karnımın ağrısı geçmişti. Belim ve sırtımla ilgili bir kaç gün daha gelmesi gerektiğini söyledi. Sizi bizi bırakmıştım bir kenara, hayretten bayılmak üzereydim. "Naaapıyon seeennn?" dedim şaşkın hayran ürkmüş. Gülümsedi solgun. "Çağırdılar geldim" dedi. Sonra ayağa kalktı. Gitmem lazım, yine gelirim dedi ve gitti.

Ne yapacağımızı bilmez haldeydik. Stajı biteli çok olmuştu evimi ve yaşadığım sıkıntıyı nereden öğrendiği bir yana yaptığı şeyin ne kadar doğru olduğunu bilemiyorduk.Emin olduğum o sancılı ağrının karnımdan gittiği idi.Ona izin vermeye karar verdim.

Mevsim yazdı sanırım.Kuşların cıvıltısını duyuyor sokağa çıkıp yürüyemediğim için deli oluyordum. Tabanlarımda kaldırımı hissetmek için neler vermezdim.  Yürürken terlemek, rüzgarın saçlarımın arasında dolaşması özlemi beni deli ediyordu.

Stajyerim gelmeye gerçekten de devam etti.Düz asfaltta sarsılmadan araçla 3 km kadar gezebilirden başka izni olmayan ben ayağa kalktım ve hayata kaldığım yerden devam ettim.

Sonra stajyerim bana "sana borcumu ödedim,daha beni arama " dedi ve çıkıp gitti. Onu bir daha hiç görmedim.

Kimse bana elini sürmezken, sokakta görseniz kaldırım değiştireceğiniz hırpani dört adam beni kucaklayıp hastaneye götürmüş. İşittiğim küfürler beni yaşama kavuşturma telaşları imiş.Kartal Araştırma Hastanesine götürülmüşüm.Nüfus kağıtlarını rehin bırakıp beni tedavi ettirmişler.Ailem onlara her türlü teşekkürü denemiş ama onlar gülümseyerek evlatları olduğunu, onlara edeceğimiz hayır dualarını yeteceğini söylemişler.

Hafızam yerine gelince ve yürüyebildiğim ilk gün Murat Muhallebicisine koşup borcumu ödedim.Birine "inşallah..ama olmazsa hakkını helal et" demem o zamandan öğrenmişliğimdir.

Sizi sevmeyen birinin zoraki verdiği hediye bir şekilde gidiyor sizden..belki canınızı yaka yaka.

Bir daha kimseye küsmedim.Kırdıklarım unutkanlığımdan oldu, hatırladığımda af diledim.O filmi bir daha gördüğümde pas rengi bir yeri olsun istemiyorum.

Hamile olaydım yaşayacağım acı ikiye katlanacaktı.İnsanları dinlemeyip kendi bildiğimi okuduğum için kendimi daha çok sevdim.


Sırt çantam tam raylara gelmiş.O olmasaydı darbe çok daha sert olacaktı ve ben belki hiç iyileşemeyecektim. İnsan kendisi için en iyi olanı biliyor çoğu zaman.Hala sırt çantamla gezerim.

Bir adım önce düşsem trenle peron arasında kalacakmışım ve bacaklarım kopacakmış.Az sadaka çok bela savar, o gün verdiğim sadakanın hayrını hiç unutmadım.

Bir daha pazardan elimde torbalarla dönemedim, hiç dönemeyeceğim. Nazar adam öldürür Anadolu hurafesi değilmiş, yaşadım bildim.

Yarın kalkacağız ya inşallah...güneşi göreceğiz mainin içinde sıcacık. Sıkıntımızın yanında umudumuz da olacak ya fırından taze çıkmış ekmek gibi sevinci bizi sara sara.Sevdiklerimizin yanına koyacağız unuttuklarımızı belki, affetmenin büyüklüğünü yaşamak için en azından bir günümüz daha var diyeceğiz.Yarın kalkacağız ya, bitmemişliği başlatacağız işte yeniden.


Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 



9 Eylül 2014 Salı

Kıssadan Hisse



Bu sene bir şeyden emin oldum.

Kazma kürek dalmışsan hayatın ortasına ve üşenmeden bıkmadan yılmadan usanmadan dik yokuşlardan kaçmadan koşmaya devam ediyorsan ama akış hızlanarak inadına tam tersine sürüklüyorsa seni şelalenin dik noktasına yaklaşmışsın ve mücadeleyi bırak kaderini yaşa zaten de yapacağın başka şey yok demeye çalışıyordur hayat.

