Umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2014 Çarşamba

Silüet

Aklım buradaydı ama ruhumu nadasa bıraktım gelmeden önce. Bir miktar çorağa çalmıştı bereketli topraklarım.Mevsimsiz yağmurlar, ölçüsüz sıcaklar;aslında beklenen ama gelmez diye umulan afetler filan.

Kızdım çok kızdım birilerine.
Kırıldım hayatın taaa kendisine.
Küstüm bunca zaman sabırla affedip umut ettiklerime.
Ne kadar çimdikledimse kendimi rüya değil gerçek yaşadıkların dercesine acıdı canım..istedim ki uyanıp kabus sanayım.

İşte böyle özeti uzak kaldığım günlerin.

Abim geldi  sesimin titrek tınısına gönlünü yumuşatıp.
Oyyyyyy...
Kardeş cannnn, kardeş ömrü tamamlayan.
O dönünce Trabzon'a pek ağladım ardından. Ne şanslıyım ki sevginin bu derece güzelini bana vermiş Yaradan.

Kutupların 6 ay gecesi gibiydi şu son bir ay.

Bi sevgili Havva dürttü ..içime dert oldu .Gitsem yazsam okusam iki satır dedim
Bi Aliye'm dürttü..utandım ertelediklerimden,şımardım keyfimden.
Bi de  Burcu sorunca "nerdesin" diye..düşündüm doğrusu hakikatten ben nerdeyim diye.

Soranlara sonsuz teşekkürler gönülden.
Bugün darmadağınık ama özetle anlattım nerede olduğumu...yarın yine yazarım eskisi gibi inşallah.

Hep sevgiyle kalın.

19 Haziran 2014 Perşembe

Damla Denize Muhtaç, Deniz Damlaya

Blog dünyasına attığım tereddütlü adımları neşeli bir yürüyüşe çeviren dostlardan olan sevgili Havva kedilievintarzı 'nda beni mimlemiş ama dillere destan avareliğim yüzünden bir de dürtmek zorunda kaldı. Bu kadar hoş bir mimlenme ve üşenmeyip dürtülme nedeni ile kendimi özel ve güzel hissettiren Havva 'ya sevgilerimi ve teşekkürlerimi yollayayım öncelikle.

Biraz gerçek biraz rüya biraz kurgu...kim biliyor gerçeğin ne olduğunu?

Ruhum bedenime ayak uyduramaz, gerçeklerim hayallerime destek olmaz  zor günlerdi. Beklentiler ve olması gerekenler eşikte duruyor ancak onlara el uzatmam için gururumu yıkıp başka insanlardan yardım istemem gerekiyordu. Kaos,karmaşa,çaresizlik, zamanın çıldırtan bir sükunla ve kararlılıkla akıp gitmesi gülümseme çabalarımı yoruyordu. Dilimde hep o şarkısı Özdemir Erdoğan'ın "ağlarda çırpınan balık/kafeste talih kuşu/çıktıkça dikleşiyor/hayat yokuşu" "imdat" diye çığlık atmadan yenilmemeye, aylardır süren çaresizliklerin içinde gülüşümü yitirmemeye çalışıyordum. Kırılma noktasındaydım. Ya iş bulacak..ya boynumu büküp geri dönecektim. Ya yediğim dost kazıklarını yutacak ya onları affedip intikam alacaktım.Ya bana umutlarını bağlayanları yeise boğacak ya hüzmelerin sonsuz ışıklarında dans edecektim.Ciğerim nefesime dar, akşamın habercileri umudun tükendiğini haber verirken hunhardı.Vazgeçmemiştim,vazgeçemezdim..ben yaşamaktan vazgeçmedikçe yaşamın benden vazgeçeceğine inanmam mümkün değildi...

...sonra bir nefes alıp sağıma döndüm yattığım yerde,pikeyi iteledim. Bir anda oldu olan .Tüm evren maiydi..bir damla suydum okyanusta...bir çimen tanesiydim uçsuz bucaksız yeşillikte.Kırmızı bir noktaydım belki ama bütünleşmiştim mai ile.Ben bir damlaydım ama ben bir bütündüm, varlığımın her zerresi evrenle bu barışık bütünleşmenin, bütünün içinde kaybolmanın enerjisi ile dolmuştu. Her kımıldanışı, her esintiyi, her nefesi hissediyordum bana ait olmasa da.Farklılıkların önemi yoktu çünkü özde aynıydık evrendeki her şey ile.İçimde daha evvel hiç hissetmediğim bir duygu yükseldi, enerji patlaması yaşıyordum,yenilenmiştim sevginin en safında yok olmuş o yok oluşta kendimi bulmuştum.Bir rüzgâr esti ..rüzgâr bendim, çayırda çimenler dalgalandı..dalga bendim çimen bendim..Uzaklarda deniz çalkalandı..dalga bendim zerre de bendim. Bu muhteşem duyguya tesadüfen mi dahil olmuştum bilmiyorum ama suskunluğun içinde berrak kahkahalarım yankılandı. Tanımı zor bir mutluluk bu tamamlanışta beni esir almıştı.