Yukarıdaki cümlemi okusa türkçe hocalarım ne derdi diye gülümsedim şu an :-)

Selin için dağa bayıra , kurda kuşa, düz yol az geldi dik yokuşa koşturup kendimi paralarken...
Nehir için boştan alıp doluya, doludan alıp boşa koyarken ve renkleri birbirine yamayıp modifiye gökkuşakları yaratmaya uğraşırken..
Çocuklarım için olmazı oldurmaya çalışırken...olması gereken oluverdi birdenbire

Birinin hayali cisme büründü kucağımıza düşüverdi
Birinin doktoru güneş oldu camdan giriverdi

Selin http://horizonkoleji.com/ okuluna başladı bile..bu ikinci haftası

 

Nehir http://www.dogakoleji.com/tr/istanbul-kolejler/uskudar-doga-koleji başlayacak hevesinin haddi yok hesabı yok.

 




22 Ağustos 2014 Cuma

İmdat...Ama Çok


Selin , özel bir çocuktu.


İlk kelimelerini okuduğunda 2 yaşına basmamıştı.
3 yaşına geldiğinde benim kayıtlı olduğum forumlara kaydoluyor, sevdiği resimlerin linkini veriyordu vs vs vs
Çoğu zaman bilemedim onunla ne yapacağımı
Anneliğin verdiği güdüyle onu delicesine sevmek ve korumak iyiydi ama yine içgüdülerim avaz avaz tek ihtiyacının bu olmadığını söyledi bana hep.
O pedagog senin bu pedagog benim gezdim durdum. Çocuğun bir sorunu yok, ben doğru mu davranıyorum beni düzeltin eğitin dedim.
Çok da faydasını gördüm.Her doğrunun dosdoğru olmadığını, yanlış bildiğimiz şeylerin doğruların anahtarı olabileceğini,Selin'i üzenlere kafagöz dalmamın Selin için de benim için de iyi bişi olmadığını filan öğrendim mesela. Şüphesiz ki en doğru şey kardeşinin olmasıydı, Nehir'in varlığı ikimize de çok şey öğretti, hayatımızda bir çok şeyi düzeltti.

Selin , anaokuldan itibaren Türkiye'nin en iyi okullarından birinde eğitim gördü. Ve bu sene 9. sınıf yani TEOG senesi oldu.

Şimdi önümüzde bir çok kapı var. Tıpkı Alice Harikalar Diyarında masalında olduğu gibi her kapı başka diyara açılıyor. Üstelik Alice Harikalar Diyarındaki manyak Kupa Kraliçesini aratmayan birileri tarafından yönetilen ülkede... Hepsinin ayrı doğrusu var ve her seçiminde kazandığı şeylerin yanında tercih etmediklerinden dolayı kaybettikleri olacak. Özel okula mı gitse (eğitim sistemi sihirbazın şapkasından habire tavşan çıkartmak gibi) en iyi 3 devlet okulundan birini mi seçse. Gelecekle ilgili hayallerinin net olmasını bekleyeceğim yaşta değil ki kararın belirleyiciliğini ona bıraksam. 

Bi okul var..mezunları genelde ingilizce tıp kazanıyor  eve yakın ama Selin onu istemiyor

Bi okul var , yine eve yakın ve gittiği okulun devamı anadolu lisesi ama hep aynı camia,farklı kazanımlara gitmeliyim diye onu da istemiyor

Bi okul var, hakkında harika şeyler de duyuyoruz çok kötü şeyler de duyuyoruz. Şüphesiz güzel bir vizyon veriyor ve iyi öğrencileri var ama Selin düzeyinde eğitim almış biri için özellikle yabancı dil konusunda beklemek  beklemek beklemek demek.Eve ne yakın ne çok uzak

Bi okul var, Almanca eğitime geçecek ve Almanya'daki okullar tarafından  üniversite hayatında desteklenip kapılması muhtemel ama Selin yurt dışında Amerika ya da Kanada ya da İngiltere istiyor...Almanya ilgimizi çekmiyor.Eve yakın filan değil

Bi okul vardı..onun sınavını kazansa artık Selin'i hiç düşünmeyecektim ama o bu sene test çözmek yerine tumblra kendini adadığı için yeterince hızlı değildi. Sınavını kazanamadı ve böylece hayatında ilk defa bir sınavda birinci olmak şöyle dursun sınav kazanmamış oldu. Şahane bir şamardı.Bütün sene ettiğim nasihatlerin yapamadığını yaptı.Müteşekkirim.