...çalan telefonu açtığımda karşımdaki kişi de bu görüşmeyi neden yaptığımızı bilmez gibiydi.Tüm çıkmaz sokaklardan çıkmış, tüm kördüğümleri açmış ve kabul edilmiştim. Bir elim vardı ama beş de parmağım vardı ve el uzatmak istediklerime artık yetecekti nefesim..Neşeli haykırışlardan bildik o şarkıya döndü yine sesim:

Çiçek nasıl açar dalında
Kuşlar niçin öter
Her günün sabahında
Bir çocuk nasıl büyür..

Yağmur diledim yağdı, rüzgâr diledim esti
Uyanıştı benimkisi
Uyandım..
Ey yaşamak..seni her gün daha çok sevdim


ve hemen sonrasında sevgili Sebuş'um ,bi tanecik Gonca 'mın ve Mukaddes in de bu mimlenmeye katılmasını istiyorum..ama öyle böyle değil ha çok istiyorum :-)

2 Haziran 2014 Pazartesi

Çirkin Ördek Yavrusu

Karnımı ağrıtan bir neşe var bugün içimde. Boğazım şiş, tek derdim iş..dertleri sorunları kulak ardı etmek değil, aldırmamak da değil ama felaket derecede barışmak onlarla kabullenmek belki de. Zuhal Olcay'ın bir şarkısı vardı "yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin" diyordu. Belki de idrakine vardığım, en azından bugün baş edebildiğim şey bu yaşamak zorunda olduğum beraberliklerim. İşsizlik, göbüşüm, özlemler,hüzünler..sonra özlemler daha çok özlemler filan.

Yeni şeyler giymeyi herkes sever ama ben hafif rengi kaçmış kadife pantolonlar, bir tarafı aşınmış pabuçlar giydiğimde eski bir dostumla birlikteymişimcesine aşinalığın huzurunu hissder , daha bir  keyiflenirim. Bugün de rengi solmuş lacivert pantolonum ve "erkek ayakkabısı gibi bu ne fazla sade ve hiç topuğu yok" eleştirilerine maruz kalsa da çok sevdiğim, burnu aşınmış pabucumu giydim ve yollara düştüm. Canımı sıkan herkese gülümsedim kızmak yerine. Canımı sıkan herkes diyorum çünkü satırlarımda her ne kadar gülümsesem de aslında dünyanın en kuralcı en huysuz insanı olduğumu biliyorum içten içe. Kırmızı ışıkta caddeye atlayan adamlara, yaz sıcağında bermuda şort giyen adamlarının yanında burnunu bile örtmüş kadınlara, sokağa çöp atan teyzelere,annesine yalan söylediğini övünerek anlatan ergenlere, otobüste bacaklarının yayıp oturan gençlere...oo-hoooo liste uzar gider.Amma bugün gönlümün huzurlu denizine kızgın lav sularının  dökülmesine izin vermedim. 

Kısa yürüyüşlerle bezedim günümü. Vitrin camlarında göbüşüme değil gözlerime baktım ve bu küçük hile beni hayli neşelendirdi.Küçük çocukları sevdim, İETT durağında kaldırımlara oturmuş bir grup kadının bağıra çağıra konuşmalarına öfkelenecekken bana hatırlattıkları bazı çocukluk anılarına güldüm (yaşıyorsa Allah selamet versin Mürüvvet Teyze'ye ayyy) annesini üzen,annesini üzmemek için sıkıntısı gözlerinden aksa da sessizce oturan çocuklara baktım. Hepsinde benden bir şeyler vardı. Hepsini çok sevdim.

Güzel günler değil yaşadıklarım ama berbat olarak nitelemek de gerçekten alırken ayrı verirken ayrı keyif aldığım onca nefese haksızlık olur. Sebebi var ki yaşıyorum, öğrenmem gereken şey her neyse daha fazla canım yanmadan öğrenmiş olmayı diledim bugün kendim için. 

Yaşanmamış günlerin umudu içimde kirlenmedi..sanırım her şeye rağmen gülümseyebilmeyi biraz da buna borçluyum.



Nehir'in mezuniyet balosundan bahsetmiş miydim? Onun Kalemiti Ceyn'den prensese dönüştüğü o geceden? Saçının her telinin ayrı zarafetle salındığı, haylaz gülümsemesine karışan mahçup tebessümün kızıma ne kadar yakıştığı, 3-4 saat çılgınca dans ettikleri geceden mini kürküyle ayrılırken benim elimi tutmak yerine babasının koluna girdiğini filan? 

Yüzlerce yıl yaşamalıyım ben onların her anını gözetebilmek, yaşamımı onların var oluşlarıyla taçlandırmak, varlığımı onların varlığında yok sayabilmek için yüzlerce yıl yaşamalıyım.

Heyyyyy!!!
Günler sürprizlerle dolu..her yarın başka bir çirkin ördek yavrusu...

Her şey çok güzel olacak :-)




21 Nisan 2014 Pazartesi

Şükür...

Kulak kapının zilinde
Sevdiceklerim yavrularım geldi gelecek
Renkler sesler kendilerini bulacak
Yaşam ırmağı yeniden canlanacak

Şükür...

















Kulak telefonun sesinde
İyi haberler geldi gelecek
Umut ekti insan, sevgi ekti insan
Hasadını biçecek
Bulanmış sular yeni başlangıçlarla durulacak

Şükür

Ya Rab,
Çok istediğim için verdiğin ve
Çok istediğim halde vermediğim her şey hayrıma biliyorum




Ben de seni seviyorum

Sana sonsuz şükür

8 Nisan 2014 Salı

Cümlesiz Kelimeler

Kocaman bir "hiç" oldu kendini tanımlamak istediğinde aklına gelen.
Bir telaş karıştırdı ceplerini, umut kalmış mıydı bir yerlere sıkışıp unutulmuş..tam da lazımdı şimdi, tam da olması gereken.

*********

Bugün İstanbul her zamanki gibi. Çok aynı , çok, çok! 

İnsanı hayvan olmaya özendirir zamanlardayız aklı olanlar için. Sorumluluklar ayaklara pranga, adaletsizlik ve gidişat "dur bekle" denileceğin ötesinde saçmalıkta.Kaçsan olmaz kalsan gönül dayanmaz . Sussan olmaz söylesen tesiri yok. Gülsen ayıp ağlasan zayıflık...bir tezatlar denizinde boğulmaktayız gündengüne.

Pantolunu belinden düşen çingene çocukları saracak yine etrafımı sokağa çıktığımda. İşte o teyze geldi, hadi bize pilav-nohut al teyze..diyecekler. İşsizlik maaşımla yine bugünlük karınlarını doyuracağım. Sonra Üsküdar'a yönelecek adımlarım, adımbaşı dilenciler, Türkçe bilmediklerinden önlerinde kartonlara yazılı yalvarışlar:onları bu hale getirenlerden de ; yardımı , kasalarındaki trilyonlara dokunmadan bize bırakanlardan da nefret edeceğim.



Anlaması ve anlatması gerekenler, onları umursamayanlar.Çok yemekten karnı şişip uzananlar, açlıktan uyanamayanlar.Hayat akıp gidiyor her zamanki saçmalığıyla. Karacaahmet'te yatan sadrazamlar, onların çürümüş kemiklerine değil taştan kavuklarına bakanlar.


Sevmiyorum bu ülkenin demokrasi iddialarını da , bunların koca yalan olduğunu minnacık menfaatleri ya da düşünmeyi reddeden beyinleri nedeniyle savunanları da. Hele içlerinde sevdiceklerim olmuyor mu zaman zaman ;her zamanki suskunluklarını unutup  düşüncelerini haykıran.Kollarımı kavuşturup kızgınlıkla bakakalıyorum satırlarında anlattıklarına. Öfkem sevgime yenik susuyorum ,içimde patlayan yanardağın lavlarını kaşık kaşık yutuyorum.


Bir şaşkın var inatla vefayı unutmayan tüm bu devinim içerisinde.Beni her aradığında sesindeki özlem ve vefayı merhem yapıp kanayan yerlere sürüyorum.Sıkıntılandığı zaman başörtüsünü, şovalyenin miğferini çekiştirip yüzünü örttüğü gibi çekiştirişini hatırlıyorum onunla konuşurken.Ağlayışını, gülüşünü, mahcup inadını, tüm zeki insanlar gibi kendinden emin olmayışının diğerleri arasında yerilişini,korkusunu...


Akışı da İstanbul kadar saçma bir yazı oldu bu ama tabiat ana gibi de doğal ve gerçek.

Tüm kalbimle onun bir daha hiç o kadar korkmamasını diliyorum.
Tüm kalbimle ;elimin , onun üzerinden uzak kalışı beni üzüyor
Tüm kalbimle;ona hak ettiği güzellikleri ve iyilikleri ve sabrı diliyorum..Allah'a emanet !.




9 Ocak 2014 Perşembe

"Siz" O Masayı Aslında Hiç Görmediniz


Gittim oturdum son sözünü söylemek için bekleyenlerin arasında,
Beklemek ki en ağır ceza Ben'i aceleden yaratılana...

Keşke'lerin hepsinin zincirini çözdüm yüreğimden,
Bir rüzgar esti soğuk, hazin, derinden,
"Biz" diyenlerin dışlamasını sızım sızım hissettiren.






Bir süre bakındım sağıma soluma,
Baharda çiçek açışını,  hazanda yaprak döküşünü seyrettiğim ağaçlara.

Çocuklar geçti gülen ağlayan
Dinledi benimle birlikte oradakilerin hepsi teselli için yerinden kalkamadan
Kadınlar geçti ellerinde dünyalıkları akıllarında yapacakları
Yanlarından geçtikleri" bir zamanlar kadındılar"a bakmadan aldırmadan
Adamlar geçti hızlı hızlı bir Fatiha'ya yok zaman 
Adamlar geçti zamanın kalıcısın deyişine aldanan..


Düşündüm o yol gibi hayatımdan gelip geçenleri,
"Asla bırakmam seni" deyip geri dönmeyenleri.
Özledim kimilerinin seslerini , sözlerini, nefeslerini,
Keyifle andım kimilerinin hayatımdan çekip gidişlerini.

Gökyüzüne diktim gözümü, gönlümü nefesim dar,
Baktım sonsuzluğa, fısıldadım "beni seven Allah var"!

Bir tebessüm geldi kondu dudağımın ucuna,
Gözlerimi çevirdim artık umudu kalmayanlara.