Bi okul var, tüm saydıklarımdan farklı bir eğitim veriyor ama çok eski değil yani kanıtlanmış başarısı sonucu yok ama iyi temelleri var...önünde çok güzel kapılar açıyor ama farklılıkları büyük risk bizim için. Garantici türk halkı genlerim isyan ediyor, yavrumun kanatlarına rüzgar olabilme arzum beni kamçılıyor.

Bugün TEOG yerleştirme sonuçları açıklanacak ve ben ne yapacağımı bilmiyorum.

Tanrım, lütfen kızım güzel ve aptal olsun çünkü bu dünyada bir kızın olabileceği en iyi şey bu (yıllar önce izlediğim bir diziden...)

Güzel bir Cuma..hadi yaşayalım



20 Ağustos 2014 Çarşamba

9 Ay Taksitle Mutluluk






Bir gün ama berbat bir gün iş çıkışında kafam sepet gibi , duyularımın tamamı isyanda gönlüm hapishane türküleri söyler iken binadan çıkar çıkmaz elim telefona gitti ve kardeşlerimden birini arayıp " ne gündü beaa" demek istedim, pasını atarsam ışıldayabilecek bir an zarfında rahatlayacağım küçücük bir nefes alabilmek umuduyla.















Dün gibi aklımda..Merter'de her tarafı bina olan, yeşillik diye kaldırımların arasından fışkırmış isyankar 3-5 çimen tanesine kaldığımız berbat bir yerdeydik. Binanın önünde düttürü bir havuz vardı ama orada olduğu için yine de minnetardım sebepsiz. Havuzun yanında elimi telefona atmışken birazdan ona kavuşabilecek olmanın  keyfiyle Selin'i düşündüm. Hayat, SÖ ve SS olmak üzere ikiye ayrılmıştı çoktan. Selin'den Önce yaşam taslaktı..Selin'den sonra ben yoktum ama mutluydum.Daha güzel bir şey için tırpanlamıştım özgürlüğümü: anneydim. Sonra düşüncelerim birbirini kovalamaya devam etti. Tombik elleri bir gün incelecek o da genç bir hanım olacaktı.Büyüyecekti.Hayat ona da dik yokuşlar çıkartacaktı.Selin kimi arayacaktı o zaman?






Elim telefondan geri gitti , günün tüm yorgunluğu omuzlarımda ama kıyıdan uzaklaşan bir geminin görünümünde gittikçe küçülmekte idi.

Bir gün Selin anne olacaktı ama sevincini paylaşacak bir kardeşi olmayacaktı. Çocuğu ne teyze ne dayı diyemeyecekti. Ben ölecektim (sanırım) ..Özer'de öyle.Onu seven dostları etrafını saracak ellerini tutacak ama acısını anlayacak çocukluk anılarının bir parçası olan kimsenin tamamlayıcılığından yoksun olacaktı. 




Eve gittiğimde allak bullaktım ama kararımı vermiştim.

Tam 9 ay sonra Nehir doğdu :-)


Beste tammış güfte eksikmiş ..onu anladım.



Bugün Bursa'dan İstanbul'a dönerken onları izledim tüm yorgun hüznüme rağmen.Önce kahkahaları paylaştılar,sonra beni kaynattılar gözümün içine baka baka.Sonra sabah erken kalkmanın mahmurluğu çöktü üzerlerine.Tüm konuşmadan anlaşacak kadar gönlü bütünleşmişler gibi sessizce tamamladılar birbirlerini..Nehir uyuyuverdi ablasının kucağında...ablası uyuyuverdi kardeşi kucağında.



Bir sürü saçma ve bir sürü hata dolu olmalı ömrümde...ama çocuklarıma baktığımda tereddütsüz bir gülümseme yayılıveriyor yüzüme. Fukara ömrümde 9 ay taksitle aldığım en güzel şey onlar.



Varlıklarına şükür









19 Ağustos 2014 Salı

Siyahın Resmi

Uyandım , göğe baktım siyahtı
Koştum ..yıldızlar çok uzaktı,
Çağırmak istedim..aklıma gelmedi adı
Gördüğüm en kötü rüyaydı

Peki ya rüya değilse siyahın hükmü, korku ve öfke çare değilse yırtmaya o perdeyi. Kelimelerin sırrı emanetse ve söyleyemiyorsan kimseye yükünün seni ezen hükmünü.