Sonra yola koydum kendimi adım atabilmekten mutlu,
Yeniden denemekten ve  vazgeçmemekten umutlu.

Kızgın değildim artık ne kendime ne de herhangi birine,
Dünya üç günlük dünya : zahir olandan bana ne!



29 Aralık 2013 Pazar

Dilek Hakkı

Çocuklar gibi dileklerimi sıralamışım her yeni yıl geldiğinde...Günlüklerime baktığımda kendimi gülümseyerek izlediğim anlarda fark ettim bunu. Aslında ne kadar kolaymış zamanın törpüleyerek şekillendirdiği ayrıntılardan uzak ana niteliklerle insanı görmek..ama iş  becerip insana uzaktan bakabilmek. Sıralamışım nitelikleri çünkü hep net olmak, niyetimi-sözümü ortaya koymakmış derdim ömrüm.Yazmışım çünkü  bir pigmeden sadece biraz uzunken bile "söz uçar yazı kalır"ı bilirmişim.Sonra dileklerime baktım , insanlık için , dünyanın geleceği için,komşu kızı için,dostlarım arkadaşlarım hatta bir sahip bulunsa dediğimiz sokak köpeği için bile dileklerimi diledikten sonra kendim için bir şeyler dilemeyi hak görebilmişim...


Başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilmek, başkalarının sevinçleri ile tamamlanabilmek insan niteliği olsa gerek. Tıpkı başkasının derdine kendi derdin gibi çare bulmaya çalışmak gibi.Hayaller kurabilmek gibi..umut etmekten hiç vazgeçmemek gibi.

Şimdi yeni bir yıla girerken yine odaklanmaktan vazgeçip yapabildiğimce uzaklaştım resimden ve göremediklerimi görmeye çalıştım bu sene iyice yordukları gönlümün yaralarını keyifle sararken.Hey! Yeni bir yıl geliyor. Her şeyden önce henüz kirlenmemiş,yaşanmamışlarla dolu,kötülükten yana yapılan rezervasyonların neşeli kahkahalarla bozulabileceği bir yıl bu. Daha şimdiden kocaman bir gülümseme yayıldı bile yüzüme.Umut ediyorum ve umut ettiklerime dokunabilecek kadar yakın olduğumu hissediyorum.

Siyasi çatışmaların hız kazandığı ülkemde konunun asıl merkezden uzaklaştırılmasına,dağıtılmasına,tartışmak yerine demagoji ile suyun bulandırılmasına ve insanların bunları hala yutmasına sinirleniyorum.O kadar çok yalan o kadar çok kravatlı adam hırsı birikti ki  üstümüzde gökyüzü sadece gri bulutlarla doluymuş gibi gelmeye başladı herkese.Güneşi özledik.Sabah mahmurluğunda çiy tanelerinin mücevher ışıltısına gülümsemeyi özledik."Anlamıyorsun" diye birbirine haykıran ama anlamayan ve anlatamayan,kör kavşakta kornaya basıp duran bireylerden oluşan gruplar sardı memleketin her yanını.Bir sürü senaryo ve bir sürü insan bu senaryolara inanmak isteyen. Oysa sonuca, olagelene baksa herkes gerçeğin ışıltısı kucaklayıverecek onları, kör gözlerini açacak sağır kulakları duymaya  perdesi kapalı kalpleri sadece kendi menfaati için atmamaya başlayacak.Yalanlar, siyasilerin insanlara söylediği o kocaman yalanlardan bile tehlikeli artık çünkü insanlar günahları için,hataları için,yaptıkları kötülükler için kendilerine yalan söyler oldular.

En son ne zaman güzel bir şarkı bestelendi benim ülkemde? Tüm bülbüller kafeste, tüm güller nefretten solmuş.

Bu sene yeni dileklerim var Allah'tan...iyiler kazansın kötüler utansın ve bu bizler için hayırlı olan olsun ..diliyorum.
Güller açsın bülbüller şakısın aşk yeniden vücut bulsun renkler kirlenmişliğini unutsun ...diliyorum..
Karacaahmet mezarlığı "ben haklıyım!" diyenlerle dolu, insan olabilmek olmalıydı bütün konu, herkes hatırlasın bunu ..diliyorum
Felsefe tartışalım,yarını oluşturalım,dünün keşkelerinden kurtulalım artık önümüze bakalım..diliyorum
Aşk diliyorum üç harfinin her birinin anlamını vere vere..çocuğu annesine, seveni sevenine,çirkini güzeline hasret bırakmasın Allah..diliyorum.
O kalp kıranlar hak yiyenler kötülüğü elleri ile evlat gibi besleyenler var ya...Allah utanmayı öğretsin..diliyorum.
Ve elbette sağlık diliyorum
Sonra dilek hakkım baki kalsın, her gördğüm sabaha sevincim,umudum,sevgim,yaşamaya da niyetim var benim diyorum.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Beklemek

Bir sürü çağrışımın hayaleti dolanıyor kafamda. Bir arkadaşımla şöylesine bir bakalım deyip sonra gözümüzü alamadığımız "The Others"  filmi geliyor mesela..Korku filmi filan değil o, direkt kafası fazla çalışan yüreği fazla çarpan bir kadının iç dünyasının  dramı bana göre. O kadar afili bir anlatıma giremeyecek kadar öfkeli olmadığında da insan aynı şeyleri hissedebiliyor.