Bazen geceler çok uzun sürüyor bazen 
Bazen tebessümle saklanıyor en büyük ağıtlar bazen


ve kar altında düş kuran tohumlar misali, baharı düşler kalbiniz. Güvenin düşlere, zira onlarda gizlidir ebediyete açılan kapı..Khalil Gibran

17 Ağustos 2014 Pazar

Sıtkım Sıyrılmışken...



İlkokulda kalbimizin dört odası olduğunu öğrendiğimde "birinde Atatürk yaşıyor" demiştim
Öyle bilerek sevdik biz onu

İffetimi kahkahamda
Namusumu nikahımda
Niteliğimi makyajımda arayanlar

Gebeyken sokağa çıkma
Siyasi görüşünde yolumuzdan sapma
İtaat et başına bela alma diyenler

Olagelene değil söylenene bakan
Menfaati için kutsal değerleri satan
Kendi ayıbına bakmadan alemi kafasına takan insanlar


Ayıplamaktan bile korkuyorum sizleri...insan ayıpladığını yapmadan ölmezmiş diyerek

15 Ağustos 2014 Cuma

Şahane Serseri

yolumdan çekil yavrum 
bağlasalar duramam 
demir âsâ demir çarık dedim 
neyleyim! 
yolculuk dedim 
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir 
rüzgâr kendini yerden yere vuruyor 
kırık dökük yıldızlar belirli uzaktan 
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor 
anamdan yolcu doğmuşum 
yedi dağın yolları kalbimden geçer 
salkım salkım mısralar gelir içimden 
dudaklarımda yağmur damlaları 
alır beni yollar beni alır gider 

anamdam yolcu doğmuşum 
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum 
akşam dedim 
şu koca dünya dedim 
ağlasam dedim 
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir 
ekmeğin ve şarabın peşinden 
turnaların peşinden 
büyük şehirler büyük aşklar 
çığlık çığlığa terkedilir 
ben 
çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim 
damarlarımda dünyanın bütün rüzgârları 
harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen 
anamdam yolcu doğmuşum 
neyleyim 
gurbet dedim 
vatan dedim 
hürriyet dedim. 

Yeni Türkü / Deliler

Delilerden sen anlarsın konuş onlarla

Nasıl muhtacım buna



12 Ağustos 2014 Salı

Dileğinden Emin Misin?

Havva'ya söz verdiğim dua ile ilgili anıma geleliiiim:



Hayattaki en iyi dostum ile bir gün genç sayılabilecek yaşta yani yüzyıllar ötesinde iken Ortaköy'de yaptığımız keyif sonrası Beşiktaş'a dönmeye uğraşıyorduk. Onunla sohbet nefes almak kadar kolay ve akıcı olmuştur her zaman çünkü sorgulanma ya da yanlış anlaşılma riski taşımaksızın gönülden dökülen harfler kelimelere, kelimeler seslere, sesler anlamlara bürünür ve biz bunu severek yaşarız. Kırmızı çizgilerimiz nezaketle belirlenmiştir ve ikimizde bunun asla ihlal olmayacağını biliriz. Yaşamın tadını bandıra bandıra çıkarttığımız günlerden biriydi ve her şeyi doğru yapsak da neden sonuca ulaşamadığımızı sorguluyorduk .

 Ona "doğru dilemiyorsun" dedim. "O da ne demek" dedi dost ve dua konusu yeniden açıldı.


Şimdi olanları anlatıyorum.

-  "Misal" dedim " şu an niye durakta bekiyoruz?Hadi dua et amaca varalım"
Güldü kirpi kirpi gülüşüyle
-"Allah'ım lütfen otobüs gelsin" dedi.

Anında otobüs geldi ama bir seris otobüsüydü ve bizle bir alakası yoktu. Kırıldık gülmekten.

-""Bir daha dene" dedim
-"Allah'ım lütfen bir belediye otobüsü gelsin" dedi ciddi ciddi

Bir belediye otobüsü geldi ama Sarıyer yönüne gidiyordu yani bizim gideceğimiz istikametin tam tersi yöne. Duraktakiler kahkahamıza bir anlam veremese de  biz kırılıyorduk gülmekten.

-"Hadi Kirpi, doğru duayı et artık" dedim.
-"Allah'ım" dedi  sözcükleri tane tane sıralayarak "Lütfen Beşiktaş yönüne giden bir belediye otobüsü gelsin"

Duası anında kabul gördü ve Beşiktaş yönüne giden bir belediye otobüsü geldi ama o kadar doluydu ki durakta hiç durmadan devam etti.