Kocaman duvarları var benim gönlümün. Hayatımda bana ait aslolan alanlarda labirentler,içi timsah dolu kanallar filan. Kapılarıma kırk kilit vurdum tatlı dille açılan..güvenemedim kimseye , kırılgan neyim varsa sakladım.Ne bozuldular ne kırıldılar ne iyi.


Bugün görüyorum ki aslolanı saklamakla hayatında yapıp yapacağı en iyi şeyi yapıyormuş belki de insan. Kapıyı araladığınızda toz,kir,pislik giriyor, kapıyı araladığınızda huzurlu içten musikinizi zedeleyen lüzumsuzluğuna mı çirkinliğine mi yanacağınızı bilmediğiniz sesler giriyor içeri.Açmamak lazım o kapıları.."siz"de bırakmalı insanları, "sen" herkesin kaldırabileceği bir yük değil..suya girmiş tuz simsarı misali yükü eksiltiyorlar bilip bilmeden.

Beklemekle geçiyor günler.Anlamayı beklemek, anlamalarını beklemek kadar uzun ve yorucu.Görüyorsunuz bir şeyin sonunu, biliyorsunuz olacakları az yanılma payı ile ama insanların yaşayarak öğrenme güdüsü yüzünden bekliyorsunuz. Bunun ne kadar yorucu bir şey olduğunu sadece bir kere değil senelerce bunu yaşayan bilebilir.Kalem ve silgi başkasının elindeyken bir öykünün kahramanı olmak haksızlık aslında.Daha ne kadar -mış gibi yaparak yaşayabilir ki insan? Umutları,türküleri,renkleri,hayalleri varsa ve kimseye kızamayacak kadar hızlı geçiyorsa yaşamın içinden.

Tüm o "kalkıp gitsem ne olur"ların içinde bir nefes almak kış günlerinin cömert soğuğundan...ağzına gelenleri yutmak ve kazanamadığın insanı bari kaybetme yangısına yenik düşmek. İçindeki merhamete hem lanet etmek hem minnet duymak..soft renklerde bile tezatın vurgusuna sığınmak...Ve hiç alakası yokken İlyas'ın kamyon camına yaslanmış ağlamaklı suratına kahkahalarla güldüğün günü anımsamak...


Mutlu bir hüzün elimden tuttu kalktım masadan bir şeyleri bahane edip.Yağmur yağmıyordu ama yine de ıslandı saçlarım.

yalnızlık boştur;manevi doğa da tıpkı maddi doğa gibi boşluk karşısında dehşete kapılır..Honore' De Balzac

13 Aralık 2013 Cuma

Kar Düşleri

Düşleri bile sorgulamak mı yetişkinliğin adı?

Kimi düşler var sadece düş olduğu için güzel, kimi düşler var ardından koşmak hayatın amacı olduğu için güzel. Kimi düşler var dilden düşmeyen, kimi  düşler var dile gelmeyen.

İstanbul'u kar aldı...Trabzon kar altında bir düşler ülkesine benzerken İstanbul kabusa dönüştü.Öylesine sıkıldım ki ellerim ardımda bağlı , koşulların çaresizliği ile yapıma hiç uymayan teslim olmuş bir hayat sürmekten, öylesine uzun zamandır tutuyorum ki nefesimi elime bir çanta alıp içine 3-5 bir şey doldurup bilinmeyene yelken açmaktan başka bir şey düşünemez oldum. Birikmiş ne varsa yeni bir hayat kurmama yetmez mi? Yeter..ama tek olsam. Tek olmayı istiyor muyum?Hayır. Çocuklarım yani gözlerim ,yani kulaklarım, yani sesim, yani özüm,yani ruhum...onlarsız düşlerim bile yoksul yalın. ..ama bu rezil berbat düzen, bu zaten haksızlıklara susmayı emreden ve beni kızdıran düzen değil mi böylesine suskun söylenmek zorunda bırakan tüm şarkıları.
 
15 yaşındaydım şehir merkezinden Trabzon'un Akçaabat'a daha yakın kesimine taşındığımızda. Bir kardan adam yapımı ile başlayan dostluklar ,tanışmalar o günün soğuğuna inat hala ısıtıyor kalplerimizi..bir çoğu ile halen dostuz ...o zaman soğuğa da gülerdik sıcağa da gülerdik. Aşktı tüm satırların ana başlığı.Sevmeyi de sevilmeyi de severdik. Çocukların öldürülüp tecavüze uğradığı bir dünyadan muaf, sevgiler öfkelerle kirlenmemiş yaşar giderdik.
16 yaşındaydım, İstanbul'a bir kar yağdı..botlarım soğuktan ayağıma yapıştı. İstanbul karı kirletiyor..kardan adam yapılası bir memleket değil aslında. Soğuğa meydan okudum Vezneciler'den Fatih'in bir ucuna yürüdüm...ayaklarımı hissetmem saatler almıştı ama soğuktan parlayan gözlere ve gülmekten ağrıyan yanaklara sahiptim.Aşk satırlardan kaplere giriş yapmıştı, acısı bile güzeldi.
18 yaşındaydım, ablamla "eller ne der" sloganına kafa tutup Trabzon'da karda kendimizi yere attık...kelebekler gibi kollarımızı açıp kanat çırptık..bıraktığımız tüm o neşeli izlerin eriyen karla birlikte kaybolmaması ne güzel..Anılar, söz konusu kardeşler ise renklerini koruyor hep.
19 yaşındaydım, ablam Erzurum'da çalışıyordu. Kuru soğuk ne demekmiş öğrendim. Boyum kadar sarkıtların güzelliğinde eridim. Sonra biri inşaat mühendisi biri iletişim fakültesi öğrencisi iki olgun genç hanım olarak Erzurum sokaklarında karda düşenleri izleyerek karnımız ağrıyana kadar güldük. Hem acıdık onlara hem güldük. Sonra biz düştük iki adımda bir..kendimize herkesten çok güldük. Ayıplanmaları takmayacak kadar içimizdeydi hayat..hala hissederim donmuş yüzümde gülmekten akan yaşların tatlı sıcaklığını
Anılar anılar anılar...
Şimdi kaç yaşındayım unuttum. Dün 30 'larımda hissediyordum kendimi, bugün bahar dalı kırık gönlü kederli yaşlı bir kadın. Yarını bilemem ama umut var oldukça yarınlar da var olacak onu bilirim.
Çantama 3-5 bir şey koysam, çocuklarımı alsam..anılarımı alsam..umut zaten hep benimle...açsam kanatlarımı uçsam uçsam uçsam

6 Kasım 2013 Çarşamba

Rüya


Uykudan , dudaklarını sıkmaktan dudakları uyuşmuş vaziyette uyandım. Rüyamda ne görüyordum hatırlamıyorum en azından şimdilik, belki de klasik olarak bünye savunmaya geçmiş ve beni bu kadar geren bir şeyi hatırlamamı istememiştir.


İşsizlik dünyanın sonunu filan getirmiş değil benim için ama gerdiği de bir gerçek. Öğrencilik yıllarımda harika bir  rüya görmüştüm. Atakent'teki o yüksek binalardan birinden fırlayıp bir taksiye atladım rüyamda, sonra şoföre "Temmuz'a çek" dedim. Rüya bile olsa avallaştı adamcağız. "Ne bakıyorsun yüzüme Temmuz'a çek, hızlı!Hadi!" dedim. Mart'ı,Nisan'ı , Mayıs'ı, Haziran'ı yaşamaya sabrım ve gücüm olmadığını hissediyordum. Giden benim ömrümden gitmeyecekmiş gibi bir telaş, bir başı diklik, bir kırgınlık hayata...

Öğrencilik yıllarından beni yaptığım bir şeyi yapmaya karar verdim bugün. Gidip mezarlıkta oturacağım bir süre. Onları görmek, onları dinlemek ile aynı şey aslında. Başıma gelenleri, biriktirdiğim öfkelerimi, kırgınlıklarımı, affedemeyişlerimi çantama koyup ilişeceğim bir ağaca yakın kabrin kenarına. Dünyayı düşünmek, gelip geçiciliğin ortasında yüreğimi ne diye yangın yerine çevirdiğimi anlamak ;bilip unuttuklarımı kendime hatırlatmak lazım. Kaybetmeden kıymet bilmek, gitmeden-zaman bitmeden asıl yapılacaklara başını çevirmek lazım... Mezarlıkta oturup kendini , hayatı ve ölümü dinlemenin bir faydası daha oldu her zaman. En umutsuz anımda bile "onların artık hiç bir umudu yok oysa ne gün ne ömür bitmedi..yeniden deneyebilir, yarınlardan umut edebilirim. Benim için her şey bitmedi" der gönlüm yenilenmiş, az kalsın hiçliğin içinde her şeyimi yitirecek olmanın telaşı ile kamçılanmış çıkarım mezarlıktan. Ne öyküleri, ne yaşanmışlıkları var hepsinin.Ne çok cümle yarım kalmış, ne çok sır ne çok keşke toprağın altına girmiş ve aslolana seyahati başlamış. 

"Heyy ben kimim ki" diyor insan o zaman. "Ben kimim bu kadar önemsedim her şeyi?...şurada eski Suriye Valisi yatıyor kocaman heybetli şatafatlı bir mezar taşı ama şurada da Üsküdar'ın eski Camcı Amca'sı yatıyor mezar taşında iyi kalpliliğine düzülmüş anlatımlarla dolu mısraları..hangisi zengindi, hangisi kazandı da gitti, sen ne istiyorsun...sen ne istiyordun" diyorum kendime. Ölüm, korkutucu geliyor anne olalı beri. Ürperiyorum, "keşke" lerimi elimden geldiğince orada gömüp farklı düşünce ,duygu ve önceliklerle çıkıyorum kapıdan. Umut,yaşama isteği, vazgeçmeyiş her yerini sarıyor yüreğimin. Sevdiklerimi ve sevmeyi hatırlıyorum. Üzdüklerimi ve pişmanlıklarımı..Söz verip unuttuklarımı yani yarı yolda koyduklarımı.