Gülmeye devam ediyorduk ama aslında bu iş artık şaka olmaktan çıkmış belki de aldığımız alacağımız en önemli hayat derslerinden birine dönüşmüştü. Dostum tekrar sazı eline aldı.

-"Allah'ım""lütfen" "Beşiktaş yönüne giden ve bu durakta durup kapısını açacak bir belediye otobüsü hemen gelsin" 
Sonra bana baktı "oldu mu sence?"
Dedim ki "cık" bence olmadı
"Neden" dedi
"Bekle" dedim


Kısa bir bekleyişten sonra  Beşiktaş yönüne giden bir belediye otobüsü gelip durakta durdu, kapılarını açtı  ama bekleyenler o kadar çoktu ki biz binemeden doldu ve gitti.


Dost bana döndü
-" Sen dene "
-"Yok" dedim "bu senin meselen"

Gülümsedi.

-"Allah'ım, Beşiktaş yönüne giden, bu durakta durup kapılarını açan,bizim bineceğimiz,Beşiktaş'a salimen varıp kolaylıkla ineceğimiz bir belediye otobüsünün tez gelmesini nasip eyle"
Döndü bana baktı.

-Oldu mu sence?
-"Klima da söyle, klima da söyle" dedim fısıldayarak..sıcaktan bayılmak üzereydik...
-"Allah'ım o dilediğim otobüs var ya, çalışan ve bir süredir etkin kliması da olsun "

O dakika içinde boş bir otobüs geldi, artık boşalmış durakta izdiham olmadan otobüse bindik ve klima ile serinlemiş koltuklara kendimizi attık.


Anlayacağımızı anlamıştık, içtenlikle şükredip amin dedik.

Demem o ki, hayatta kendimizden başka suçlayacağımız, kendimizden başka hata bulmamız gereken çok az şey var sanırım. 

Sizler için iyi olan ne varsa o olsun...verilen ve verilmeyen herşeyin bitimi bizim mutluluğumuzla son bulsun.

10 Ağustos 2014 Pazar

Dualarınıza Dikkat Edin


Dilek dilediğim anlar geliyor aklıma bazen.

12 yaşlarındaydım. Sıkıntıdan öldüğüm ama ailemin tavizsiz bir şekilde gerekli olduğunu belirttiği, zoraki tebessümden yüz kaslarımın ağrıdığı bir ev gezmesinden dönüyorduk. Yorgundum,sıkkındım ama söylemenin bir çaresi olmadığını bilenlerin sığındığı suskunluktaydım. İstanbul'da olduğumuz bir zamandı.Dönüş yolunda vapura bindik ve alt bölüme geçtik. Gecenin o vakti zaten kalabalık olmayan vapurda bulunan bir kaç kişiyi incelemeye verdim kendimi.Derken gözüm ona takıldı. Düzgün kıyafetli orta yaşlarda bir hanım.Çantasına sıkı sıkı sarılmış yorgunluktan uyukluyor..ama yüzünde huzur, yüzünde dingin bir tebessüm.

Diledim o an. Dedim ki ben de çalışan bir kadın olayım, canım çıksın yorgunluktan ama hayata muzaffer gülüşlerim olsun.Dedim ki mecburi ev gezmelerinden, mecburi selamlaşmalardan, mecburi sarılmalardan uzak yalın bir yalnızlığı nasip et Allah'ım.

Belki de bu duaya borçluyum nefret ettiğim İstanbul'daki yaşamımı...bir de büyüklenmiş laflarıma :" Bana versinler İstanbul'u düzeltirim yemin ederim." Gittim İstanbul Belediye'sinde halkla ilşkilerde çalışmaya başladım seneler sonra. "Hayatta burda oturmama ıyyy ne biçim yer" Karacaahmet'in yanından geçerken ettiğim sözü , Karacaahmet'in yanında ikamet ettiğim 20 senede hatırlamadığım bir gün oldu mu acaba?

Diyeceğim o ki, dualarınıza dikkat edin;gerçekleşebilirler (Emerson)

Ve büyük laf etmek dediklerinin,aslında olacağı bilen yüreğinizin size fısıldaması olduğunu unutmayın. Bana ne "İstanbul umurunda mı" diye soran olmuştu ne de "Karacaahmet'in oralarda oturur musun" diye soran..ama ben ikisine de cevap verdim. Çünkü dış dünyanın lüzumsuz debdebesine o kadar kulak vermiştim ki yüreğimin fısıldamalarını duyamadım doğru dürüst.