Dudaklarım mühür gibi sımsıkı kapalıyken "Hey'" diye haykırıyorum yaşamda yer alan her şeye "gitmedim, vazgeçmedim..geliyorum"

Yaşam koçları, felsefeler belki karanlığa düşmüş yolunu bulamayanlar için gerekli bir şey. Edinilmiş tecrübenin paylaşılması yürüyerek fersah fersah alınacak yolu koşarak bir kaç adımda almaya yarar sağlıyor olabilir ama benim demem o ki insan kendine doktor,kendine dost olmalı.İnsan kendisi ile barışık kalıp kendisini duymalı..o zaman yardım istenilecek nokta da yardım istenilecek alan da değişiyor.

En kötü ihtimalle "çek Temmuz'a!" diyorsunuz, bazen kaçmanın da çözüm olduğunu biliyorsunuz.Ne han ne hamam....sadece mavide bir nokta olsam...


YAŞAMAYA DAİR 
  
1 
Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 -Nazım Hikmet Ran

4 Kasım 2013 Pazartesi

Lacivert

Birazı unutulmuş maziye birazı bilinmez atiye ait bir garip gündü..geldi geçti.


İş görüşmesi için gelen davet alışılmış hazırlıklarımın çabucak tamamlanması ile yollara düşüşüm demekti. Üsküdar'dan Kabataş motoruna bindiğimde uzun zamandır görmediğim dostlarıma gidiyormuşum gibi , bildik ama ihmal edilmiş yollardan geçtim. Truman Show gibi İstanbul..aynı saatte aynı insanlara rastlarsınız her zaman.Çalışma hayatına ilk başladığım yıllarda sabahları Üsküdar'dan motora bindiğimde birbirlerine simit alan ve birbirlerini bekleyen arkadaşların aynı motora binerek başlattıkları sıcak,alışılmışlığın rahatlığıyla bezenmiş sohbetlerini dinlerdim.En az onların sohbetleri kadar rutindi dinleyişim. Gülümseyerek o sabahları andım. Mehmet Ali (martı) başımın üzerinden iyi şanslar dedi çığlık çığlığa uçarken, gülümseyerek el salladım ona etrafımdakilerin onaylamaz bakışlarına aldırmadan. Özer sektörde çalışmanın ve iş hayatına yeni başlamanın tedirginliği ile inerdim motordan. Ayakkabım su alırdı, aldırmazdım.Kendimi seyrettim 20 yıl sonranın penceresinden..zamana sabırsız, tedirgin ama umutlu bir genç hanım. Gülümsedim.


Motor iskeleye yaklaştığında topuklu ayakkabıyla zıplayamamaktan dolayı suratımı astıysam da elimi tutarak bana yardımcı olacak bir eşim olması tebessümü tazeledi. Görüşme yerine az kalmıştı, dönüp cesaret almak istercesine bir kez daha martıya baktım.Göz kırptık birbirimize, yola koyuldum.

Görüşme sonrası eşimle İstiklal Caddesi'ne çıktık ve flört ederken gittiğimiz ara sokaktaki restaurantı aramaya koyulduk. Ne İstiklal caddesi aynı kalmış, ne insanların profili ne de biz. Tıpkı eski günlerdeki gibi elele koşturarak yerini hatırlamaya çalıştık. O zamanlarda o çalışıyordu ben öğrenciydim. Şimdi yine o çalışıyor ben işsizim. Bir süre kendimizle ve halimizle eğlendik,her kahkaha bir sonrakinin mayası oldu. Restaurantı bulmayı başardığımızda hayli neşeliydik.

Sonra o işine gitti..ben yine Taksim'de bir başıma kaldım. O kadar uzun zaman olmuş ki hava karardığında evden bu kadar uzakta olmayalı..İstanbul değişmiş hayat değişmiş ben zaten...koşturmaktan vazgeçip etrafımı seyre koyuldum. Trafiğe kapatılmış Taksim...insanları koşturan ve ruhunu yitirmiş Taksim. Kocaman bir betın alan..cansız,kişiliksiz..sevimsiz. 



Öğrenciyken,sene 1987, 83T'yi beklerdik arkadaşlarımla.Duraklar eski, otobüsler şimdi tarihi eser niteliği taşır cinstendi.En arkada kocaman bir baca gibi bir şey vardı,üşüyen ellerimi orada ısıtırdım. Otobüsler İstiklal Cadde'sinin içinden geçerdi.



İnsanlar en temiz ve en özenli giysilerini giymezdi çok eski yıllardaki gibi ama insanların renkleri vardı. Oysa şimdi soluk bir kaç griyi saymazsak siyah ve beyaz kadar keskin ayrım var insanlarda.

"Ne yiyeceğim" derdim durakta beklerken.." ne pişireceğim çocuklarım için" dedim geçmişteki ben'e de gülümseyerek. Cep telefonumu yokladım Selin eve gelmiş midir diye düşünerek, parkamın cebinde şıkırdattığım jetonları anımsadım hemen sonra. Jetonla arardık sevdiklerimizi..öyle ya.

"E peki" diye düşündüm "bunca teknoloji bunca yenilik bunca şöyle olsa dediğimiz şeyin gerçekleşmesi..niye mutlu değiliz niye daha güzel olmak bir yana güzelliklerini yitirdi hayat?" 



Aklıma Rengin'in eski bir şarkısı geldi takıldı : 

Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne

Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
Aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil 

Ufalana ufalana kaç kuşak

Eridik bu yollarda 
Kimimiz yerle yeksan 
Kimimiz zorla ayakta....