Şimdilerde Rahmi Koç'u ayıplıyorum deli gibi.Bir de büyük lafım var: ben hayatta bir tekneye atlayıp dünya turuna filan çıkmam.Sabah mai akşam mai..bu ülkenin bitmez kaoslarından kabuslarından uzak kalmak ha...mümkün değil yapmam.

Hem ayıplar hem büyük laf edersem... kim bilir  :-)))



9 Ağustos 2014 Cumartesi

Billur

Kimseyi değiştirmeye çalışmadan resmi seyretmek, olumsuz unsurlar önüne geldiğinde karşındakini örselemek yerine şapkanı alıp gitmek bazen zor da olsa yapılması gereken bu sanırım.

Bu sene yağan karı seveceğim.
Ama bu, yazın sıcak özgürlüğünü ve baharın tazecik doğuşunu,hüzzamın aidiyeti kuvvetlendiren sonlarını özlememe engel olmayacak.

Özlemek, engel olabildiğim bir şey değil henüz.


29 Temmuz 2014 Salı

İstanbul Yoktu Sen Olmasaydın

Ben nice İstanbul'lular gördüm sana gelinceye kadar 
Kirli paçavralara benzerdi insanları 
Dostluktan, vefadan yoksun. 
Bölünmüş, dağılmış, parçalanmış 
Ve herbiri kendi ağırlığıyla ezilmiş, yorgun. 
Yüzümde dolaşan birer iğrenç böcekti gözleri 
Bir tutsam 
Yapışır kalırdı ellerime en çirkin yerleri 
Evlerinde bulduğum yalnızlık 
Sokaklarında bulduğum upuzun bir kahırdı. 
Günler boyunca 
Bir başka karanlık gelirdi 
Karanlığın biri kaybolunca 
Güneşler doğardı görmezdim. 
Bir ses durmadan ölüme çağırırdı beni 
Bilmezdim bu şehirde senin yaşadığını. 
Bilmezdim... 

Zindandı bütün meyhaneler 
Duvarlar karaydı 
Köhne bir bizans eskisiydi İstanbul sensiz. 
Semt semt bir ağır yorgunluktu 
Sürekli bir aldanıştı sokak sokak 
Benden en uzak sevgilerde yaşadım yıllarca 
O büyük yalanlarda yaşadım. 
Senden habersiz bir ölü gibi 
Senden uzak zamanlarda yaşadım. 

Mabetler yıkıldı içimde 
Umutlar hayaller yıkıldı 
Bir gün bütün İstanbul yıkıldı. 
Sokaklar kaydı ayaklarımın altında 
Gün oldu kalabalık meydanlarında inançlarım yıkıldı 
Gün oldu 
Gözlerime çiviler çakıldı merhametsiz. 
Toz toz oldum, duman duman oldum 
Aldığını geri vermedi yıllar 
Yitirdim kendimi bu rezil şehirde 
Seni buluncaya kadar. 

Eskiden bir lale hatırlardım 
Yada mavi mavi bir deniz İstanbul denince 
Serin rüzgarlar okşardı saçlarımı 
Rıhtımlar balık balık kokardı. 
Ne zaman 
Yumsam gözlerimi bir gemi kalkardı. 
Vapur düdükleri durmadan öterdi. 
Eskiden bir İstanbul vardı bilmediğim 
Bana yeterdi. 

Sonra kaç yıl yaralı bir hayvan gibi 
Gezdim sokaklarında 
Sonra kaç yıl bir sevgi aradım 
İstanbul'u aradım. 
Belki de seni aradım bilmeden 
Ayaklarımın dibinde den,izler can çekişti 
Şehirler parçalandı 
Bir çağ öldü gözlerimin önünde 
Benim en güzel çağım öldü. 
Bizi topraktan yarattılar 
Gel gör ki... 
Bu şehirde 
Benim toprağım öldü. 

Seni aradım bu şehirde yıllarca 
Yana yakıla seni.. 
Sen kimdin, sen neredeydin kimbilir. 
Hep böyle sensizmiydi bu şehir. 
Bu şehir İstanbul'muydu ? 
Öyleyse sensiz yaşanmazdı bu şehirde 
Gemiler demir almazdı 
Trenler işlemezdi 
Sen olmasaydın 
Bir ömür bitip 
Yepyeni bir ömür başlamazdı içimde 
Bahar gelmezdi 
Ağaçlar çiçek açmazdı 
Seni bulmasaydım 
Ve ben yoktum 
İstanbul yoktu 
Sen olmasaydın... 
Ümit Yaşar Oğuzcan