Taksim-Kadıköy dolmuşu geldi,attım kendimi. TRT'de çalıştığım yıllarda hava kararmışken köprüden geçer mavinin tonlarının İstanbul'u kucak kucak sarmalamasını seyrederdim doymaksızın. Şimdi lacivertin en duru tonları ışıklarla birleşirken, deniz ise asil maviliğini lacivertin bir ton daha koyusu ile bezerken izledim İstanbul'u. Gözlerim şehrin parlak ışıklarından kaçıp ufkun karanlık ama özgür ve davetkar çizgisine takıldı. "Sen beni sevmedin ,ben de seni İstanbul" dedim dudaklarımı kımıldatmadan usul usul.


Tıpkı on yıllar öncesindeki gibi yarınların ne getireceğini bilmeden ,daha az tedirgin daha çok umutlu geçerken o köprüden kitabımı açtım ve okumaya başladım. Mazinin yumuşak ezgileri, yarının bilinmezliği...hepsi  Balzac'ın "Kuzin Betty" sinin satırlarının arasında gerçekliğini yitirerek eridi gitti.



18 Ekim 2013 Cuma

Çıplak Ayaklı Kontes

"Ayakkabım yok diye üzülüyordum, baktım karşımdakinin ayakları yok" felsefesini hiç bir zaman sevmedim ben. Beri yandan baktığınızda ayakkabı odası olan insanlar da var. İnsan teselliyi umutta ;ama boş hayalde değil "umutta" bulmalı. Ayakkabısı yoksa beterin beteri var diye tembel teselliler edinmek yerine ayakkabısının neden olmadığını düşünüp ,ayakkabı edinmek için ne yapabileceğine bakmalı.

Zor zamanların bunaltıcı labirentlerinde kaldığımda günlüklerimi okumayı öğrendim.Yaşam, görebildiğimizde kendi başına nasihat zaten. Kendimi çok üzgün, çok berbat, çok çaresiz hissettiğim zamanlarda 19 yaşında bir genç kızın satırlarında teselli bulabilmek çok garip. Üniversitenin ilk yıllarında Trabzon'dan İstanbul'a geldiğimde yaşadığım ikilemler, aile özlemi,gelecek endişesi,parasızlık,yurt hayatı,ilk iş deneyimleri, aşk acısı, hastalık, dost kazıkları, işsizlik....unuttuğum yüzlerce ayrıntıda mevcut gözbebeklerimde saklı gülüşlerimin ya da temkinli adımlarımın,kolay vazgeçişlerimin sırları. Ta o zamanlarda o yaşlarda o zor koşullarda yenmişim zorlukları şimdi neden olmasın deyiveriyor insan kendine.Yeniden başlamak için ayağa kalkmak bir yıkılış değil diriliş halini alıveriyor.





































Yeniden başlamak...eskiye ait çok sevdiklerinizi de satırlarınızdan silmek anlamını taşıdığında zor bir şey gerçekten."Geç buldum çabuk kaybettim" oluveriyor ne yazık ki şarkılar ,en sevdiklerinizden olup bunu asla söyleyemediklerinizin bir kısmına. Doğduğunuz coğrafya ne çok şeyin belirleyicisi oluyor diye düşünmeye başlıyorsunuz bir süre sonra yasakların yazılı olmayanları sizi kuşatmaya başladığında. Özlemler, anılar daha sizin için tazeliğini ve değerini yitirmeden ana yoldan ayrılıp sizi çağıran patikaya sapmak ve yeni yollara bir başınıza ; hüznün, özgürlüğün neşesine karışmasına alışarak yürüyorsunuz.

İnsanı mutlu eden şey, ihtiyaçları ile varlıkları arasında bir denge bulmasıdır. Bütün sorun , bu dengenin nasıl sağlanacağı.İnsan bunu, belki varlıklarını yükseltip ihtiyaçlarının düzeyine çıkartmakla yapabilir.Ama bu budalalık olur. Bunu yapmak, arada bir sürü doğa dışı şeyler yapmayı gerektirir. Pazarlık etmek gibi, çalışmak gibi, çabalamak gibi. Öyleyse? Öyleyse akıllı bir adam dengeyi, ihtiyaçlarını azaltarak yani onları varlıklarının düzeyine indirerek sağlar. Bunu yapmanın en iyi yolu, bedava olan şeylerin değerini bilmektir. (ŞİBUMİ/ Trevenian)



Aslında, şaşırtsa hayat beni diyor insan bazen. Kendiliğinden yoluna girse her şey, durduk yere bir sürü güzel sürpriz olsa, adaletin varlığı yetecek her şeyin iyiye doğru seyralmasına ama ne yazık ki ülkemde adaletin rıhtımdan gidişini izlediğim ve ufukta gittikçe küçülen bir gemiden farkı kalmadı artık. Güzel olan bir çok şey gibi o da geride kalmışa benzer...

Umut etmek adaleti bile ,vazgeçmeden..pes etmeden..
Ayakkabım yok haline gelmişsek bile gerekirse yalınayak koşmak umutların gerçeklere dönüşmesi, gerçeklerin hayallerimizden bile güzel olabilmesi için.